hâm

: خام

(f. s.) : 1) pişmemiş, olmamış, çiğ. 2) işlenmemiş, üzerinde çalışılmamış. 3) boş, nafile, beyhude. Hayâl-i hâm, Ümîd-i hâm : boş hayal, boş ümit. 4) terbiye, tecrübe görmemiş, acemi [kimse].

ham

: خم

(f. s.) : eğri, bükülmüş. Kamet-i ham : eğri boy. Ebrû-yi ham : eğri kaş.

ham-ı zülf

:  

zülfün (saç lülesinin) kıvrımı, büklümü.

hamâı'd

: حمائد

(a. i. hamîde'nin c.) : birinin medhe lâyık olan işleri.

hamail

: حمائل

(a. i. himâle ve hamîle' nin c.) : 1) kılıç bağı, kılıç kayışı. 2) nüsha, muska, tılsım, [kelimenin 2 nci mânâsı dilimizde müfret olarak kullanılmaktadır, "hamâyil" şeklinde ya-zılmamalıdır].

hamâim

: حمائم

(a. i. hamâme'nin c.) : güvercinler, ["hamâyim" şeklinde yazılmamalıdır].

hamâim-i büyüt

:  

ev güvercinleri.

hamakat

: حماقت

(a. i.) : ahmaklık, beyinsizlik, bönlük, (bkz. : halâfet, humk, hütr).

hamam, hamâme

: حمامه

(a. i. c. : tamâim) : 1) güvercin, (bkz. : hâdir , kebûter). 2) kumru.

hamâmiye

: حماميه

(a. i.) : zool. güvercinler fasîlesi.

hâmân

: هامان

(a. h. i.) : Hz. Mûsâ zamanındaki Mısır Firaun'unun vezîri.

hamaset

: حماست

(a. i.) : 1) cesaret, kahramanlık, yiğitlik. 2) kahramanca şiir.

hamasî

: حماسی

(a. i.) : 1) hamasetle İlgili. 2) Fıransızça "epique" kelimesinin karşılığı.

hamâsiyyât

: حماسيات

(a. i. c.) : kahramanlık destanları.

ham-be-ham

: خم بخم

(f. zf.) : büklüm büklüm, kıvrım kıvrım, (bkz. : ham ender tıam).

hamd

: حمد

(a. i.) : Allah'a olan şükran duygularını bildirme.

hamdele

: حمدله

(a. rf.) : "elhamdü-lil-lah" cümlesinin, Arapça'da naht denilen kaideye göre mastar hâline getirilip kısaltılması.

hâme

: خامه

(f. i.) : kalem,

hâme-i edeb

:  

edebiyat kalemi.

hâme-i ezel

:  

Allah'ın kaderleri tesbît ettiği kalem.

hâme-i mûy, -mûyî, -mûyîn

:  

kıl kalem.

hâme-i şeker-rîz

:  

şeker saçan kalem.

hâme-i şekva

:  

şikâyet kalemi, şikâyet yazan kalem.

hâme vü şemsîr

:  

kalem ve kılıç.

hâme

: هامه

(a. i.) : başın üst kısmı, tepesi, kafa tası.

hâme-güzâr

: خامه گذار

(f. b. s.) : kalemle yazılmış.

hamel

: حمل

(a. i.) : 1) kuzu. 2) astr. semânın kuzey yarım küresinde Sevr burcu ile Süreyya manzumesinin yakınlarında bulunan bir burç ki, Güneş buraya martın dokuzunda dâhil olur, lât. Lacerta; fr. Beller.

hamelât

: حملات

(a. i. hamle'nin c.) : atılışlar atılmalar, saldırışlar, saldırmalar.

hamele

: حمله

(a. i. hâmil'in c.) : taşıyanlar, kaldıranlar, hâmil olanlar.

hamele-i Arş

:  

Arş'ı ense köklerinde taşıyan : israfil, Cebrail, Mîkâil, Azrail adlarında dört büyük melek.

hamele-i hüccet

:  

yazı, kayıt melekleri.

