hay |
: | های |
(f. n.) : vay!, eyvah! |
haya' |
: | حياء |
(a. i.) : 1) utanma, sıkılma. 2) âr, namus, edep. 3) Allah korkusu ile günahtan kaçınma. |
hayâ-dâr |
: | حيادار |
(a. f. b. s.) : utanan, utangaç, (bkz. : mahcûb). |
hayâdîd |
: | حياديد |
(a. i. haydûd'un c.) : haydutlar, [uydurma kelimelerdendir]. |
hâyâ-hây |
: | هاياهوی |
(f. h. i.) : yas tutan kimsenin iniltisi; feryadı, (bkz. : hâyâhûy 2) . |
hâyâ-hûy |
: | هاياهوی |
(f. b. i.) : 1) çalıp eğlenmeden çıkan gürültü. 2) vaveyla, çığıltı, (bkz. : hâyâ-hây). |
hayâl |
: | خيال |
(a. i. c. : hayâlât) : 1) insanın kafasında tasarlayıp canlandırdığı şey. |
hayâl-i âşık-âne |
: |
âşıkcasına hayal. |
|
hayâl-i beşer |
: |
insan hayâli. |
|
hayâl-i hatâ |
: |
yanlış hayâli, yanlış bir şeyi tasarlama. |
|
hayâl-i sefid |
: |
beyaz hayal. |
|
hayâl-i teslim |
: |
teslim hayâli, teslim olmayı düşünme. 2) kuruntu. 3) karagöz oyunu. 4) gölgeli görünen şey. |
|
hayâlât |
: | خيالات |
(a. i. hayâl'in c.) : hayaller, hülyalar, (bkz. : hayâl). |
hayâlât-ı âliyyn |
: |
yüksek hayaller. |
|
hayâlât-ı askeriyye |
: |
askerlik hayalleri. |
|
hayâl-bâz |
: | خيال باز |
(a. f. b. i.) : hayal, daha çok, karagöz oynatan, (bkz. : hayalî). |
hayâlen |
: | خيالاً |
(a. zf.) : kafada tasarlayıp canlandırarak, hayal olarak. |
hayalet |
: | خيالت |
(a. i. c. : hayâlât) : göze görünen hayal, karaltı, görüntü. |
hayâl-hâne |
: | خيال خانه |
(a. f. b. i.) : vehim, kuruntu melekesi, * yetisi. |
hayalî |
: | خيالی |
(a. s.) : 1) hayâl'e mensup, hayâl ile ilgili. 2) karagöz oynatan, hayalci, fr. romantique. (bkz. : hayâl-bâz). 3) h. i. Kanunî Sultan Süleyman devrinin büyük şâirlerinden, biri. |
hayâliyyât |
: | خياليات |
(a. i. c.) : hayâle âit şeyler. |
hayâliyyûn |
: | خياليون |
(a. i. hayâlî'nin. c.) : romantik şâirler, yazarlar, fr. les romantîques. |
hayâl-perest |
: | خيالپرست |
(a. f. b. s.) : hayalci, hayal kuran, hayal peşinde dolaşan, dalgın. |
hayâl-perver |
: | خيالپرور |
(a. f. b. s.) : hayâle düşkün. |
hayamât |
: | خيمات |
(a. i. hayme'nin c.) . : (bkz. : hayme, hıyâm, hiyem). |
hayât |
: | حيات |
(a. i.) : dirilik, canlı-mâsumlukta ömür. |
hayât-ı alîl |
: |
hastalıklı hayat, hasta ömür. |
|
hayât-ı askeriyye |
: |
askerlik hayâtı. |
|
hayât-ı câvidânî |
: |
daimî hayat. |
|
hayât-ı husûsiyye |
: |
husûsî (* özel) hayat, şahsa âid hayat. |
|
hayât-ı insanî |
: |
insana âit hayat. |
|
hayât-ı ma'sûmâne-i tıflâne |
: |
