hâz |
: | خاز |
(f. i.) : kir, pas. |
hazâ |
: | هذا |
(a. i.) : bu, o, şu. Fî yevmini hazâ : bugünkü günde. İlâ yevminâ hazâ : günümüze kadar, hâlâ. Li-hazâ : bunun için. Maa-hazâ : bununla beraber. |
haza' |
: | خزع |
(a. i.) : 1) kesme. 2) kesip yarma. |
haza-i şezen |
: |
hek. nefes borusu arasından masura geçirip, hastayı bu suretle teneffüs ettirmek için yarıp açma. |
|
hazâbî |
: | حزابی |
(a. i. hizbâ'nın c.) : arızalı, engebeli, [topraklar, yerler]. |
hazâfe |
: | خزافه |
(a. i.) : lavanta çiçeği. |
hazâin |
: | خزائن |
(a. i. hazîne ve hizâne'nin c). : (bkz. : hazîne). |
hazâin-i medfûne |
: |
gömülü hazîneler. |
|
hazâir |
: | خظائر |
(a. i. hazîre'nin c.) : etrafında duvar veya çit butunan ağıllar, mezarlıklar ve şâire. |
hazakat |
: | خذاقت |
(a. i.) : hâzıklık, üstatlık, ustalık, uzluk, [en çok hekimler hakkında kullanılır] |
hazâmet |
: | حزامت |
(a. i.) : (bkz. : hazrh). |
hazân |
: | خزان |
(f. i.) : sonbahar, güz. (bkz. : herif). |
hazân-dîde |
: | خزان ديده |
(f. b. s.) : hazân görmüş, yaprakları sararmış, solmuş. |
hazine |
: | خزانه |
(a. i.) : (bkz. : hizâne). |
hazân-gâh |
: | خرانگه |
(a. f. b. i.) : âlem, dünyâ. |
hazânı |
: | خزانی |
(f. s.) : güz mevsimine âit, güz ile ilgili. |
hazânisiân |
: | خزانستان |
(f. b. i.) : hazan görmüş, sararıp solmuş yer. |
hazân-lika |
: |
(f. b. s.) : hazan yüzlü, sararmış, soluk yüzlü. |
|
hazân-nümâ |
: |
(f. b. s.) : sonbahar görünüşlü; hüzün verici. |
|
hazân-resîde |
: |
(f. b. s.) : hazâna erişmiş, solup sararmış. |
|
hazar |
: | حضر |
(a. i.) : 1) sabit meskeni olanların oturdukları memleket. 2) barış ve güven. [Hazerde : barış ve güven zamanında]. |
hazar ve sefer |
: |
1) evde oturma ve yolculuk; 2) barış ve savaş zamanı. |
|
hazâret |
: | حضارت |
(a. i.) : hazır olma, yakınında bulunma, ["gıybet" karşılığı], [kelime, bugün Arapça'da "medeniyyet" mânâsında kullanılmaktadır], |
hazarı |
: | حضری |
(a. s.) : 1) köyde, kasabada yaşıyanların hayâtına âit; şehirli, köylü. 2) barış ve güvenle ilgili, barış zamanına âit. Kuvve-i hazariyye : barış zamanındaki asker kuvveti. ["seferi" karşılığı]. |
hazâz |
: | حزاز |
(a. i.) : yosun |
hazâz-üs-sahr |
: |
bot. ciğerotu. |
|
hazâze |
: | حزازه |
(a. i.) : hek. bulaşıcı, müzmin ve bâzan da öldürücü bir cilt hastalığı olup sonradan bağırsaklara geçerse ölümü icâbettirir. |
hazef |
: | خزف |
(a. i.) : topraktan yapılan çanak çömlek. |
hazefî |
: | خزفی |
(a. s.) : hazefle, çanak çömlekle ilgili. |
hazefiyye |
: | خزفيه |
(a. i.) : 1) çanak, çömlek gibi topraktan yapılmış şeyler. 2) çanak çömlekçilik, keramik, fr. ceramique. |
hazef-pâre |
: | خزفپاره |
(a. f. b. i.) : çanak parçası, çömlek kırığı. |
hazef-rîze |
: | خزفريزه |
(a. f. b. i.) : çanak çömlek parçası, kırıntısı. |
hazel |
: | خزل |
(a. i.) : ed. (bkz. : bahr). |
hazelât |
: | خذلات |
(a. s. hazele'nin c.) : adîler, alçaklar, bayağılar kalleşler. |
hazele |
: | خذله |
(a. s. hâzil'in c.) : yüzsüzler, adîler, aşağılıklar, bayağılar, alçaklar, kalleşler, kancıklar. |