hamele-i Kur'ân

:  

Kur'ân-ı ezberleyip hafız olanlar.

ham-ender-ham

: خم اندر خم

(f. zf.) : büklüm büklüm, kıvrım kıvrım, (bkz. : ham-be-ham).

hâme-rân

: خامه ران

(f. b. s.) : "kalem yürüten" : yazan.

hâme-zen

: خامه زن

(f. b. i.) : üzerinde kalem kesilecek âlet, makta'.

ham-çeşte

: خم گشته

(f. b. s.) : (bkz. : ham-şüde).

hatnhama

: خمخمه

(a. i.) : sözü, genizden söyleme, hımhımlık.

hamız

: حامض

(a. s. c. : hâmızât) : 1) ekşi ve sirke gibi olan, asit. 2) kekre,

hâmız-ı fahim

:  

kim. asit karbonik.

hâmız-ı hadîd

:  

kim. oksit dö fer, demir asidi.

hâmız-ı karbon

:  

kim. asit karbonik.

hâmız-ı kibrit

:  

kim. sülfürik. 

hâmız-ı klor-i mâ

:  

kim. asit kloridrik.

hâmızât

: حامضات

(a. i. hâmız'ın c.) : 1) ekşi ve sirke gibi olanı eyler, asitler.

hâmızât-ı şahmiyye

:  

yağ asitleri. 2) kekreler.

hâmızıyyet

: حامضيت

(a. i.) : 1) ekşilik, kekrelik.

hâmî

: حامی

(a. s. c. : humat) : 1) himaye eden, koruyan, koruyucu, sahip çıkan, gözeten; 2) i. erkek adı. [müen. "hamiye" dir].

hâmî

: خامی

(f. i.) : hamlık, gevşeklik.

hâmid

: خامد

(a. i.) : koru sönmediği halde alevi sönen ateş.

hâmid

: حامد

(a. s. hamd'den. ç. : hâmidîn. hâmidûn. hummâd) : 1) hamdeden, şükreden. Abd-i hâmid : hamdeden, şükreden kul. 2) i. erkek adı. [Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in lâkaplarındandır],

hamid

: حميد

(a. i. hamd'den.) : 1) Allah'in adlarındandır. 2) övülmiye değer. Evsâf-ı hamî-de : övülmeye değer vasıflar. 3) Abdülhamîd'den gelme erkek adı.

hamide

: خميده

(f. s.) : eğrilmiş, bükülmüş; kanbur. (bkz. : hadeb, hadebe). hamîde-kamet : iki büklüm.

hamîdegî

: خميدگی

(f. i.) : eğrilik, büğrülük, kanburluk.

hâmidin

: حامدين

(a. s. hâmid'in c.) : hamdedenler. (bkz. : hâmidûn).

hâmidûn

: حامدين

(a. s. hâmid'in c.) : hamdedenler. (bkz. : hâmidîn).

hâmil

: حامل

(a. s. c. : hamele) : 1) yüklü. 2) gebe. 3) hâiz. 4) sahip, mâlik. 5) taşıyan, götüren. 6) uhdesinde bir poliçe bulunan.

hâmil-i vahy

:  

Cebrail Aleyhisselâm.

hâmil

: خامل

(a. s.) : adı kötüye çıkmış olan kimse.

hamile

: حامله

(a. s. c. : havâmil) : gebe [kadın], (bkz. : abisten).

hamilen

: حاملا

(a. zf.) : hâmil olarak, hâmil olduğu halde, taşıyarak.

hamim

: حميم

(a. i.) : 1) soy sop. 2) s. pek sıcak, pek kaynar nesne.

hamîr, hamîre

: خمير ، خميره

(a. i.) : hamur.

hamîr-i mâye

:  

mayanın hamuru.

hamîr-gâr

: خمير گار

(a. f. b. i.) : hamur yuğurucu, hamurcu.

Hamiş (a. s.)

