ibâ'

:

 

(a. i.) : 1) çekinme, razı olmama. 2) iğrenme, tiksinme. 

îbâ

:

اباء

(a. i.) : tiksindirme, iksindirilme. 

ibâbe

:

ابابه

(a. i.) : yol. ( bkz. : tarîk).

ibâd

:

اباض

(a. i. abd'in c.) : 1) abidler, kullar. 2) ibâdet edenler.

ibâd-ullah

:

 

1) Allah kulları, insanlar; 2) s. pek bol, pek çok.

ib'âd

:

ابعاد

(a. i. bu'd'dan.) : 1) uzaklaştırma, uzaklaştırılma, (bkz. : teb'îd). 2) tard etme, kovma.

ibâd

:

اباض

(a. i.) : anat. bacaklarda, eliz mafsalının iç tarafındaki büyük damar.

ibâdât

:

عبادات

(a. i. ibâdet'in c).

ibâdet

:

عبادت

(a. i. c. : ibâdât) : Allah'ın emirlerini yerine getirme, tapma, tapınma. (bkz. : ibâdet),

ibâdet-gâh

:

عبادگاه

(a. f. b. i.) : ibâdet yeri, tapınak, (bkz. : ibâdet-hâne, ma'bed).

ibâdet-hâne

:

عبادتخانه

(a. f. b. i.) : ibâdet evi, ibâdet yeri, tapınak, (bkz. : ibâdet-gâh, ma'bed).

ibâdet-kâr

:

عبادتكار

(a. f. b. s.) : ibâdet eden, tapınan.

ibâdiyye

:

اباضيه

(a. i.) : Havâriç taifesi fırkalarından birinin adı. [Trablusgarb Berbe-rîlerinden Abdullah bin Ibâd-üt-Temîmî tarafından hicri 140 (757) ortaya atıldığı için onun adını almıştır. Bu fırka "ibâz" kelimesinden alınarak "ibâdiyye" adı altında kurulan ve türlü türlü re-zâletleriyle insanlığa kötülükleri dokunmuş olan bir kuruluştur].

ibâet

:

ابائت

(a. i.) : bir şeyi başka bir şeye irca etme; kısas ile katil ile maktul arasında farksızlık meydana gelme.

ibâhe

:

اباخه

(a. i.) : ateşi söndürme, (bkz. : itfa).

ibâhe, ibâhet

:

اباحه ، اباحت

(a. i.) : mubah kılma, helâl kılma, bir işin yapılıp yapılmamasını serbest kılma.

İbâhî

:

اباحی

mubah sayan.

ibâhiyye

:

اباحيه

(a. i. c. : ibâhiyyûn) : haram şeylerin yapılmasını mubah sayan bâtınî zümre.

ibâhiyyûn

:

اباحيون

(a. i. c.) : her şeyi mubah sayan bâtınî zümre.

ibâk

:

اباق

(a. i.) : bir esirin, bir kölenin sebepsiz olarak, efendisini bırakıp kaçması.

ibâle

:

اباله

(a. i.) : 1) hayvanları muhafaza etme. 2) kuyu bileziği.

ibâr

:

ابار

(a. i.) : 1) yanmış, eritilmiş kurşun. 2) (ibre'nin c.) : ibreler, iğneler, (bkz. : iber).

ibâr, ibaret

:

ابارت عبارات

(a. i.) : 1) ağaçlan ve ekinleri ıslâh etme. 2) köpeğe ekmekle iğne yutturma.

ibârât

:

عبارات

(a. i. ibâre'nin c) : cümleler; paragraflar; bir metinden çıkarılmış olan satırlar.

ibare

:

عباره

(a. i. c. : ibârât) : 1) cümle. 2) paragraf. 3) bir metinden çıkarılmış bir kaç satır. Bi-ibâre-tihâ : kendi ibaresinin ayniyle.

ibâre-senc

:

عباره سنج

fasih, açık, düzgün söz söyliyen.

İbaret

:

عبارت

(a. i.) : ...dan meydana gelmiş; bir şeyin aynı; başkası, başka bir şey değil.

ib'âs

:

ابعاث

(a. i.) : gönderme ( bkz. : ibtiâs.) 

ibâse

:

اباثه

(a. i.) : bahs, tetkik ve teftîş etme.

ibât

:

اباط

(a. i. ıbt'dan.) : koltuğa alınan şey, bohça paket.