çocuğa yakışacak masumlukta ömür. |
|
hayât-ı sahîha |
: |
esen hayat. |
|
hayât-ı takdîriyye |
: |
huk. hamlin, yânî rahimde bulunan çocuğun hayâtı, [bu cihetle hamil ölüm zamanında anası rahminde olmak ve sağ doğmak şartiyle vâris olur]. |
|
hayât-bahs |
: | حيات بخش |
(a. f. b. s.) : hayat bağışlıyan, hayat veren, yeni baştan zindelik kazandıran. |
hayât-efzâ |
: | حيات افزا |
(a. f. b. s.) : hayat artıran. |
hayât-engîz |
: | حيات انگيز |
(a. f. b. s.) : yaşatan, yaşamaya zorlıyan. |
hayatî, hayâtiyye |
: | حياتی ، حياتيه |
(a. s.) : hayâta, yaşayışa âit, hayatla ilgili. |
hayâtiyyât |
: | حياتيات حياتيون |
(a. i. c.) : biyoloji, fr. biologie. |
hayâtiyyet |
: | خيبت |
(a. i.) : canlılık. |
hayâtiyyûn |
: | خيبت زده |
(a. i. c.) : biyoloji bilginleri. |
haybet |
: | خيدر |
(a. i.) : mahrum ve me'yûs olma, mahrumluk. |
haybet-zede |
: | حيدره |
(a. f. b. s.) : kedere, sıkıntıya, mahrumluğa uğrıyan. |
Haydar |
: | حيدود |
(a. i.) : 1) arslan. (bkz. : esed, dırgam, gazenfer, şîr). 2) Hz. Ali. 3) cesur, yiğit adam. 4) erkek adı. |
haydar-ı kerrâr |
: |
döne döne hamle eden, saldıran. [Hz. Ali'nin vasıflarındandır]. |
|
haydara |
: |
(a. i.) : (bkz. : haydar). |
|
haydar-âne |
: |
(a. f. zf.) : haydarcasına, arslancasına; Hz. Ali'yi hatırlatır, andırır surette, (bkz. : gazanferâne, şîrâne). |
|
haydarî |
: | حيدری |
(a. i.) : 1) haydarlık, arslanlık. 2) eskiden giyilen kolsuz, kısa aba hırka, haydariyye. |
haydariyye |
: | حيدريه |
(a. i.) : hırka altına giyilen kolsuz ve kısa elbise. |
Haydûd |
: | حيدود |
(a. i. c. : hayâdîd) : dağ hırsızı, [kelimenin aslı Macarca'dır], |
hâye |
: | حيوان |
(f. i.) : 1) haya. 2) yumurta. |
hâye-i iblis |
: |
jeol. şeytan hayası denilen bir nevî taş. |
|
hayevân |
: | حيوان |
(a. i.) : (bkz. : hayvan). |
hâyende |
: | خاينده |
(f. s.) : ağızda çiğneyen, çiğneyici. |
hayevî |
: | حيوی |
(a. s.) : 1) yılana âit, yılanla ilgili. 2) fels. canlı, * dirimsel, fr. vital. [müen. "hayeviyye" dir], |
hayf, hayfa' |
: | حيف ، حيفا |
(a. e.) : 1) haksızlık, çevir, zulüm. 2) yazık ki, heyhat, vah!. |
hayıflanma |
: |
yanıp yakılma. |
|
hâygene |
: | خايگنه |
(a. i.) : kaygana denilen, yumurta ve un ile yapılan bir tatlı. |
hayır |
: | حاير |
(a. s.) : hayrette kalan, şaşıran, (bkz. : mütehayyir). |
hayır-hâh |
: | خير خواء |
(a. f. b. s.) : (bkz. : hayr-hâh). |
hâyic |
: | هايج |
(a. s.) : (bkz. : hâic). |
hayide |
: | خاييده |
