hâl |
: | خال |
(f. a. i.) : vücutta husule gelen ben, nokta. |
hâl-i siyah |
: |
kara ben. |
|
hâl |
: | حال |
(a. i. c. : ahvâl) : annenin erkek kardeşi, dayı. |
hâl |
: | خلع |
(a. i. c. : ahvâl) : 1) şimdiki zaman, geçmiş ve gelecek olmıyan zaman. 2) oluş, bulunuş, suret, keyfiyet, * durum. |
hâl-i hâzır |
: |
şimdiki durum. |
|
hâl-i ihtizâr |
: |
can çekişme, ölüm hâli. |
|
hâl-i intizâr |
: |
bekleme hâli. |
|
hâl-i medenî |
: |
medenî durum. 3) mecal, kuvvet, takat. 4) dervişlerin, sofuların cezbesi, baygınlığı, coşkunluğu. 5) dert, keder, elem, sıkıntı. 6) isim çekimi şekillerinden her biri : evden : den hali, sokağa : -e hali gibi. |
|
hâl-i sahv |
: |
huk. [eskiden] daimî veya arızî bir sebepten dolayı şuuru münselip bulunan bir şahsın aklî melekelerini muvakkaten iktisâbetmesi, fr. in. tervalle lucide, moments de lucidite. |
|
hal' |
: | خلع |
(a. i.) : 1) soyma. 2) boşanma. 3) tahttan indirme. |
hâlâ |
: | حالا |
(a. zf.) : şimdi, henüz, (bkz. : el'ân, hâlen). |
hâla |
: | خاله |
(a. i. c. : hâlât) : hala, babanın kız kardeşi. |
halâ' |
: | خلاء |
(a. s.) : 1) boş. (bkz. : hâlî, tehî). 2) i. ayakyolu, (bkz. : halâca). |
halâat |
: | خلاعت |
(a. i.) : hayâsızlık, yüzsüzlük. |
halâb |
: | خلاب |
(f. i.) : çamur, bataklık; bataklık arazî. |
halâca |
: | خلاجا |
(f. i.) : apteshâne. (bkz. : Shalâ *). |
halâfet |
: | خلافت |
(a. i.) : ahmaklık, budalalık, (bkz. : hamakat, kumk). |
halâhil |
: | خلاخل |
(a. i. halhal'ın c.) : Arap kadınlarının, süs olarak, ayak bileklerine taktıkları gümüşten veya altından yapılmış halkalar, ayak bilezikleri. |
halâif |
: | خلائف |
(a. i. halîfe'nin c.) : halîfeler. |
halâik |
: | خلائق |
(a. i. halîka'nın c.) : 1) mahlûklar, * yaratıklar, insanlar. 2) halayık, satın alınan kadın hizmetçi. |
halâil |
: | خلائل |
(a. i. halîle'nin c.) : zevceler, nikâhlı kadınlar. |
halâiyyûm |
: | خلائيون |
(a. i. c.) : fels. boşlukçular, fr. vacuistes. |
halâk |
: | خلاق |
(a. i.) : pay, hisse, nasîp. |
halak |
: | خلق |
(a. i.) : Paçavra, yıpranmış eski sey. |
halak |
: | خلق |
(a. i. halka'nın c.) : halkalar, (bkz. : halakat). |
halaka |
: | حلقه |
(a. i.) : (bkz. : halka). |
halaka |
: | حلقه |
(a. i. hâlik'ın c.) : berberler. |
halakat |
: | حلقات |
("ka" uzun okunur, a. i. halka'nın c.) : halkalar, (bkz. : halak). |
halakat |
: | خلاقت |
(a. i.) : 1) halukluk, iyi ahlaklılık. 2) dümdüzlük, düzlük. |
halaki |
: | خلقی |
(a. i.) : paçavracı. |
halâkim |
: | حلاقيم |
(a. i. hulkum'un c.) : boğazlar [insan ve hayvanlarda]. |
halâl |
: | خلال |
(a. i.) : 1) dostluk. 2) iki nesne arası açık olma. |
halâle |
: | حلاله |
(a. t.) : kadın eş. (bkz. : halîle, zevce). |
