ıtâm

:

اطام

(a. i.) : hek. idrar tutulması, idrar zorluğu.

ıt'âm

:

اطعام

(a. i. taâm'dan.). : (bkz. : rt'âm).

ıt'âm-ı muhtâcîn

:

 

yoksullara yemek yedirme, yoksulları doyurma.

ıtâre

:

اطاره

(a. i.) : uçurma, uçurulma.

ıtaret

:

عطارت

a. i.) : attarlık, aktarlık.

ıtâş

:

عطاش

(a. s. atşân'ın c.) : susamış olanlar.

ıtbâk

:

اطباق

(a. i.) : kapak peyda etme, kaplama.

ıtbâk-üz-zeheb

:

 

altın kaplama.

ıter

:

عتر

(a. i. ıtret'in c.) : nesiller, züriyetler, akrabalar.

ıtfâk

:

اطفاق

(a. i.) : maksadına eriştirme.

ıtga

:

اطغاء

("ga" uzun okunur, a. i.) : azdırma, azdırılma.

ıtk

:

عتق

(a. i.) : köle veya câriye azâdetme.

ıtk ale-l-cu'l

:

 

huk. [eskiden] cins ve miktarı malûm, mütekavvim bir mal üzerine yapılan îtaktır ki, memlûk bunu duyup bildiği mecliste kabul edilince derhal azat olur, velevki o malı filhal tediye etmesin.

ıtk-ı ba'z

:

 

huk. [eskiden] memllûkü kısmen azâdetme. [meselâ : mevlânın kölesine : "senin nısfını azâdettim" demesi gibi].

ıtk-ı küll

:

 

huk. [eskiden] memlûkü tamamen azâdetme.

ıtk-ı muallak

:

 

huk. [eskiden] bir şarta talik suretiyle vuku bulan ıtıktır. ["şu işi yaparsan hürsün!" denilmesi gibi].

ıtk-ı muzâf

:

 

huk. [eskiden] bir zamana izafe edilmiş olan ıtık. ["sen şu ayın nihâyetinde hürsün" denilmesi gibi].

ıtk-ı mübhem

:

 

huk. [eskiden] müteaddit memlûklerden lâalettâyin birini veya birkaçını azâdetme. [bir mevvlânın iki kölesine hitaben : "sizden biriniz hürsünüz" demesi gibi].

ıtk-ı münecceı

:

 

huk. [eskiden] bir şartla muallak, bir zamana muzâf olmıyan ıtık. ["sen hürsün seni azâdettim" diye yapılan ıtıklar gibi ki, köle veya câriye derhâl azat olmuş olur].

ıtk-ı müşterek

:

 

huk. [eskiden] iki veya daha ziyâde kimsenin mâlik oldukları bir köle veya cariyeyi birlikte azâdetmeleri.

ıtk-un-neseme

:

 

huk. [eskiden] azâdedilmek üzere alınmış olan köleyi azâdetme. [vasînin müteveffa mûsî adına bir köle alıp azâdeylemesi].

ıtk-nâme

:

 

(a. f. b. i.) : köle veya câriye azâd etmeyi tevsik eden yazı, azad, salıverme kâğıdı.

ıtlâ'

:

 

(a. i.) : 1) havaî şeylere heves etme. 2) bir şeyin üstüne bir şey sürme.

ıtlak

:

اطلاق

(a. i. talk'dan.) : 1) salıverme, koyuverme.

ıtlak-ı inan

:

 

(dizgini salıverme) : başı boş bırakma.

ıtlak-ı lisân

:

 

ağzına geleni söyleme.

ıtlak-ı yed

:

 

hayır işleme. 2) boşama : "zevcesini ıtlak etti". 3) hapis ve şâir cezadan kurtarma, affetme.

ıtlâl

:

اطلخاح

(a. i.) : 1) zamanı heder etme, zamanı boşuna geçirme. 2) bir şey üzerine yüklenme, havale olma.

ıtlıhâh

:

اطلخاح

(a. i.) : göz yaşarma, gözden yaş akma.

ıtlınsâ'

:

اطلنساء

(a. i.) : çok terleme.

ıtmâ'

:

اطماع

(a. i. tama', dan. c. : ıtmâât) : tamaa düşürme.

ıtmâât

:

اطماعات

(a. i. ıtmâ'ın c.) : tamaa düşürmeler.

ıtmâh

:

اطماخ

(a. i.) : gözü yukarı dikme, yukarı bakma.

ıtmâiyvât

:

اطماعيات

(a. i. c.) : tamaa düşürmek için söylenen sözler.

ıtmâl

:

اطمال

(a. i.) : mahvetme.

ıtmi'nân

:

اطمئنان

(a. i.) : (bkz. : itmînân, tuma'nînet).

ıtnâb

:

اطناب

(a. i.) : sözü uzatma, lüzumsuz tafsîlât ile haşve boğma.

ıtnâb-ı makbul

:

 

bahsi iyice anlatmak gibi bir fayda düşünülerek yapılan ıtnab.

ıtnâb-ı mümill

:

 

ed. bıktıracak, usanç verecek kadar sözü uzatma.

ıtnâbe

:

اطنابه

(a. i.) : 1) gölgelik, (bkz. : sâye-bân, mazalle). 2) keman kirişi, teli.

ıtnân

:

اطنان

(a. i.) : madenî bir ses çıkartma, çınlatma.

ıtr

:

عطر

(a. i.) : 1) güzel ve lâtif koku. 2) bot. sardunyagillerden, yapraklan tırtıklı ve güzel kokulu bir nebat, fr. göranlum.

ıtr-ı şahı

:

 

bot. güzel bir kottu.

ıtrâ'

:

اطراء

(a. i. tarâvet'den.) : mübalâğalı, aşırı derecede medhetme, övme.

ıtrâb

:

اطراب

(a. i. tarab'dan) : keyfe, şevke getirme.

ıtrâd

:

اطراد

(a. i.) : biriyle bahse girişme.

ıtrâf

:

اطراف

(a. i.) : göz yumma; -evvelce verilmiyen bir şeyi verme.

ıtrâh

:

اطراح

(a. i. tarh'dan.) : tarhetme, çıkarma, dışarı atma.

ıtret

:

عترت

(a. i. c. : iter) : nesil, zürriyet.

ıtrî, ıtriyye

:

عطری ، عطريه

(a. s.) : kokulu, güzel koku ile ilgili : Mevâdd-ı ıtriyye : güzel kokulu maddeler.

ıtrîh

:

اطريح

(a. i.) : devenin yüksek, büyük hörgücü.

ıtriyvât

:

عطريات

(a. i. c.) : güzel kokular, güzel kokulu esanslar, yağlar.

ıtr-nâk

:

عطرناك

(a. f. b. s.) : gürel kokulu.

ıttılâ'

:

اطلاء

(a. i.) : kokulu şeyler sürünme.

ıttılâ

:

اطلاع

(a. i. tulû'dan. c. : ıttılaât) : öğrenme, tanıma, bilme, haberli olma.

ıttılaât

:

اطلاعات

(a. i. ıttıla'ın c.) : öğrenmeler, tanımalar, bilmeler, haberli olmalar.

ıttılak

:

اطلاق

(a. i.) : inşirahlı olma.

ıttırâd

:

اطراد

(a. i. tard'dan.) : 1) birini tâkîbetme; muntazam tarzda ceryan etme. 2) fels. bir üslûpta giden, ritim.

ıttırâden-li-l-bâb

:

 

babın kaidesine uygun gelmek için.

ıtvâ

:

اطوال

(a. i.) : uzatma, uzatılma.