(f. s.) : ağızda çiğnenmiş, ağızdan ağıza dolaşmış, bayat, köhne söz. |
hâyîde-gû |
: | خايده گو |
(f. b. i.) : hâyîde, bayağı söz söyliyen, bayağı şâir. |
hâyîde-suhen |
: | خاييده سخن |
(f. b. i.) : (bkz. : hâyîde-gû). |
Hâyih |
: | حايح |
(a. i.) : lazım olduğu halde bulunmayan nesne. |
Hâyik |
: | حايك |
(a. i.) : bez dokuyan, çulha. |
hayl |
: | خيل |
(a. i. c. : ahyâl, hüyûl) : 1) at. 2) at sürüsü. 3) atlı sürüsü. 4) zümre, takım, güruh. |
hayl-i adû |
: |
düşman sürüsü. |
|
hayl-i düşmen |
: |
düşman ordusu, düşman güruhu. |
|
Hayli |
: | خيلی |
(f. s.) : 1) epeyice, çokça. 2) bir takım. 3) zf. oldukça. |
Haylûlet |
: | حيلولت |
(a. i.) : yolu kapama, manî olma, araya girme. |
Hayme |
: | خيمه |
(a. i. c. : hayamât, hıyâm, hıyem) : çadır. |
hayme-i gerdûn-cenâb |
: |
gökyüzü kadar geniş bir meydana kurulmuş olan çadır. |
|
hayme-i kebûd (mavi çadır) |
: |
gök, semâ |
|
hayme-i ezrak (mavi çadır) |
: |
gök, semâ. |
|
hayme-gâh, -geh |
: | خيمه گاه ، خيمه گه |
(a. f. b. i.) : çadır kurulan yer. |
hayme-nişîn |
: | خيمه نشين |
(a. f. b. s. ve i.) : çadırda oturan, göçebe. |
hayme-nişinî |
: | خيمه نشينی |
(a. f. b. i.) : hayme nişinlik, göçebelik, çadırda oturma. |
haymî |
: | خيمی |
(a. s.) : çadır biçiminde olan. |
hayr |
: | خير |
(a. i.) : iyilik; iyi, faydalı iş; fayda. |
havr-i mukayyed |
: |
ahi. birine göre hayırlı olduğu halde, diğerine göre zararlı olan şey. |
|
hayr |
: | خير |
(a. s.) : iyi, faydalı, hayırlı,yarar. |
Hayr-ül-verâ |
: |
halkın, âlemin hayırlısı; Hz. Muhammed (Aleyhisselâm) |
|
hayr-ül-beşer |
: |
"insanların hayırlısı" : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm) |
|
hayr-ül-enâm |
: |
varlıkların hayırlısı; Hz. Muhammed (Aleyhisselâm) |
|
hayr-ül-halef |
: |
hayırlı oğul; halef. [Arapça'da, "babasından sonra kalan oğul" demektir]. |
|
hayran |
: | حيران |
(a. s.) : 1) şaşmış, şaşa kalmış, şaşırmış, (bkz. : hâir). 2) çok tutkun. |
hayranı |
: | حيرانی |
(a. i.) : hayranlık, şaşkınlık. |
hayrat |
: | حيرات |
(a. i. c.) : 1) sevap kazanmak için yapılan hayırlı işler, iyilikler. 2) sevap için kurulan müessese. Sâhib-ül-hayrât ve-l-hasenât : sevap işler ve güzel şeyler sahibi. |
hayr-endîş |
: | خيرانديش |
(a. f. b. s.) : hayırlı iş, iyilik düşünen. |
hayr-endîşâne |
: | خير انديشانه |
(a. f. zf.) : hayırlı iş düşünene yakışacak surette. |
hayr-endîşî |
: | خير انديشی |
(a. f. b. i.) : hayırlı iş düşünücülük. |
hayret |
: | حيرت |
