ibâ' |
: |
|
(a. i.) : 1) çekinme, razı olmama. 2) iğrenme, tiksinme. |
îbâ |
: |
اباء |
(a. i.) : tiksindirme, iksindirilme. |
ibâbe |
: |
ابابه |
(a. i.) : yol. ( bkz. : tarîk). |
ibâd |
: |
اباض |
(a. i. abd'in c.) : 1) abidler, kullar. 2) ibâdet edenler. |
ibâd-ullah |
: |
|
1) Allah kulları, insanlar; 2) s. pek bol, pek çok. |
ib'âd |
: |
ابعاد |
(a. i. bu'd'dan.) : 1) uzaklaştırma, uzaklaştırılma, (bkz. : teb'îd). 2) tard etme, kovma. |
ibâd |
: |
اباض |
(a. i.) : anat. bacaklarda, eliz mafsalının iç tarafındaki büyük damar. |
ibâdât |
: |
عبادات |
(a. i. ibâdet'in c). |
ibâdet |
: |
عبادت |
(a. i. c. : ibâdât) : Allah'ın emirlerini yerine getirme, tapma, tapınma. (bkz. : ibâdet), |
ibâdet-gâh |
: |
عبادگاه |
(a. f. b. i.) : ibâdet yeri, tapınak, (bkz. : ibâdet-hâne, ma'bed). |
ibâdet-hâne |
: |
عبادتخانه |
(a. f. b. i.) : ibâdet evi, ibâdet yeri, tapınak, (bkz. : ibâdet-gâh, ma'bed). |
ibâdet-kâr |
: |
عبادتكار |
(a. f. b. s.) : ibâdet eden, tapınan. |
ibâdiyye |
: |
اباضيه |
(a. i.) : Havâriç taifesi fırkalarından birinin adı. [Trablusgarb Berbe-rîlerinden Abdullah bin Ibâd-üt-Temîmî tarafından hicri 140 (757) ortaya atıldığı için onun adını almıştır. Bu fırka "ibâz" kelimesinden alınarak "ibâdiyye" adı altında kurulan ve türlü türlü re-zâletleriyle insanlığa kötülükleri dokunmuş olan bir kuruluştur]. |
ibâet |
: |
ابائت |
(a. i.) : bir şeyi başka bir şeye irca etme; kısas ile katil ile maktul arasında farksızlık meydana gelme. |
ibâhe |
: |
اباخه |
(a. i.) : ateşi söndürme, (bkz. : itfa). |
ibâhe, ibâhet |
: |
اباحه ، اباحت |
(a. i.) : mubah kılma, helâl kılma, bir işin yapılıp yapılmamasını serbest kılma. |
İbâhî |
: |
اباحی |
mubah sayan. |
ibâhiyye |
: |
اباحيه |
(a. i. c. : ibâhiyyûn) : haram şeylerin yapılmasını mubah sayan bâtınî zümre. |
ibâhiyyûn |
: |
اباحيون |
(a. i. c.) : her şeyi mubah sayan bâtınî zümre. |
ibâk |
: |
اباق |
(a. i.) : bir esirin, bir kölenin sebepsiz olarak, efendisini bırakıp kaçması. |
ibâle |
: |
اباله |
(a. i.) : 1) hayvanları muhafaza etme. 2) kuyu bileziği. |
ibâr |
: |
ابار |
(a. i.) : 1) yanmış, eritilmiş kurşun. 2) (ibre'nin c.) : ibreler, iğneler, (bkz. : iber). |
ibâr, ibaret |
: |
ابارت عبارات |
(a. i.) : 1) ağaçlan ve ekinleri ıslâh etme. 2) köpeğe ekmekle iğne yutturma. |
ibârât |
: |
عبارات |
(a. i. ibâre'nin c) : cümleler; paragraflar; bir metinden çıkarılmış olan satırlar. |
ibare |
: |
عباره |
(a. i. c. : ibârât) : 1) cümle. 2) paragraf. 3) bir metinden çıkarılmış bir kaç satır. Bi-ibâre-tihâ : kendi ibaresinin ayniyle. |
ibâre-senc |
: |
عباره سنج |
fasih, açık, düzgün söz söyliyen. |
İbaret |
: |
عبارت |
(a. i.) : ...dan meydana gelmiş; bir şeyin aynı; başkası, başka bir şey değil. |
ib'âs |
: |
ابعاث |
