hâd |
: | خاد |
(f. i.) : zool. çaylak [kuş]. |
hadaa |
: | خدعه |
(a. s. hâdi'nin c.) : dalavereciler, hileciler, aldatıcılar. |
hadâi' |
: | خدائع |
(a. i. hadîa'nın c.) : hileler, oyunlar, yalanlar, aldatmalar, dekler, ["ha-dâyi" şekli de kullanılmıştır]. |
hadâic |
: | حدائج |
(a. i. hidâce'nin c.) : deve sırtına vurulan yükler, ["hadâyic" şekli de kullanılmıştır]. |
hadâid |
: | حدائد |
(a. i. hadîd, hadîde'nin c.) : 1) demirden yapılma şeyler. 2) keskin şeyler. 3) sert şeyler, ["hadâyid" şekli de kullanılmıştır]. |
hadâidât |
: | حدائدات |
(a. i. hadâid'in c.) : demir nesneler, ["hadâyidât" şekli de kullanılmış-tır]. |
hadâik |
: | حدائق |
(a. i. hadîka'nın c.) : "bahçeler, bağ ve bostanlar, ["hadâyık sekli de kullanılmıştır.]. |
hadâik-i hâssa |
: |
pâdişâh, saray bahçeleri. |
|
hadak |
: | حدق |
(a. i.) : patlican. (bkz. : bâdincân). |
hadâlet |
: | خدالت |
(a. i.) : kol ve baldırı etli olma. |
hadâret |
: | حدارت |
(a. i.) : alçak gönüllülük. |
hadâset |
: | حداثت |
(a. i.) : 1) evvel, iptida, önce, başlangıç. 2) tazelik, gençlik. hadâret-i sinn : yaş küçüklüğü. |
hâdd |
: | حاد |
(a. s.) : 1) keskin. 2) sivri. 3) dar. Zâviye-i hadde : geo. dar açı. 4) sert, te'sirli. 5) ekşi. 6) azgın ve iltihaplı, [çıban, yara, 'hastalık]. 7) gergin. |
hadd |
: | حد |
(a. i. c. : hudûd) : 1) sınır, iki devlet toprağının birleştiği yer, kenar. 2) derece. 3) gerçek değer. 4) şerîatçe verilen ceza. 5) mant. bir * önermede konu ile * yüklemden her foiri, terim. 6) mat. cebirde tenasüp (* oran) veya muadeleyi (* denklem) meydana getiren kısĵmlardan her biri. 7) bir şeyin nihayeti, sonu. |
hadd-i asgar |
: |
mant. küçük önerme. |
|
hadd-i bulûğ |
: |
ergenlik çağı. |
|
hadd-i cenubî |
: |
top. her hangi bir arazî üzerinde üç nirengi noktasının teşkîl ettiği üçgenin en cenubun da (güney) bulunan re'si, yânî nîrengi noktası. |
|
hadd-i ekber |
: |
mant. büyük önerme. |
|
hadd-i evvel |
: |
mat. her hangi bir rîyazî düsturda bir birinden zait nakıs işaretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan birincisi. |
|
hadd-i evsat |
: |
mant. orta terim. |
|
hadd-i gârbî |
: |
top. her hangi bir arazî üzerinde üç nîrengi noktasının teşkîl ettiği üçgenin en garbında (batı) bulunan re'si, yânî nîrengi noktası. |
|
hadd-i hakikî |
: |
mant. bir terimin esas tarifi. |
|
hadd-i icaz |
: |
fasâhat'in mucize derecesinde olanı. |
|
hadd-i imkân |
: |
mümkün olma hududu. |
|
hadd-i ittisal |
: |
bitişme haddi, noktası. |
|
hadd-i kat'-i tarîk |
: |
huk. [eskiden] yol kesicilikte bulunan bir şahıs veya birçok eşhas hakkında cinayetlerine göre îcâbeden ukubet. |
|
hadd-i kaıf |
: |
huk. [eskiden] bir muhsin veya muhsineye, yânî mükellef hür, müslim, zinadan afîf bir kimseye dâr-ı islâm'da zina isnâdeden mükellef bir şahıs hakkında îcâbeden ukubettir ki, miktarı hadd-i şürb gibidir. |
|
hadd-i kemâl |
: |
olgunluk hâli. |
|
hadd-i kifâye |
: |
yeterlik derecesi. |
|
hadd-i lâyık |
: |
tam derece, tam değer. |
|
hadd-i müntehâ |
: |
son nokta. |
|
hadd-i müşterek |
: |
ortak derece. |
|
hadd-i sâlis |
: |
mat. her hangi bir riyazi düsturda birbirinden zait nakıs işaretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan üçüncüsü. |
