hâk

: حاق

(a. s.) : 1) vasat, orta. hâk-ul-edme : derinin orta katı. 2, insaniyetli, mert ve yiğit adam.

hâk

: خاك

(f. i.) : toprak. 

hâk-dân-ı fena

:  

(fânilik toprağı) ; dünyâ.

hâk-i beden

:  

vücut toprağı.

hâik-i beyaban

:  

çölün toprağı

hâk-i cenâb-ı südde-i devletmeâb

:  

pâdişâhın kapısının önünde.

hâk-i kadem

:  

ayak toprağı.

hâk-i mezâr

:  

mezar toprağı. 

hâk-i mezellet

:  

horluk, düşkünlük toprağı.

hâk-i pâk

:  

temiz toprak.

hâk-i pây

:  

ayak toprağı, tozu.

hâk-i vatan

:  

vatan toprağı.

hakaid

: حقائد

("ka" uzun okunur, a. i. hakd'ın c.) : garezler, kinler.

hakaik

: حقائق

("ka" uzun okunur. a. i. hakikat'in c.) : [doğrusu "hakayık" dır], (bkz. : hakayık).

hakan

: خاقن

("ka" uzun okunur, t. i.) : Türk imparatorlarına verilen unvan. [Arap kaidesine göre "havâkin" şeklinde cemilendirilmiştir].

hâkan-ı mağfur

:  

ölmüş hükümdar.

hâkanî

: خاقانین

("ka" uzun okunur. s.) : 1) hakan ile ilgili, hakana mensup. 2) i. meşhur bir Türk şâiri; meşhur bir İran şâiri. Defter-i hâkanî : (bkz. : defter). Hudûd-i hâkanî : Osmanlı İmparatorluğu sının . kûs-i hâkanî : deve üzerinde taşınan en büyük davul koş.

hakaret

: حقارت

("ka" uzun okunur. a. i.) : hakirlik, hor görme, incitme, küçük düşürme.

hakaret-âmîz

: حقارت آميز

("ka" uzun okunur, a. f. b. s.) : hakaretle karışık.

hakayık

: حقايق

("ka" uzun okunur. a. i. hakikat'ın c.) : doğru olan asıllar, şüphesiz bulunan şeyler, hakikatler, gerçeklikler.

hakayık-ül-vekayi'

:  

vak'aların hakikatleri.

hak-bîn

: حقبين

(a. f. b. s.) : hak görücü, bak verici.

hâk-bîz

: خاكبيز

(a. f. i.) : toprak kalburu.

hâk-bûs

:  

(f. b. i.) : yer öpme; büyük bir zâtın ayaklarına varıp öpme.

hâk-dân

: خاكدان

(f. b. i.) : dünyâ, yer.

hâk-dân-ı fena

:  

(fânî toprak) : [bu] Dünyâ.

hâk-dânî

: خاكدانی

(f. s.) : toprakla ilgili.

hakem

: حكم

(a. i.) : 1) iki hasım tarafın, aralarındaki anlaşmazlığı halletmek üzere, hâkim olarak seçtikleri kimse. 2) futbol, güreş, boks ve şâir spor oyunlarını başından sonuna kadar idare eden kimse.

hakemeyn

: حكمين

(a. i. c.) : 1) iki hakem. 2) Sıffîn vakasında Hazret-i Ali ile Muâviye arasında hakem seçilen Ebû Mûse-l-Eş'arî ile Amr übnü-l-As.

hâkezâ

: هكذا

(a. zf.) : böyle, bunun gibi, böylece, yine öyle.

hâkî

: حاكی

(a. s. hikâye'den.) : hikâye eden, anlatan.

hâkî

: خاكی

(f. s. c. : hâkiyân) : top rak rengi; toprakla ilgili.

hakik

: حقيق

(a. s.) : 1) hak sahibi olan, haklı. 2) lâyık, müstahak.

hakikat

: حقيقت

(a. i.) : 1) bir şeyin* aslı ve esâsı, mâhiyeti. 2) gerçek, doğru; gerçekten, doğrusu. 3) sadâkat, doğruluk, bağlılık, kadirbilirlik. 4) s. mecaz karşılığı, esas olarak kullanılan [kelime]. 6) ed. bir kelime neyi anlatmak için konulmuşsa, bu kelimenin o mânâda kullanılması : "el" kelimesinin, bilinen uzuv mânâsında kullanılması gibi.

hakikat-bîn

: حقيقت بين

(a. f. b. s.) : hakikati, doğruyu gören, doğru görüşlü.

hakikaten

: حقيقت بين

(a. zf.) : hakikat olarak, doğrusu, gerçekten.