İbate

:

اباته

(a. i.) : gece yatırma, barındırma.

ibate ve iâşe

:

 

brındırma ve yedirme, besleme.

ibâvet

:

اباوت

(a. i.) : bir çocuğa hâriçten bir adamın baba gibi olması; yabancı bir adam, başkasının çocuğuna baba gibi olma.

ibbân

:

ابان

(a. i.) : her şeyin mevsimi, vakti.

ibbân-ül-fâkiha

:

 

meyva mevsimi.

ibcâl

:

ابجال

(a. i.) : ağırlama, ululama, (bkz. : tebcîl).

ibcim

:

ابجام

(a. i.) : rahatsız etme, huzurunu bozma.

ibda'

:

ابداع

(a. i.) : 1) örneksiz olarak bir şey meydana getirme, yaratma, (bkz. : ibtidâ'). 2) ed. yeni ve güzel bir eser meydana getirme.

ibda'

:

ابداء

(a. i.) : yoktan ortaya koyma, îcad.

ibda'

:

ابضاع

(a. i.) : 1) bir kimsenin, kârı tamamen kendisine âit olmak üzere, bir başkasına sermâye vermesi, (bkz. : ibzâ'). 2) sorulan şeye güzel cevap verme; güzel söz söyleme. 3) kandırma, (bkz. : ikna').

ibdâd

:

ابداد

(a. i.) : 1) bir şey uzatma, uzatılma. 2) uzaklaştırma.

ifadâiyye

:

ابداعيه

(a. i.) : yaradılış doktrini, fr. creationisme.

ibdâ'-kâr

:

ابداعكار

(a. f. b. s.) : ibda' yapabilen kimse, (bkz. : mübdi').

ibdâl

:

ابدال

(a. i.) : 1) birinin yerine diğerini getirme. 2) ed. bir harfin yerine diğerini getirme, değiştirme.

ibdân

:

ابدان

(a. i.) : 1) câriye. 2) kısrak.

îbek

:

ايبك

(f. i.) : put, haç. (bkz. : çelîpâ, sanem).

iber

:

عبر

(a. i. ibret'in c.) : ibretler, alınan kötü dersler.

iber

:

ابر

(a. i. ibre'nin c.) : iğneler, mıknatıslı iğneler, (bkz. : ibâr).

ibga

:

ابغاض

("ga" uzun okunur, a. i. buğz'dan.) : buğzetme, hoşlanmama, sevmeme.

ibhâ

:

ابحا

(a. i.) : kesilme, (bkz. : inkıta').

ibhâc

:

ابهاج

(a. i.) : sevindirme, sevindirilme, sevinç verme.

ibhâh

:

احاح

(a. i.) : sesini tutma, sesini boğuk çıkarma.

ibhâk

:

ابخاق

(a. i.) : kör etme, gözünü çıkarma.

ibhâl

:

ابهال

(a. i.) : salıverme, kendi hâline bırakma.

ibhâm

:

ابهام

(a. i. c. : ibhâmât) : 1) kaoalı bırakma, açıklamama, belli etmeme, gizli kapaklı tutma. 2) ed. sözün, anlaşılamıyacak derecede kapalı olması. 3) (c. : ebâhîm) : el ve ayak başparmağ,.

ibhâmât

:

ابهامات

(a. i. ibhâm'ın c.) : gizli kapaklı tutulan şeyler, açıklanmıyan şeyler.

ibhâr

:

ابحار

deniz yolculuğu etme

ibhîrâr

:

ابهيرار

gece yarısı olma.

ibil, ibl

:

ابل ، ابل

(a. i. c. : âbâl) : dişi deve.

ibka'

:

ابقاء

("ka" uzun okunur, a. i.) : 1) baki, dâim, devamlı, sürekli kılma. 2) yerinde, evvelki hâlinde bırakma. 3) sınıf geçememe.

ibka-ı mâkân alâ mâkân

:

 

her şeyi olduğu gibi bırakma.

ibka-yi nam

:

 

ad bırakma.

ibkâ'

:

ابكاء

(a. i.) : " : ağlatma.

ibkaen

:

ابقاءً

("ka" uzun okunur, a. zf.) : ibka suretiyle.

ibkaen ta'yîn

:

 

işinden ayrılan bir me'muru tekrar eski işine getirme.

iblâ'

:

ابلاع

(a. i.) : bel'ettirme, yutturma.

