hı |
: | خ |
(f. a. ha.) : Osmanlı alfabesinin dokuzuncu harfi olup "ebced" hesabında altıyüz sayısının karşılığıdır. |
hıbâzet |
: | خبازت |
(a. i.) : ekmekçilik, ekmek yapma işi. |
hıbâziyye |
: | خبازيه |
(a. i.) : bamye, ebegümeci, hatmi gibi nebatların ( * bitkilerin) bağlı bulundukları familya. |
hıdâ' |
: | خداع |
(a. i.) : hîle. (bkz. : hud'a). |
hıdiv |
: | خديو |
(f. i.) : imtiyazlı Mısır vâlîsi veya bu vâlînin ünvânı. |
hıdiv-âne |
: | خديوانه |
(f. b. s.) : hıdive yakışacak surette. |
hıdivi |
: | خديوی |
(f. b. s.) : hıdive mensup, hıdivle ilgili. |
hıdîviyyet |
: | خديويت |
(a. i.) : tar. Osmanlı İmparatorluğu'nda vezirliğe muâdil bir rütbe ve ünvân olup Mısır vâlîlerine tevcih olunur ve Mısıra "Hıdîviyyet" ve Mısır vâlîlerine de "Hıdiv" denilirdi, [bu rütbe, diğer bütün vezirlerin üstünde ve sadrâzamla ayni rütbe ve derecede sayılırdı]. |
hıdr |
: | خدر |
(a. i.) : 1) perde, hâil. 2) manî. |
hıfâz |
: | حفاظ |
(a. i.) : haktanırlık, vefâlılık. |
hıfz |
: | حفظ |
(a. i.) : 1) saklama. 2) ezberleme. Taht-el-hıfz : muhafaza altında, polis veya jandarma ile. |
hıfz-ı bilâd ü ibâd |
: |
şehirlerin ve halkın korunması. |
|
hıfz-ı emânet |
: |
emâneti (can) saklama. |
|
hıfz-ı hukuk |
: |
hakları koruma. |
|
hıfz-ı Kur'ân |
: |
Kur'ân-ı Kerîm'i başından sonuna kadar ezberleme. |
|
hıfz-üs-sıhha |
: |
sağlığı koruma. |
|
hıkd |
: | حقد |
(a. i. c. : ahkad, hukud) : kin tutma, öc almak için fırsat bekleme. |
hılâb |
: | خلاب |
(a. i.) : yırtıcı kuş ve hayvan pençesi. |
hılât |
: | خلاط |
(a. i.) : bir şey başka şeye karışma. |
hılk |
: | خلق |
(a. i.) : boğaz balgamı. |
hılt |
: | خلط |
(a. i. c. : ahlat) : 1) eski hekimlerin insan vücudunda var saydığı : safra; sevda; dem; balgam gibi dört unsurdan herbiri. |
hılt-ı mahmûd |
: |
vücûdun rahat oluşu. |
|
hılt-ı redî |
: |
vücûdu rahatsız eden hılt. 2) bir şeye karışmış olan başka şey. |
|
hıltî |
: | خلطی |
(a. s.) : dört halttan biriyle ilgili olan. |
hıltivyûn |
: | خلطيون |
(a. i. c.) : ahlât'a çok ehemmiyet vermek mesleğini tutmuş olan hekimler, fr. humoriste. |
hına, hınnâ |
: | حنا ، حنا |
(a. i.) : kına. |
hınâî |
: | حنائی |
(a. i.) : kınacı, kına satan. |
hınâk |
: | حناق |
(a. i. hanak'ın c.) : darılmalar, kızmalar, kin tutmalar. |
hınâs |
: | خناث |
(a. s. hünsâ'nın c.) : kendisinde hem erkeklik, hem dişilik alâmeti bulunanlar. |
hınat |
: | حنط |
(a. i. hınta'nın c.) : buğdaylar. |
hıns |
: | حنث |
(a. i.) : yeminin hakkından gelemeyip hükmü altında kalma. |