halâlet |
: | خلالت |
(a. i.) : samîmi dostluk, (bkz. : hılâlet, hulâlet). |
halâlûş |
: | خلالوش |
(f. i.) : kavga, gürültü, şamata, (bkz. : hilâş). |
halâs |
: | خلاص |
(a. i.) : kurtulma, kurtuluş. halâsı meşhur : beğenilen, şükredilen kurtuluş. |
halâs-kâr |
: | خلاصكار |
(a. f. b. s.) : kurtarıcı. |
halâşe |
: | خلاشه |
(f. i.) : 1) çerçöp. 2) gemi dümeni. |
hâl-âşinâ |
: | خلاشه |
(a. t. b. s.) : halden anlar. |
hâlât |
: | حالات |
(a. i. halefin c.) : hâller, suretler, keyfiyetler, * nitelikler. |
hâlât |
: | خالات |
(a. i. hala'nın c.) : halalar. |
halâvet |
: | حلاوت |
(a. i.) : 1) tatlılık, şirinlik. 2) zevk. |
halâvet-i kelâm |
: |
söz tatlılığı. |
|
halâvet-bahş |
: | حلاوتبخش |
(a. f. b. s.) : tatlılık veren, zevk veren. |
halâvet-yâb |
: | حلاوتياب |
(a. f. b. s.) : tatlılık bulan, zevk bulan. |
halb |
: | حلب |
(a. i.) : süt sağma. |
halb |
: | حلب |
(a. i.) : 1) pençeleme, parçalama. 2) birinin aklını başından alma. |
halbâ |
: | خلبا |
(a. s.) : 1) şaşkın; ahmak. 2) hîlekâr, aldatıcı, [kelime "ahleb" in müennesi]. |
halbe |
: | حلبه |
(a. i. c. : halâbîb) : yarış için veya yardım îçin toplanan atlılar gurupu. |
hâl-bu-ki |
: | حالبوكه |
(a. e.) : oylaiken, hakikat şudur ki, şu kadar var ki. |
halc |
: | حلج |
(a. i.) : yün ve pamuk atma. |
hald |
: | خلد |
(a. i.) : devamlılık, süreklilik. |
Hâl-dâr |
: | خالدار |
(a. f. b. s.) : benli, benekli, (bkz. : eşyem). |
hâle |
: | هاله |
(a. i.) : bazan Ay ve Güneşin etrafında görülen parlak dâire, ay ağılı. |
hâle-i mâh |
: |
Ay ağılı. |
|
hâle |
: | خاله |
(a. i. c. : hâlât) : teyze, annenin kız kardeşi, [bizde babanın kız kardeşi, "hala" dır]. |
haleb |
: | حلب |
(a. i.) : 1) sağılmış süt. 2) süt sağma. |
halebe |
: | حلبه |
(a. s. hâlib'in c.) : süt sağanlar. |
halebe |
: | خلبه |
(a. s. hâiib'in c.) : aldatanlar, kandıranlar. |
halebî |
: | حلبی |
(a. s.) : Halepli, Halep halkından olan. |
halecan |
: | خلجان |
(a. i.) : çarpıntı, titreme. |
halecân-ı kalb |
: |
yürek çarpıntısı. |
|
hâle-dâr |
: | هاله دار |
(a. f. b. s.) : haleli, hâlelenmiş. |
halef |
: | خلفا |
(a. i.) : 1) babadan sonra kalan oğul. 2) me'murlukta, birinden sonra gelip onun yerine geçen kimse. Hayr-ül-halef : hayırlı oğul, babasını hayırla andıracak olan oğul. |
halefen |
: |
(a. zf.) : arkadan gelerek, |
|
halefen an selef |
: |
seleften halefe geçme yoliyle. |
|
halefen ba'de halef |
: |
birçok haleflerden sonra. |
|
halefi |
: | خلفی |
(a. s.) : haleflikle ilgili. |
Halefiyyet |
: | خلفيت |
(a. i.) : haleflik, birinin yerine geçmiş olma. |
halel |
: | خلل |
(a. i.) : 1) iki şey aralığı, boşluk. 2) bozma, bozukluk, eksiklik. |
hale!-dâr |
: | خللدار |