(a. i.) : gönderme ( bkz. : ibtiâs.) |
ibâse |
: |
اباثه |
(a. i.) : bahs, tetkik ve teftîş etme. |
ibât |
: |
اباط |
(a. i. ıbt'dan.) : koltuğa alınan şey, bohça paket. |
İbate |
: |
اباته |
(a. i.) : gece yatırma, barındırma. |
ibate ve iâşe |
: |
|
brındırma ve yedirme, besleme. |
ibâvet |
: |
اباوت |
(a. i.) : bir çocuğa hâriçten bir adamın baba gibi olması; yabancı bir adam, başkasının çocuğuna baba gibi olma. |
ibbân |
: |
ابان |
(a. i.) : her şeyin mevsimi, vakti. |
ibbân-ül-fâkiha |
: |
|
meyva mevsimi. |
ibcâl |
: |
ابجال |
(a. i.) : ağırlama, ululama, (bkz. : tebcîl). |
ibcim |
: |
ابجام |
(a. i.) : rahatsız etme, huzurunu bozma. |
ibda' |
: |
ابداع |
(a. i.) : 1) örneksiz olarak bir şey meydana getirme, yaratma, (bkz. : ibtidâ'). 2) ed. yeni ve güzel bir eser meydana getirme. |
ibda' |
: |
ابداء |
(a. i.) : yoktan ortaya koyma, îcad. |
ibda' |
: |
ابضاع |
(a. i.) : 1) bir kimsenin, kârı tamamen kendisine âit olmak üzere, bir başkasına sermâye vermesi, (bkz. : ibzâ'). 2) sorulan şeye güzel cevap verme; güzel söz söyleme. 3) kandırma, (bkz. : ikna'). |
ibdâd |
: |
ابداد |
(a. i.) : 1) bir şey uzatma, uzatılma. 2) uzaklaştırma. |
ifadâiyye |
: |
ابداعيه |
(a. i.) : yaradılış doktrini, fr. creationisme. |
ibdâ'-kâr |
: |
ابداعكار |
(a. f. b. s.) : ibda' yapabilen kimse, (bkz. : mübdi'). |
ibdâl |
: |
ابدال |
(a. i.) : 1) birinin yerine diğerini getirme. 2) ed. bir harfin yerine diğerini getirme, değiştirme. |
ibdân |
: |
ابدان |
(a. i.) : 1) câriye. 2) kısrak. |
îbek |
: |
ايبك |
(f. i.) : put, haç. (bkz. : çelîpâ, sanem). |
iber |
: |
عبر |
(a. i. ibret'in c.) : ibretler, alınan kötü dersler. |
iber |
: |
ابر |
(a. i. ibre'nin c.) : iğneler, mıknatıslı iğneler, (bkz. : ibâr). |
ibga |
: |
ابغاض |
("ga" uzun okunur, a. i. buğz'dan.) : buğzetme, hoşlanmama, sevmeme. |
ibhâ |
: |
ابحا |
(a. i.) : kesilme, (bkz. : inkıta'). |
ibhâc |
: |
ابهاج |
(a. i.) : sevindirme, sevindirilme, sevinç verme. |
ibhâh |
: |
احاح |
(a. i.) : sesini tutma, sesini boğuk çıkarma. |
ibhâk |
: |
ابخاق |
(a. i.) : kör etme, gözünü çıkarma. |
ibhâl |
: |
ابهال |
(a. i.) : salıverme, kendi hâline bırakma. |
ibhâm |
: |
ابهام |
(a. i. c. : ibhâmât) : 1) kaoalı bırakma, açıklamama, belli etmeme, gizli kapaklı tutma. 2) ed. sözün, anlaşılamıyacak derecede kapalı olması. 3) (c. : ebâhîm) : el ve ayak başparmağ,. |
ibhâmât |
: |
ابهامات |
(a. i. ibhâm'ın c.) : gizli kapaklı tutulan şeyler, açıklanmıyan şeyler. |
ibhâr |
: |
ابحار |
deniz yolculuğu etme |
ibhîrâr |
: |
ابهيرار |
gece yarısı olma. |
ibil, ibl |
: |
ابل ، ابل |
(a. i. c. : âbâl) : dişi deve. |
ibka' |
: |
ابقاء |
("ka" uzun okunur, a. i.) : 1) baki, dâim, devamlı, sürekli kılma. 2) yerinde, evvelki hâlinde bırakma. 3) sınıf geçememe. |
