hâl

: خال

(f. a. i.) : vücutta husule gelen ben, nokta.

hâl-i siyah

:  

kara ben.

hâl

: حال

(a. i. c. : ahvâl) : annenin erkek kardeşi, dayı.

hâl

: خلع

(a. i. c. : ahvâl) : 1) şimdiki zaman, geçmiş ve gelecek olmıyan zaman. 2) oluş, bulunuş, suret, keyfiyet, * durum.

hâl-i hâzır

:  

şimdiki durum.

hâl-i ihtizâr

:  

can çekişme, ölüm hâli.

hâl-i intizâr

:  

bekleme hâli.

hâl-i medenî

:  

medenî durum. 3) mecal, kuvvet, takat. 4) dervişlerin, sofuların cezbesi, baygınlığı, coşkunluğu. 5) dert, keder, elem, sıkıntı. 6) isim çekimi şekillerinden her biri : evden : den hali, sokağa : -e hali gibi.

hâl-i sahv

:  

 huk. [eskiden] daimî veya arızî bir sebepten dolayı şuuru münselip bulunan bir şahsın aklî melekelerini muvakkaten iktisâbetmesi, fr. in. tervalle lucide, moments de lucidite.

hal'

: خلع

(a. i.) : 1) soyma. 2) boşanma. 3) tahttan indirme.

hâlâ

: حالا

(a. zf.) : şimdi, henüz, (bkz. : el'ân, hâlen).

hâla

: خاله

(a. i. c. : hâlât) : hala, babanın kız kardeşi.

halâ'

: خلاء

(a. s.) : 1) boş. (bkz. : hâlî, tehî). 2) i. ayakyolu, (bkz. : halâca).

halâat

: خلاعت

(a. i.) : hayâsızlık, yüzsüzlük.

halâb

: خلاب

(f. i.) : çamur, bataklık; bataklık arazî.

halâca

: خلاجا

(f. i.) : apteshâne. (bkz. : Shalâ *).

halâfet

: خلافت

(a. i.) : ahmaklık, budalalık, (bkz. : hamakat, kumk).

halâhil

: خلاخل

(a. i. halhal'ın c.) : Arap kadınlarının, süs olarak, ayak bileklerine taktıkları gümüşten veya altından yapılmış halkalar, ayak bilezikleri.

halâif

: خلائف

(a. i. halîfe'nin c.) : halîfeler.

halâik

: خلائق

(a. i. halîka'nın c.) : 1) mahlûklar, * yaratıklar, insanlar. 2) halayık, satın alınan kadın hizmetçi.

halâil

: خلائل

(a. i. halîle'nin c.) : zevceler, nikâhlı kadınlar. 

halâiyyûm

: خلائيون

(a. i. c.) : fels. boşlukçular, fr. vacuistes.

halâk

: خلاق

(a. i.) : pay, hisse, nasîp. 

halak

: خلق

(a. i.) : Paçavra, yıpranmış eski sey.

halak

: خلق

(a. i. halka'nın c.) : halkalar, (bkz. : halakat).

halaka

: حلقه

(a. i.) : (bkz. : halka).

halaka

: حلقه

(a. i. hâlik'ın c.) : berberler.

halakat

: حلقات

("ka" uzun okunur, a. i. halka'nın c.) : halkalar, (bkz. : halak).

halakat

: خلاقت

(a. i.) : 1) halukluk, iyi ahlaklılık. 2) dümdüzlük, düzlük.

halaki

: خلقی

(a. i.) : paçavracı.

halâkim

: حلاقيم

(a. i. hulkum'un c.) : boğazlar [insan ve hayvanlarda].

halâl

: خلال

(a. i.) : 1) dostluk. 2) iki nesne arası açık olma.

halâle

: حلاله

(a. t.) : kadın eş. (bkz. : halîle, zevce).

halâlet

: خلالت

(a. i.) : samîmi dostluk, (bkz. : hılâlet, hulâlet).

halâlûş

: خلالوش

(f. i.) : kavga, gürültü, şamata, (bkz. : hilâş).

halâs

: خلاص

(a. i.) : kurtulma, kurtuluş. halâsı meşhur : beğenilen, şükredilen kurtuluş.

halâs-kâr

: خلاصكار

(a. f. b. s.) : kurtarıcı.

halâşe

: خلاشه

(f. i.) : 1) çerçöp. 2) gemi dümeni.

hâl-âşinâ

: خلاشه

(a. t. b. s.) : halden anlar.

