has

: خس

(f. i.) : ot kırıntısı, çörçöp. Hâr ü has : çalı çırpı.

hasâd

: حسادت

(a. i.) : 1) ekin, çayır biçme, biçilme. 2) biçilmiş ekin. 3) ekin biçme zamanı, orak vakti, [kelime : "hısâd" şeklinde de kullanılır].

hasâdet

: حصادت

(a. i.) : hasudluk, hasedcilik.

hasâfet

:  

(a. i.) : 1) hükümde sağlamlık, kuvvet ve olgunluk. 2) rey sağlamlığı.

hasâil

: خصائل

(a. i. haslet'in c.) : hasletler, huylar, tabîatlar.

hasâis

: خصائص

(a. i. hâssiyyet'in c.) : bir şeye, birine has olan keyfiyetler; * nitelikler.. 

hasâis-i insâniyye

:  

insanlık hassaları.

hasâis

: خسائس

hasîse'ni c.) : kötü, fena, alçak tabîatler, huylar.

hasâle

: حثاله

(a. i.) : bot. bâzı çiçeklerin filkası, çeneği.

hasânet

: حصانت

(a. i.) : 1) bir bina veya başka yapının zaptolunamıyacak derecedeki sağlamlığı.

hasânet-i hisar

:  

hisarın, kalenin sağlamlığı. 2) temiz ve namuslu bulunma.

hasar, hasâret

: خسار ، خسارت

(a. i. c. : hasârât) : zarar, ziyan, (bkz. : hasâret)'.

haşarat

: خسارات

(a. i. hasarın c.) : zararlar, ziyanlar.

hasâr-dîde

: خسارديده

(a. f. b. s.) : hasara uğramış, zarar görmüş.

hasâret

: خسارت

(a. i. c. : hasârât) : zarar, ziyan, (bkz. : hasar, husr, husrân).

hasâret

: حشارت

(a. i.) : sıvık, sulu, şey, koyulaşıp katılaşma.

hasâse, hasâset

: خصاصه ، خصاصت

(a. i.) : ihtiyaç, yoksulluk, züğürtlük.

hasâset

: خساست

(a. i.) : 1) hasislik, tamahkârlık, pintilik, cimrilik, (bkz. : hisset). 2) alçaklık, bayağılık, [zıddı "asalet" dir].

hasat

: حصات

(a. i.) : 1) küçük taş, çakıl taşı. 2) çakıl taşları çok olan yer. 3) mesane, karaciğer, böbrek gibi yerlerde peyda olan taş.

hasât-ı bevliyye

:  

hek. böbreklerde ve sidik yollarında meydana gelen taş.

hasât-ı ihlîliyye

:  

hek. erkeklerde, sidik yollarında hâsıl olan taş.

hasât-ı kilyeviyye

:  

hek. böbreklerde hâsıl olan taş.

hasât-ı mesane

:  

hek. idrar kesesinde meydana gelen taş.

hasât-ül-em'â'

:  

hek. bağırsaklarda hâsıl olan taş.

hasb

: حسب

(a. zf.) : göre, nazaran, binâen, cihetiyle, gereğince, [aslı "miktar" mânâsına gelen "haseb" dir].

hasb-i hâl

:  

görüşüp derdleşme. (bkz. : hasbıhâl).

Hasbe

: حصبه

(a. i.) : hek. kızamık hastalığı, [kelime "hasebe" şeklinde kullanılır].

hasb-el-beşeriyye

: حسب البشريه

(a. zf.) : İnsanlık îcâbı olarak.

hasb-el-hamiyye

: حسب الحميه

(a. zf.) : hamiyet yüzünden, hamiyet îcâbı.

hasb-el-îcâb

: حسب الايجاب

(a. zf.) : durum dolayısiyle, durum îcâbı olarak.

hasb-el-iktizâ

: حسب الاقتضا

(a. zf.) : gerektiğinden dolayı, ötürü.

hasb-el-isti'dâd

: حسب الاستعداد

(a. zf.) : me'mûriyet dolayısiyle.

hasb-el-kader

: حسب القدر

(a. zf.) : kaderden.