ibka-ı mâkân alâ mâkân |
: |
|
her şeyi olduğu gibi bırakma. |
ibka-yi nam |
: |
|
ad bırakma. |
ibkâ' |
: |
ابكاء |
(a. i.) : " : ağlatma. |
ibkaen |
: |
ابقاءً |
("ka" uzun okunur, a. zf.) : ibka suretiyle. |
ibkaen ta'yîn |
: |
|
işinden ayrılan bir me'muru tekrar eski işine getirme. |
iblâ' |
: |
ابلاع |
(a. i.) : bel'ettirme, yutturma. |
İblâğ |
: |
ابلاغ |
(a. i.) : 1) vardırma, vardırılma. 2) eriştirme, eriştirilme. 3) ulaştırma. 4) Gönderme. |
iblân |
: |
ابلان |
(a. i. c.) : iki sürü deve, ["ibl" in tesniyesi]. |
iblî |
: |
ابلی |
(a. i.) : deveci. |
ibüm |
: |
ابليم |
(a. i.) : 1) bal. (bkz. : asel). 2) anber. |
iblîs |
: |
ابليس |
(a. i c. : ebâlîs, ebâlise) : 1) şeytan. 2) s. hîlekâr. |
iblîs-âne, iblis-kârâne |
: |
ابليسانه ، ابليسكارانه |
(a. zf.) : ibliscesine. şeytanca. |
ibn |
: |
ابن |
(a. i. c. : benûn. ebnâ) : oğul, |
ibn-i arz |
: |
|
gurbette bulunan, garip yolcu. |
ibn-i hurre |
: |
|
dürüst, doğru, namuslu. |
ibn-il-celiâ |
: |
|
çok meşhur, şanlı adam. |
ibn ül arabi, ibn-i arabî |
: |
|
Hz. Muhiddîn-i Arabî, |
ibn-ül-vakt, ibn-i vakt |
: |
|
vaktin uyarına giden, zamana uyan, vakte göre hareket eden. |
ibn-ül-ha«tâb. |
: |
|
(bkz. : Ömer-el-Fârûk). |
ibn-üs-sebîl, ibn-i sebîl |
: |
|
yolcu, (bkz. : reh-neverd). |
ibn-i üsbûayn |
: |
|
1) ayın on dördü; 2) çok güzel genç. |
ibn-üz-zemân |
: |
|
zemâne çocuöu. |
ibn-üz-zinâ |
: |
|
piç. |
ibne |
: |
ابنه |
(a. i.) : 1) kız çocuğu.2) o. tayına, verek. (bkz. : me'bûn). |
ibniyye |
: |
ابنيه |
(a. i.) : fer. ölmüş olarf kimsenin oğlunVfrı kızı veya oğlunun oğlunun kızı. |
İbnü-Sinâ |
: |
ابن سينا |
(a. h. i.) : İslâm dünyâsının en büyük feylesoflarından biridir. Babası Abdullah'dır. Aslen Belh'lidlr. Garp Ortaçağında Avicenna diye tanınmış idi. Fakat, yakın zamanlarda, garplılarca da ibnü Sînâ adı kullanılmaya başlanmıştır. (980- 1037). |
İbnü Teymiyye |
: |
ابن تيميه |
(a. h. i.) : Heratlı meşhur Hanbelî âlim. |
ibra |
: |
ابراء |
(a. i. ber'den.) : 1) berî kılma, berâet etme, temize çıkarılma, aklanma. |
ibrâ-i âmm |
: |
|
huk. bütün dâvalardan, birini temize çıkarına. 2) hastayı iyi etme. |
ibrâ-i ıskat |
: |
|
huk. birisindeki hakkını kısmen veya tamamen terk etme, bağışlama. |
ibrâ-i istîfâ |
: |
|
huk. bir kimsedeki hakkını aldığına dâir ikrar ve tasdik. |
ibrâ-i hâss |
: |
|
huk. birçok hususlardan yalnız birine taallûk eden dâvadan bir kimseyi temize çıkarma. |
ibrâd |
: |
ابراد |
(a. i.) : 1) soğutma. 2) güçsüzlestirme. |
ibram |
: |
ابرام |
ibrâmât) : can sıkacak derecede ısrar etme, üstüne düşme; zorlama. |
ibrâmât |
: |
ابرامات |
(a. i. ibrâm'ın c.) : ısrar etmeler, üstüne düşmeler; zorlamalar. |
ibrâ-nâme |
: |
ابرانامه |
(a. f. b. i.) : ibra senedi, arada alacak verecek kalmadığını gösteren senet, kâğıt. |