hâlât

: حالات

(a. i. halefin c.) : hâller, suretler, keyfiyetler, * nitelikler.

hâlât

: خالات

(a. i. hala'nın c.) : halalar.

halâvet

: حلاوت

(a. i.) : 1) tatlılık, şirinlik. 2) zevk.

halâvet-i kelâm

:  

söz tatlılığı.

halâvet-bahş

: حلاوتبخش

(a. f. b. s.) : tatlılık veren, zevk veren.

halâvet-yâb

: حلاوتياب

(a. f. b. s.) : tatlılık bulan, zevk bulan.

halb

: حلب

(a. i.) : süt sağma.

halb

: حلب

(a. i.) : 1) pençeleme, parçalama. 2) birinin aklını başından alma.

halbâ

: خلبا

(a. s.) : 1) şaşkın; ahmak. 2) hîlekâr, aldatıcı, [kelime "ahleb" in müennesi].

halbe

: حلبه

(a. i. c. : halâbîb) : yarış için veya yardım îçin toplanan atlılar gurupu.

hâl-bu-ki

: حالبوكه

(a. e.) : oylaiken, hakikat şudur ki, şu kadar var ki.

halc

: حلج

(a. i.) : yün ve pamuk atma.

hald

: خلد

(a. i.) : devamlılık, süreklilik.

Hâl-dâr

: خالدار

(a. f. b. s.) : benli, benekli, (bkz. : eşyem).

hâle

: هاله

(a. i.) : bazan Ay ve Güneşin etrafında görülen parlak dâire, ay ağılı.

hâle-i mâh

:  

Ay ağılı.

hâle

: خاله

(a. i. c. : hâlât) : teyze, annenin kız kardeşi, [bizde babanın kız kardeşi, "hala" dır].

haleb

: حلب

(a. i.) : 1) sağılmış süt. 2) süt sağma.

halebe

: حلبه

(a. s. hâlib'in c.) : süt sağanlar. 

halebe

: خلبه

(a. s. hâiib'in c.) : aldatanlar, kandıranlar.

halebî

: حلبی

(a. s.) : Halepli, Halep halkından olan.

halecan

: خلجان

(a. i.) : çarpıntı, titreme.

halecân-ı kalb

:  

yürek çarpıntısı.

hâle-dâr

: هاله دار

(a. f. b. s.) : haleli, hâlelenmiş.

halef

: خلفا

(a. i.) : 1) babadan sonra kalan oğul. 2) me'murlukta, birinden sonra gelip onun yerine geçen kimse. Hayr-ül-halef : hayırlı oğul, babasını hayırla andıracak olan oğul.

halefen

:  

(a. zf.) : arkadan gelerek,

halefen an selef

:  

seleften halefe geçme yoliyle.

halefen ba'de halef

:  

birçok haleflerden sonra.

halefi

: خلفی

(a. s.) : haleflikle ilgili.

Halefiyyet

: خلفيت

(a. i.) : haleflik, birinin yerine geçmiş olma.

halel

: خلل

(a. i.) : 1) iki şey aralığı, boşluk. 2) bozma, bozukluk, eksiklik.

hale!-dâr

: خللدار

(a. f. b. s.) : bozma,. bozulma, ["etmek", "olmak" yardımcı fiilleriyle-kullanılır].

halel-pezîr

: خللپذير

(a. f. b. s.) : halel bulucu, bozulucu.

halemât

: حلمات

(a. i. halme'nin c.) : meme başları.

hâlen

: حالا

(a. zf.) : şimdiki halde, şu anda, daha, henüz, bugün günde. (bkz. : hâlâ).

halenciyye

: خلنجيه

(a. i.) : bot. fundagiller, fr. ericacees.

halet

: حالت

(a. i. c. : hâlât) : hâl, suret, keyfiyet, * nitelik. [kelime, "hâl" kelimesinin eşiti ve müennesi olmakla berâber : "dikkate değer hal" mânâfina gelir], El-hâletü hâzihi : şimdiki halde.