(a. f. b. s.) : bozma,. bozulma, ["etmek", "olmak" yardımcı fiilleriyle-kullanılır]. |
halel-pezîr |
: | خللپذير |
(a. f. b. s.) : halel bulucu, bozulucu. |
halemât |
: | حلمات |
(a. i. halme'nin c.) : meme başları. |
hâlen |
: | حالا |
(a. zf.) : şimdiki halde, şu anda, daha, henüz, bugün günde. (bkz. : hâlâ). |
halenciyye |
: | خلنجيه |
(a. i.) : bot. fundagiller, fr. ericacees. |
halet |
: | حالت |
(a. i. c. : hâlât) : hâl, suret, keyfiyet, * nitelik. [kelime, "hâl" kelimesinin eşiti ve müennesi olmakla berâber : "dikkate değer hal" mânâfina gelir], El-hâletü hâzihi : şimdiki halde. |
Hâlet-i cerr |
: |
(a. gr.) : kelimenin ref ve nasb hâli |
|
hâlet-i gaşy |
: |
baygınlık, kendini bilmezlik Hâlî |
|
hâlet-i nez' |
: |
can çekişme. |
|
hâlet-i rûhiye |
: |
ruh durumu, fr. etat d'âme. |
|
hâlet-i şuûriyye |
: |
şuur hâli. |
|
hâlef-efzâ |
: | حالت افزا |
(a. f. b. i.) : meşhur bir çeşit lâle. |
halevât |
: | خلوات |
(a. i. halâ'nın c.) : boşluklar, halvetler; yalnız bulunulacak yerler. |
hâle-vâr |
: | هاله وار |
(a. f. b. s.) : hilal ay şeklinde olan. |
halezön |
: | حلزون |
(a. i.) : T. kabuklu sümüklü böcek; sümüklü böcek kabuğu. 2) geo. helis, (bkz. : helezon). |
halezönî |
: | حلزونی |
(a. s.) : helezonla ilgili; : helisel, (bkz. : helezönî). |
half |
: | حلف |
(a. i.) : 1) yemin etme. (bkz. : halfe). 2) yemin, (bkz. : kasem). |
half |
: | خلف |
(a. i.) : 1) art, arka. |
half-i imâm |
: |
imamın arkası, ardı. 2) s. kötü evlât. |
|
half-i imâm |
: | خلف |
İmamın arkası, ardı. 2) s. kötü evlât. |
halfa |
: | حلفا |
(a. i.) : bot. liflerinden ipek taklidi şeyler dokunan bir nevî beşparmak otu. |
Halfe |
: | حلفه |
(a. i.) : yemin etme, andiçme. (bkz. : half 1). |
Halfî |
: | خلفی |
(a. s.) : arka, art ile ilgili olan. |
Halhal |
: | خلخال |
(a. i. c. : halâhil) : Arap kadınlarının süs olarak bileklerine taktıkları gümüşten veya altından yapılmış halka, ayak bileziği, (bkz. : ebrencen). |
Halhale |
: | خلخله |
(a. i.) : elestikiyet, esneklik. |
hâlî |
: | خالی |
(a. s.) : 1) tenha, boş, sahipsiz yer. 2) açık yer. Arâzî-i hâliye : boş, tenha topraklar. Evkat-ı hâliye : boş vakitler. Eyyâm-ı hâliye : boş günler. |
hâli-yüz-zihn |
: |
zihni boş. [müen. "hâliye" dir. |
|
hâlî |
: |
(a. s.) : hâl'e mensup, şimdiki. |
|
Hâli |
: | خالع |
(a. s.) : boşanmış erkek, [müen. "hâlia" dır]. |
hali' |
: | خليع |
(a. s.) : 1) soyulmuş. 2) kovulmuş. |
halî-ül-izâr |
: |
(yüzü yırtık) : sıyrık, edepsiz, alnının damarı çatlamış, (bkz. : fersûde-pîşânî). |
|
hali |
: | خلی |
(a. s.) : 1) gamsız, gailesiz, kayıtsız. 2) evlenmemiş [erkek]. |
hâlib |
: | حالب |
(a. i.) : 1) sütçü. 2) sidik borusu. |
halîb |