hırtsır |
: | حمصر |
(a. i.) : serçe parmak, [kelime "hınsar" şeklinde de kullanılabilir]. |
hınsîr |
: | خنسير |
(a. s.) : soysuz, alçak. |
hınta |
: | حنطه |
(a. i. c. : hınat) : buğday, (bkz. : kamh, kendüm). |
hınzîr |
: | خنزير |
(a. i. c. : hanâzîr) : 1) domuz. Lahm-i hınzîr : domuz eti. Şahm-i hınzîr : domuz yağı. 2) mec. pis ve katı yürekli kimse. |
hınzîre |
: | خنزيره |
(a. i. c. : hınzîrât) : hîlekâr, fitne kadın, ["hınzîr" in müennesi olduğu halde mânâ değiştirmiştir]. |
hıra' |
: | حراء |
(a. h. i.) : Mekke civârında bulunan yalçın bir kayalığın adı. [Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'e ilk vahy bu dağdaki mağarada gelmiştir, (bkz. : Cebel-ün-Nûr). |
hırak |
: | خرق |
(a. i. hırka'nın c.). : (bkz hırka). |
hıram |
: | خرام |
(f. i.) : nazlı, edalı, salına salına gidiş, (bkz. : bahtere). |
hırâmân |
: | خرامان |
(f. s.) : 1) salın, salına, naz ve edâ ile yürüyen. 2) zf. : salına salına, salınarak. |
hırâmende |
: | خرامند |
(f. s.) : (bkz. : hırâmân). |
hırâset |
: | خراست |
(a. i.) : bekleme; koru ma. (bkz. : yâs-dârî). |
hırâş (-) |
: | خراش |
(f. s.) : tırmalıyan ["hırâşîden" mastarından]. |
hıred |
: | خرد |
(f. i.) : akıl, us. (bkz. : hûş). |
hıred-âmûz |
: | خرد آموز |
(f. b. s.) : öğreten, belleten; hoca, * öğretmen. |
hıred-âşûb |
: | خرد آشوب |
(f. b. s.) : akı dağıtan. |
hıred-fersâ |
: | خرد فرسا |
(f. b. i.) : akıl yorucu, akıl yıpratıcı. |
hıred-mend |
: | خرد مند |
(f. b. s. c. : hıred-mendân) : akıllı, anlayışlı. |
hıred-mendân |
: | خرد مندان |
(f. b. s. hıred-mend'in c.) : akıllılar, anlayışlılar. |
hıred-mendâne |
: | خرد مندانه |
(f. zf.) : akıllı olana yakışacak surette, akıllıca. |
hıred-mendî |
: | خرد مندی |
(a. b. i.) : akıllılık. |
hıred-sûz |
: | خرد سوز |
(f. b. s.) : akıl yakıcı, şaşırtıcı. |
hırîdâr |
: | خريدار |
(f. i.) : müşteri, satın alan. |
hırîde |
: | خريده |
(f. s.) : satın alınmış, satın alınan. |
Hıristiyânî |
: | خرستيانی |
(s.) : Hıristiyanlığa âit, Hıristiyanlıkla ilgjli. |
hırka |
: | خرقه |
(a. i. c. : hırak) : kalın kumaştan yapılmış veya içi pamukla beslenmiş ceket uzunluğunda bir giyecek. |
hırka-i irâdet, -teberrük |
: |
birinin dervişliğe kabulünde ilk giydiği hırka. |
|
Hırka-i Saadet |
: |
Hz. Peygamberin hırkası. |
|
Hırka-i Şerîf |
: |
Hz. Peygamberin hırkası. |
|
hırka-pûş |
: | خرقه پوش |
(a. f. b. i.) : hırka giyen fakîr, derviş. |
hırka-pûşâne |
: | خرقه پوشانه |
(a. f. zf.) : fakircesine, dervişçesine. |
hırka-pûşî |
: | خرقه پوشی |