:  

beşinci. Yevm-ül-hamîs : haftanın beşinci günü, perşenbe.

hâmis

: خميس

(a. s.) : beşinci, dördüncüden sonra gelen sayı. (bkz. : hamîs).

hâmise

: خامسه

(a. i.) : 1) beşinci. rütbe, sivil me'murların ilk rütbeleri. 2) "hâmis" kelimesinin müennesi.

hâmisen

:  

(a. zf.) : beşinci olarak, beşincisi.

hamiş

: هامش

(a. i.) : mektubun altına ilâve edilen yazı. (bkz. : haşiye).

hamiyyet

: حميت

(a. i.) : 1) millî onur ve haysiyet. 2) Kadın adı. [kelime, bir aralık taassup (fanatisme) karşılığı olarak ileri sürülmüşse de tutunamamıştır].

hamiyyet-i câhiliyye

:  

hakikate karşı harcanan emek.

hamiyyet-kâr

: حميتكار

(a. f. b. s.) : hamiyetli, millî onur ve haysiyet sahibi, (bkz. : ha-miyyet-mend).

hamiyyet-mend

: حميتمند

(a. f. b. s. c. : hamiyyet-mendân) : hamiyetli, (bkz. : hamiyyet-kâr).

hamiyyet-mendân

: حميتمندان

(a f. f. b. s. hamiyyet. mend'in c.) : hamiyetliler.

hamiyyet-mendâne

: حميتمندانه

(a. f. b. zf.) : hamiyetli olana yakışacak surette, hamiyetlicesine.

hamiyyet-mendî

: حميتمندی

(a. f. b. i.) : hamiyetlilik.

hamka

: حمل حمقا

("ka" uzun okunur, a. s.) : ahmak, budala [kadn]. ["ahmak" in müen. ]. 

haml

:  

(a. i.) : 1) ana karnındaki çocuk. 2) gebe olma, gebelik. Müddet-i haml : gebelik zamanı. Vaz'-ı haml : çocuk doğurma. 3) isnat, atf. 4) yük. 5) yüklenme.

haml-i kâzib

:  

hek. kadının gebe imiş gibi karnının şişmesi.

hamlâc

: حملاج

(a. i.) : kuyumcu körüğü. 2) kim. bir alevi üfleyip bir şey üzerine çevirmek için kullanılan ince mâden boru, * üfleç.

hamle

: حمله

(a. i. c. : hamelât) : atılış, atılma, saldırma, saldırış, (bkz. : savlet).

hamli, hamiiyye

: حملی ، حمليه

(a. s.) : mant. * yüklemli, fr. predicatif.

hamm

: حم

(a. i.) : şiddetli hararet.

hammâl

: حمال

(a. i. haml'den) : 1) para karşılığında, arkasiyle, eliyle yük taşıyan adam, hamal. 2) s. mec. kaba ve terbiyesiz, ["hami" Arapçada "yük" mânâsına gelir].

hammâl-âne

: حماللانه

(a. f. zf.) : hamala yakışacak surette, hamalcasına.

hammâliyye

: حماليه

(a. i.) : hamal ücreti.

hammâm

: حمام

(a. i.) : hamam, banyo.

hammâm-ı mu'tedil

:  

sıcaklık derecesi ( + 18 15) e kadar olan hamam.

hammâm-ı harr

:  

sıcaklık derecesi (+ 25 - + 37) ye kadar olan hamam.

hammâm-ı mu'tedil

:  

sıcaklık derecesi (+ 18 - + 25) e kadar olan hamam.

hammâm-ı tennûrî-i râtıb

:  

sıcaklık derecesi (+ 40 - + 45) olan ve su buhariyle ısıtılan hamam.

hammâm-ı tennûrî-i yâbis

:  

sıcaklık derecesi (+ 37 - + 55) e kadar olan hamam.

hammâmî

: حمامی

(a. i.) : hamamcı; hamam idare eden [adam veya kadın],

Hammâmiyye

: حماميه

(a. i.) : ed. Divan Edebiyâtı'nda giriş kısmı hamam eğlencesi tasvirine tahsis olunan kasîde ve şâire. [Şâir Nedîm'in hammâmiyesi meşhurdur].

