hâr

: خار

(f. i.) : diken.

hâr-ı fürkat

:  

ayrılık dikeni.

hâr-ı Üştür

:  

bot. devedikeni.

har

: خر

(f. i.) : eşek. (bkz. : himâr, merkeb).

har-ı deşti

:  

yaban eşeği.

har-ı Îsâ

:  

peygamberin eşeği.

hâr

: خوار

(f. s.) : 1) hor hakir, aşağı, bayağı. 2) yiyici, yiyen. Merdüm-hâr (insan yiyen) : yamyam. Mey-hâr, Meyhâr : içki içen, sarhoş. Şîr-hâr (süt içen) : küçük çocuk. Gam-hâr : kederli, sıkıntılı.

hâr

: هار

(a. s.) : yıkılmış, (bkz. : mün-hedim).

hârâ

: خارا

(f. i.) : 1) jeol. pek katı taş, mermer. 2) üzeri menevişli kumaş, (bkz. : hâre1,2).

harâb

: خراب

(a. s.) : 1) yıkık, viran.

harâb-ı gam

:  

gamın harâbı gamla harâbolan. 2) geçkin sarhoş, [müen. "harabe" dir].

harâb-âbâd

: خراب آباد

(f. b. s.) : haraplıkla dolu yer, tam harabe.

hârâbat

: خرابات

(f. i. harâbe'nin c.) : 1) harabeler, viraneler. 2) meyhaneler. 3) Ziya Paşa'nın meşhur üç ciltlik antolojisi, [birinci mânâsı bizde kullanılmaz].

harabati

: خراباتی

(f. i. c. : harâbâ tiyân) : 1) hârâbata mensûbolan, vaktini meyhanede geçiren. 2) s. süflî, pejmürde [adam].

harâbâtiyân

: خراباتيان

(f. b. i. harâbâtî'nin .) : vaktini meyhanede geçirenler, meyhane adamları.

harabe

: خرابه

(a. s.) : 1) eski binaların yıkıntısı. 2) çok harap ev. (bkz. : vîrâne).

harâbe-nişîn

: خرابه نشين

(a. f. b. s.) : harap yerlerde, viranede oturan.

harâbe-zâr

: خرابه زار

(a. f. b. i.) : viranelik.

harâbî, harâbiyyet

: خرابی ، خرابيت

(a. i) : 1) haraplık, viranlık, ["harâbiyyet" kelimesi yanlış olmakla beraber kullanılmıştır]. 2) [birinci kelime] okun, nişanın önüne vurarak sıçrayıp nişane isabet etmesi.

harâc

: خراج

(a. i.) : 1) vaktiyle Müslüman olmıyan teb'adan alınan vergi, 2) haraç mezat satılığa çıkarma.

harâe-ı mukaseme

:  

arâzî-i harâciyye mahsullerinden onda birden yarısına kadar alınan vergi.

harâc-ı muvazzaf

:  

arâzî-i harâciyye üzerine yerin tahammülüne göre, maktûiyet veçhile tâyin olunan vergi.

harâc-güzâr

: خراجگذار

(f. b. s.) : haraç verici.

harâhir

: خراخر

(a. i. harhara'nın c.) : 1) horlamalar [uykuda]1) 2) hek. akciğeredn geler hırıltılar.

harâib

: خرائب

(a. i. harîbe'nin c.) : bir kimsenin geçineceği şeyler.

harâid

: خرائف

(a. i. harîde'nin c.) : 1) kızoğlankızlar. 2) delinınemiş inciler.

harâid

:  

(a. i. harîfe'nin c.) : ev için güz hazırlıkları.

harâit

: خرائط

(a. i. harîta'nın c.) : (bkz. : harîta).

haram

: حرام

(a. s.) : 1) şerîatçe, dince yasak edilmiş şey. 2) tecâvüz edilmesi, dokunulması men'edilen, kutsal, mübarek. Beyt-i haram : Mekke'deki Kabe. Mescid-i haram (kutsal mescid) : Kâbe-i Mükerreme'nin bulunduğu ibâdetgâh. Şehr-i haram : haram ayı. [İslâmdan önceki zamanda, Arapların, birbirleriyle savaşı yasak olan ay, Muharrem ayı].

