henâzîr

: خنازير

(a. hınzîr'ın c.) : hınzırlar, domuzlar. Dâ-ül-henâzîr : hek. domuzbaşı denilen ve ekseriya boyunda çıkan şiş, sıraca.

hencâm

: هنجام

(a. s.) : beceriksiz, elinden iş gelmiyen.

hencâr

: هنجار

(f. i.) : usul, yol, kaide, * kural. Nâ-be-hencâr : usulsüz, yolsuz.

hendese

: هندسه

(a. i.) : geometri. Usûl-i hendese : geometri kitabı.

hendese-hâne

: هندسه خانه

(a. f. b. i.) : Tanzimat'tan biraz önce, açılmış olan mühendis mektebi.

Hendese-hâne-i bahrî

:  

Bahriye Mektebinin ilk adı. [I. Abdülhamit zamanında 1187-(1773) yılında Cezayirli Hasan Paşa'nın teşebbüsiyle Tersane içinde açılmıştır),

hendesî, hendesiyye

: هندسی ، هندسيه

(a. s.) : geometrik, geometri ile ilgili. Eşkâl-i hendesiyye : geometrik şekiller.

hengâm

: هنگام

(f. i.) : zaman, çağ, sıra, vakit, mevsim.

hengâm-ı şitâ

:  

kış mevsimi.

hengâme

: هنگامه

(f. i.) : kavga, gürültü.

hengâme-i azab

:  

azap zamanı.

hengâme-gîr

: هنگامه گير

(f. b. i.) : 1) hikâye söyleyici; oyuncu; hokkabaz. 2) kavgacı, gürültücü. 3) leke tozu, diş macunu gibi şeyler satan çığırtkanlar. 

hengâme - girî

: هنگامه گيری

(f. b. i.) : hengâmegirlik, kavgacılık.

hengâmî

: هنگامی

(f. s.) : bir mevsim yaşıyabilen nesne.

henî

: هنی

(a. s.) : hazmi kolay, sıhhate uygun.

henîen

: هنيئاً

(a. zf.) : afiyet olsun, şifâ olsun!

henüz

: هنوز

(f. zf.) : şimdiye kadar, bu âne dek; daha, yeni, hâlâ; ancak.