: | حليب |
(a. i.) : süf' tâze süt |
Hâlib |
: | خالب |
(a. s. c. : halebe) : hîlekâr, aldatıcı, [müen. "hâlibe" dir]. |
hâlie, halice |
: | حالج ، حالجه |
(a. s.) : pamuk eğiren. |
hâlic, halice |
: | خالج ، خالجه |
(a. s.) : oynatma, sarsma; hareket ettirme. |
Halîc |
: | خليج |
(a. i.) : denizin, büvük ırmak seklinde, iki kara arasında uzayıp gitmiş olan kısmı, tabîî liman, boğaz, kanal. |
Halîc-i Arâb |
: |
Bahr-i Ahmer. |
|
Halîc-i Bahr-i Sefîd |
: |
Çanakkale. |
|
Halîc-i Bahr-i Siyah |
: |
Boğaziçi. |
|
Halîc-i Fâris |
: |
Basra Körfezi. |
|
Halîc-i İstanbul |
: |
İstanbul Halici. |
|
Halid |
: | خالد |
(a. s. c.) : hâlidûn, hâlidîn ) : 1) sonsuz, dâim, ebedî. 2) bir yıldan çok yaşıyar*[ ot, ağaç ].Eşcâr-ı Hâlide : bir yıldan fazla yaşıyan ağaçlar 3) erkek adı. [müen. hâlide]. |
Hâlidât |
: | خالدات |
(a. i. hâlide'nîn c.) : sürüp gidenler. Cezâir-i hâlidât : Kanarya adaları. |
hâlide |
: | خالده |
(a. s. c. : hâlidât) : 1) ["hâlid" in müen. ]. (bkz. : hâlid). 2) i. kadın adı. |
Halîde |
: | خالده |
(f. s.) : dürterek bastırılmış, saplanmış. Hancer-i halîde : saplanmış hançer.. |
hâlidîn, hâlidûn |
: | خالدين ، خالدون |
(a. s. hâlid'in o), : (bkz. : hâlid) |
hâlidiyye |
: | خالديه |
(a. i.) : Nakş-i bendî. tarikatı şubelerinden biri. [Kurucusu : Eb-ül-Bahâ Eşşeyh Ziyâeddin Mevlânâ Hâlit bin Ahmet bin Hü-seyin-ül-Osmânî-yüş-Şâfiî-yüş-Şehr-i Zûrî'dir]. |
hâlif |
: | حالف |
(a. s.) : yemin eden, andiçen. |
hâlif |
: | خالف |
(a. s.) : 1) peşten gelen 2) birinin yerine geçen.- 3) çürümüş, bozulmuş, [müen. "hâlife"]. |
halîf |
: | حليف |
(a. s.) : yemin ederek, birbiriyle sözleşen adamlardan herbiri. |
halîf |
: | خليف |
(a. s. c. : hulefâ') : arkadan gelen, sonradan gelen; birinin yerine geçen. |
halîfe |
: | خليفه |
(a. i. c. : hulefâ') : 1) birinin yerine geçen kimse. 2) Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in vefatından sonra ümmet idâresinin başına geçen kimse. 3) pâdişâh. 4) resmî dâirelerde kalem başının ikincisi. 5) kalfa, ikinci usta. |
halîfe-i evvel |
: |
devlet dairelerindeki yazı işlerinde çalışanlar. [Tanzimat'tan önce kalem teşkilâtı : "halife, halîfe-i sânî, halîfe-i evvel" olmak üzere -üç derece idi]. |
|
halîfe-i Müslimîn |
: |
Yavuz'dan sonra Osmanlı hükümdarları hakkında kullanılan bir tâbir. |
|
halîfe-i sânî |
: |
devlet dairelerindeki yazı işlerinde çalışanlar. [Tanzimat'tan önce kalem teşkilâtı : "halîfe, "halîfe-i sânî, halîfe-i evvel" olmak üzere üç derece idi]. |
|
Halik |
: | خالق |
(a. i. ve s.) : yaratan, yoktan vareden, yaratıcı, Allah. |
halik |
: | هالك |
(a. s. helâk'den.) : helak olan, miskinlik içinde ölen. Turâb-ı halik : arsenik. |