(a. i.) : şaşma, şaşırma, şaşakalma, ne yapacağı bilmeme. |
hayret-i gam |
: |
gam şaşkınlığı. |
|
hayret-i sırfe |
: |
tam, hâlis bir şaşkınlık. |
|
hayret-bahş |
: | حيرت بخش |
(a. f. b. s.) : hayret veren, hayret verici. |
hayret-bahşâ |
: | حيرتبخشا |
(a. f. b. s.) : hayret veren. |
hayret-efzâ |
: | حيؤت افزا |
(a. f. b. s.) : hayret artıran, (bkz. : hayret-fezâ). |
hayret-engîz |
: | حيرت زا |
(a. f. b. s.) : hayret veren, hayret içinde bırakan. |
hayret- feza |
: |
(a. f. b. s.) : hayret veren, şaşırtan, (bkz. : hayret-efzâ). |
|
hayret-zâ |
: |
(a. f. b. s.) : hayret doğuran, şaşkınlık veren. |
|
hayret-zede |
: | حيرت زده |
(a. f. b. s.) : hayrete düşmüş olan, şaşa kalmış olan. |
hayr-hâh |
: | خير خواه |
(a. f. b. s.) : herkesin iyiliğini istiyen, iyilik-sever. |
hayr-hâhâne |
: | خير خواهانه |
(a. f. zf.) : hayırhah olana yakışacak surette, hayırhahlıkla, iyilikseverlikle. |
hayr-hâhî |
: | خير خواهی |
(a. f. b. i.) : hayırhahlık, iyilikseverlik. |
hayrî, hayriyye |
: | خيری ، خيريه |
(a. s.) : hayırla, iyilikle ilgili; uğur ve kutluluğa âit. |
hayr-uHah |
: | خير الله |
(a. b. s.) : "Allah'ın hayırlı ettiği" mânâsına gelen bir erkek adı. |
hayr-ül-beşer |
: | خير البشر |
(a. b. i.) : insanların en hayırlısı; Hz. Muhammed (Aleyhisselâm) |
hayr-ül-halef |
: |
(a. st.) : hayırlı evlâd. |
|
hays |
: | حيث |
(a. i.) : 1) îtibar, saygı. 2) ilgi. |
haysiyyet |
: |
onur, îtibar, değer. |
|
haysü |
: | حيثيث |
(a. zf.) : îtibâren, itibariyle Min hays-ül-mecmû' : mecmuu îtibâriyle, toptan. |
hayşûm |
: |
(a. i.) : anat. geniz. |
|
hayşûmî |
: | خيشومی |
(a. s.) : genize mensup, genizden gelen. |
hayt |
: | خيط |
(a. i. c. : ahyât. huyût) : 1) iplik, tire, lif. 2) tel. |
hayt-ı bâtıl |
: |
uzun ahmak. |
|
hayt-ı ebyaz |
: |
fecir zamanı ufukta beliren ve gittikçe artan sabah ağartısı. |
|
hayt-ı esved |
: |
fecir zamanı, yavaş yavaş silinen gecenin iplik iplik karanlığı. |
|
hayt-ür-rakabe |
: |
anat. mundar ilik, omurilik, fr. moelle epiniere. |
|
hayt-üş-şuâ |
: |
Güneş'in iplik gibi görünen ışınları. 3) anat. tel gibi olan organ. |
|
hayta |
: | خيطه |
(a. i.) : 1) urgan, ip, çadır ipi. 2) kazık; çadır kazığı. |
hayta-i hayme |
: |
çadır ipi; çadır kazığı. |
|
haytî |
: | خيطی |
(a. s.) : tel şeklinde olan. |
Haytiyye |
: | خيطيه |
(a. i.) : zool. ipsiler, fr. nematodes. |
hayû |
: | خيو |
(f. i.) : tükrük, salya. |
hayûnet |
: | حيونت |
(a. i.) : vakit yaklaşma. |