İbranî |
: |
عبرانی |
(a. h. i.) : 1) Yahudi kavminden olan kimse, (bkz. : ibrî). 2) s. Yahudi kavmiyle ilgili. |
ibrâr |
: |
ابرار |
(a. i.) : yeminin doğruluğu tasdik edilme. |
ibraz |
: |
ابراز |
(a. i. bürûz'dan) : meydana çıkarma, gösterme. |
ibrâz-ı fazi u hüner |
: |
|
hüner ve malûmat gösterme. |
ibre |
: |
ابره |
(a. i. c. : iber) : 1) iğne.2) bot. cam, köknar, sedir sınıfına mensup ağaçların yaprağı. |
ibre-i hayyât, ibret-ül-hayyât |
: |
|
1) terzi iğnesi; 2) kendi işini bırakıp başkasının işini düzeltmeye çalışan [adam]. |
ibre-i mıknatîsî |
: |
|
fiz. şimal (kuzey), cenup (güney) taraflarını gösteren pusla iğnesi. |
ibre-i râiye |
: |
|
bot. ıtır çiçeği cinsinden ve "dönbaba" denilen bir nebat (* bitki). |
ibret |
: |
عبرت |
(a. i. c. : iber) : 1) kötü bir hâdiseden (*olay) afınan ders. 2) acayip, tuhaf. |
ibret-i âlem için |
: |
|
âleme, herkese ibret, gözdağı olsun diye. |
ibret-âmîz |
: |
عبرت آميز |
(a. f. b. s.) : ibret veren. |
ibret-bahş |
: |
عبرت بخش |
(a. f. b. s.) : ibret veren. |
ibret-bin |
: |
عبرت بين |
(a. f. b. s.) : ibret almış. |
ibreten |
: |
عبرةً |
(a. zf.) : ibret olsun diye. |
ibreten li-s-sâirin |
: |
|
başkalarına ibret olmak üzere. |
ibret-nüma |
: |
عبرتنماا |
(a. f. b. s.) : ibret gösteren, ibret olan. (bkz. : ibret-nümûn). |
ibret- nümün |
: |
عبرتنمون |
(a. f. b. s.) : ibret gösteren, ibret olan. (bkz. : ibret-nümâ). |
ibrevî |
: |
ابروی |
(a. s.) : 1) iğne ile ilgili. 2) iğne gibi. [doğrusu "ibrî" dır], (bkz. : ibrî). |
İbrî |
: |
عبری |
(a. h. i.) : ibranî, Yahudi, (bkz. : İbranî1) , [müen. "İbriyye"]. |
ibrî, ibriyye |
: |
ابری ، ابريه |
(a. s.) : 1) ibresi, iğnesi olan. 2) i. zool. iğneliler, fr. styloîde. 3) iğne yapan, satan. |
ibrîc |
: |
ابريج |
(a. i.) : yayık [ayran yapan âleti. |
ibrîk |
: |
ابريق |
(a. i. c. : ebârik, ebârika) : toprak veya mâdenden yapılmış, kulplu ve emzikli su kabı. |
ibrîk-i mey |
: |
|
şarap kabı. |
ibrîk-dâr |
: |
ابريقدار |
eski saraylarda, konaklarda el ve yüz yıkanacağı zaman ibrikle su döken veya ibrik işlerine bakan kimse. |
ibrîn |
: |
ابرين |
(a. s.) : yüzü parlak, güzel olan sevgMi. |
ibrinşâk |
: |
ابرنشاق |
(a. i.) : ağaçta çiçek açma; ağacın çiçeği tomurcuğunu yarıp çıkma. |
ibrîsüm |
: |
ابريسم |
(a. i.) : ibrişim. |
İbriyyûn |
: |
عبريون |
(a. h. i. c.) : ibrânîler, Yahudiler. |
ibrîz, ibrîzî |
: |
ابريز ، ابريزی |
(a. s.) : hâlis, saf [altın], (bkz. : asced). |
ibsâl |
: |
ابسال |
(a. i.) : 1) men'etme. 2) bir şeyi rehin ve sipariş etme. |
ibsân |
: |
ابسان |
(a. i.) : insanın, yüzüveya huyu güzel olma. |
ibsâr |
: |
ابصار |
dikkatle bakma, fr. vision. |
ibsârî |
: |
ابصاری |
(a. s.) : dikkatle bakma ile ilgili olan, fr. visuel. |
ibsâs |
: |
ابثاث |