İblâğ

:

ابلاغ

(a. i.) : 1) vardırma, vardırılma. 2) eriştirme, eriştirilme. 3) ulaştırma. 4) Gönderme.

iblân

:

ابلان

(a. i. c.) : iki sürü deve, ["ibl" in tesniyesi].

iblî

:

ابلی

(a. i.) : deveci. 

ibüm

:

ابليم

(a. i.) : 1) bal. (bkz. : asel). 2) anber.

iblîs

:

ابليس

(a. i c. : ebâlîs, ebâlise) : 1) şeytan. 2) s. hîlekâr.

iblîs-âne, iblis-kârâne

:

ابليسانه ، ابليسكارانه

(a. zf.) : ibliscesine. şeytanca.

ibn

:

ابن

(a. i. c. : benûn. ebnâ) : oğul,

ibn-i arz

:

 

gurbette bulunan, garip yolcu.

ibn-i hurre

:

 

dürüst, doğru, namuslu.

ibn-il-celiâ

:

 

çok meşhur, şanlı adam.

ibn ül arabi, ibn-i arabî

:

 

Hz. Muhiddîn-i Arabî,

ibn-ül-vakt, ibn-i vakt

:

 

vaktin uyarına giden, zamana uyan, vakte göre hareket eden.

ibn-ül-ha«tâb.

:

 

(bkz. : Ömer-el-Fârûk).

ibn-üs-sebîl, ibn-i sebîl

:

 

yolcu, (bkz. : reh-neverd).

ibn-i üsbûayn

:

 

1) ayın on dördü; 2) çok güzel genç.

ibn-üz-zemân

:

 

zemâne çocuöu.

ibn-üz-zinâ

:

 

piç.

ibne

:

ابنه

(a. i.) : 1) kız çocuğu.2) o. tayına, verek. (bkz. : me'bûn).

ibniyye

:

ابنيه

(a. i.) : fer. ölmüş olarf kimsenin oğlunVfrı kızı veya oğlunun oğlunun kızı.

İbnü-Sinâ

:

ابن سينا

(a. h. i.) : İslâm dünyâsının en büyük feylesoflarından biridir. Babası Abdullah'dır. Aslen Belh'lidlr. Garp Ortaçağında Avicenna diye tanınmış idi. Fakat, yakın zamanlarda, garplılarca da ibnü Sînâ adı kullanılmaya başlanmıştır. (980- 1037).

İbnü Teymiyye

:

ابن تيميه

(a. h. i.) : Heratlı meşhur Hanbelî âlim.

ibra

:

ابراء

(a. i. ber'den.) : 1) berî kılma, berâet etme, temize çıkarılma, aklanma.

ibrâ-i âmm

:

 

huk. bütün dâvalardan, birini temize çıkarına. 2) hastayı iyi etme.

ibrâ-i ıskat

:

 

huk. birisindeki hakkını kısmen veya tamamen terk etme, bağışlama.

ibrâ-i istîfâ

:

 

huk. bir kimsedeki hakkını aldığına dâir ikrar ve tasdik.

ibrâ-i hâss

:

 

huk. birçok hususlardan yalnız birine taallûk eden dâvadan bir kimseyi temize çıkarma.

ibrâd

:

ابراد

(a. i.) : 1) soğutma. 2) güçsüzlestirme.

ibram

:

ابرام

ibrâmât) : can sıkacak derecede ısrar etme, üstüne düşme; zorlama.

ibrâmât

:

ابرامات

(a. i. ibrâm'ın c.) : ısrar etmeler, üstüne düşmeler; zorlamalar.

ibrâ-nâme

:

ابرانامه

(a. f. b. i.) : ibra senedi, arada alacak verecek kalmadığını gösteren senet, kâğıt.