Hakikat-gû

:  

(a. f. b. s.) : doğru söyliyen, doğru sözlü, doğrucu.

hakikat-perest

: حقيقت بين

(a. f. b. s.) : hakikati seven.

hakikat-şinâs

: حقيقة

(a. f. b. s.) : hakikati, gerçeği tanıyan, bilen, anlıyan.

hakikat-şinâsâne

: حقيقت شناسانه

(a. f. zf.) : hakikati, gerçeği tanıyana yakışacak surette.

hakikat-şinâs

: حقيقت شناس

(a. f. b.) : hakikati, gerçeği tanıma, bilme.

hakiki, hakikiye

: حقيقی ، حقيقيه

(a. s.) : 1) hakikate mensup, gerçek. 2) sahici 3) doğru,, gerçek; gerçekten; fr. realiste.

hakikıyyûn

: حقيقيون

(a. i. c.) : realistler; fr. realistes.

hakîm

: حكيم

(a. s. c. : hükemâ) : âlim, * bilgin, herşeyi bilen; tabîatı inceliyen; felsefeci; tabip, doktor. [Allah adlarındandır], Emr-t hakîm : Allah'ın buyruğu.

hakîm-i mutlak

:  

Cenâbıhak. Kitâb-ı hakîm : Kur'ân-ı Kerîm.

hâkim

: حاكم

(a. i. c. : hakeme. hâkimûn. hükkâm) : 1) her şeye hükmeden, Allah. Ahkem-ül-hâkimîn, Hayr-ül-hâkimîn : Allah.

hâkim-i hakiki, hâkim-i lemyezel

:  

Allah.

hâkim-i mutlak

:  

(Cenâbıhak). 2) hükmeden, dâva yargılama işine me'mûr olan, * yargıç. 3) s. üstte bulunan. 4) kadı; vali; âmir; hükümdar, emîr.

hakîm-âne

: حكيمانه

(a. f. zf.) : hikmet sahibi, hakîm olana yakışacak surette, hakîmcesine.

hâkim-âne

: حاكمانه

(a. f. zf.) : hâkimcesine, hükmederek, amirlik tavriyle; hakime lâyık ve vakışır olan.

hâkime

: حاكمه

(a. i.) : "hâkim" in müennesi. Hey'et-i hâkime : yargıçlar kıruıu. Evsâf-ı hâkime : muayyen vasıflar.

hakimiyyet

: حاكميت

(a. i.) : hâkimlik, amirlik, üstünlük, egemenlik.

hâkî-nihâd

: خالی نهاد

(f. b. s.) : mütevâzi, alçakgönüllü.

hakir

: حقير

(a. s.) : itibarsız, değersiz, aşağı, âdî, bayağı.

hakir

: حكير

(a. i.) : 1) kumasın parlak, ipek yollan. 2) yol yol ipekli kumaş.

hakir-âne

: حقيرانه

(a. f. zf.) : hakir olana yakışacak surette, hakîrcesine.

hâkister

: خاكستر

(f. i) : kül, etüş külü.

hâkisterî

: خاكستری

(f. i.) : küle mensup, kül gibi. (bkz. : remâdî).

Hâkiyân

: خاكيان

(a. i. hâkî'nin c.) : dünyâ halkı, insanlar.

Hakk

: حق

(a. i. c. : hukuk) : 1) Allah, İlah. 2) doğruluk ve insaf : Hakdan ayrılmamalı. 3) bir insana âit olan şey : Bu, benim hakkımdır. 4) dâva ve iddiada hakikate uygunluk; doğruluk : Hak budur. 5) geçmiş, harcanmış emek : Baba hakkı; Ana hakkı. 6) pay, hisse : Makas hak kı; Barut hakkı. 7) s. doğru, gerçek : Bu söz hakdır. 8) lâyık, münâsip : Bu, sana haktır.

hakk-ı âmiriyyet

:  

âmirük hakkı.

hakkı şefe

:  

huk. su içme hakkı.

hakk-ı şürb

:  

huk. bir nehirden muayyen ve mâ-iûm olan nasiptir ki tarla, bağ, bahçe ve hayvan sulamak için su ile intifa etme nöbeti, [bir tarla sahibinin her gün bir saat, yahut haftada bir gün bir nehirden tarlasını sulama hakkı gibi].