Hâlet-i cerr

:  

(a. gr.) : kelimenin ref ve nasb hâli

hâlet-i gaşy

:  

baygınlık, kendini bilmezlik Hâlî

hâlet-i nez'

:  

can çekişme.

hâlet-i rûhiye

:  

ruh durumu, fr. etat d'âme.

hâlet-i şuûriyye

:  

şuur hâli.

hâlef-efzâ

: حالت افزا

(a. f. b. i.) : meşhur bir çeşit lâle.

halevât

: خلوات

(a. i. halâ'nın c.) : boşluklar, halvetler; yalnız bulunulacak yerler.

hâle-vâr

: هاله وار

(a. f. b. s.) : hilal ay şeklinde olan.

halezön

: حلزون

(a. i.) : T. kabuklu sümüklü böcek; sümüklü böcek kabuğu. 2) geo. helis, (bkz. : helezon).

halezönî

: حلزونی

(a. s.) : helezonla ilgili; : helisel, (bkz. : helezönî).

half

: حلف

(a. i.) : 1) yemin etme. (bkz. : halfe). 2) yemin, (bkz. : kasem).

half

: خلف

(a. i.) : 1) art, arka.

half-i imâm

:  

imamın arkası, ardı. 2) s. kötü evlât.

half-i imâm

: خلف

İmamın arkası, ardı. 2) s. kötü evlât.

halfa

: حلفا

(a. i.) : bot. liflerinden ipek taklidi şeyler dokunan bir nevî beşparmak otu.

Halfe

: حلفه

(a. i.) : yemin etme, andiçme. (bkz. : half 1).

Halfî

: خلفی

(a. s.) : arka, art ile ilgili olan.

Halhal

: خلخال

(a. i. c. : halâhil) : Arap kadınlarının süs olarak bileklerine taktıkları gümüşten veya altından yapılmış halka, ayak bileziği, (bkz. : ebrencen).

Halhale

: خلخله

(a. i.) : elestikiyet, esneklik.

hâlî

: خالی

(a. s.) : 1) tenha, boş, sahipsiz yer. 2) açık yer. Arâzî-i hâliye : boş, tenha topraklar. Evkat-ı hâliye : boş vakitler. Eyyâm-ı hâliye : boş günler.

hâli-yüz-zihn

:  

zihni boş. [müen. "hâliye" dir.

hâlî

:  

(a. s.) : hâl'e mensup, şimdiki.

Hâli

: خالع

(a. s.) : boşanmış erkek, [müen. "hâlia" dır].

hali'

: خليع

(a. s.) : 1) soyulmuş. 2) kovulmuş.

halî-ül-izâr

:  

(yüzü yırtık) : sıyrık, edepsiz, alnının damarı çatlamış, (bkz. : fersûde-pîşânî).

hali

: خلی

(a. s.) : 1) gamsız, gailesiz, kayıtsız. 2) evlenmemiş [erkek].

hâlib

: حالب

(a. i.) : 1) sütçü. 2) sidik borusu.

halîb

: حليب

(a. i.) : süf' tâze süt

Hâlib

: خالب

(a. s. c. : halebe) : hîlekâr, aldatıcı, [müen. "hâlibe" dir].

hâlie, halice

: حالج ، حالجه

(a. s.) : pamuk eğiren.

hâlic, halice

: خالج ، خالجه

(a. s.) : oynatma, sarsma; hareket ettirme.

Halîc

: خليج

(a. i.) : denizin, büvük ırmak seklinde, iki kara arasında uzayıp gitmiş olan kısmı, tabîî liman, boğaz, kanal.

Halîc-i Arâb

:  

Bahr-i Ahmer.

Halîc-i Bahr-i Sefîd

:  

Çanakkale.

Halîc-i Bahr-i Siyah

:  

Boğaziçi.

Halîc-i Fâris

:  

Basra Körfezi.

Halîc-i İstanbul

:  

İstanbul Halici.

Halid

: خالد

(a. s. c.) : hâlidûn, hâlidîn ) : 1) sonsuz, dâim, ebedî. 2) bir yıldan çok yaşıyar*[ ot, ağaç ].Eşcâr-ı Hâlide : bir yıldan fazla yaşıyan ağaçlar 3) erkek adı. [müen. hâlide].

Hâlidât

: خالدات

(a. i. hâlide'nîn c.) : sürüp gidenler. Cezâir-i hâlidât : Kanarya adaları.

hâlide

: خالده

(a. s. c. : hâlidât) : 1) ["hâlid" in müen. ]. (bkz. : hâlid). 2) i. kadın adı.