harami

: حرامی

(a. s.) : hırsız, haydut, yolkesen. (bkz. : kutta-ül-tarîk).

harâm-zâde

: حرام زاده

(a. f. b. s.) : piç [çocuk], (bkz. : veled-i gayr-i meşru', veled-i zina).

hararet

: حرارت

(a. i.) : 1) sıcaklık, (bkz. : germi).

harâret-i hevâ

:  

 havanın sıcaklığı. 2) susuzluk. 3) ateş, yanma, fiyevr, fr. fievre.

harâret-i gariziyye

:  

vücûdun normal harareti. [Arapça terkiplerde kelimenin yazılış şekli "ha-râre" dir],

harâret-bin

: حرارت بين

(a. f. b. i.) : hararet derecesini gösteren âlet.

harâs

: خراس

(f. i.) : hayvanla döndürülen değirmen.

harâs-i harâb

:  

(harap değirmen) : dünyâ.

haras

: خرس

(a. i.) : 1) dilsiz olma 2) dilsizlik.

harâset

: خراثت

(a. i.) : (bkz. : filâhat, hirâset).

harâş

: خراش

(f. i.) : hayvan ile döndürülen değirmen

harâşe

: خراشه

(a. i.) : 1) talaş. 2) terementi.

harâsif

: خراشف

(a. i. harşef'in c.) : 1) pul pul olan şeyler, balık pulları. 2) yapraklan balık puluna benziyen enginar gibi bitkiler, nebatlar.

hârâ-şikâf

: خارشكاف

(f. b. s.) : 1) mermer yarıcı, yaran. 2) üzeri menevişli kumaş.

harâtîn

: خراطين

(a. i.) : zool. soğulcan.

harâtîn-i hâssa

: خراطين خاصه

(a. b. i.) : tar. Topkapı sarayında bir sınıf sanatkârların adı. [ağaç ve demir eşyayı tesviye ederlerdi; aşağı yukarı tornacılıktır. Bileziklerden çarklara ve silâh yivlerine kadar her şeyi yaparlardı],

harâtîniyye

: خراطينيه

(a. s.) : zool. halka biçiminde, halka gibi olan, halkalılar, (bkz. : halkaviyye).

harâzet

: حراضت

(a. i.) : derdin, hastalığın uzayıp gitmesi, müzminleşmesi, kronik bir hal alması.

harb

: حربه

(a. i. c. : hurûb) : cenk, kavga, döğüş, savaş. Bilâ-harb : savaşsız, savaş açmadan. Divân-ı harb (harp dîvanı) : askerî mahkeme. Erkân-ı harb : * kurmay. Fenn-i harb : savaş bilgisi. İ'lân-ı harb : savaş açma. Meydân-ı harb : savaş meydanı. Yâver-i harb : büyük kumandan, emir subayı. Dâr-ül-harb : savaş yeri, islâm elinde olmıyan yerler, (bkz. : cidal, perhâş).

harb-i umûmî

:  

(* genel savaş) : birinci cihan harbi (1914) .

harba

: حربه

(a. i.) : Güneş ışığının bulutlara vurması.

harbak

: خربق

(a. i.) : bot. Zanbak fasilesinden, beyaz ve siyah renklerde iki nevi bulunan bir * bitki.

har-bân

: خربان

(f. i.) : eşekçi.

harbat

: خربط

(f. i.) : 1) iri kaz. 2) s. ahmak. 3) s. kalıbı kıyafeti yerinde olduğu halde aklı kıt olan kimse.

harb-cû

: حربجو

(a. b. s.) : savaş ariyan, kavga çıkarmıya istekli olan.

harbe

: حربا

(a. i.) : 1) kısa mızrak, süngü. 2) (bkz. : harbî2) .

harbele

: حربله

(f. i.) : kuyudan su çekmeğe mahsus dolap, bostan dolabı.

harben

: خربنده

(a. zf.) : harbetmek suretiyle, savaşarak, döğüşerek.

har-benda

: خربنده

(f. b. i.) : 1) eşek, katır gibi yük hayvanlarına bakan [kimse], seyis. 2) tar. saray katırcıları. [Selçûkîlere âit târihî bir ünvân].