İbranî

:

عبرانی

(a. h. i.) : 1) Yahudi kavminden olan kimse, (bkz. : ibrî). 2) s. Yahudi kavmiyle ilgili.

ibrâr

:

ابرار

(a. i.) : yeminin doğruluğu tasdik edilme.

ibraz

:

ابراز

(a. i. bürûz'dan) : meydana çıkarma, gösterme.

ibrâz-ı fazi u hüner

:

 

hüner ve malûmat gösterme.

ibre

:

ابره

(a. i. c. : iber) : 1) iğne.2) bot. cam, köknar, sedir sınıfına mensup ağaçların yaprağı.

ibre-i hayyât, ibret-ül-hayyât

:

 

1) terzi iğnesi; 2) kendi işini bırakıp başkasının işini düzeltmeye çalışan [adam].

ibre-i mıknatîsî

:

 

fiz. şimal (kuzey), cenup (güney) taraflarını gösteren pusla iğnesi.

ibre-i râiye

:

 

bot. ıtır çiçeği cinsinden ve "dönbaba" denilen bir nebat (* bitki).

ibret

:

عبرت

(a. i. c. : iber) : 1) kötü bir hâdiseden (*olay) afınan ders. 2) acayip, tuhaf.

ibret-i âlem için

:

 

âleme, herkese ibret, gözdağı olsun diye.

ibret-âmîz

:

عبرت آميز

(a. f. b. s.) : ibret veren.

ibret-bahş

:

عبرت بخش

(a. f. b. s.) : ibret veren.

ibret-bin

:

عبرت بين

(a. f. b. s.) : ibret almış.

ibreten

:

عبرةً

(a. zf.) : ibret olsun diye.

ibreten li-s-sâirin

:

 

başkalarına ibret olmak üzere.

ibret-nüma

:

عبرتنماا

(a. f. b. s.) : ibret gösteren, ibret olan. (bkz. : ibret-nümûn).

ibret- nümün

:

عبرتنمون

(a. f. b. s.) : ibret gösteren, ibret olan. (bkz. : ibret-nümâ).

ibrevî

:

ابروی

(a. s.) : 1) iğne ile ilgili. 2) iğne gibi. [doğrusu "ibrî" dır], (bkz. : ibrî).

İbrî

:

عبری

(a. h. i.) : ibranî, Yahudi, (bkz. : İbranî1) , [müen. "İbriyye"].

ibrî, ibriyye

:

ابری ، ابريه

(a. s.) : 1) ibresi, iğnesi olan. 2) i. zool. iğneliler, fr. styloîde. 3) iğne yapan, satan.

ibrîc

:

ابريج

(a. i.) : yayık [ayran yapan âleti.

ibrîk

:

ابريق

(a. i. c. : ebârik, ebârika) : toprak veya mâdenden yapılmış, kulplu ve emzikli su kabı.

ibrîk-i mey

:

 

şarap kabı.

ibrîk-dâr

:

ابريقدار

eski saraylarda, konaklarda el ve yüz yıkanacağı zaman ibrikle su döken veya ibrik işlerine bakan kimse.

ibrîn

:

ابرين

(a. s.) : yüzü parlak, güzel olan sevgMi.

ibrinşâk

:

ابرنشاق

(a. i.) : ağaçta çiçek açma; ağacın çiçeği tomurcuğunu yarıp çıkma.

ibrîsüm

:

ابريسم

(a. i.) : ibrişim.

İbriyyûn

:

عبريون

(a. h. i. c.) : ibrânîler, Yahudiler.

ibrîz, ibrîzî

:

ابريز ، ابريزی

(a. s.) : hâlis, saf [altın], (bkz. : asced).

ibsâl

:

ابسال

(a. i.) : 1) men'etme. 2) bir şeyi rehin ve sipariş etme.

ibsân

:

ابسان

(a. i.) : insanın, yüzüveya huyu güzel olma.

ibsâr

:

ابصار

dikkatle bakma, fr. vision.

ibsârî

:

ابصاری

(a. s.) : dikkatle bakma ile ilgili olan, fr. visuel.

ibsâs

:

ابثاث

(a. i.) : 1) dağıtma,yayma. 2) sırrı ortaya koyma.

ibsi'râr

:

ابثرار

(a. i.) : at yarışında koşuşma, (bkz. : ibsîrâr).

ibsîrâr

:

ابثرا

(a. i.) : (bkz. : ibsi'râr).

ibşâr

:

ابشار

(a. i. büşr'den. c. : ibşârât) : müjde verme, müjdeleme, muştulama, (bkz. : tebşîr).

ibşârât

:

ابشارات

(a. i. ibşâr'ın c.) : müjdelemeler, müjde vermeler, muştulamalar. (bkz. : tebşîrât).

