hüsâm |
: | حسام |
(a. i.) : keskin kılıç, (bkz. : tîg-î bürrân). |
hüsâm-üd-din |
: | حسام الدين |
(a. b. i.) : 1) dînin kesk'n kılıcı. 2) Mevlânâ'nın Mesnevî'yi söyliyerek yazdırdığı meşhur zat. 3) erkek adı. |
hüseyn |
: | حسين |
(a. i.) : 1) küçük sevgili. 2) h. i. Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in torunu ve imâm-ı Alî'nin küçük oğlu. Meshed-i Hüseyn : Kerbelâ'da Hüseyn'in türbesi. 3) erkek adı. |
hüseyni |
: | حسينی |
(a. s.) : Hüseyin ile ilgili; Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in torunu Hüseynin çocukları. 2) i. meşhur bir çeşit lâle. 3) müz. Türk müziğinin altı numaralı basit makamıdır; en eski makamlardandır; Hüseynî beşlisi ile uşşak dörtlüsünden müteşekkildir. Durak dügâh ve güçlü -beşinci derece olan- hüseynî oerdeleridir. Niseb-i şerîfe sayısı 8 dir. Dizisi çıkıcıdır. İkinci şekli muhayyer olur. Donanımına "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur. Orta sekizlideki sesleri şöyledir (pestden tîze doğru) : dügâh, segah, çargâh, neva, hüseynî, eviç, gerdaniye ve muhayyer. Hüseynî, klâsik bestekârlar tarafından da en çok kullanılan bir kaç makamdan biri olmakla beraber, bilhassa Türk halk müziğinde en çok kullanılmış olan makamdır. 4) i. kadın elbiselerinde süs olarak kullanılan ipekten, yünden ve pamuktan yapılma şerit kaytan, saçak ve benzeri şeyler. |
hüseynî-acem |
: | حسينی عجم |
(a. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup numunesi kalmamıştır. |
hüseynî-aşîrân |
: | حسينی عشيران |
(a. f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarındandır. Hüseynî makamının pest tarafına, hüseynî-aşîran perdesine nakledilmiş bir uşşak dörtlüsü ilâvesinden mürekkep olup, bu dörtlü ile aşîran perdesinde kalır. Güçlü birinci derecede -hüseynî'nin durağı olan- dügâh'dır. Donanımına hüseynî gibi "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur. Eskiden" vech-i hüseynî" de denilen bu makam, esasen hüseynî'nin pest tarafına (durağından îtibâren) tabîî olarak bir dörtlü katılmak suretiyle yapılmıştır ki, aşîran perdesinde kalan hüseynî'den başka bir şey değildir. |
hüseynî-gerdâniye |
: | حسينی گردانيه |
(a. f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup numunesi kalmamıştır. |
hüseynî-geveşt |
: | حسيتی كوشت |
(a. f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup numunesi kalmamıştır. |
hüseynî-horasânî |
: | حسينی حراسانی |
(a. f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az üç üç-buçuk asırlık bir mürekkep makamı olup numunesi kalmamıştır. |
hüseynî-nevrûz |
: | حسينی نوروز |
(a. f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup numunesi kalmamıştır. |
Hüseyni-pûselik |
: | حسينی پوسه لك |
(a. f. i. b. i.) : müz. Türk müziğinin bir kaç asırlık mürekkep makamlarındandır; pûselik beşlisi veya makamı ilâvesinden mürekkeptir. Pûselik ile dügâh'da kalır. Güçlüsü, -hüseynî'nin güçlüsü olan- hüseynî'dir. Donanımına hüseynî gibi "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur. Pûselik için bu arızalar bekar yapılır ve "sol" diyez kullanılır. |
hüseynî-rehâvî |
: | حسينی رهاوی |
(a. f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık mürekkep makamlarından olup numunesi kalmamıştır, [aslı : "hüseynî ruhâvî" dir]. |
hüseynî-sabâ |
: | حسينی صبا |
(a. b. i.) : müz. hâlen magrib (Fas, Cezayir, Tunus) de kullanılan bir Türk müziği makamıdır; dügâh perdesinde kalır. Güçlüsü, -hüseynî'nin güçlüsü olan-hüseynî, ikinci derecede de -kürdî dörtlüsünün başladığı- nevadır. Donanımına hüseynî gibi "si" koma bemolü ile "fâ" bakıyye diyezi konulur ki kürdî dörtlüsü için de si bekarı müteakip "si" küçük mücenneb bemolü kullanılır. |
hüseynî-şehnâz |
: | حسينی شهناز |
(a. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup numunesi kalmamıştır. |
hüseynî-zemzeme |
: | حسينی زمزمه |