(a. i.) : 1) dağıtma,yayma. 2) sırrı ortaya koyma. |
ibsi'râr |
: |
ابثرار |
(a. i.) : at yarışında koşuşma, (bkz. : ibsîrâr). |
ibsîrâr |
: |
ابثرا |
(a. i.) : (bkz. : ibsi'râr). |
ibşâr |
: |
ابشار |
(a. i. büşr'den. c. : ibşârât) : müjde verme, müjdeleme, muştulama, (bkz. : tebşîr). |
ibşârât |
: |
ابشارات |
(a. i. ibşâr'ın c.) : müjdelemeler, müjde vermeler, muştulamalar. (bkz. : tebşîrât). |
İbşâş |
: |
ابشاش |
(a. i.) : bazı çiçek ve nebatların birbirine sarılıp karışması. |
ibtâ' |
: |
ابطاغ |
(a. i.) : ağır hareket, davranış; gecikme, geciktirme. |
ibtâl |
: |
ابطال |
(a. i.) : 1) boş, hükümsüz bırakma, bırakılma, bozma : boşa çıkarma. 2) lâğvetme, feshetme. |
ibtâle |
: |
ابطاله |
(a. i.) : bâtıl, boş, beyhude şey. |
ibtâliyvât |
: |
ابطاليات |
(a. i. c.) : boş, bir işe yaramıyan sözler. |
ibtâr |
: |
ابطار |
(a. i.) : 1) alabileceğinden fazla eşya yükletme. 2) şaşma, şaşakalma. |
ibtâr |
: |
ابطار |
(a. i.) : 1) esirgeme, mahrum etme. (bkz. : dirîg). 2) gündüzün başlangıcı, kuşluk namazı. 3) parçalama. |
ibtâş |
: |
ابطاش |
(a. i.) : şiddetle kavrama, tutma. |
ibtât |
: |
ابتات |
(a. i.) : kesmek, (bkz. : kat'). |
ibtiâr |
: |
ابتئار |
(a. i.) : kuyu kazma, kazdırma. |
ibtiâs |
: |
ابتعاث |
(a. i.) : ba's etme,gönderme. |
ibtidâ' |
: |
ابتداء |
(a. i. bed'den.) : 1) başlama. 2) başlangıç. 3) zf. ilkin, en önce, başta. |
ibtidâ-i dâhil |
: |
|
medreselerden orta tahsili verenler. |
ibtidâ-ı hâriç |
: |
|
medreselerdeki üç tahsil derecesinden ilki. |
ibtidâ-yi cülus |
: |
|
tahta çıkışın, hükümdarlığın başlangıcı. |
ibtidâ |
: |
ابتداء |
(a. i.) : (bkz. : ibda'). |
ibtidâd |
: |
ابتداد |
(a. i.) : iki kişinin bir şeyi bir taraftan tutması. |
ibtidâen |
: |
ابتداءً |
(a. zf.) : başlangıç olarak, en önceden. |
ibtidâh |
: |
ابتداه |
(a. i.) : (bkz. : irticai). |
ibtidâî |
: |
ابتدائی |
(a. s.) : 1) ilk ile ilgili, ilke mensup, ilk derecede. Mekteb-i ibtidâî : * ilkokul. Tedrîsât-ı ibtidâiyye : * ilköğretim. 2) ham, işlenmemiş. Mevâdd-ı ibtidâiyye : ham maddeler. |
ibtidâiyyât |
: |
ابتدائيات |
(a. i. c.) : 1) başlangıçta olanlara öğretilen bilgiler. 2) bu derslere âit kitaplar. |
ibtidâ-nâme |
: |
ابتدانامه |
(a. f. b. i.) : Sultan Veled'in manzum eserlerinden biri. |
ibtidâr |
: |
ابتدار |
(a. i.) : bir işe sür'atle, çabuklukla başlama. |
ibtidâ-şüdegân |
: |
ابتدا شد گار |
(a. f. b. i.) : stajiyer. |
ibtitja' |
: |
ابتغاء |
("ga" uzun okunur,a. i.) : 1) talep, arzu, istek. 2) maksat, gaye. |
ibtiga-en-li-merzât-illah |
: |
|
Allah'ın rızâsını talep maksadiyle. |
ibtiga-yi te'vîl |
: |
|
te'vil maksadiyle. |
ibtihâc |
: |
ابتحاج |
(a. i.) : her şeyde bolluk, (bkz. : mebzûliyyet). |
ibtihâc |
: |
ابتهاج |
sevinç, sevinme, gönlü açılma, (bkz. : sürür). |
ibtihâl |
: |
ابتهال |