İbşâş

:

ابشاش

(a. i.) : bazı çiçek ve nebatların birbirine sarılıp karışması. 

ibtâ'

:

ابطاغ

(a. i.) : ağır hareket, davranış; gecikme, geciktirme.

ibtâl

:

ابطال

(a. i.) : 1) boş, hükümsüz bırakma, bırakılma, bozma : boşa çıkarma. 2) lâğvetme, feshetme.

ibtâle

:

ابطاله

(a. i.) : bâtıl, boş, beyhude şey.

ibtâliyvât

:

ابطاليات

(a. i. c.) : boş, bir işe yaramıyan sözler.

ibtâr

:

ابطار

(a. i.) : 1) alabileceğinden fazla eşya yükletme. 2) şaşma, şaşakalma.

ibtâr

:

ابطار

(a. i.) : 1) esirgeme, mahrum etme. (bkz. : dirîg). 2) gündüzün başlangıcı, kuşluk namazı. 3) parçalama.

ibtâş

:

ابطاش

(a. i.) : şiddetle kavrama, tutma.

ibtât

:

ابتات

(a. i.) : kesmek, (bkz. : kat').

ibtiâr

:

ابتئار

(a. i.) : kuyu kazma, kazdırma.

ibtiâs

:

ابتعاث

(a. i.) : ba's etme,gönderme.

ibtidâ'

:

ابتداء

(a. i. bed'den.) : 1) başlama. 2) başlangıç. 3) zf. ilkin, en önce, başta.

ibtidâ-i dâhil

:

 

medreselerden orta tahsili verenler.

ibtidâ-ı hâriç

:

 

medreselerdeki üç tahsil derecesinden ilki.

ibtidâ-yi cülus

:

 

tahta çıkışın, hükümdarlığın başlangıcı.

ibtidâ

:

ابتداء

(a. i.) : (bkz. : ibda').

ibtidâd

:

ابتداد

(a. i.) : iki kişinin bir şeyi bir taraftan tutması.

ibtidâen

:

ابتداءً

(a. zf.) : başlangıç olarak, en önceden.

ibtidâh

:

ابتداه

(a. i.) : (bkz. : irticai).

ibtidâî

:

ابتدائی

(a. s.) : 1) ilk ile ilgili, ilke mensup, ilk derecede. Mekteb-i ibtidâî : * ilkokul. Tedrîsât-ı ibtidâiyye : * ilköğretim. 2) ham, işlenmemiş. Mevâdd-ı ibtidâiyye : ham maddeler.

ibtidâiyyât

:

ابتدائيات

(a. i. c.) : 1) başlangıçta olanlara öğretilen bilgiler. 2) bu derslere âit kitaplar.

ibtidâ-nâme

:

ابتدانامه

(a. f. b. i.) : Sultan Veled'in manzum eserlerinden biri.

ibtidâr

:

ابتدار

(a. i.) : bir işe sür'atle, çabuklukla başlama.

ibtidâ-şüdegân

:

ابتدا شد گار

(a. f. b. i.) : stajiyer.

ibtitja'

:

ابتغاء

("ga" uzun okunur,a. i.) : 1) talep, arzu, istek. 2) maksat, gaye.

ibtiga-en-li-merzât-illah

:

 

Allah'ın rızâsını talep maksadiyle.

ibtiga-yi te'vîl

:

 

te'vil maksadiyle.

ibtihâc

:

ابتحاج

(a. i.) : her şeyde bolluk, (bkz. : mebzûliyyet).

ibtihâc

:

ابتهاج

sevinç, sevinme, gönlü açılma, (bkz. : sürür).

ibtihâl

:

ابتهال

(a. i.) : yalvarıp yakarma, (bkz. : niyaz, tazarru').