hakk-ı terceme

:  

tercüme hakkı.

hakk

: حك

(a. i.) : 1) kazıma, kazınma, bir şeyin üstünü çelik kalemle yazı, yahut resim olarak oyma.

hakk-i mühür

:  

mühür kazıma. 2) yazıyı yanlışı kazıma.

hakk-i sehv

:  

yanlışı kazıma.

hâkka

: حاقه

(a. i.) : 1) devamlı musibet, âfet, keder. 2) kıyamet günü. (bkz. : rûz-i mahşer) Sûre-i hakka : Kur'ân'ın 69) sûresi.

hakka

: حقا

("ka" uzun okunur, a. zf.) : doğrusu (bkz. : el-hakk, hakkan, hakikaten).

hakkak

: حقاق

("ka" uzun okunur, a. i.) : kutucu hokkacı.

hakkâk

: حكاك

(a. i. hakk'dan.) : hakkeden mühür ve saire kazıyan kimse.

hakkâkî

:  

(a. i.) : hakkâklık, mühür ve saire kazıma .

hakkan

:  

(a. zf.) : doğrusu, (bkz. : el-hakk, hakka , hakikıten).

Hakkanî

: حقانی

("ka" uzun okunur. a. s.) ; hak ve adâlete uygun. (bkz. : âdi').

Hakkaniyet

: حقانيت

("ka" uzun okunur, a. i.) : hak ve adöiete uygunluk, hakka riâyet etme, doğruluk, (bkz. : adalet, nasfet).

hakk-bîn

:  

(a. f. b. s.) : hak gören, hakkı tanıyan.

hakk-bînâne

: حق بينانه

(a. f. zf.) : hakkı tanıyana aöre.

hakk-binî

: حق بين

(a. f. b. i.) : hakkı görme, tanıme.

hakk-cû

: حاكمانه

(a. f. b. s.) : hak arıyan.

hakk-gû y

: حق گو

(a. t. b. s.) : doğru söyliyen.

hakk-gûyâne

: حق گويانه

(a. f. zf.) : doğru söyliyene yakışacak surette.

hakk-gûyî

: حق گويی

(a. f. b. i.) : doğru söyleyicilik.

hakk-güzâr

: حق گذار

(a. (f. b. s.) : hakkı tanıyan, haktan ayrılmıyan.

hakkında

: حقنده

(a. zf.) : dâir, müteallik, ilgili.

hakk-perest

: حق پرست

(a. f. b. s.) : hakka tapınan, doğruluktan ayrılmıyan, doğruluğu seven.

hakk-perestâne

: حق پرستانه

(a. f. zf.) : hakka tapmana lâyık bir surette.

hakk-şinâs

: حق شناس

(a. f. b. s.) : hakka riâyet eden, hakkı tanıyan.

hakk-şinâsâne

: حق شناسانه

(a. f. zf.) : hakkı tanıyana yakışacak surette, hakkı tanıyarak, hakka riâyet ederek (bkz. : âdil-âne).

hakk-şinâsî

: حق شناسی

(a. f. b. i.) : hakşinaslık, hakkı tanıma.

hâk-nisîn

: خاك نشين

(f. b. i.) : fakir, dilenci, (bkz. : sâil).

hâk-nişînî

: خاك نشينی

(f. b. i.) : fakirlik, dilencilik, yoksulluk.

hâk-pâ [y]

: خاكپا [ی]

(f. b. i.) : ayağın toprağı, ayağın tozu, ayağın bastığı toprak, [evvelce : "hâkpâyine gelmek", "hâkpâyine yüz sürmke" gibi, şerefe dokunan tâbirler, nezâket çerçevesi içerisinde kullanılır olmuştu].

hâk-râh

: خاكراه

(f. b. i.) : yol toprağı.

hâk-rûb

: خاكروب

(f. b. i.) : süpürge, (bkz. : çârûb).

hâk-sâr

: خاكسار

(f. b. s.) : toz toprak içinde kalmış, hâli perîşan.

hâk-sârî

: خاكبری

(f. b. i.) : perişanlık, düşkünlük.

hakud

: حقود

("ku" uzun okunur, a. s.) : pek kindar, çok kin güden.

hakud-âne

: حقودانه

("ku" uzun okunur, a. f. zf.) : kin güdercesine, kin güderlikle.