halik |
: | حالق |
(a. i. c. : halaka) : berber. (bkz. : hallâk). |
halîk |
: | حليق |
(a. s.) : 1) tıraş edilmiş. 2) tuvaletli [adam veya kadın]. |
halika |
: | خليقه |
(a. i. c. : halâik) : tabiat, nas. |
hâlike |
: | هالكه |
(a. i.) : çok harîs olan nefis. |
Hâlikıyyet |
: | خالقيت |
(a. i.) : hâliklık, yaratıcılık. |
halîl |
: | خالقيت |
(a. i.) : zevç, koca. |
halîl |
: | حليل |
(a. s. c. : ahillâ) : 1) samîmî [dost]. 2) i. erkek adı. |
halîl-ullah; halîl-ür-rahmân |
: |
ibrahim aleyhisselâm. [müen. "halîle" dir]. |
|
halîle |
: | حليله |
(a. i. c. : halâil) : zevce, nikâhlı kadın, (bkz. : harem3) . |
halîle-zen |
: | حليله زن |
(a. f. b. i.) : tekkelerde çalınan zilleri çalan. |
halim |
: | حليم |
(a. s.) : 1) tabîatı yavaş olan, yumuşak huylu. [Allah adlarındandır]. [müen. "halîme" dir]. 2) i. erkek adı. |
halîm-âne |
: | حليمانه |
(a. f. zf.) : yumuşak huylu olana yakışacak surette. |
hâlis |
: | خالص |
(a. s.) : 1) hilesiz, katkısız. 2) i. erkek adı. |
hâlisüd-dem |
: |
saf kan, arı kan. [müen. "hâlise" dir]. |
|
hâlis-âne |
: | خالصانه |
(a. f. zf.) : şâf ve temiz olana yakışacak surette; temiz yürekle, yürek temizliği ile. |
hâlisen |
: | خالصا |
(a. zf.) : 1) hâlis olduğu halde. 2) hilesizce. |
hâliset |
: | خالصت |
(a. i.) : ed. ibarenin saf, düzgün ve akıcı olması. |
hâlisiyye |
: | خالصيه |
(a. i.) : Kadirî tarikatı kollarından biri. [kurucusu : Ziyâüddin Abdurrah-man Hâlis-üt-Tâlibânî'dir]. |
hâlisiyyet |
: | خالصيت |
(a. i.) : hâlislik, doğruluk, hilesizlik. |
Halît |
: | خليط |
(a. i.) : huk. su ve yol hakkı gibi arazînin hukukunda müşârik olan kimse. |
halita |
: | خليطه |
(a. i.) : birkaç şeyin karışmasından meydana gelen, karma; kim. * alışım. |
halî-ül-ızâr |
: | خليع العذار |
(a. b. s.) : kötü, alnının damarı çatlamış, yüzü yırtık kadın |
hâliyâ |
: | حاليا |
(a. zf.) : (bkz. : hâliyen). [aslı "hâliyya" dır]. |
hâliyen |
: | حاليا |
(a. zf.) : şimdiki zamanda, şimdiki halde. |
hâliyen |
: | خالي ا |
(a. zf. hâlî'den.) : hâlî, boş olduğu halde, boş olarak. |
haliyyât |
: | خليات |
(a. i. haliyye'nin c.) : bekâr kadınlar. |
haliyye |
: | خليه |
(a. i. c. : haliyyât) : bekâr kadın. |
hâliyye |
: | حاليه |
(a. i.) : ibâdet esnasında raksetme, el şaklatma gibi şeyleri helâl sayan bir tarikat. |
halk |
: | خلق |
(a. i) : 1) yaratma, yaratılma. |
halk-ı dü cihan |
: |
(iki cihanın halkı) : ölülerle diriler. 2) îcat. 3) insanlar. 4) insanlardan bir bölük. |
|
halk |
: | حلق |
(a. i.) : 1) boğaz, (bkz. : hulkum). Hurûf-i halk : leng. boğaz harfleri, [ha, hı, ayn, gayn, ne] gibi. 2) tıraş etme. |
halka |
: | حلقه |
(a. i.) : 1) ortası boş, yuvarlak şekil, dâire biçiminde olan şey. |