hammâr

: حمار

(a. i. hamr'den.) : T. şarap yapan veya satan, şarapçı, meyhaneci. Hâne-i hammâr : şaraphane. 2) tas. mec. mürşit, kılavuz.

hâmme

: هامه

(a. i. c. : hevâmm) : 1) binek hayvanı. 2) zararlı haşerat, böcek.

hamr

: خمر

(a. i.) : şarap, (bkz. : bade, habûk, handerîs, rahîk, sahbâ).

hamrâ'

: حمراء

(a. s.) : (daha, en, pek, çok) kırmızı, kızıl. El-hamrâ' : İspanya'da Gırnata Şehrinde, Araplardan kalma meşhur saray, ["ahmer" in müen. ].

hamrî

: خمري

(a. s.) : şaraba âit, şarapla ilgili.

hamriyye

: خمريه

şarabı öven kasîde ve şâire.

hams, hamse

: خمس ، خمسه

(a. s.) : beş; dörtten sonra gelen sayı. Bilâd-ı hamse : beş şehir.

hamse

: خمسه

(a. i.) : ed. mesnevî şekliyle yazılmış beş kitaptan ibaret bir takım. [İran edebiyatında : "Hamse-i Atâyî", "Hamse-i Nizamî" meşhurdur],

hamse-nüvîs

: خمسه نويس

(f. b. i.) : hamseci, hamse yazan, mesnevî şekliyle beş kitaptan ibaret bir takım yazan kimse.

hamsin

: خمسين

(a. s.) : 1) elli; kırk dokuzdan sonra gelen sayı. 2) i. "erbain" denilen karakıştan sonra gelen elli günlük

hamsûn

: خمسون

(a. s.) : elli sayısı, (bkz. : hamsin, mer, pencâh).

ham-şüde, ham-geşte

: خم شده ، خم گشته

(f. b. s.) : eğritmiş, bükülmüş. Kamet-i ham-şüde : eğrilmiş boy. Kâküf-i ham geşte : bükülmüş kâhkül.

hamûl

: حمول

(a. s. haml'den.) : tahammüllü, sabırlı, dayanıklı [kimse].

hamûl-âne

: حمولانه

(a. f. zf.) : tahammüllü olana yakışacak surette.

hamule

: حموله

(a. i.) : 1) yük. 2) gemi yükü.

hamûlî

: حمولی

(a. i.) : hamûllük, tahammüllülük, sabırlılık, dayanıklılık.

hâmûn

: هامون

(f. i.) : büyük sahra, düz ova, bozkır.

hâmûn-nevred

: هامون نورد

(f. b. s.) : kırda, ovada, çölde dolaşan.

hâmûş

: خاموش

(f. s. c. : hâmûşân) : susmuş, sessiz, (bkz. : sâkit, sâmit). [Mevlânâ, Dî-vân-ı Kebir'inde : "hâmûş, hâmuş, hamûş, hamuş" şekillerini kullanmıştır].

hamuş

: خمش

(f. s.) : (bkz. : hamûş, hâmuş).

hâmuş

: خامش

(f. s.) : (bkz. : hamûş, hamuş, hâmûş). [Mevlânâ'nın "Dîvân-ı Kebîr" inde kullandığı kelimelerdendir],

hamûş

: خموش

(f. s.) : "hâmûş" un hafifletilmiş! : (bkz. : hamuş).

hâmûşân

: خاموشان

(f. s. hâmûş'un c.) : sessizler, susmuşlar. Vâdî-i hâmûşân (susmuşların, sessizlerin yeri) : kabristan.

hamûsâne

: خموشانه

(f. zf.) : sessizce, sessizliği andırır, şekilde.

hâmûşî

: خاموشی

(f. i.) : sessizlik, susma, (bkz. : samt, sükûnet, sükût).

hâmüş

: خامش

(f. s.) : ["hâmûş" un hafifletilmiş], (bkz. : hâmûş).

hamyâze

: حميازه

(f. i.) : 1) esneme, esnek.

hamyâze-i gayr-i ihtiyarî

:  

farkında olmadan esneme.

hamyâze-i resen

:  

ipin, halatın esnemesi. 2) fena, kötü hareket.

hamyâze-keş

: خميازه كش

(f. b. s.) : Esniyen, insanın ruhunu sıkan.