hazem |
: | خزم |
(a. i.) : 1) dizme. 2) ed. ilk beytin ortasına birden dörde kadar harf ilâve etme. |
hazen, hüzn |
: | خزن ، حزن |
(a. i. c. : ahzân) : gam, keder tasa. Beyt-ül-hazen (hazen evi) : kederi, tasası çok olan yer. Am-ül-hazen (tasa yılı) : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in zevcesi Hz. Hadîce ile amcası Hz. Ebû-Tâlib'in öldüğü yıl. |
hâzen |
: | خازن |
(a. i.) : baldız. |
hazer |
: | خذر |
(a. i.) : sakınma, kaçınma, korunma, çekinme. El-hazer : sakın! |
hazerât |
: | حصرات |
(a. i. hazret'in c.) : (bkz. : hazret). |
hazf |
: | حذف |
(a. i.) : 1) aradan çıkarma, çıkarılma, yok etme, silme, ortadan kaldırma, giderme, düşürme. 2) ed. eski yazıda noktasız harfli kelimelerden manzum, mensur cümle tertipleme, (bkz. : gayr-i menkut). |
hazhaza |
: | خضخضه |
(a. i.) : 1) sallama, el ile harekete getirme. 2) otuzbir çekme, fr. onanisme. (bkz. : istimna bi-l-yed). |
hâz' |
: | خاضع |
(a. i.) : alçak gönüllülük gösteren. |
hâzıan |
: | خاضعا |
(a. zf.) : alçak gönüllü olarak. |
hâzıâne |
: | خاضعانه |
(a. zf.) : alçak gönüllülükle, mütevâzıâne. |
hazık |
: | حاذق |
(a. s. c. : huzzak) : hazakatli, işinin ehli, usta, eli uz. [dilimizde, en çok doktorlar hakkında kullanılır]. |
hâzık-âne |
: | حاذقانه |
(a. zf.) : hazık olana yakışacak surette, hazakatle, (bkz. : mâhir-âne). |
hâzıkıvyet |
: | حاذقيت |
(a. i.) : hâzıklık, mâhirlik. |
hazım |
: | حازم |
(a. s.) : 1) hazmeden, hazimli, ihtiyatlı, akıllı, işinde gözü açık, sağlam olan. 2) i. erkek adı. |
hazım |
: | هاضم |
(a. s. hazm'den.) : hazmettiren, sindiren, sindirici. |
hâzıma |
: | هاضمه |
(a. i.) : yenilen şeyleri mîdede hazmettiren kuvvet. |
hâzım-âne |
: | حازمانه |
(a. zf.) : ihtiyatlı olan adama yakışacak surette. |
Hazma |
: | حازم |
(a. s.) : emziren, emzirici, sütnine, dadı. |
hâzır |
: | حاضر |
(a. s. c. : huzzâr, hâzırûn. hâzırin) : 1) huzurda, meydanda, gözönünde olan, bizzat bulunan. 2) yapılmış bir halde satılan, [elbise, ayakkabı gibi şeyler] fr. confeetion. |
hâzır-bi-l-meclis |
: |
mecliste hazır olan adam. |
|
hâzır-löp |
: |
1) suda pişip kaynamış kabuklu yumurta; 2) mec. emeksiz elde edilen kazanç, [mü-en. "hâzıra"]. |
|
hâzır ü nâzir |
: |
her yerde bulunan ve gören [Allah]. |
|
hâzır |
: | حاذر |
(a. s.) : hazer eden, korkup çekinen. |
hâzıra |
: | حاضره حاضر بخش |
(a. i.) : 1) şehirli. 2) bir yere yerleşmiş. |
hâzır-bahş |
: | حاضر بخش |
(a. f. b.) : 1) hazırlanmış. 2) n. hazır ol! emri. |
hâzır-cevâb |
: | حاضر جواب |
(a. b. s.) : her söze, derhal, düsünmeksizin uygun cevap veren. |
hâzırın |
: | حاضرين |
(a. s. hâzır'ın c.) : huzurda, meydanda, gözönünde olanlar, bizzat bulunanlar. (bkz. : hâzırûn, huzzâr) [zıddı, "gaibîn"]. |
hâzırün |
: | حاضرين |
(a. s. hâzır'ın c.) : huzurda, meydanda, gözönünde olanlar, bizzat bulunanlar, (bkz. : huzzâr, hâzırîn). |
hâzil |
: | حاذل |
(a. s. c. : hazele) : arkadaşını zor durumda bırakıp kaçan, alçak, aşağılık, kalleş kimse. |
Hâzile |
: | حاذله |