(a. f. b. i.) : fakirlik, dervişlik. |
hırmân |
: | حرمان |
(a. i.) : mahrumluk; ümitsizlik. |
hırrân |
: | خران |
(a. s.) : itaat eden, boyun eğen. |
hırs |
: | حرص |
(a. i.) : 1) öfke, kızgınlık. 2) azgınlık. 3) sonu gelmiyen arzu, istek, (bkz. : tûl-i emel). |
hırs |
: | خرص |
(a. i.) : takdir ve kıyas. |
hırs |
: | خرس |
(f. i.) : zool. ayı. (bkz. : dübb). |
hırs-beçe |
: |
zool. ayı yavrusu, (bkz. : hırsek). |
|
hırsek |
: | خرسك |
(f. i.) : ayı yavrusu, (bkz. : hırs-beçe). |
hırt |
: | خرط |
(a. i.) : 1) hastalıktan dolayı sarı su ile karışık ve kesilmiş gibi parça parça olan bulaşık süt. 2) erkek keklik. |
hırz |
: | حرز |
(a. i.) : 1) sığınak, (bkz. : melâz, melce). 2) nazar değmemesi için kullanılan muska; nazar boncuğu. 3) tılsım. |
hırz-i cân |
: |
canı gibi saklama. |
|
hırz bi-gayrihi |
: |
huk. esasen eşya saklamıya hazırlanmış olmayıp izinsiz girilebilen ve konulacak malların yanıbaşında muhafızı bulunan bir yer. [mescitler, yollar, meydanlar gibi]. |
|
hırz bi-nefsihi |
: |
huk. içinde eşya saklanmak üzere hazırlanıp içerisine izinsiz girilmesi memnu olan her hangi bir yer. [evler, dükkânlar, çadırlar gibi; çuvallar, sandıklar da bu hükümdedir]. |
|
hısâ' |
: | خصاء |
(a. i.) : 1) insanı hadım etme. 2) hayvanı burma, eneme, hayalarım çıkarma. |
hısâl |
: | خصال |
(a. i. haslet'in c.) : huylar, tabiatlar, ahlâklar. |
hısâm |
: | خصام |
(a. i. hasm'ın c.) : 1) iki kişi, birbirlerine düşmanlık etme. 2) muhâsama. |
hısâm |
: | خصام |
(a. i.) : kavga, çekişme, mücâdele, münâkaşa, uğraşma; iddia. |
hısân |
: | خصان |
(a. s.) : mümtaz kişiler. |
hısan |
: | حصان |
(a. i.) : zool. aygır. |
hısas |
: | حصص |
(a. i. hisse'nin c.) : paylar, nasipler. |
hısb |
: | خصب |
(a. i.) : ucuzluk, bolluk. |
hısn |
: | خصن |
(a. i. c. : husûn) : sağlam, sarp [yer], kale. (bkz. : hisar2).. |
hıss |
: | خص |
(a. s.) : eksik, noksan. |
hıssîsa |
: | خصيصا |
(a. i.) : bir şeye, bir kimseye mahsus olan hal. |
hış'a |
: | حشعه |
(a. i.) : hek. doğum vakti geldiği sırada ölen annesinin karnı yarılarak çıkarılan çocuk. |
hışf |
: | خشف |
(a. i.) : peyik yavrusu. |
hışm |
: | خشم |
(f. i.) : kızgınlık, öfke. |
Hışm-âlûd |
: | خشم آلود |
(f. b. s.) : darılmış, kırgın, (bkz. : hışm-gîn, hışmın, hışm-nâk). |
hışm-gîn |
: | خشمگين |
(f. b. s.) : darılmış, dargın, öfkeli, kızgın, (bkz hışm-âlûd, hış-mîn, hışm-nâk). |
hışmîn |
: | خشمين |
(f. s.) : darılmış, dargın, (bkz. : hışm-âlûd, hışm-gîn, hışm-nâk). |
hışm-nâk |
: | خشم ناك |