Hamz

: حمض

(a. i.) : ekşilik, kekrelik.

Hamza

: حمزه

(a. h. i.) : Abdüimuttalib’in oğlu ve Hz. Muhammed (aleyhisselâm)'ın amcasıdır. Önce Haşimilerin, doğmakta olan İslam Dinine karşı gösterdikleri düşmanlığa iştirak etmiş olmasına Ebû Cehl'in, muhasamada ileri gitmiş. hiddetle ilk vahiy gelişinin ikinci, yahut altıncı senesi Peygamberimize îmân ve iltihak etmiştir; Uhud Gazâsı'nda şehit olmuştur.

Hamza-nâme

: حمزه نامه

(a. f. b. i.) : İslâm kahramanlarından Hz. Hamza'nın yaptığı adı edilen işlere dâir yazılan destânî kitabın adi.

Hamzaviyye

: حمزويه

(a. h. i.) : tas. Hacı Bayrâm-ı Velî tarafından kurulan Bayrâmiyye tarikatı şubelerinden biri. [kurucusu : Bosnalı Hamza Bali'dir].

hân

: خان

(i. i. c. : hânân) : hükümdar, hakan.

hân

: خان

(f. i. c. : hânât) : 1) han, kervansaray, otel. 2) dükkân, meyhane.

hân

: خوان

(f. i.) : 1) yemek sofrası; üstüne yemek konulan tepsi, sini. 2) ahçı dükkânı. 3) yemek, (bkz. : taam).

hân-ı vağmâ

:  

1) tabiatın ibzal ettiği nîmetler; 2) fakirlere, yoksullara dağıtılan yemek; 3) Tevflk Fikret'in meşhur şiiri.

hân (-)

: خوان

(f. s.) : okuyan, okuyucu, çağıran. Duâ-hân : duâ eden. Ebced-hân : ebced okuyan. Gazel-hân : gazel okuyan. Mevlid-hân : mevlit okuyan.Salâ-hân : sala veren, sala çağıran, ["handen" mastarından].

hanâbile

: خنابله

(a. i. hanbelî'nin c.) : hanbelîler, İmam Ahmed b. Hanbelî'nin mezhebinden olan kimseler.

hanâcır

: حناجر

(a. i. hancere'inn c.) : hançereler, gırtlaklar.

hanâdık

: خنادق

(a. i. handek'in c.) : hendekler.

hanadır

: حنادر

(a. s.) : görme kuvveti çok olan.

hanâfis

: خنافس

(a. i. hunfesâ'nın c.) : bok böcekleri, mayıs böcekleri.

hanak

: حنق

(a. i. c. : hınâk) : darılma, kızma, hiddetlenme.

hânân

: خانان

(f. i. hân'ın c.) : hükümdarlar, hanlar. handen

hanân

: حنان

(a. i.) : yürek yufkalığı, acıma, merhamet.

hânât

: خانات

(a. i. hân'ın c.) : dükkânlar, meyhaneler.

hanâzıl

: حناظل

(a. i. hanzal, hanzale'nin c.) : ebûcehil karpuzları.

hanâzîr

: خنازير

(a. i. hınzîr'in c.) : domuzlar.