(a. b. i.) : müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. III. Selim tarafından terkîbedilmis ise de aynı terkîpte olan hüseynî-kürdî makamı XV. asır başlarında kullanılmıştı. Zamanla (beya-tî-araban'da olduğu gibi) unutularak yeniden III. Selim tarafından meydana çıkarıldığı anlaşılmaktadır. |
hüsn |
: | حسن |
(a. s.) : 1) güzel, iyi. 2) i. güzellik, iyilik. |
hüsn-i âdâb |
: |
güzel terbiye, görgü. |
|
hüsn-i ahlâk |
: |
ahlâk güzelliği. |
|
hüsn-i âkibet |
: |
netîce güzelliği. |
|
hüsn-i beyân |
: |
ed. iyi, güzel anlatış. |
|
hüsn-i endim |
: |
endam, vücut güzelliği. |
|
hüsn-i hâl |
: |
davranış güzelliği. |
|
hüsn-i hareket |
: |
iyi muamelede bulunma. |
|
hüsn-i hatt |
: |
yazı güzelliği. |
|
hüsn-i hisâl |
: |
huyların iyiliği. |
|
hüsn-i hitâm |
: |
iyi sona erme. |
|
hüsn-i hizmet |
: |
iyi iş görme. |
|
hüsn-i ibtidâ' |
: |
ed. (bkz. : berâat-i istihlâl). |
|
hüsn-i idare |
: |
iyi idare, iyi kullanma. |
|
hüsn-i imtizaç |
: |
iyi geçinme. |
|
hüsn-i isti'mâl |
: |
iyi kullanma. |
|
hüsn-i i'tibâr |
: |
çok itibâr gösterme, iltifat etme. |
|
hüsn-i kabul |
: |
iyi bir surette kabul etme, iyi yüz gösterme. |
|
hüsn-i makta' |
: |
ed. bir gazelin makta' beytinden evvelki beyit. |
|
hüsn-i ma'nevî |
: |
iç güzelliği. |
|
hüsn-i matla' |
: |
ed. bir gazelin ikinci beyti. |
|
hüsn-i meyelân |
: |
muhabbet iyiliği. |
|
hüsn-i muamele |
: |
iyi muamele. |
|
hüsn-i nazar |
: |
teveccüh, iltifat. |
|
hüsn-i niyyet |
: |
iyi niyet. |
|
hüsn-i suret |
: |
iyi bir surette. |
|
hüsn-i sûrî |
: |
görünüşteki güzellik. |
|
hüsn-i şöhret |
: |
iyi şöhret. |
|
hüsn-i tabiat |
: |
zevk güzelliği. |
|
hüsn-i ta'bîr |
: |
söyleyişin güzelliği, güzel ifâde. |
|
hüsn-i tahallus, hüsn-i ta'lfl |
: |
ed. bir şeyin meydana gelmesine hayalî ve güzel bir sebep gösterme. |
|
hüsn-i tedbîr |
: |
iyi, yerinde, yolunda tedbir. |
|
hüsn-i telâkki |
: |
iyi kabul. |
|
hüsn-i teveccüh |
: |
sevgi ile karışık beğenme. |
|
hüsn-i zann |
: |
iyi fikir besleme. |
|
hüsn ü ân |
: |
1) güzellik; 2) müz. Türk müziğinin en az iki buçuk üç asırlık bir mürekkep makamı olup, numunesi kalmamıştır. |
|
hüsn ü aşk |
: |
1) güzellik ve sevgi; 2) Şeyh Galib'in meşhur manzum hikâyesi. |
|
hüsn ü kubh |
: |
1) güzellik ve çirkinlik; 2) Hanefî fıkhının en mühim bahislerinden biri. |
|
hüsn ü letafet |
: |
güzellik ve hoşluk. |
|
hüsnâ |
: | حسنی |
(a. s. ahsen'den.) : en (daha, pek, çok) güzel, ["ahsen" in müennesidir]. |
hüsn-âver |
: | حسن آور |
(a. f. b. s.) : güzellik artırıcı. |
hüsnî |
: | حسنی |
(a. i. c. : hüsniyyât) : 1) güzelliğe âit, güzellikle ilgili. 2) i. erkek adı. [müennesi "hüsniyye" dir]. |
hüsniyyât |
: | حسنيات |
(a. i. hüsnî'nin c.) : güzel olan hususlar. |
hüsr |
: | خسر |
(a. i.) : zarar, ziyan; kayıp. |
hüsr-üd-dünyâ ve-l-âhire |
: |
dünyâ ve âhirette zararlı, hiç bir şey elde edememek hâli; dünyâ ve âhiret güme gitti. [Kur'an'da "hasir-üd-dünyâ ve-l-âhire" şeklinde geçer]. |
|
hüsran |
: | خسران |
(a. i.) : 1) zarar, ziyan, (bkz. : hasar, hasâret). 2) beklenilenin elde edilmemesi yüzünden duyulan acı, yokluk, mahrumiyet acısı. |
Hüsrev |
: | خسرو |
(f. h. i.) : 1) eserlerini Farsça yazmış bir Türk şâiri ve edîbi olup 651 (1253) de Hindistan'da doğmuştur. (1253-1325.. 2) Hüsrev ü Şîrîn masalının erkek kahramanı. |
hüsrev |
: | خسرو |
(f. i. c. : hüsrevân) : 1) pâdişâh, hükümdar, sultan. |
hüsrev |
: |
(yıldızların pâdişâhı) : meteor. Güneş. 2) erkek adı. |
|
hüsrevân |
: | خسروان |
(f. i. hüsrev'in c.) : pâdişâhlar, hükümdarlar, sultanlar. |
hüsrev-âne |
: | خسروانه |
(f. zf.) : pâdişâhâne, hükümdarca, hükümdara yakışır şekilde. |
hüsrevânî |
: | خسروانی |
(f. s.) : 1) hükümdara lâyık. 2) çok iyi, âlâ, birinci derece. 3) i. bir çeşit şarap. Hum-i hüsrevânî : sultanî küp, çok büyük şarap küpü. |
hüsrevî |
: | خسروی |
(f. i.) : hüsrevlik, padişahlık, hükümdarlık, sultanlık. |
hüsyâr |
: | هشيار |
(f. b. s.) : aklı başında, akıllı uslu. |
hüşyâr-âne |
: | هشيارانه |
(f. zf.) : akıllıcasına. |
hüşyârî |
: | هشياری |
(f. i.) : akıllılık. |