(f. b. s.) : öfkeli, kızgın, (bkz. : hışm-âlûd, hışm-gîn, hışmîn). |
hışt |
: | خشت |
(f. i.) : 1) kerpiç. 2) tuğla. |
hışt-ı hâm |
: |
ham, pişmemiş kerpiç. 3) kısa el mızrağı; kalın harbi. |
|
hışt-tâbe |
: | خشت تابه |
(f. b. i.) : tuğla ocağı. |
hıştek |
: | خشتك |
(f. i.) : küçük kerpiç, tuğlacık. |
hışt-zen |
: | خشت زن |
(f. b. i.) : tuğlacı. |
hıtâm |
: | خطام |
(a. i.) : yular, dizgin, (bkz. : efsâr, zimâm). |
hıtâr |
: | خطار |
(a. i. hatar'ın c.) : hatarlar, tehlikeler, (bkz. : hatarât). |
hıtat |
: | خطه |
(a. i. hıtta'nın c.) : hıttalar, iklimler, diyarlar, memleketler, ülkeler. |
hıtbe |
: | خطبه |
(a. i.) : okunmuş, evlenmek üzere istenilmiş kız veya kadın. |
hıtta |
: | خطه |
(a. i. c. : hıtat) : memleket, diyar, ülke. |
hıtta-i cesîme |
: |
büyük ülke. |
|
hııyâbân |
: | خيابان |
(f. i.) : 1) iki tarafı ağaçlı yol, bulvar, fr. bouievard, allee. 2) Tahran'da meşhur bir cadde. |
Hıyâbet |
: | خيابت |
(a. i.) : hisse ve nasîbi olma. |
Hıyâm |
: | خيام |
(a. i. hayme'ninc.) : çadırlar. Rekz - ihıyâm : çadır dikme ( bkz. : hiyern). |
hıyânât |
: | خيانات |
(a. i. hıyânet'in c.) : hainlikler. |
hıyanet |
: | خيانت |
(a. i. c. : hıyânât) : 1) hayınlık. 2) s. vefasız, hâin 3) itimâdı,güveni kötüye kullanma. |
hıyâneten |
: | خيانةً |
(a. zf.) : hıyanet yoiiyle, hıyanet ederek. |
hıyânet-kâr |
: | خيانتكار |
(a. s.) : hıyanet eden, hâin. |
hıyânet-kârâne |
: | خيانتكارانه |
(a. zf.) : hâince, hâine yakışacak gûrette. |
hıyar |
: | خيار |
(a. i. c. : hıyârat) : 1) huk. bir işi yapıp yapmamada serbestlik; İslâm hukukunda alış-veriş mes'elelerine âit muhayyerlik hususu. 2) (hayyir'in c.) hayri, iyiliği çok olan kimseler. |
hıyâr-ı ayb |
: |
mece. malın ayıplı olması sebebiyle olan muhayyerlik. |
|
hıyâr-ı bulûğ |
: |
mece. bulûğ sebebiyle nikâhı feshettirmek muhayyerliği. |
|
hıyâr-ı gabn ü ta'rîr |
: |
mece. alan ile satandan biri diğerini aldatıp da beyide gabn-i fahiş olduğu tahakkuk ettiğinde aldanan kimse için sabit olan muhayyerlik, [satan : "bu mal şu kadar kuruş eder al" diyerek müşteriyi aldatır ve müşteri de bâyiin bu sözüne inanıp o malı o kadar kuruşa satın aldıktan sonra. beyide gabn-i fahiş olduğu anlaşılırsa müşteri için bey'i feshetmek hakkı sabit olur]. |
|
hıvâr-ı hiyânet-i murabaha |
: |
mece. murabaha yoiiyle akit olunan beyide bâyiin hıyaneti zahir olduğunda müşterinin muhayyer olması. |
|
hıyâr-ı hiyânet-i tevliye |
: |
mece. tevliye yolu ile akit olunan beyide bâyiin hiyâneti zahir olduğunda müşterinin muhayyer olması. |