harb-gâh

: حربگاه

(a. f. b. i.) : harb yeri, savaş meydanı.

harbî

: حربی

(a. s.) : 1) harbe mensup, harble ilgili. 2) i. harbe, tüfek doldurmıya, en çok temizlemiye yarıyan demirden veya ağaçtan yapılmış çubuk, [aslı "harbe" dir].

harbiyye

: حربيه

(a. s.) : T. harbe mensup, harble ilgili. Fünûn-i harbiyye : savaş bilgileri. 2) [eski] harb okulu.

harbiyye nezâreti

:  

Osmanlı hükümet erkânı meyânında millî müdâfaa vekâleti, * savunma bakanlığı.

harbüz, harbüze

: خربز ، خربزه

(f. i.) : kavun, karpuz.

harbüze-i Hindi

:  

Karpuz.

harbüze-i Rûbah

:  

ebûcehil karpuzu, (bkz. : hanzal).

harbüze-fürruş

: حربزه فروش

(f. b. i.) : kavun karpuz satan adam.

harbüze-zâr

: خربره زار

(f. b. i.) : kavun, karpuz bostanı.

harc

: خرج

(a. i.) : 1) vergi 2) sarf, gider, bir iş için kullanılan madde.

harc-ı âlem, harc-i âmin

:  

herkese, her keseye elverişli.

harc-i râh

:  

yol harcı, yol masrafı.

harçeng

: خرجنگك

(f. i.) : zool. yengeç.

hâr-cîn

: خارچين

(f. b. s.) : diken toplıyan, cımbız.

hardal

: خردل

(a. i.) : hardal, sofrada iştaha açmak için kullanılan mâcunumsu madde.

hardala

: خردله

(a. i.) : hardal tanesi.

hâre

: خاره

(f. i.) : 1) sert taş, kaya. 2) meneviş; menevişli kumaş, (bkz. : hârâ 1,2) .

hâre

: خواره

(f. i.) : yiyecek, yiyinti.

harekât

: حركات

(a. i. hareket'in c.) : 1) (bkz. : hareket).

harekât ve sekenât

:  

(tavırlar ve hareketler) : gidişat. 2) askerî manevra.

harekât-ı harbiyye

:  

ask. savaş hareketleri.

harekât-ı müştereke

:  

müşterek, beraber davranışlar.

harekât-ı nâ-pesendâne

:  

hoşa gitmiyen hareketler.

harekât-ı selâse

:  

gr. hecelerin üç hareke (e, i, o) ile okunuşu.

hareke

: حركه

(a. i. c. : harekât) : gr. Arapça ve Osmanlıca bir harfin nasıl okunacağını gösteren ve "üstün : fetha = e"; "esre : kesre=ı, i"; "ötre : zamme = o, ö, u, ü" denilen işaretlerden herbiri, vokal.

hareket

: حركت

(a. i. c. : harekât) : 1) sarsıntı, deprem, (bkz. : zelzele).

hareket-i arz

:  

yer sarsıntısı, deprem. 2) kımıldama, oynama, yer değiştirme. 3) iş işleme, iş görme, davranma. 4) tavır, tarz, muamele, gidiş. 5) yola çıkma, (bkz. : azîmet). 6) [eskiden medreselerde bir derece. 7) müz. armonide sesten sese gitme.

hareket-i dâhil

:  

tar. Kanunî zamanında Süleymâniye Medresesinin binasından sonra on ikiye çıkarılan tarîk-i tedrîs (okutma yolu) silsilesinin dördüncü mertebesindeki müderrislerine verilen bir unvan. .

hareket-i devrâniyye

:  

noktalarının hepsi düzeyleri sabit bir mihvere dikey dâireler çizen cismin hareketi.

hareket-i dîdânî

:  

(bkz. : hareket-i dûdîyye).

hareket-i dûdiyye

:  

zool. soğulcan gibi hayvanların büzülmesi hâli. (bkz. : hareket-i dîdâniyye).

hareket-i gayr-i ihtiyâriyye, hareket-i gayr-i irâdiyye

:  

istemiyerek yapılan hareket.