hayvan |
: | حيوان |
(a. i.) : 1) Canlılık , dirilik . 2) canlı şey . 3) insanı da içine alan bütün canlılar. 4) ahmak adam. |
hayvân-ı nâtık |
: |
(konuşan hayvan) : insan. |
|
hayvanât |
: | حيوانات |
(a. i. hayvân'ın c.) : hayvanlar. |
hayvânât-ı bahriyye |
: |
denizde yaşıyan hayvanlar. |
|
hayvânât-ı berriyye |
: |
karada yaşıyan hayvanlar. |
|
hayvânât-ı ehliyye |
: |
insana alışkın hayvanlar. |
|
hayvânât-ı ibtidâiyye |
: |
zool. tek hücreli hayvanlar. |
|
hayvânât-ı nakîa |
: |
sulu şeyler içinde gelişen hayvanlar. |
|
hayvânât-ı şibih nebâtiyye |
: |
* bitkimsi hayvanlar. |
|
hayvânât-ı tâliye |
: |
biy. çok hücreli hayvanlar. |
|
hayvânât-ı vahşiyye |
: |
vahşî, yabani hayvanlar. |
|
hayvani, hayvâniyye |
: | حيوانی ، حيوانيه |
(a. s.) : hayvanla ilgili, canlıya âit. |
hayvâniyyet |
: | حيوانيت |
(a. i.) : hayvanlık. |
hayy |
: | حی |
(a. i.) : 1) Allah'ın adlarındandır. 2) s. diri, canlı. |
hayyâk |
: | حياك |
(a. i. hâik'ın c.) : çulhalar. |
hayyâk-Allah |
: | حياك الله |
(a. n. cü.) : Allah ömrünü uzun etsin! |
hayyâl |
: | خيال |
(a. s. hayl'den.) : at yetiştiren, at terbiyecisi. |
hayyâl |
: | حيال |
(a. s.) : hîleci, dalavereci, (bkz. : haddâ', reng-âver). |
hayyâm |
: | خيام |
(a. i.) : 1) çadırcı. 2) h. i. îran'ın meşhur şâirlerinden Ömer Hayyâm'ın adı. |
havyât |
: | خياط |
(a. i.) : 1) dikici, terzi. |
hayyât-ı mahir |
: |
usta terzi. 2) (hayye'nin c. ) : yılanlar. |
|
hayyâtin |
: | خياطين |
(o. i. hayyât'ın c.) : dikiciler, terziler. |
hayyâtîn-i hâssa |
: |
tar. saray terzileri. |
|
hayye |
: | حيه |
(a. i. c. : hayyât) : yılan. |
hayye-i esved |
: | حيه |
kara yılan. |
hayye |
: | حی |
(a. n.) : toplanıp gelin. |
hayye-ale-s-salâ |
: |
toplanın namaza gelini |
|
hayye-ale-l-felâh |
: |
toplanın felaha gelin! |
|
hayyen |
: | حياً |
(a. zf.) : diri, canlı olarak. |
hayyen meyyiten |
: | حياً |
ölü ve diri [olarak]. |
hayyir |
: | خير |
(a. s. c. : ahyâr) : 1) Her zaman iyilik eden. 2) çok hayırlı. |
hayyiz |
: | حيز |
(a. i.) : 1) taraf, meydan, mekân, mevki. 2) fels. * uzam, fr. etendue, extension. |
hayyiz-i husul |
: |
hâsıl olma yeri. |
|
hayyiz-i tabîî |
: |
hek. göğüsü, içten iki müsâvî olmıyan kısma, ayıran zar. |
|
hayz |
: | حيض |
(a. i.) : aybaşı, [kadınlarda]. |
hayz-rân |
: | حيزران |
(t. i.) : hezaren, sıcak memleketlerde yetişen uzun yapraklı kamış. |
hayzûm |
: | حيزوم |
(a. i.) : hek. göğüs tahtası, îman tahtası, fr. sternum. |