(a. i.) : anat. kenarlarında kirpik bulunmıyan çok kırmızı gözkapağı. |
Hâzim |
: | هازم |
(a. i. hezîmet'den) : hezimete uğratan, zafer kazanan, galip. |
hazîm |
: | هازم |
(a. s. ) : sarhoş. |
hazîmâne |
: | خذيمانه |
(a. zf.) : sarhoşçasına, sarhoş gibi. |
hâzime |
: | هاضمه |
midedeki eritici, sindirici kuvvet. |
hâzin |
: | خزان |
(a. i. hizâne'den. c. : huzzân) : hazîne muhafızı, hazînedar, bekçi. |
hazîn |
: | خزانه |
(a. s. hüzn'den.) : 1) hüzünlü, mahzun olarak, kederli, gamlı. Kalbi hazîn : tasalı gönül. 2) hüzün verici, (bkz. : müte-essif). |
hazine |
: | خزينه |
(a. i. c. : hazâin) : devlet malının, devlet parasının saklandığı yer. |
hazîne-i emiriyye |
: |
mâliye dâiresi. |
|
hazîne-i evrak |
: |
arşiv. |
|
hazîne-i hâssa |
: |
hükümdarlık makamına mahsus tahsîsat ile emval ve emlâk, fr. tresorerie prive'e du Sultan. |
|
hazîne-dâr |
: | خزينه دار |
(a. f. b. i.) : 1) hazînenin idare ve muhafazasına me'mur edilen kimse. 2) pâdişâh saraylarında harem kısmının tertip ve tanzimine bakan kadın. |
hazîne-dârî |
: | خزينه دارى |
(a. f. i.) : hazinedarlık. |
hazîne-mânde |
: | خزينه مانده |
(a. f. b. s.) : şahsı üzerinden kaydı silinerek devlete kalan mal, para. |
hazîre |
: | خزره |
(a. i. c. : hazâir) : etrafında duvar veya çit bulunan ağıl, mezarlık ve şâire. |
hazîret-ül-Kuds |
: |
mec. cennet, [bu kelime çok zaman yanlış olarak "hatîra" şeklinde kullanılmaktadır]. |
|
hazîz |
: | حظيظ |
(a. s.) : 1) mes'ud, mutlu. 2) hisse ve nasîbi olan. |
hazîz |
: | حضيض |
(a. i.) : 1) zîr, en aşağı. 2) dağ eteği, [zıddı "eve" dir]. |
hazîz-i mezellet |
: |
zilletin en aşağı noktası. 3) astr. Ay'ın veya başka bir seyyarenin mahreki üzerinde Dünyâ'ya en yakın bir mesafede bulunan nokta. |
|
hazm |
: | حزم |
(a. i.) : 1) kat'î karar, sebat, direnme. 2) doğru ve sağlam rey ve karar, (bkz. : hazâmet); fels. fr. prudence. |
hazm |
: | هضم |
(a. i.) : midedeki yiyecekleri eritme, sindirme |
hazrâ' |
: | حضراء |
(a. s.) : (bkz. : hadrâ'). |
hazret |
: | حضرت |
(a. i. huzûr'dan. c. : hazerât) : 1) [asıl mânâsı "kurb" "piş-gâh" dır]. 2) saygı saymak üzere büyüklere verilen Onvan. Hazret-i Peygamber. Hazret-i Alî., gibi. [şahısların dışında da kullanılabilir. Hazret-i Kur'ân gibi]. 3) [evvelce] büyük sayılan kimselerin adlarının sonuna "hazretleri" şeklinde getirilirdi : Ahmed Beyefendi Hazretleri. 4) kalenderce bir sesleniş şekli : -Hazret! sözünü yerine getirmedin! |
hazûl |
: | خذول |
(a. s.) : kimsesiz, yardımsız kalarak her şeyden mahrum sürünme. |
hazûlâne |
: | خذولانه |
(a. f. zf.) : hazul olana yakışacak surette. |
hazûr |
: | حذور |
(a. s. hazer'den.) : çok çekingen, çok dikkatli. |
hazz |
: | حظ |
(a. i. c. : huzûz, huzûzât) : 1) hoşlanma, zevklenme; sevinç, memnunluk.2) baht, talih, nasîp, saadet, kıymet, [çok zaman "etmek" mastariyle birlikte kullanılır]. |
hazz |
: | حز |
(a. i.) : 1) kesme, kısaltma. 2) kazıma; yırtma; silme. |
hazzâf |
: | خزاف |
(a. i.) : çanakçı, çömlekçi. |
hazzân |
: | خذان |
(a. s.) : (bkz. : hâzin). |