hareket-i gayr-i muntazama

:  

intizamsız, düzensiz hareket.

hareket-i hâriç

:  

tar. Kanunî zamanında Süley-mâniye Medresesi'nin binasından sonra on ikiye çıkarılan tarîk-i tedrîs (okutma yolu) silsilesinin ikinci mertebesindeki müderrislerine verilen bir unvan.

hareket-i kasriyye

:  

fiz. bir haricî sebep te'siriy. le meydana gelen hareket, (bkz. : hareket-i müktesebe ).

hareket-i mör'iyye

:  

koz. gerçekte bulunmadığı halde var imiş gibi görünen hareket, (bkz. : hareket-i zâhiriyye).

hareket-i mutlaka

:  

fiz. hareketli noktanın, hareketsiz noktalara göre hareketi.

hareket-i muttasıla

:  

fiz. dâima bir tarafa yönelen cismin hareketi, [aksi olursa, hareket-i munfasıla denir].

hareket-i müktesebe,

:  

(bkz. : hareket-i kasriyye).

hareket-i müstakime

:  

fiz. doğru bir çizgi üzerinde olan hareket.

hareket-i müstedîre

:  

fiz. bir münhani (eğri) yi tâkîben vâki olan hareket, * dairesel hareket.

hareket-i mütehavvile

:  

fiz. türlü sebeplerden dolayı eşit zamanlarda aldığı mesafelerde çoğalan veya azalan noktanın hareketi.

hareket-i mütesâviye

:  

fiz. müsâvî, (*eşit), zamanlarda müsavî (eşit) mesafe alan noktanın hareketi, düzgün değişen hareket.

hareket-i zâhiriyye

:  

(bkz. : hareket-i mer'iyye).

harekî

: حركی

(a. s.) : fels. fr. cinetique.

harekiyyât

: حركيات

(a. i. c.) : fiz. kinematik, fr. cinematique.

harem

: حرم

(a. i.) : 1) herkesin girmesine müsâade edilmiyen, saygıdeğer ve kutsal yer. 2) Hac zamanında ihrama girilen yerden îtibâren Kabe'ye doğru olan kısım, [aksi "Hill" dir]. Şeyh-ül-harem : Medîne şehri ve civarının muhafızı [Osmanlı İmparatorluğunda].

Harem-i Şerif

:  

Kabe ve civarı. 3) [evvelce] büyük İslâm konaklarında bulunan kadınlar dâiresi.

harem-i hümâyûn

:  

pâdişâh sarayında kadınlar dâiresi. 4) nikâhlı kadın, zevce, (bkz. : haille).

harem-i yâr

:  

sevgilinin haremi, odası.

harem

: خرم

(a. i.) : ed. "mefâilün"den meyi atarak "fâilün" kelimesini "mef'ûlün" e çevirme, (bkz. : ahrem).

haremeyn

: حرمين

(a. i. c.) : 1) Mekke-i Mükerreme ile Medîne-i Münevvere.

haremeyn-i şerifeyn

:  

Mekke'deki Kabe ile Medine'deki "Ravza-i Mutahhara". 2) [eskiden] ilmiye sınıfının Mısır payesinden sonra, İstanbul payesinden evvel nail oldukları büyük rütbe.

harem-serây

: حرمسرای

(a. f. b. i.) : 1) harem dâiresi. 2) cami içi.

harest

: خرس

(a. i.) : dilsizlik, (bkz. : ebkemiyyet).

harf

: حرف

(a. i. c. : hurûf) : 1) alfabeyi meydana getiren işaretlerden her biri, bu işaretlerden birini gösteren mâdeni küçük matbaa kalıbı. 2) söz, lâkırdı.

harf-i âb-dâr

:  

güzel ve manâlı söz.

harf-i atf

:  

gr. iki kelime veya cümleyi bir hükümde toplıyan, birini ötekine bağlıyan.

harf-i cerr

:  

gr. isimleri kesreli, yâni esreli okutan, şu yirmi harf : [bâ, min, ilâ, an, lam, alâ, fî, kaf, hattâ, rübbe, vâv-ı kasem, tâ-i kasem, hâşâ, müz, münz, adâ, key, levlâ, halâ, lealle].