|
hıyâr-ı hiyânetî-i vazîa |
: |
mece. vazîa yoliyle akit olunan beyide Bayiin hiyâneti zahir olduğunda müşterinin muhayyer olması. |
|
hıyâr-ı ıtk |
: |
mece. ıtk sebebiyle cariyenin nikâhı feshetmek muhayyerliği, [mevlâsı tarafından birisine tezvîcedilmiş olan câriye azat olunduğu zaman kocasını istemezse hâkimin hükmüne hacet olmıyarak nikâhı feshedebilir, köle için hıyâr-ı ıtk yoktur]. |
|
hıyâr-ı icazet |
: |
mece. fuzûlînin icra eylediği akde icazet vermek salâhiyetini hâiz olan kimsenin icazet verip vermemek hususunda muhayyerliği. |
|
hıyâr-ı idrâk |
: |
mece. (bkz. : hiyâr-ı bulûğ). |
|
hıyâr-ı istihkak |
: |
mece. mebiin bâzısı bil-istih-kak zabıt olundukta bakiyesinde müşterinin bey'i fesih veya kabul arasında muhayyer olması. |
|
hıyâr-ı kemmiyyet |
: |
mece. miktara ıttıla ile sabit olan muhayyerlik. [bir kimse mevcut fakat miktarı meçhul para ile bir mal iştira eyledikten sonra bayi, paranın miktarına muttali' oldukta muhayyer olması gibi]. |
|
hıyâr-ı keşf-i hâl |
: |
mece. hububat muayyen kab ve ölçek ile ölçülerek veyahut bir muayyen taş ile tartılarak satıldıktan sonra hâli keşfinde yânî kab ve ölçeğin istîap miktarına ve taşın ağırlığına ıttılaında müşterinin muhayyer olması. |
|
hıyâr-ı nakd |
: |
mece. bayi ve müşterinin filân vakte kadar te'diyede bulunmak aksi takdirde beyi olunmamak üzere pazarlık etmeleriyle olan muhayyerlik, [hiyâr-ı nakd'de vaktin bilinmesi îcâb eder], |
|
hıyâr-ı rü'yet |
: |
mece. görmekle sabit olan muhayyerlik, [bir malı görmeden satın alan veya kirâlıyan kimsenin o malı gördüğünde muhayyer olması gibi; dilerse fesheder, dilerse kabul eder]. |
|
hıyâr-ı şart |
: |
mece. akitte taraflardan birinin veya her ikisinin malûm müddet içinde akdi fesih veyahut icazet ile infaz eylemek hususlarında şart kıldıkları muhayyerlik. |
|
hıvâr-ı ta'rîr-i fi'lî |
: |
mece. bâyiin müşteriyi fi'len ta'rîri sabit oldukta müşteri için sabit olan muhayyerlik. Meselâ [bayi, ineğin sütü çok zannolunsun diye bir kaç gün sağmıyarak müşteri de memesinin büyüklüğüne aldanıp sütü çok zanniyle iştira ettikten sonra bâyiin bu veçhile ta'rîr-i fi'lî'si zahir olsa, Hanefî imamlarından bâzılarına göre müşteri muhayyer olur]. |
|
hıyâr-ı ta'yîn |
: |
mece. kıyemiyattan iki yahut üç şeyin başka başka pahaları beyân olunarak bunlardan müşteri dilediğini almak vâhut bayi dilediğini vermek üzere yapılan satıştaki muhayyerlik. |
|
hiyâr-ı tefrik-ı saffca |
: |