Halîde

: خالده

(f. s.) : dürterek bastırılmış, saplanmış. Hancer-i halîde : saplanmış hançer..

hâlidîn, hâlidûn

: خالدين ، خالدون

(a. s. hâlid'in o), : (bkz. : hâlid)

hâlidiyye

: خالديه

(a. i.) : Nakş-i bendî. tarikatı şubelerinden biri. [Kurucusu : Eb-ül-Bahâ Eşşeyh Ziyâeddin Mevlânâ Hâlit bin Ahmet bin Hü-seyin-ül-Osmânî-yüş-Şâfiî-yüş-Şehr-i Zûrî'dir].

hâlif

: حالف

(a. s.) : yemin eden, andiçen.

hâlif

: خالف

(a. s.) : 1) peşten gelen 2) birinin yerine geçen.- 3) çürümüş, bozulmuş, [müen. "hâlife"].

halîf

: حليف

(a. s.) : yemin ederek, birbiriyle sözleşen adamlardan herbiri.

halîf

: خليف

(a. s. c. : hulefâ') : arkadan gelen, sonradan gelen; birinin yerine geçen.

halîfe

: خليفه

(a. i. c. : hulefâ') : 1) birinin yerine geçen kimse. 2) Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in vefatından sonra ümmet idâresinin başına geçen kimse. 3) pâdişâh. 4) resmî dâirelerde kalem başının ikincisi. 5) kalfa, ikinci usta.

halîfe-i evvel

:  

devlet dairelerindeki yazı işlerinde çalışanlar. [Tanzimat'tan önce kalem teşkilâtı : "halife, halîfe-i sânî, halîfe-i evvel" olmak üzere -üç derece idi].

halîfe-i Müslimîn

:  

Yavuz'dan sonra Osmanlı hükümdarları hakkında kullanılan bir tâbir.

halîfe-i sânî

:  

devlet dairelerindeki yazı işlerinde çalışanlar. [Tanzimat'tan önce kalem teşkilâtı : "halîfe, "halîfe-i sânî, halîfe-i evvel" olmak üzere üç derece idi].

Halik

: خالق

(a. i. ve s.) : yaratan, yoktan vareden, yaratıcı, Allah.

halik

: هالك

(a. s. helâk'den.) : helak olan, miskinlik içinde ölen. Turâb-ı halik : arsenik.

halik

: حالق

(a. i. c. : halaka) : berber. (bkz. : hallâk).

halîk

: حليق

(a. s.) : 1) tıraş edilmiş. 2) tuvaletli [adam veya kadın].

halika

: خليقه

(a. i. c. : halâik) : tabiat, nas.

hâlike

: هالكه

(a. i.) : çok harîs olan nefis.

Hâlikıyyet

: خالقيت

(a. i.) : hâliklık, yaratıcılık.

halîl

: خالقيت

(a. i.) : zevç, koca.

halîl

: حليل

(a. s. c. : ahillâ) : 1) samîmî [dost]. 2) i. erkek adı.

halîl-ullah; halîl-ür-rahmân

:  

ibrahim aleyhisselâm. [müen. "halîle" dir].

halîle

: حليله

(a. i. c. : halâil) : zevce, nikâhlı kadın, (bkz. : harem3) .

halîle-zen

: حليله زن

(a. f. b. i.) : tekkelerde çalınan zilleri çalan.

halim

: حليم

(a. s.) : 1) tabîatı yavaş olan, yumuşak huylu. [Allah adlarındandır]. [müen. "halîme" dir]. 2) i. erkek adı.

halîm-âne

: حليمانه

(a. f. zf.) : yumuşak huylu olana yakışacak surette.

hâlis

: خالص

(a. s.) : 1) hilesiz, katkısız. 2) i. erkek adı.

hâlisüd-dem

:  

saf kan, arı kan. [müen. "hâlise" dir].

hâlis-âne

: خالصانه

(a. f. zf.) : şâf ve temiz olana yakışacak surette; temiz yürekle, yürek temizliği ile.

hâlisen

: خالصا

(a. zf.) : 1) hâlis olduğu halde. 2) hilesizce.

hâliset

: خالصت

(a. i.) : ed. ibarenin saf, düzgün ve akıcı olması.

hâlisiyye

: خالصيه

(a. i.) : Kadirî tarikatı kollarından biri. [kurucusu : Ziyâüddin Abdurrah-man Hâlis-üt-Tâlibânî'dir].

hâlisiyyet

: خالصيت

(a. i.) : hâlislik, doğruluk, hilesizlik.