harf-i nâsıb

:  

gr. : dâhil olduğu muzârî fiilin nihayetini üstün okutan dört harften herbiri.

harf-i vâhid

:  

hiçbir harf, hiç bir söz.

harf-i lâid

:  

kelimenin bâzı tasrifinde düşen harf, fazla harf.

harf

: خرف

(a. i.) : yemiş toplama.

harf-âşinâ

: حرف آشنا

(a. f. b. s.) : harfleri birbi.ri.nden ayırabilen, harfleri tanıyan.

harf be harf

: حرف بحرف

(a. zf.) : olduğu gibi, aynen, aslından ayrılmaksızın.

harf-endâz

: حرف انداز

(a. f. b. s.) : söz atan, haysiyete dokunucu söz söyliyen.

harf-endâzi

: حرف اندازی

(a. f b. i.) : söz atıcılık.

harf-gîr

: حرف گير

(a. f. b. s.) : her işte ayıp ve noksan ariyan.

harf-gîrî

: حرف گيرى

(a. f. b. i.) : her işte ayıp ve noksan arayıcılık.

har-gâh, har-geh

: حرگاه ، خرگه

(f. i.) : büyük çadır, otak.

hargâh-ı mâh

:  

hâle, ay ağılı.

hâr-gâr

: خوار گار

(f. b. s.) : hakaret edici, eden. [müen. "hâr-gâre" dir].

har-gele

: خرگله

(f. b. i.) : 1) eşek sürüsü. 2) s. terbiyesiz, azılı kimse. [Farsça'da "har = eşek, gele = sürü"].

hargûş

: خرگوش

(f. i.) : tavşan. Hâb-ı hargûşî : tavşan uykusu, hafif uyku.

hargûşek

: خرگوشك

(f. i.) : tavşan yavrusu.

hârhâr

: خارخار

(f. i.) : 1) gönül üzüntüsü, yürek sıkıntısı. 2) devamlı istek. 3) sürekli kaşıntı.

harhara

: خرخره

(a. i. c. harâhir) : 1) sürekli horultu. 2) sürekli hırıltı.

harhişe

: خرخشه

(f. i.) : gürültü, patırtı, kavga.

hârık

: خارق

(a. s.) : yırtıcı, yırtan.

hârık-ı âde

:  

âdeti yırtan, âdetin dışarısında, harikulade; yalancı.

hârık

: حارق

(a. s.) : 1) yakan, yakıcı, (bkz. : muhrik). 2) yanan, tutuşmuş.

hârıs

: حارص

(a. s.) : hırslı olan. (bkz. : harîs).

harısa

: حارصه

(a. i.) : insanın başında veya yüzünde kan çıkmıyacak derecede peyda olan yara. 

harî

: حری

(a. s.) : lâyık, müstahak, ["ahıra" kelimesi daha çok kullanılır], (bkz. : bercâ, ;espân, şâyeste).

hârî

: خواری

(f. i.) : horluk, hakirlik.

hârib

: هارب

(a. s.) : kaçan, firar eden.

harîb

: حريب

(a. s.) : yağma olunmuş, soyulmuş, talan edilmiş.

hârib

: خارب

(a. s. harâb'dan.) : 1) yıkan, harabeden. 2) haydut, yol kesen.

haribe

: حريبه

(a. c. harâib) : bir kimsenin geçineceği şey.

hâriç

: خارج

(a. i.) : 1) dış, dışarı. 2) dışarı çıkan, dışarda, dışta. 3) hiç ilgisi olmıyan kimse. Hareket-i hâriç. İbtidâ-i hâriç : medrese yolunda ilk rütbeler.

hâriç an-il merkeziyyet hesabı

:  

 top. üzerinde âlet kurulamıyan, fakat rasat yapılması gereken bir noktanın yerine o nokta civarındaki başka belli bir nokta üzerinde âlet kurmak suretiyle yapılan rasatların ilk noktaya ircaı hesabı, merkeze irca metodu.

hâriç ez memleket

:  

huk. bir memlekette iken hükmen başka bir memlekette sayılan.