hasb-el-lüzûm

: حسب اللزوم

(a. zf.) : lüzum dolayısiyle, gerektiği için.

hasb-el-ıne'mûriyye

:  

(a. zf.) : me’mûriyet dolayısiyle.

hasb-el-mevsim

: حسب الموسم

(a. zf.) : mevsime göre.

hasb-el-ubûdiyye

: حسب العبوديه

(a. zf.) : bendelik, kulluk îcâbiyle.

hasbet-en-liliah

: حسبة لله

(a. zf.) : Allah rızâsı için, Allah uğrunda, [hasbe kelimesinin aslı : ecir, sevâb mânâsına olarak "hisbe" dir].

Hasbî

: حسبی

(a. s.) : karşılıksız, parasız, bedava, (bkz. : fahrî).

hasbıhâl

: حسب حال

(a. b. i.) : görüşüp dertleşme; halleşme.

haseb

: حسب

(a. i.) : baba tarafından gelen şeref, asillik, soy temizliği, (bkz. : asalet), [zıddı "hasâset" dir].

hased

: حسد

(a. i.) : kıskançlık, çekememezlik, günü.

hasede

: حسده

(a. s. hâsid'in c.) : hased edenler, kıskananlar, çekememezlik edenler.

hasek

: حسك

(a. i.) : 1) kin. (bkz. : adavet). 2) savaş âletlerinden üç köşeli diken, demir dikeni.

hasele

: خثله

(a. i.) : hek. karnın, göbek ile kasık arasındaki kısmı.

hasen

: حسن

(a. s.) : hüsünlü, güzel. Vech-i hasen : güze! yüz. A'mâl-i hasene : güzel işler. [müen. "hasene" dir]. [Osmanlıcada erkek adı olarak "hasan" şeklinde kullanılır].

hasen-ül-hulk

:  

huyu güzel.

hasen-ül-vech

:  

güzel yüzlü.

hasen-üs-savt

:  

güzel sesli.

hasenat

: حسنات

(a. i. hasene'nin c.) : iyilikler, iyi haller, iyi işler, hayırlı işler. Sâhib-ül-hasenât : güzel şeyler meydana getirmiş olan. [zıddı "seyyiât" dır].

hasene

: حسنه

(a. i. c. : hasenat) : 1) iyilik, iyi hal, iyi iş, hayırlı iş. [zıddı "seyyie" dir]. 2) eski altın paralardan birinin adı.

Haseneyn

: حسنين

(a. h. i. c.) : "iki Hasanlar" : Hz. İmâm-ı Hasan ve Hüseyin.

hasf

: خسف

(a. i.) : 1) yere batma. 2) nuru, ışığı sönme; ayın tutulması, (bkz. : husuf).

haşhaşa

: حصحصه

(a. i.) : 1) açık, aşikâr olma. 2) bir şeyi başka bir şeyin içinde-iyice birleşmesi için- sallama.

hâsıb

: حاصب

(a. i.) : ortalığı toz toprak içinde bırakan şiddetli rüzgâr, tipi.

hâsıd

: حاصد

(a. i. ve s. hasâd'dan.) : hasâdeden, ekin biçen [adam], orakçı, (bkz. : has-sâd).

hâsıl

: حاصل

(a. s. husûl'den. c. : hâsılat) : husule gelen, husul bulan, peyda olan, olan, çıkan, üreyen, türeyen, biten.

hâsıl-l cem'

:  

 mat. birkaç sayının bir araya toplanmasından meydana geten yekûn, toplam.

hâsılı kelâm

:  

sözün kısası, kısacası, (bkz. : el-hâsıl)

hâsıl-ı ref

:  

mat. bir sayının bir veya birkaç defa kendisiyle çoğaltılmasından meydana gelen sayı.

hâsıl-ı tarh

:  

mat. bir sayının diğerinden çıktıktan sonra kalan kısmı.

hâsıl-ı zarb

:  

mat. * çarpım, fr. produit. [müen. "hâsıla"].

hâsılat

: حاصلات

(a. i. hâsıl'ın c.) : herhangi bir işten husule gelen şeyler, temettü', fayda, îrât, varidat, gelir, kazanç, [kelime, dilimizde müfret gibi kullanılır].