Halît

: خليط

(a. i.) : huk. su ve yol hakkı gibi arazînin hukukunda müşârik olan kimse.

halita

: خليطه

(a. i.) : birkaç şeyin karışmasından meydana gelen, karma; kim. * alışım.

halî-ül-ızâr

: خليع العذار

(a. b. s.) : kötü, alnının damarı çatlamış, yüzü yırtık kadın

hâliyâ

: حاليا

(a. zf.) : (bkz. : hâliyen). [aslı "hâliyya" dır].

hâliyen

: حاليا

(a. zf.) : şimdiki zamanda, şimdiki halde.

hâliyen

: خالي ا

(a. zf. hâlî'den.) : hâlî, boş olduğu halde, boş olarak.

haliyyât

: خليات

(a. i. haliyye'nin c.) : bekâr kadınlar.

haliyye

: خليه

(a. i. c. : haliyyât) : bekâr kadın.

hâliyye

: حاليه

(a. i.) : ibâdet esnasında raksetme, el şaklatma gibi şeyleri helâl sayan bir tarikat.

halk

: خلق

(a. i) : 1) yaratma, yaratılma.

halk-ı dü cihan

:  

(iki cihanın halkı) : ölülerle diriler. 2) îcat. 3) insanlar. 4) insanlardan bir bölük.

halk

: حلق

(a. i.) : 1) boğaz, (bkz. : hulkum). Hurûf-i halk : leng. boğaz harfleri, [ha, hı, ayn, gayn, ne] gibi. 2) tıraş etme.

halka

: حلقه

(a. i.) : 1) ortası boş, yuvarlak şekil, dâire biçiminde olan şey.

halka-i âb-gûn

:  

gökyüzü.

halka-i dürr

:  

inci halkası, dizisi.

halka-i gîsû-yi müşg-efşân

:  

misk saçan saçın kıvrımı.

halka-i şeh-per

:  

büyük kanat halkası.

halka-i teslim

:  

dervişlerin boyun eğme işareti olarak üzerlerinde bulundurdukları halka.

halka-i zikr

:  

zikr, ibâdet halkası, ibâdet sırasında meydana gelen halka. 2) bir çeşit ufak,yağlı ve tuzlu simit,[kelime "halaka" şeklinde de kullanılmıştır].

halka-be-gûş

:  

(a. f. b. s. c. : halka. Be-gûşân) : kulağı halkalı, kulağı halkalı, kulağı küpeli, mee. köle.

halka-be-gûşân

: حلقه بگوشان

(a. f. b. s. halka. be. gûş'un c.) : kulağı halkalılar, kulağı küpeliler, mec. köleler.

halka-bend

: حلقه بند

(a. f. b. i.) : toplanıp çepeçevre oturma.

halkan

: خلقاً

(a. zf.) : yaradılışça.

halkavî

: حلقوی

(a. s.) : halka şeklinde olan.

halkaviyye

: حلقويه

(a. i.) : 1) bot. Küpe çiçeğigiller, fr. oenotheracees. 2) zool. halkalılar, fr. annelees.

hail

: حل

(a. i.) : 1) çözme, çözülme, karışık bir meselenin içinden çıkma; karar verip netîceye varma.

hall-i mes'ele

:  

meselenin halli, çözülmesi.

hall-i müşkilât

:  

zorlukların halli. 2) eritme. 3) tahlil, analiz, *çözümleme.

hail ü akd

:  

ed. "iş bitirme" : bilmece şeklinde düzenleyip açıklama.

hail ü akd-i umûr

:  

işlerin görülüp neticelenmesi.

hail ü fasıl

:  

sona erdirme, müspet bir netîceye bağlama.

hall

: خل

(a. i.) : sirke. Hâmız-ı hall : kim. sirke asidi.

hallâb

: خلاب

(a. s.) : çok yalancı, çok. hîlekâr.

Hallâc

: حلاج

(a. i.) : pamuk, yatak, yorgan atan kimse.

Hallâc-ı Mansûr

:  

922 yılında asılmak suretiyle, öldürülen ve Divan Edebiyâtî'nda adına sık sık rastlanan ünlü sôfi, adı Hüseyin'dir.

hallacı, hallâciyye

: حلاجی ، حلاجيه

(a. s.) : 1) hallaçlıkla ilgili olan. 2) Hallâc-ı Mansur tarîkati.

hallâf

: حلاف

(a. s.) : çok yemin eden [kimse].

hallâk

: حلاق

(a. i.) : berber, (bkz. : hâhk).

hallâk

: حلاق

(a. s. ve i.) : hâlık, yaratıcı, yaratan, vareden.

hallâk-ı maânî, hallâk-ul-maânî

:  