hâric-i kısmet

:  

mat. bölüm, [bölme işleminden sonra arta kalan sayı].

hâric-i vatan

:  

vatanın dışı.

hâriç

: حارج

(a. s.) : suç'lu günah istemiş.

hariç

: حريج

(a. s.) : 1) dar, ensiz. 2) kuşatılmış, (bkz. : mahsur).

haricen

: خارجا

(a. zf.) : hâriçten, dıştan, dışarıdan.

haricen mersum dâire

:  

geo. * çokgenin köşelerinden geçen dâire.

haricen mersum mudallâ

:  

geo. * dış çokgen. 

haricen mümâs dâire

:  

geo. dış * teğet dâire.

haricî

: خارجی

(a. s.) : 1) hârice, ışarıya mensup, hâriçle ilgili. 2) far. vaktiyle Hz. Ali'ye ısyân eden cemâat ferdlerinden herbiri.

Hâriciyye

: خارجيه

(a. i.) : 1) dış siyâset işleri, dışişleri. 2) ameliyatla tedavi edilen-hastalıklar, dış hastalıklar. 3) s. hâriçle ilgili.

hârid

: حارد

(a. s.) : öfkeli, hiddetli, kızgın.

harîd

: حريد

(a. s.) : tek; ayrı.

harîd

: خريد

(f. i.) : satınalma. 

harîdâr

: خريدار

(f. b. s.) : satınalıcı. 

harîde

: خريده

(f. s.) : satın alınmış..

harîd, harîde

: خريد ، خريده

(a. i. c. ; harâid) : 1) kızoğlankız. 2) delinmemiş inci.

hârif

: خارف

(a. s.) : yemiş toplıyan.

harîf

: حريف

(a. i. hirfet'den c.) : 1) meslekdaş, san'at arkadaşı, (bkz. : hirfet). 2) herif, âdî ve bayağı adam. 3) teklifsiz dost.

harîf

: حريف

(a. i.) : sonbahar, güz.

harîf-âne

: حريفانه

(a. f. zf.) : esnafça, herkes masraftan kendi hissesini vererek, ortaklaşa yapılan ziyafet, [yanlış olarak "arifane" kelimesi daha yaygındır].

harîfe

: خريفه

(a. e. : harâif) : ev için sonbahar hazırlığı.

harîfî

: خريفی

(a. s.) : sonbaharla, güzle itgili.

harîk

: خريق

(a. i.) : yangın, ateş. (bkz. : hârika).

harîk

: حريك

(a. s.) : erkekliği olmıyan [adam], (bkz. : innîn).

harika

: حريقه

(a. i.) : 1) bulamaç[yemek]; yulaf ve şâire lapası. 2) acı, sızı.

hârika

: خارقه

(a. s. c. : havârık) : imkânların üstünde olup, insanda hayret uyandıran şey. (bkz. : mu'cize).

hârika

: حارقه

(a. i.) : ateş, od. (bkz. : harîk, nâr).

hârika-i sevda

:  

aşk ateşi.

hârikat

: خارقات

("ka" uzun okunur. a. s. hârika'nın c.) : insanda hayret uyandıran şeyler, şaşılıp kalınacak şeyler.

hârikavî

: خارقوی

(a. s.) : hârika gibi, hârika nevinden.

hârik-ül-âde

: خارق العاده

(a. zf.) : âdetin üstünde, hâricinde.

harîk-zede

: حريقزده

(a. f. b. s. harîk-zedegân) : evi veya eşyası yanmış kimse, yangına uğramış, yangından zarar görmüş.

harîk-zede-gân

: حريقزدگان

(a. f. b. s. harik-zede'nin c.) : yangına uğramış kimseler, yangından zarar görmüşler.

harım

: خريم

(a. s.) : saygısız, çekinmez, kayıtsız [adam].

harîm

: حريم

(a. s.) : 1) biri için kutsal olan şeyler. 2) i. harem dâiresi, harem. 3) i. evin içi gibi başkasına kapalı olan yer. 4) i. bir evin civarı. 5) i. avlu. 6) i. ortak, şerik. 7) i. hacıların, haç zamanında büründükleri örtü.