halka-i âb-gûn |
: |
gökyüzü. |
|
halka-i dürr |
: |
inci halkası, dizisi. |
|
halka-i gîsû-yi müşg-efşân |
: |
misk saçan saçın kıvrımı. |
|
halka-i şeh-per |
: |
büyük kanat halkası. |
|
halka-i teslim |
: |
dervişlerin boyun eğme işareti olarak üzerlerinde bulundurdukları halka. |
|
halka-i zikr |
: |
zikr, ibâdet halkası, ibâdet sırasında meydana gelen halka. 2) bir çeşit ufak,yağlı ve tuzlu simit,[kelime "halaka" şeklinde de kullanılmıştır]. |
|
halka-be-gûş |
: |
(a. f. b. s. c. : halka. Be-gûşân) : kulağı halkalı, kulağı halkalı, kulağı küpeli, mee. köle. |
|
halka-be-gûşân |
: | حلقه بگوشان |
(a. f. b. s. halka. be. gûş'un c.) : kulağı halkalılar, kulağı küpeliler, mec. köleler. |
halka-bend |
: | حلقه بند |
(a. f. b. i.) : toplanıp çepeçevre oturma. |
halkan |
: | خلقاً |
(a. zf.) : yaradılışça. |
halkavî |
: | حلقوی |
(a. s.) : halka şeklinde olan. |
halkaviyye |
: | حلقويه |
(a. i.) : 1) bot. Küpe çiçeğigiller, fr. oenotheracees. 2) zool. halkalılar, fr. annelees. |
hail |
: | حل |
(a. i.) : 1) çözme, çözülme, karışık bir meselenin içinden çıkma; karar verip netîceye varma. |
hall-i mes'ele |
: |
meselenin halli, çözülmesi. |
|
hall-i müşkilât |
: |
zorlukların halli. 2) eritme. 3) tahlil, analiz, *çözümleme. |
|
hail ü akd |
: |
ed. "iş bitirme" : bilmece şeklinde düzenleyip açıklama. |
|
hail ü akd-i umûr |
: |
işlerin görülüp neticelenmesi. |
|
hail ü fasıl |
: |
sona erdirme, müspet bir netîceye bağlama. |
|
hall |
: | خل |
(a. i.) : sirke. Hâmız-ı hall : kim. sirke asidi. |
hallâb |
: | خلاب |
(a. s.) : çok yalancı, çok. hîlekâr. |
Hallâc |
: | حلاج |
(a. i.) : pamuk, yatak, yorgan atan kimse. |
Hallâc-ı Mansûr |
: |
922 yılında asılmak suretiyle, öldürülen ve Divan Edebiyâtî'nda adına sık sık rastlanan ünlü sôfi, adı Hüseyin'dir. |
|
hallacı, hallâciyye |
: | حلاجی ، حلاجيه |
(a. s.) : 1) hallaçlıkla ilgili olan. 2) Hallâc-ı Mansur tarîkati. |
hallâf |
: | حلاف |
(a. s.) : çok yemin eden [kimse]. |
hallâk |
: | حلاق |
(a. i.) : berber, (bkz. : hâhk). |
hallâk |
: | حلاق |
(a. s. ve i.) : hâlık, yaratıcı, yaratan, vareden. |
hallâk-ı maânî, hallâk-ul-maânî |
: |
îran şâirlerinden isfahan'lı Kemâl'in lâkabı olmakla beraber, yaratıcı başka ünlü şâirlerin de sıfatıdır. |
|
hallâl |
: | حلال |
(a. s.) : halleden, çözen, çâre bulan. |
hallâl-i müşkilât |
: |
müşkülü halleden, zorluklan yenen, çözen [kimse], (bkz. : ukde-güşâ). |
|
hallâl-ül-ukad |
: |
(düğümleri çözen) : zorlukları yenen (bkz. : ukde-güşâ). |
|
hallâl |
: | خلال |
(a. i.) : sirke yapan kimse. |
hallâs |
: | خلاس |
(a. s.) : çok tutan, yaka-lıyan kimse. |
halât |
: | خلاط |