îran şâirlerinden isfahan'lı Kemâl'in lâkabı olmakla beraber, yaratıcı başka ünlü şâirlerin de sıfatıdır.

hallâl

: حلال

(a. s.) : halleden, çözen, çâre bulan.

hallâl-i müşkilât

:  

müşkülü halleden, zorluklan yenen, çözen [kimse], (bkz. : ukde-güşâ).

hallâl-ül-ukad

:  

(düğümleri çözen) : zorlukları yenen (bkz. : ukde-güşâ).

hallâl

: خلال

(a. i.) : sirke yapan kimse.

hallâs

: خلاس

(a. s.) : çok tutan, yaka-lıyan kimse.

halât

: خلاط

(a. s.) : ortalığı karıştıran,, münasebetsiz, yersiz sözler söyliyen.

halled-Allah

: خلد الله

(a. n. cü.) : Allah, dâim ve baki eylesin!

hallî

: حلی

(a. s.) : halle mensup, tahlîl ile olan, tahlîl ile ilgili.

hâlli

: حاللی

(a. s.) : 1) kuvvetli. 2) zengin.

hallî, halliye

: خلی ، خليه

(a. s.) : sirke ile Siğili, fr. aceteuı, acetique.

haliiyyet

: خليات

(a. i.) : kim. sirke -asitinin esaslardan biriyle karışmasından meydana gelen tuz, fr. acetate.

hâll-kâr

: حالكار

(f. b. i.) : güzel yazılmış bir yazıyı veya sanatkârâne yapılmış bir minyatürü çevreliyen çiçek motiflerinden, bilhassa, hatâyî cinsi kullanılmak suretiyle yapılan tezhip, süsleme.

hallkârî

: حالكار

(f. b. i.) : 1) ince tel işleme. 2) g. s. halkâr tarzında yapılmış tezhip, süsleme; altınla süsleme yapma sanatı.

hamle

: حلمه

(a. i. c. : halemât) : meme başı.

halme-i sınâiyye

:  

emzik.

halt

: خلط

(a. i.) : 1) karıştırma, (bkz. : meze). 2) fena, münasebetsiz söz söyleme. 3) nazlanma.

halta

: خالطه

(a. i.) : köpeklere takılan '-büyük halka, tasma.

haltıyyât

: خلطيات

(o. i. c.) : münâsebetsiz, yakışık almıyan sözler.

halûk

: هالوك

(a. i.) : 1) sıçan otu. "2) mercimek ocağı.

halûk

: خلوق

(a. s.) : 1) iyi huylu, Jnsâniyetli, geçim ehli olan. 2) erkek adı.

halvet

: خلوت

(a. i.) : 1) yalnız, tenha kalma, tenhaya çekilme, tenhalık. 2) tenha yer. 3) hamamın sıcak bir bölmesi.

halvet-i faside

:  

huk. mukarenete manî bir şey bulunduğu halde karı ve koca arasında vuku'bulan halvet.

halvet-i sahîha

:  

huk. mukarenete manî bir şey bulunmadığı halde karı koca arasında vuku' bulan halvet.

halvet-gâh, -geh

: خلوتگه ، خلوتگه

(a. f. b. i.) : halvet yeri, gizli görüşülecek yer, yalnız başına oturup ibâdetle vakit geçirilen yer. (bkz. : halvet-sarây).

halvet-güzîde, -güzin

: خلوتگذيده ، خلوتگذين

(a. f. b. s.) : halveti, tenha bir yeri seçmiş olan [kimse].

halvet-hâne

: خلوتخانه

(a. f. b. i.) : dinlenme yeri; yalnız başına oturulup ibâdetle vakit geçirilen yer.

halveti

: خلوتی

(a. s.) : 1) halvetle ilgili. 2) i. ibâdet ve törenlerini tenhada yapan bir tarikat. 3) i. halvetiye tarîkatinden olan kimse, [müen. "halvetiyye" diri.

halvetiyye

: خلوتيه

(a. i.) : tas. Şeyh ebî Abdullah Sirâcüttin Ömer ibn-i Eşşeyh Ekmelüttîn-ül-Ehci tarafından kurulan tarikat.

halvet-nişîn

: خلوت نشين

(a. f. b. s.) : halvette, yalnızlıkta oturan.

halvet-nişinî

:  

(a. f. b. i.) : halvet nişinlik.

halvet-sarây

: خلوتسرای

(a. f. b. i.) : halvet yeri, bir hükümdarın husûsî dâiresi, (bkz. : halvet-gâh, halvet-geh).