harîm-i hâss

:  

büyük bir zâtın kendi dâiresi.

harîm-i ismet

:  

mukaddes ocak, namus ocağı. 

harîm-i kâ'be-i aşk

:  

aşk kâbesinin harîmi, gizli ve mukaddes bucağı.

harîme

: حريمه

(a. i.) : kişinin dilediği gibi kullanabilecek hakka mâlik olduğu malı.

harîr

: حرير

(a. i.) : 1) ipek : Câme-i harîr : ipek elbise, ipek çamaşır. Dûd-i harîr : ipek-böceği. 2) s. hararetli, ateşli. Kalb-i harîr : ateşli kalb.

harîrî, harîriyye

: حريری ، حريريه

(a. s.) : 1) ipekle ilgili, ipekten yapılmış; ipek gibi yumuşak. Akmişe-i harîriyye : ipek kumaşlar. 2) güzel sanatlarda kullanılan ve Semerkand'da ipekten yapılan bir kâğıt cinsi, [tezhip, hat minyatür v. b.].

Harîrivye

: حريريه

(a. h. i.) : tas. Sofiyenin büyüklerinden Seyyit Ahmed-ür-Rufâî tarafından kurulan Rufâiyye tarikatının şubelerinden biri. [kurucusu : Ebü-l-Hasan Aliyy-ül-Harîrî'dir].

haris

: حارث

(a. i. hars'dan.) : harâset eden kimse, çiftçi, ekinci.

hâris-i gayur

:  

gayretli, çalışkan çiftçi.

haris

: حارس

(a. s. hirâset'den) : muhafız, bekçi, gözcü; koruyan, koruyucu, (bkz. : dîde-bân, pâs-bân).

hâris-i vatan

:  

vatanın bekçisi, koruyucusu.

harîs

: حريص

(a. s. hırs'dan.) : hırslı,.tamahkâr, bir şeye çok düşkün, lüzumundan fazla istekli.

harîs-i mâl

:  

mal canlısı. 

harîs-i şöhret

:  

şöhret düşkünü.

harîs-i câh

:  

mevki, rütbe düşkünü.

haris

: حارص

(a. s.) : son derece hırslı olan.

harîs-âne

: حريصانه

(a. zf.) : harîscesine harise yakışacak surette.

hâr-istân

: خارستان

(f. b. i.) : dikenlik, çalılık, (bkz. : hâr-zâr).

hâriş

: خارش

(f. i.) : kaşıma, kaşınma.

harita

: خريطه

(a. i. c. : harâit) : 1) bir yerin coğrafî durumunu bildiren çizgiler, harta. 2) kulplu kese, dağarcık.

harîz

: حريض

takatsiz [kimse].

harîz

: حريز

(a. s.) : hıfzolunmuş, saklanmış, (bkz. : mahfuz).

hârizm

: خوارزم

(f. h. i.) : Amuderyâ'nın aşağı mecrasının her iki tarafında bulunan ülkenin ve bu ülkede XIII. aşıra kadar dilini muhafaza ederek yaşamış olan bir şarkî Iran kavminin-adıdır.

hark

: خرق

(a. i.) : 1) yarıp yırtma, yırtılma. 2) su akacak yarık, ark.

hark

: حرق

(a. i.) : yakma. (bkz. : ihrâk).

harkafa

: حرقفه

(a. i.) : anat. kalça kemiği, oyluk kemiğinin başı.

harkafî

: حرقفی

(a. s) : anat. kalça kemiğine âit, kalça kemiğiyle ilgili.

har-kürre

: خركره

(f. b. i.) : eşek yavrusu, sıpa. ["kürre-har"] : yavvru eşek.

harmel

: حرمل

(a. i.) : kot. üzerlik otu.

harmen

: خرمن

(f. i.) : harman, [aslı "hirmen" dir].

harmen-gâh

: خرمنگاه

(f. b. i.) : harman yeri.

har-meniş

: خرمنش

(f. b. s.) : eşek tabiatlı.

har-mühre

: خرمهره

(f. b. i.) : katır boncuğu.