Hanbelî

: حنبلی

(a. i.) : Ahmed ibni Hanbel'in kurduğu mezhep ve bu mezhepten olan kimse.

hançer

: خنجر

(a. i.) : ucu sivri, iki yanı keskin bıçak, hançer.

hancer-i müjgân

:  

kirpikler hançeri, hançere benziyen kirpikler.

hançere

: حنجره

(a. i. c. : hanâcır) : hançere, pırtlak.

hançeri, hanceriyye

: حنجری ، حنجريه

(a. s.) : 1) hançer şeklinde olan 2) hançerle ilgili. 3) gırtlağa âit. Hurûf-i hanceriyye : gr. gırtlaktan çıkarılan harfler : ["e; ha; hı; ayn; gayn;

hancerîy-yül-lihye

:  

ince, uzun sakallı [kimse].

hânçe

: خوانچه

(f. i.) : küçük tepsi,

hânce-i zer

: خوانچه

(küçük altın tepsi) : Güneş.

hanceriyye

: حنجريه

(a. i.) : bot. lâtinçiçeğigiller, fr. tropeolacees.

handa hand

: خندا خند

(f. b. i.) : 1) sürekli, devamlı gülme. 2) s. sürekli, devamlı gülen.

handan

: خندان

(a. s.) : 1) gülen, gülücü, güler; sevinçli. 2) kadın adı.

handan handan

:  

güle güle, gülerek, (bkz. : hande-künân).

handân-rû [y]

: خندان رو [ی]

(f. b. s.) : güler yüzlü, güleç, (bkz. : beşuş).

hande

: خنده

(f. i.) : gülme, gülüş.

hande-i âftâb

:  

(Güneşin gülmesi) : Güneşin doğması.

hande-i câm

:  

kadehin içine içki konulduğu zaman meydana gelen sis, buğ.

hande-i dîrîne

:  

eski gülüş.

hande-i gül

:  

gülün açması.

hande-i istihfaf

:  

alaylı gülüş, hafifsiyerek gülümseme.

hande-i zemin

:  

yerin, toprağın yeşillenmesi, yeşermesi.

hande-bahşâ

: خنده بخشا

(f. b. s.) : güldürücü, (bkz. : hande-fermâ, hande-fezâ).

hande-bâr

: خنده بار

(f. b. s.) : güldürücü, (bkz. : hande-bahşâ', hande-fermâ, hande-fezâ, mudhik).

hande-fermâ

: خنده فرما

(f. b. s.) : güldürücü. (bkz. : hande-bahşâ hande-fermâ, hande-fezâ, mudhik).

hande-feşân

: خنده فشان

(f. b. s.) : gülmeler, gülümsemeler saçan.

hande-fezâ

: خنده فزا

(f. b. s.) : güldürücü, (bkz. : hande-bahşâ, hande-fermâ, mudhik).

hande-hariş

: خنده خريش

(f. b. s.) : birisine, alay yollu gülme.

handek

: خندق

(a. i. c. : hanâdık) : 1) kale etrafına açılan uzun çukur, hendek. 2) birçok : ölünün gömülmesi için açılan büyük, geniş çukur.

Handek Gazvesi

:  

Hz. Muhammed (Aleyhisselam)'in, Hicret'in beşinci senesinde Medîne'de, şehrin etrafına sur kazdırarak yaptığı savaş.

hande-kâr

: خنده كار

(f. b. s.) : gülen, gülücü.

hande-künân

: خنده كنان

(f. zf.) : gülerek, güle güle. (bkz. : handan handan).

hande-meşhûn

: خنده مشحون

(f. b. s.) : çok gülen, hep gülen.

hande-mu'tâd

: خنده معتاد

(f. a. b. s.) : her zaman gülme İtiyadında olan.

handen

: خواندن

(f. fi.), : (bkz. : kıraat).

hande-nümâ

: خنده نما

(f. b. s.) : gülen, (bkz. : hande-zen).

handerîs

: خندريس

(a. i.) : şarap, yıllanmış şarap, (bkz. : bade, rahîk, sahbâ).

hande-rîz

: خنده ريز

(f. b. s.) : gülüp duran.

hande-rûy

: خنده روی

(f. b. s.) : güler yüzlü.

hande-zen

: خنده زن

(f. b. s.) : gülen, (bkz. : hande-nümâ).

handistân

: خندستان

(f. i.) : 1) maskara ve soytarıların derneği. 2) lâtife, şaka.