|
hadd-i sânî |
: |
mat. herhangi bir riyâzî düsturda bir birinden zait nakıs işaretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan ikincisi. |
|
hadd-i sekr |
: |
huk. [eskiden] hamirden başka müskir meşrubattan birinin bilihtiyâr içilmesinden mütevellit sarhoşluktan dolayı îcâbeden ukubettir ki, miktarı hadd-i şürb gibidir. |
|
hadd-i sirkat |
: |
huk. [eskiden] şeraitini câmî bir sirkatten dolayı muayyen uzvun kesilmesi suretiyle tatbik edilen bir ceza. |
|
hadd-i şarkî |
: |
top. her hangi bir arazî üzerinde üç nîrengi noktasının teşkîl ettiği üçgenin en doğusunda bulunan re'si, yânî nîrengi noktası. |
|
hadd-i ser'î |
: |
şerîate uygun olarak verilen ceza. |
|
hadd-i şimalî |
: |
top. her hangi bir arazî üzerinde üç nîrengi noktasının teşkîl ettiği üçgenin en şimalinde (kuzey) bulunan re'si, yânî nîrengi noktası. |
|
hadd-i şürb |
: |
huk. [eskiden] az veya çok miktarda bilihtiyar "hamr" içilmesinden dolayt îcâbeden ukubet, [sekir vermiş olsun olmasın (bu ukubet hür ve hürre hakkında seksen, köle hakkında kırk celdedir. Celd, kamçı ile vurma veya derisine dokunmadır) ]. |
|
hadd-i ta'bîr |
: |
tasvir ve anlatma derecesi, çjücü. |
|
hadd-i te'dib |
: |
şerîata göre ceza, dayak derecesi. |
|
hadd-i vasat |
: |
orta. |
|
hadd-i zâtinde |
: |
zâten, esasen, yaradılışta, aslında, oluşunda. 8) bir şeyin keskin olan yeri, ağzı. |
|
hadd-i seyf |
: |
kılıcın keskin yeri, ağzı. Bî-hadd : hesapsız, sınırsız. Fevk-al-hadd : pek çok. Ser-hadd : sınır. |
|
hadd-i zina |
: |
huk. [eskiden] şeraiti dâhilinde vâki ve sabit olan zinadan dolayı mürtekibi hakkında tatbik edilecek ukubettir ki, ya celd veya recim suretiyle olur. |
|
hadd |
: | حد |
(a. s.) : 1) denizden gelen gürültülü ses. 2) gürültü ile yıkılan. 3) gürültülü bir sesle çağıran. |
hadd |
: | هاد |
(a. i. c. : hudûd) : 1) yanak. Lâle-hadd : lâle (al) yanaklı, (bkz. : ızgâr, ruh). |
hadd-i azrâ |
: |
(kız yanağı) : Küfe Şehri. 2) yeri yarma, yeri kazma. |
|
haddâ' |
: | خداع |
(a. s. hud'a'dan) : dalavereci, aldatıcı, (bkz. : hâdî', hayyâl, reng-âver). |
haddâ |
: | حدا |
(a. i.) : deve çobanı, deve sürücüsü. |
haddâd |
: | حداد |
(a. s.) : 1) demirci, demir işleri yapan, çilingir. 2) kapıcı. 3) gardiyan, muhafız. |
haddâdî |
: | حدادی |
(a. i.) : demircilik. |
haddâm |
: | خدام |
(a. s.) : işinde becerikli, çalışkan, gayretli olan; hizmetçi. |
haddân |
: | خدان |
(a. i. hadd'den. c.) : iki yanak. |
haddâs |
: | حداس |
(a. s. hads'den.) : çabuk kavrıyan, anlayışlı, kavrayışlı. |
hadde |
: | حاده |
(a. i.) : erimiş mâden, tel yapmak için kullanılan delikli mâden levha. hâdde-i tedkîk : dikkatle araştırma. |
hâdde-hâne |
: | حاده خانه |
(a. f. b. i.) : 1) içinde ham demir mâdeninin eritildiği büyük ocak, fırın. 2) [evvelce] içinde çocukların çalıştırıldığı tersanenin, ameliyat okulu hükmünde bulunan bir fabrikası, [bugün "Gedikli Subay Okulu" bu okulun yerine geçmiştir]. |
haddeyn |
: | حدين |
(a. s. c.) : iki had, iki * terim. Zü-l-haddeyn : iki * terimli. |
hadd-nâ-şinâs |
: | حد ناشناس |
(a. f. b. s.) : haddini bilmez. |
hadd-nâ-şinâsâne |
: | حد ناشناسانه |
(a. f. zf.) : haddini bilmezcesine. |