hâsılat- gayr-i sâfiyye

:  

gelirin hepsi.

hâsılat-ı sâfiyye

:  

masraf çıktıktan sonra kazanç olarak kalan hâsılat, net kazanç.

hasılat-ı seneviyye

:  

yıllık gelirler.

hâsın, hâsıne

: حاصن ، حاصنه

(a. s. c. hâsınât) : iffetli, şerefli, namuslu [kadın)].

hasır

: حاصر

(a. s. hasr'dan.) : hasreden, .muhasarada bulunan, etrafı kuşatan.

hasıra

: خاصره

(a. i.) : hek. boş böğür.

hasîb

: خصيب

(a. s.) : 1) ucuzluk, "bolluk yer. 2) hayır sahibi, eliaçık, cömert [adam].

hasîb

: حسيب

(a. s.) : 1) değerli, îtibarlı, soyu temiz, muhterem, saygın, şahsî meziyet sahibi [kimse], 2) i. muhasebeci, sayman. 3) i. erkek adı. [müen. "hasîbet"].

hâsib

: حاسب

(a. s.) : hesâbeden, hesâbedici.

Hâsid

: حاسد

(a. s. hased'den. c. : hasede. hussâd) : haset eden, kıskanan, kıskanç, (bkz. : hasûd).

hâsid-âne

: حاسدانه

(a. f. zf.) : hasetçesine, kıskanarak, kıskançlıkla, (bkz. : hasûd-âne).

hâsif

: خاسف

(a. s. husûf'dan.) : sararmış, rengi, parlaklığı kalmamış.

hasîf

: حصيف

(a. s.) : hasâfetli, aklı başında, olgun [adam], (bkz. : hasâfet).

hasîf-âne

: حصيفانه

(a. zf.) : hasâfetli, aklı başında, olgun adama yakışacak surette.

hasîfe

: حسيفه

(a. i.) : gizlenen kin ve düşmanlık, (bkz. : hasîke).

hasîke

: حسيكه

(a. i.) : (bkz. : hasîfe).

hâsim

: حاسم

(a. s.) : hasmeden, kat'eden, kesip atan. Hâkimi hâsim : bir kararı derhal hükme bağlıyan, kesip atan hâkim.

hasîm

: خصيم

(a. i. c. : husemâ) : iki düşmandan her biri.

hasîn

: حصين

(a. s. hısn'dan.) : müstahkem, kuvvetli, sağlam [yer]. Binâ-yî hasîn : sağlam yapı.

hasîr

: حسير

(a. s.) : 1) feri gitmiş, donuklaşmış [göz]. Basar-ı hasîr : fersiz, donuk göz. 2) hasret çeken, (bkz. : hâsir1, hasret-keş).

hâsir

: حاسر

(a. s. hasret'den.) : 1) hasret çeken, meramına nail olamıyan. 2) çıplak, silâhsız, eliboş, müdâfaadan âciz [adam], "hâib" kelimesiyle birlikte kullanılır].

hâsir

: خاسر

(a. s. hasâr'dan. hâsirîn. hâsirün) : zarara, ziyana uğrıyan.

hasîr

: حصير

(a. i.) : 1) hasır. 2) s. söyler veya okurken dili tutulan.

hasîr

: خسير

(a. s.) : (bkz. : hâsir).

hâsiren

: خسيراً

(a. zf.) : zarar gördüğü halde, ziyana uğrıyarak.

hâsirîn

: خاسرين

(a. s. hâsir'in c.) : zarara, ziyana uğrıyanlar. (bkz. : hâsirîn).

hâsirûn

: خاسرون

(a. s. hâsir'in c.) : zarara, ziyana uğrıyanlar. (bkz. : hâsirîn).