mece. safka'nın tefrîk edilmesinden dolayı sabit olan muhayyerlik [kabl-el-kabız mebiin bâzısının telef ve helaki sebebiyle bakiyesinde müşterinin muhayyer olması gibi]. |
|
hıyâr-ı vasf |
: |
mece. akitte meşrut vasf-ı mer-gubun bulunmamasiyle şâbit olan muhayyerlik. ["sağılır diye satılmış olan bir ineğin sütten kesilmiş olduğunun zahir olmasiyle müşterinin muhayyerliği" gibi]. |
|
hıyârât |
: | خيارات |
(a. i. hıyâr'ın c.) : İslâm hukukunda alışveriş meselelerine dâir muhayyerlik hususları. (bkz. : hıyar). |
hıyât |
: | حياط |
(a. i. hâit'in c.) : perdeler, mâniler, engeller. |
hıyât |
: | خياط |
(â. i.) : 7) ibrişim, tire. 2) dikiş iğnesi. |
hıyâte |
: | خياطه |
(a. i.) : hele. 1) kesilip yarılan bir uzvun yapışmak üzere dikilmesi. 2) ameliyatta dikiş yapmıya yanyan bağırsak ve şâire gibi şeyler. |
hıyatet |
: | خياطت |
(a. i.) : terzilik, dikicilik. |
hıyâtet-hâne |
: | خياطتخانه |
(a. f. b. i.) : dikiş evi, dikim evi. |
hıyâz |
: | حياض |
(a. i. hayz'ın c.) : hek. (bkz. : hiyâz). |
hıyâz |
: | حياض |
(a. i. havz'un c.) : havuzlar. |
hıyem |
: | خيم |
(a. i. hayme'nin c.) : (bkz. : hıyâm). |
hıyere |
: | خيره |
(a. i.) : 1) aralarından beğenme, seçme. 2) s. beğenilmiş, seçilmiş. |
hıyere-i nâs |
: |
halkın seçilmişi. |
|
hıyeret-ullah |
: | خيرة الله |
(a. b. s.) : Allah'ın seçtiği. |
hıyre |
: | خيره |
(f. s.) : kamaşık, donuk, fersiz [göz]. |
hıyre-bahş |
: | خيره بخش |
(f. b. s.) : göz kamaştıran, akıl durduran. |
hıyre-çeşm |
: | خيره چشم |
(f. b. s.) : 1) kamaşık, fersiz gözlü. 2) hayâsız, utanmaz. 3) inatçı. 4) cesur. |
hıyre-dest |
: | خيره دست |
(f. b. s.) : eli sakar, tuttuğu işi bozar olan [kimse]. |
hıyregî |
: | خير گی |
(f. i.) : donukluk, kamaşıklık [göz hakkında]; şaşkınlık. |
hıyre-küş |
: | خيره كش |
(f. b. s.) : 1) haksız yere adam öldüren. 2) sevilen, sevgili. |
hıyre-re'y |
: | خيره رأی |
(f. a. b. s.) : fena reyli, reyi zararlı olan. |
hıyre-ser |
: | خيره سر |
(f. b. s.) : sersem, alık. |
hıyre-serâne |
: | خيره سرانه |
(f. zf.) : sersemcesine, alıkcasına. |
hıyre-serî |
: | خيره سری |
(f. b. i.) : sersemlik, alıklık. |
hızak |
: | خزق |
(a. s. hıaka'nın c.) : kalabalıklar, yığınlar. |
hızânet |
: | حضانت |
(a. i.) : sütninelik, tayalık. |
hızırilyâs |
: | حضر الياس |
(a. b. i.) : hıdırellez, 5 mayısa rastlıyan gün. |
hızka |
: | حزقه |
(a. s. c. : hızak) : kalabalık; yığın. |
Hızr, Hızır |
: | خضر ، خضر |
(a. h. i.) : İçenlere ölmezlik veren âb-ı-hayât'ı içmiş bulunan ve kul sıkıldığı zaman imdadına yetişmekle meşhur olan Peygamber. |