ibtihâr

:

ابتهار

ikiye bölünme, iki parça olma.

ibtihâs

:

ابتحاث

(a. i.) : bir şeyin doğru olup olmadığını öğrenmek için sorup soruşturma.

ibtika'

:

ابتقاع

("ka" uzun okunur, a. i.) : rengin tabîî olarak değişmesi.

ibtikâ'

:

ابتكاء

(a. i. bükâ'dan.) : ağlama.

ibtikâr

:

ابتكار

(a. i..) : sabahleyin erken kalkma.

ibtilâ'

:

ابتلاء

(a. i.) : mübtalâ'lık,bir şeye düşkün olma, düşkünlük, tiryakilik.

ibtilâ-yi şedîd

:

 

şiddetli düşkünlük.

ibtilâ'

:

ابتلاع

(a. i. bel'den.) : 1) zorlukla yutma. 2) gelini gerdeğe koyma.

ibtilâc

:

ابتلاج

görünme; meydana çıkma.

ibtilâl

:

ابتلال

(a. i.) : ıslanmak.

ibtilâz

:

ابتلاز

(a. i.) : alma.

ibtinâ'

:

ابتناء

(a. i. binâ'dan.) : bir şeyin üzerine bina etme, kurma, bir şeye dayanma, [bahis ve dâvada].

İbtinâen

:

ابتناء

(a. zf.) : mübtenî olarak, dayanarak.

ibtirâ'

:

ابترا

(a. i.) : ağaç yontma.

ibitirâd

:

ابتراد

(a. i.) : 1) serinlemek üzere soğuk su içme. 2) soğuk su dökünme, duş.

ibtisâm

:

ابتسام

(a. i.) : tebessüm etme, hafif gülme, gülümseme.

ibtisâr

:

ابتسار

(a. i.) : bir şeye başlama, (bkz. : ibtidâ, ibtidâr).

ibtisâr

:

ابتصار

(a. i. basar'dan.) : can ve gönülden görme, görüp esâsına, hakikatine varma.

ibtişâk

:

ابتشاك

(a. i.) : 1) yalan söyleme. 2) namusa, haysiyete dokunma.

ibtitâ'

:

ابتتا

(a. i.) : tâbi olma, uyma.

ibtiyâ'

:

ابتيا

 mubayaa etme, satın alma.

ibtiyâr

:

ابتيار

(a. i.) : 1) kavga etme. 2) güçsüz, kuvvetsiz olma. 3) seçip kabul etme.

ibtiyâz

:

ابتياز

(a. i.) : biriktirip yığma.

ibtizâ

:

ابتضاع

(a. i.) : bir şey açık, meydanda olma.

ibtizâl

:

ابتذال

(a. i.) : 1) bir şeyin hor kullanılması. 2) bir şey. çokluğundan dolayı değerini kaybetme, bayağılaşma, ayağa düşme. 3) bir şeyi sürekli olarak kullanma. 4) ed. umumileşmiş, ağızdan ağıza düşerek müptezel olmuş sözlerin gevelenmesi.

ibtizâr

:

ابتزار

cebir ve zor ile alma; soyma.

ibtizâz

:

ابتضاض

(a. i.) : ihtiyaç dolayısiyle hakarete ve zillete katlanma

ibyizâz

:

ابيضاض

(a. i.) : çok ağarma, beyazlanma.

ibzâ' t

:

ابزاء

(a. i.) : birini son derece keder ve sıkıntıya düşürme, mahvetme.

ibzâ'

:

ابذاء

(a. i.) : fena, kötü söyleme.

ibzâ'

:

ابذاء

(a. i.) : (bkz. : ibda').

ibzal

:

ابذال

(a. i.) : esirgemeyip bol bol harcama ve bol kullanma.

ibzâr

:

ابذار

(a. i.) : (bkz. : israf).

ibzâz

:

 

(a. i.) : semirme, yağlanma.

İbzâ

:

ابظاظ

(a. i.) : bir şeyi lüzumundan veya istenilen mikdardan az verme.

ibzîm, ibzîn

:

ابزيم ، ابزين

(a. i.) : mâdenden yapılmış kemer tokası.