Hasîs

: خصيص

hisset'den) : 1) nekes, cimri, pinti. 2) alçak, değersiz, kıymetsiz; insanı küçülten. Hasîs menfaatlar.

hasîsa

: خصيصه

(a. i.) : kendine mahsus olup başkasında bulunmıyan keyfiyet, karakter.

hasise

: حسيسه

(a. i.) : kötü huy, fena tabîat.

hasiyy

: خصى

(a. s.) : hadım edilmiş,hayası çıkarılmış, burulmuş [insan veya hayvan]; iğdiş.

hasl

: حثل

(a. i.) : fena hal sahibi olma.

haslet

: خصلت

(a. i. c. : hısâl) : insanın yaradılışındaki huyu, tabîatı, mizacı.

haslet-i cemile

:  

güzel huy.

hasm

: حسم

(a. i.) : kesme, kesip atma, kesîn olarak hal ve fasletme.

hasm-ı da'vâ

:  

dâvanın halli.

hasm

: خصم

(a. i. ve s. c. : husûm) : 1) düşman, (bkz. : adû). 2) muhalif, karşı taraf.

hasm-i ca'lî

:  

huk. [eskiden], hakikatte hasım olmadığı halde, hasım imiş gibi hâkim huzurunda husûmeti kabul eden kimse.

hasm-ı ekber

:  

en büyük düşman, şeytan.

hasm-ı bîser ü pâ

:  

sefîl düşman.

hasm-i mütevârî

:  

huk. [eskiden] mahkemeye gelmekten ve vekil göndermekten çekinen ve korkan kimse.

hasm-âne

: خصمانه

(a. f. b. zf.) : düşmancasına.

hasmen

: حسما

(a. zf.) : kesîn karar ile halledip bitirmek suretiyle.

hasmî

: خصمی

(a. i.) : düşmanlık, (bkz. : husûmet).

hasnâ

: حصنی

(a. s.) : fazlasiyle namuslu olan. [kadın].

hasnâ-yi hüsnâ

:  

hem güzel, hem namuslu, [kadın].

hasnâ'

: حسناء

(a. s.) : güzel [kız veya kadın]. Arûs-i hasnâ : güzel gelin.

has-pûş

: خسپوش

(f. b. s.) : yalancı, hîlekâr, mürâî.

haspûşî

: خسپوشی

(a. s.) : riya, hîle.

hasr

: حصر

(a. i.) : 1) sıkıştırma, dar bir yerin içine alma. 2) hareketten menetme, etrafım çevirme. 3) mahsus kılma, kılınma, 4) vakfetme, tahsîs etme. 5) Zaman ayırma. 6) konuşurken veya; okurken tutulup kalma.

hasr-i iştigal

:  

bütün uğraşmayı bir şeye hasretme.

hasr-ı nazar

:  

bakışı bir tarafa veya noktaya dikme.

hasr

: خصر

(a. i.) : 1) böğür. 2) anat. bel.

hasreme

: حثرمه

(a. i.) : anat. üst dudağın alt dudak üzerine taşması.

hasret

: حسرت

(a. i.) : ele geçirilemiyen veya elden kaçırılan bir nîmete üzülüp yanma, iç çekme, inleme; üzüntü, iç sıkıntısı, keder, zahmet; eseflenme, göreceği gelme, özleyiş, (bkz. : iştiyak).

hasret-fiken

: حسرت فكن

(a. f. b. s.) : hasret düşüren, hasret döken.

hasrei-keş

: حسرتكش

(a. f. b. s.) : hasret çeken, özlemiş.

hasret-keşâne

: حسرتكشانه

(a. f. zf.) : hasret çekene yakışacak surette.

hasret-nâme

: حسرتنامه

(a. f. b. i.) : ed, ayrılık dolayısiyle yazılan mektup.

hasret-zede

: حسر تزدگان

(a. f. b. s. c. hasret. zedegân) : hasrete uğramış, hasrete düşmüş.

hasret-zede-gân

: حسرتزدگی

(a. f. b. s. hasret. zede'nin c.) : hasrete uğramış olanlar, hasrete düşmüş olanlar).

hasret-zede-gî

:  

(a. f. b. i.) : hasrete uğramış, hasrete düşmüş olma.

hâss

: حاس

(a. s. c. : havas) : 1) mahsus, * özel. İsm-i hâss : has isim, *özel ad. 2) hüküm darın kendine mahsus olan. 3) saf, hâlis. 4) tar. Osmanlı Imparatorluğu'nun eski devirlerinde, devletin büyüklerine ayrılan ve yıllık geliri yüzbin akçadan yukarı olan arazi.