hâne

: خانه

(f. i.) : 1) ev. (bkz. : beyt, dâr, mesken).

hâne-i avarız

:  

avarız ve bedel-i nüzul ve emsali tekâlifin tevzîi için tutulan «ssas (mikyas).

hâne-i âyîne

:  

her yanı ayna olan oda, salon veya köşk.

hâne-i bâd

:  

astr. on iki burçtan biri olan cevzâ, mîzan burcu.

hâne-i bâriyân

:  

pâdişâhın şikâr halkı denilen avcılarından bir sınıfın barındığı yer.

hâne-i ferda

:  

âhiret

hâne-i hudâ

:  

Kabe. (bkz. : Beyt-ullah). 2) bir şeyin, bölündüğü, ayrıldığı kısımlardan herbiri. 3) mat. basamak. 4) hayalî me'vâ. 5) möz. Türk müziğinde bir müzik parçasının teşkil edilmiş olduğu lâhnî topluluklara verilen bir ad.

hâne

: حانه

(a. i. c. : hânât) : meyhane, (bkz. : hânût 2).

hâne-bâz

: حانه باز

(f. b. s.) : batasıya oynıyan kumarbaz.

hâne-ber-dûş

: خانه بردوش

(f. b. s.) : evi omuzunda" : yersiz yurtsuz, serseri.

hâne-ber-endâz

: خانه برانداز

(f. b. s.) : ev yıkıcı.

hâne-ber-endâzâne

: خانه براندازانه

(f. b. zf.) : hâne, ev yıkıcıya yakışacak surette.

hâne-ber-endâzî

: خانه براندازی

(f. b. i.) : ev yıkıcılık.

hanedan

: خاندان

(f. i.) : kökten asil ve büyük aile, ocak, fr. dynastie.

hanef

: حنف

(a. i.) : doğruluk, istikamet.

hanefî

: حنفی

(a. s. ve i. c. : hanefiyyûn) : 1) İmâm-i Azam Ebû Hanîfe'nin mezhebinden olan. 2) bu mezhep ve bu mezheple ilgili.

Hanefiyye

: حنفيه

(a. h. i.) : tas. Sofiyenin büyüklerinden Ebü-l-Hasan Alî yüş-Şâzelî tarafından kurulan Şâzelî tarikatı şubelerinden birinin adı. [Şeyh Şemsüddîn Muhammed bin Hüseyn-İl-Hanefî tarafından kurulduğu için bu adı almıştır].

hanefiyyûn

: حنفيون

(a. i. hanefî'in c.) : hanefî mezhebinden olanlar.

hâne-fürûş

: خانه فروش

(f. b. i.) : ev tellâlı, ev komisyoncusu.

hâne-gî

: خانگی

(f. s.) : hanede, evde bulunanlardan, evdeki.

hâne-gîr

: خانه گير

(f. b. s.) : bir yerî mekân sayan [kimse].

hâne-harâb

: خانه خراب

(f. a. b. s.) : 1) evi yıkılmjş, evsiz barksız kalmış, hâli perişan olmuş [kimse]. 2) câhil.

hâne-hudâ

: خانه خدا

(f. b. i.) : ev sahibi, (bkz. : rabb-ül-beyt).

hâne-hudâyî

: خانه خدايی

(f. b. i.) : ev sahipliği.

hanek

: حنك

(a. i.) : anat. damak, ağız tavanı.

hâne-keş

: خانه كش

(f. b. i.) : avarız ve bedel-i nüzul gibi hâne itibariyle tarh ve tevzi olunan tekâlife tabî olan.

hanekî

: حنكی

(a. s.) : anat. - damakla ilgili, * damaksal.

hâne-küş,

: خانه كش

(f. b. s.) : sefih, mirasyedi.

hanende

: خواننده

(f. i. c. : hanendegân) : şarkıcı, şarkı söyliyen. (bkz. : hînâ-ger, hun-yâ-ger).