har-nâme

: خر نامه

(f. b. i.) : Şeyhî'nin başından geçen bir vaka üzerine tanzîm ettiği "satyrique" bir manzum eseri.

harnûb

: خرنوب

(a. i.) : keçiboynuzu [yemiş], (bkz. : harrûb).

hâr-püşt

: خرپشت

(f. b. i.) : "diken sırtlı", mec. kirpi.

harpüste

: خرپشته

(f. s.) : harpuşta, balıksırtı biçiminde olan.

harr

: حر

(a. i. c. : harûr) : hararet, sıcaklık, sıcak.

harr-ı şedîd

:  

şiddetli hararet.

harr-ı temmuz

:  

temmuzun sıcaklığı, temmuz sıcağı.

hârr, hârre

: حار ، حاره

(a. s.) : hararetli, kızgın, sıcak, yakıcı. Bilâd-ı hârre : sıcak memleketler. Ekalimi harre : sıcak iklimler, tropikal bölgeler. Mıntaka-i hârre : coğr. Isı kuşak

harrâk

: حراق

(a. i.) : hek. pehlivan yakısı.

harrâka

: حراقه

(a. i.) : [evvelce] düşman gemilerini ve şehirlerini ateşlemek üzere, yakıcı âletlerle bezenmiş olan harb gemisi.

harrân

: حران

(a. i.) : müz. Türk müziğinin eski mürekkep makamlarından olup en az beş asırlıktır, elde hiç bir numunesi yoktur.

harrâs

: حراث

(a. i. harâset'den.) : ekinci, çiftçi, toprağı işleyip ekin eken. (bkz. : fellâh1) 

harrât

: خراط

(a. s.) : çıkrıkçı, doğramacı.

harrûb

: خروب

(a. i.) : keçiboynuzu, [yemiş], (bkz. : harnûb).

hars

: خروب

(a. i.) : 1) tarla sürme. 2) kültür. [Fransızca "culture" karşılığı].

harşef

: حرشف

(a. i. c. : harâşif) : 1) balık pulu. 2) enginar. 3) kalkan balığı.

harşefî

: حرشفی

(a. s.) : balık pulu şeklinde olan.

harşûf

: حرشوف

(a. i.) : bot. enginar, (bkz. : harşef 2).

hart

: خراط

(a. i.) : el ile ağaç dallarından yöprak sıyırma ve ağacın kabuğunu soyup çıkarma.

hartûc

: خرتوج

(f. i.) : topa, merminin arkasından sürülen barut kesesi.

hartût

: خرتوج

(f. s.) : iri, yapışkan ve tatsız bir kara dut.

harûk

: حرتوت

(a. i.) : kav.

Hârûn

: حروق

(a. h. i.) : 1) Mûsâ Peygamberin büyük kardeşi [Aaron]. 2) Bağclad halîfelerinden Hârûn-ür-Reşîd.

harûn

: هارون

(a. s.) : harın, ilerileyecek yerde duran veya geri giden [hayvan], (bkz. : mükirr).

harûnî

: حرونی

(a. i.) : harınlık, hayvanın huysuzluğu.

Hârûn-ür-Reşîd

: هارون الرشيد

(a. h. i.) : Abbasî halîfelerinin en meşhurudur (766-809) .

harûr

: حرور

(a. i.) : 1) Güneşin kızgınlığı, 2) gece esen sıcak rüzgâr. [Fransızca "calorifigue" karşılığı].

harûrî, harûriyy

: حروری ، حروريه

(a. s.) : hararete mensûb, hararetle ilgili. Kuvve-i harûriyye : hararet kuvveti.

Hârût

: هاروت

(a. h. i.) : 1) arkadaşı Mârût ile ün almış bir melek olup, büyü ile sihir ile uğraştıklarından kıyamete kadar kalmak üzere Babil'de bir kuyuya hapsedilmişlerdir. 2) s. sihir yapan.

hârûtî

: هاروتی

(f. i.) : 1) Hârût'un işi, büyücülük. 2) Hârût yolunda olan, büyücü.

har-vâr

: خروار

(f. b. i.) : eşek yükü.

hâr-zâr

: خس

(f. b. i.) : dikenlik, çalılık, (bkz. : hâr-istân).