hâss ü âm

:  

herkes.

hâss-ül-hâss

:  

en has, en güzel.

hâss

: حث

(a. s. hiss'den) : hisseden, duyan. [müen. "hasse" dir].

hass

: حس

(a. i.) : birini, bir işe teşvîk etme, kandırıp ayartma.

hass ü iğrâ'

:  

teşvik ve kışkırtma.

hass

:  

(a. s.) : 1) alçak, âdî. 2) i. marul.

hassâd

: خصاد

(a. s.) : ekin biçen, orakçı, (bkz. : hâsıd).

hassas

: حساس

(a. s. hiss'den.) : çok hisseden, pek çabuk ve kolay müteessir olan, alıngan, hisli, duygulu : Hassas bir kalb. Hassas terâzi : en ufak bir farkı gösteren [terazi].

hassâs-âne

: حساسانه

(a. f. zf.) : hassas, duygulu olana yakışacak surette.

hassâsiyyet

: حساسيت

(a. i.) : hassaslık, duygulu olma hali.

hasse

: حاسه

(a. i. hiss'den. c. : havâss) : 1) bir şeye mahsus olan kuvvet ve hal, duygu, ["hâss" in müennesidir],

hâsse-i lems

:  

elle dokunma kuvveti.

hâsse-i rü'yet

:  

görme kuvveti.

hâsse-i selîme

:  

sağ duyu, fr. bon sens.

hâsse-i sem'

:  

işitme kuvveti.

hâsse-i şemm

:  

koklama kuvveti.

Hâsseten

: خاصة

(a. zf.) : husûsî olarak, * özellikle, ayrıca, yalnız.

Hâssiyyet

: خاصيت

(a. i. c. : hasâis) : kuvvet, te'sir. [bir şeye mahsus olan].

hâssiyyet-i kat-ı hayât

:  

ölüm hassası; ölüm tesîri.

haste

: خسته

(f. s. c. : haste-gân) : hasta, rahatsız, sayrı.

haste-i bî-şifâ

:  

şifasız hasta.

haste-i gam-ı aşk

:  

aşk gamının hastası.

hâste

: خاسته

(f. s.) : 1) ayağa kalkmış. 2) uzanmış. Ber-hâste : ayaklanmış. Nev-hâste : yeni yetişen delikanlı; yeni yetme.

hâste

: خواسته

(f. s.) : istenilmiş, istenilen, (bkz. : matlûb).

haste-bend

: خسته بند

(f. b. i.) : kırık çıkık sarmıya yarıyan bağ, sargı, (bkz. : cebîre).

haste-gân

: خستگان

(f. s. haste'nin c.) : hastalar, rahatsızlar, sayrılar.

hâst-gâr

: خواستگار

(f. b. s.) : isteyici, istiyen. (bkz. : tâlib).

hâst-gâri

: خواستگاری

(f. b. i.) : isteyicilik, tâliplik.

haste-gî

: خستگی

(f. b. i.) : hastalık, rahatsızlık.

hasûd

: حسود

(a. s. hased'den.) : hasedçi, kıskanç, çekemiyen. El hasûd lâ yesûd : hasedçi kimse faydalanmaz ve onmaz, (bkz. : hâsid).

hasûd-âne

: حسودانه

(a. f. zf.) : hasûd olana yakışacak surette, hasetçilikle kıskançlıkla.

Hasûdî

: حسودی

(a. i.) : kasutluk, hasetçilik, kıskançlık.

hasûr

: حصور

(a. s.) : 1) tasadan gönlü daralan. 2) sır saklıyan. 3) mücâhede yoliyle evlenmiye ve kadınlara yaklaşmıya rağbet etmiyen. [Kur'an'da bu kelime ile "Hz. Yahya" vasıflandırılmıştır].

haşve

: حسوه

(a. i. c. : husevât. hus. vât) : azar azar, yudum yudum içme.

hâs

: خاش

(f. i.) : 1) kırıntı, döküntü, süprüntü. (bkz. : hâşâk). 2) şiddet, kızgınlık.