hânende-gân

: خوانندگان

(f. b. i. hânende'nin c.) : şarkıcılar, şarkı söyliyenler.

hânendeğî

: خوانندگی

(f. i.) : hanendelik, şarkı söyleyicilik.

hâne-perver

: خانه پرور

(f. b. s.) : evde büyümüş, dünyâ görmemiş [kimse].

hâne-perveri

: خانه پرورى

(f. b. i.) : Hâne-perverlik, evde büyümüş olma.

hâne-sûz

: خانه سوز

(f. b. s.) : "ev yakıcı" : mec. ailesini düşünmiyen, gözü dışarda olan kimse.

haneşiyye

: حنشيه

(a. i.) : zool. yıkanlar, fr. ophidiens.

hâne-zâd

: خانه زاد

(f. b. s.) : efendisinin evinde doğmuş olan köle veya câriye çocuğu

hân-gâh

: خانگاه

(f. b. i.) : dervişlerin evi, tekke, (bkz. : hân-kâh).

hânık l-kelb

:  

(köpek boğan) : bot. çiğdem.

hânık-ü

: خانق

(a. s. hunk'dan) : boğan, boğucu.

hânık-ü l-nemir, hânık-üz-zeneb

:  

bot. kurt boğan denilen bir nebat, (* bitki).

hâni'

: خانع

(a. i.) : kocasından boşanmış kadın veya karısını boşamış koca.

hânif

: خانف

(a. s.) : 1) küskün, dargın. 2) gururlu.

hanîf

: حنيف

(a. s. c. : hunefâ) : islâm dînine sımsıkı bağlı bulunan kimse.

hanîn

: حنين

(a. i.) : 1) şevk, arzu, iştiyak, istek. 2) şiddetli arzudan doğan feryâd, inilti.

hanîn-i hazin

:  

acıklı sızlanma.

hanîs

: حنيث

(a. s.) : yemini bozup altından çıkmıyan adam.

hânis

: حانث

(a. s.) : ettiği yemini yerine getirmiyen. [olmak mastariyle kullanılır].

haniye

: حانيه

(a. i.) : şarap, (bkz. : bade, habûk, hamr, mey, rahîk, sahbâ).

hank

: حنق

(a. i.) : boğazını sıkıp boğma, boğazı sıkılıp boğulma, (bkz. : ihnâk).

hân-kah

: حانقاه

("ka" uzun okunur. a. i. c. : havânık) : tekke, (bkz. : dergâh, zaviye, açı).

hân-kah-ı mevlevî

:  

mevlevî tekkesi.

hankan

: خنقا

(a. zf.) : boğmak suretiyle.

hânmân

: خانمان

(f. i.) : evbark, ocak.

hânmân-ber endâz

: خانمان برانداز

(f. b. s.) : hânüman, evbark, ocak mahvedici, eden.

hânmân-sûz

: خانمانسوز

(f. b. s.) : hânüman, evbark, ocak yakıcı, yakan, kül eden. Harîk-ı hânman-sûz : evi kül eden yangın.

hannâk

: خناق

(a. s.) : boğucu, boğan.

hannân

: حنان

(a. s.) : çok acıyan, çok acıyıcı. [Allah'ın adlarındandır].

hannâs

: خناس

(a. i.) : şeytan, 

hannâsî

: خناسی

(a. s.) : şeytanla ilgili.

hân-sâlâr

: خوانسالار

(f. b. i.) : sofracıbaşı, kilerci.

hanûme

: حنومه

(a. i.) : hek. mîde ekşiliği.

hanût

: حنوط

(a. i.) : ölüyü tahnît etmekte kullanılan ilâç.

hânût

: حانوط

(a. i. c. : havânît) : 1) dükkân. 2) meyhane, (bkz. : hâne).

hânût-ı kebîr

:  

büyük dükkân, büyük meyhane.

hanzal

: حنظل

(a. i. c. : hanâzıl) : ebû cehil karpuzu da denilen, portakal büyüklüğündeki meyvast, çok acı ve iç sürdürücü olan bir * bîtki