(a. s.) : ortalığı karıştıran,, münasebetsiz, yersiz sözler söyliyen. |
halled-Allah |
: | خلد الله |
(a. n. cü.) : Allah, dâim ve baki eylesin! |
hallî |
: | حلی |
(a. s.) : halle mensup, tahlîl ile olan, tahlîl ile ilgili. |
hâlli |
: | حاللی |
(a. s.) : 1) kuvvetli. 2) zengin. |
hallî, halliye |
: | خلی ، خليه |
(a. s.) : sirke ile Siğili, fr. aceteuı, acetique. |
haliiyyet |
: | خليات |
(a. i.) : kim. sirke -asitinin esaslardan biriyle karışmasından meydana gelen tuz, fr. acetate. |
hâll-kâr |
: | حالكار |
(f. b. i.) : güzel yazılmış bir yazıyı veya sanatkârâne yapılmış bir minyatürü çevreliyen çiçek motiflerinden, bilhassa, hatâyî cinsi kullanılmak suretiyle yapılan tezhip, süsleme. |
hallkârî |
: | حالكار |
(f. b. i.) : 1) ince tel işleme. 2) g. s. halkâr tarzında yapılmış tezhip, süsleme; altınla süsleme yapma sanatı. |
hamle |
: | حلمه |
(a. i. c. : halemât) : meme başı. |
halme-i sınâiyye |
: |
emzik. |
|
halt |
: | خلط |
(a. i.) : 1) karıştırma, (bkz. : meze). 2) fena, münasebetsiz söz söyleme. 3) nazlanma. |
halta |
: | خالطه |
(a. i.) : köpeklere takılan '-büyük halka, tasma. |
haltıyyât |
: | خلطيات |
(o. i. c.) : münâsebetsiz, yakışık almıyan sözler. |
halûk |
: | هالوك |
(a. i.) : 1) sıçan otu. "2) mercimek ocağı. |
halûk |
: | خلوق |
(a. s.) : 1) iyi huylu, Jnsâniyetli, geçim ehli olan. 2) erkek adı. |
halvet |
: | خلوت |
(a. i.) : 1) yalnız, tenha kalma, tenhaya çekilme, tenhalık. 2) tenha yer. 3) hamamın sıcak bir bölmesi. |
halvet-i faside |
: |
huk. mukarenete manî bir şey bulunduğu halde karı ve koca arasında vuku'bulan halvet. |
|
halvet-i sahîha |
: |
huk. mukarenete manî bir şey bulunmadığı halde karı koca arasında vuku' bulan halvet. |
|
halvet-gâh, -geh |
: | خلوتگه ، خلوتگه |
(a. f. b. i.) : halvet yeri, gizli görüşülecek yer, yalnız başına oturup ibâdetle vakit geçirilen yer. (bkz. : halvet-sarây). |
halvet-güzîde, -güzin |
: | خلوتگذيده ، خلوتگذين |
(a. f. b. s.) : halveti, tenha bir yeri seçmiş olan [kimse]. |
halvet-hâne |
: | خلوتخانه |
(a. f. b. i.) : dinlenme yeri; yalnız başına oturulup ibâdetle vakit geçirilen yer. |
halveti |
: | خلوتی |
(a. s.) : 1) halvetle ilgili. 2) i. ibâdet ve törenlerini tenhada yapan bir tarikat. 3) i. halvetiye tarîkatinden olan kimse, [müen. "halvetiyye" diri. |
halvetiyye |
: | خلوتيه |
(a. i.) : tas. Şeyh ebî Abdullah Sirâcüttin Ömer ibn-i Eşşeyh Ekmelüttîn-ül-Ehci tarafından kurulan tarikat. |
halvet-nişîn |
: | خلوت نشين |
(a. f. b. s.) : halvette, yalnızlıkta oturan. |
halvet-nişinî |
: |
(a. f. b. i.) : halvet nişinlik. |
|
halvet-sarây |
: | خلوتسرای |
(a. f. b. i.) : halvet yeri, bir hükümdarın husûsî dâiresi, (bkz. : halvet-gâh, halvet-geh). |