(a. i.) : yalvarıp yakarma, (bkz. : niyaz, tazarru'). |
ibtihâr |
: |
ابتهار |
ikiye bölünme, iki parça olma. |
ibtihâs |
: |
ابتحاث |
(a. i.) : bir şeyin doğru olup olmadığını öğrenmek için sorup soruşturma. |
ibtika' |
: |
ابتقاع |
("ka" uzun okunur, a. i.) : rengin tabîî olarak değişmesi. |
ibtikâ' |
: |
ابتكاء |
(a. i. bükâ'dan.) : ağlama. |
ibtikâr |
: |
ابتكار |
(a. i..) : sabahleyin erken kalkma. |
ibtilâ' |
: |
ابتلاء |
(a. i.) : mübtalâ'lık,bir şeye düşkün olma, düşkünlük, tiryakilik. |
ibtilâ-yi şedîd |
: |
|
şiddetli düşkünlük. |
ibtilâ' |
: |
ابتلاع |
(a. i. bel'den.) : 1) zorlukla yutma. 2) gelini gerdeğe koyma. |
ibtilâc |
: |
ابتلاج |
görünme; meydana çıkma. |
ibtilâl |
: |
ابتلال |
(a. i.) : ıslanmak. |
ibtilâz |
: |
ابتلاز |
(a. i.) : alma. |
ibtinâ' |
: |
ابتناء |
(a. i. binâ'dan.) : bir şeyin üzerine bina etme, kurma, bir şeye dayanma, [bahis ve dâvada]. |
İbtinâen |
: |
ابتناء |
(a. zf.) : mübtenî olarak, dayanarak. |
ibtirâ' |
: |
ابترا |
(a. i.) : ağaç yontma. |
ibitirâd |
: |
ابتراد |
(a. i.) : 1) serinlemek üzere soğuk su içme. 2) soğuk su dökünme, duş. |
ibtisâm |
: |
ابتسام |
(a. i.) : tebessüm etme, hafif gülme, gülümseme. |
ibtisâr |
: |
ابتسار |
(a. i.) : bir şeye başlama, (bkz. : ibtidâ, ibtidâr). |
ibtisâr |
: |
ابتصار |
(a. i. basar'dan.) : can ve gönülden görme, görüp esâsına, hakikatine varma. |
ibtişâk |
: |
ابتشاك |
(a. i.) : 1) yalan söyleme. 2) namusa, haysiyete dokunma. |
ibtitâ' |
: |
ابتتا |
(a. i.) : tâbi olma, uyma. |
ibtiyâ' |
: |
ابتيا |
mubayaa etme, satın alma. |
ibtiyâr |
: |
ابتيار |
(a. i.) : 1) kavga etme. 2) güçsüz, kuvvetsiz olma. 3) seçip kabul etme. |
ibtiyâz |
: |
ابتياز |
(a. i.) : biriktirip yığma. |
ibtizâ |
: |
ابتضاع |
(a. i.) : bir şey açık, meydanda olma. |
ibtizâl |
: |
ابتذال |
(a. i.) : 1) bir şeyin hor kullanılması. 2) bir şey. çokluğundan dolayı değerini kaybetme, bayağılaşma, ayağa düşme. 3) bir şeyi sürekli olarak kullanma. 4) ed. umumileşmiş, ağızdan ağıza düşerek müptezel olmuş sözlerin gevelenmesi. |
ibtizâr |
: |
ابتزار |
cebir ve zor ile alma; soyma. |
ibtizâz |
: |
ابتضاض |
(a. i.) : ihtiyaç dolayısiyle hakarete ve zillete katlanma |
ibyizâz |
: |
ابيضاض |
(a. i.) : çok ağarma, beyazlanma. |
ibzâ' t |
: |
ابزاء |
(a. i.) : birini son derece keder ve sıkıntıya düşürme, mahvetme. |
ibzâ' |
: |
ابذاء |
(a. i.) : fena, kötü söyleme. |
ibzâ' |
: |
ابذاء |
(a. i.) : (bkz. : ibda'). |
ibzal |
: |
ابذال |
(a. i.) : esirgemeyip bol bol harcama ve bol kullanma. |
ibzâr |
: |
ابذار |
(a. i.) : (bkz. : israf). |
ibzâz |
: |
|
(a. i.) : semirme, yağlanma. |
İbzâ |
: |
ابظاظ |
(a. i.) : bir şeyi lüzumundan veya istenilen mikdardan az verme. |
ibzîm, ibzîn |
: |
ابزيم ، ابزين |
(a. i.) : mâdenden yapılmış kemer tokası. |