hadeb |
: | حدب |
(a. i.) : kanbur olma, kanburluk, yumrulu olma. (bkz. : hamîde). |
hadebe |
: | حدبه |
(a. i.) : 1) vücuttaki kanburluk. 2) bot. yumru, kambur, (bkz. : hamîde). |
hadebiyyet |
: | حدبيت |
(a. i.) : kanburluk, yumruluk. |
hadec |
: | حدج |
(a. i.) : bot. ebûcehil karpuzu, |
haded |
: | حدد |
(a. i.) : manî, engel, set |
hadeka |
: | حدقه |
(a. i. c. : ahdâk, hidâk) : göz bebeği, gözün siyahı. |
hadeka-yi ayn |
: |
gözün bebeği. |
|
hadeki |
: | حدقی |
(a. s.) : hek. göz bebeğî ile ilgili. |
hadem, hademe |
: | خدم ، خدمه |
(a. i. hâdım'ın c) : hizmetçiler, odacılar, (bkz r huddâm). |
hademe-i hâssa, -şahane |
: |
pâdişâh sarayında vazifeli bulunanlar. |
|
hadem ü haşem |
: |
hizmetçilerle maiyet halkı. |
|
hadeng |
: | خدنگك |
(f. i.) : 1) kayın ağacı. 2) kayın ağacından yapılmış ok. |
hader |
: | خدر |
(a. i.) : uyuşma. |
hader-i umûmî |
: |
bütün vücûdu kaplıyan uyuşukluk. |
|
hader-ül-benân |
: |
hek. parmak uçlarının uyuşması. |
|
hades |
: | حدث |
(a. i. c. : ahdâs. hadesât) : 1) yeni olma, yeni peyda olan şey. 2) aptes ve guslün tazelenmesini gerektiren hal. 3) insan pisliği. (bkz. : gait). 4) s. genç, delikanlı, (bkz. : hadîs-üs-sinn). |
hadesân |
: | حدثان |
(a. i.) : 1) talihsizlik. 2) kaza. |
hadesât |
: | حدثات |
(a. i. hades'in c.) : hadesler. |
hâdır |
: | خادر |
(a. s.) : uyumuş, tenbel. |
hadi' |
: | خادع |
(a. s. hadîa'dan) : 1) hîleci, dolapçı, (bkz. : haddâ'). 2) fena, bozuk.. |
hâdî |
: | حادی |
(a. s.) : 1) sırada ilk, birinci. 2) i. hayvanları, en çok develeri şarkı ile süren kimse. 3) yenilene yardım eden, yardımcı. |
hâdî aşr |
: |
on birinci. |
|
hâdî vü işrin |
: |
yirmi birinci. |
|
hâdî |
: | هادی |
(a. s. hidâyet'den. c. : hevâdî, hüdât) : 1) hidâyet eden, doğru yolu gösteren. |
hâdî-üt-tarîk |
: |
doğru yolu gösteren, Allah. 2) i. kılavuz, rehber. 3) önde giden [kimse]. |
|
hadî-i sebîl |
: |
Hz. Muhammed (Aleyhisselâm). 4) i. mızrak ucu. 5) i. erkek adı. |
|
hadîa |
: | خديعه |
(a. i. c. : hadâyi') : (ustalıklı) hîle, oyun, aldatma, ["hadîat" şeklinde de kullanılır], (bkz. : hud'a). |
hâdi-âne |
: | خاداعانه |
(a. f. zf.) : hîle ile, dolapla. |
hâdî-aşer |
: | حادی عشر |
(a. s.) : on birinci. |
hadîb |
: | خضيب |
(a. s.) : 1) boyanmış, boyalı. 2) kınalanmış, kınalı. |
hadîc |
: | خديج |
(a. i.) : vakitsiz, erken doğan oğlan çocuğu. |
hadîce |
: | خديجه |
(a. i.) : 1) vakitsiz, erken doğan kız çocuğu. 2) kadın adı. |
Hadîce |
: | خديجه |
(a. h. i.) : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in ilk eşi. |
hadîd |
: | حديد |
(a. s.) : 1) öfkeli, hiddetli, şiddetli, titiz. |
hadîd-ül-mizâc |
: |
sert tabiatlı, asabî. 2) keskin. Seyf-i hadîd : keskin kılıç. |
|
hadîd-ül-basar |
: |
gözü keskin. 3) i. demir, (bkz. : âhen). |
|
hadîd-ün-nazar |
: |
görüşü keskin. |
|
hadîdî, hadîdîyye |
: | حديدی ، حديديه |
(a. s.) : demirle ilgili, demirden yapılmış. Âlât-ı hadîdiyye : demirden yapılmış âletler. Hulût-i ha-dîdiyye : demiryolları. Mürekkebât-ı hadîdiyye : demir karışıkları. |
hâdife |
: | هادفه |
(a. i.) : halktan bir kısım. |
hadîka |
: | حديقه |
(a. i. c. : hadâik) : ağaçlı, suyu çok bahçe; bostan; meyve bahçesi; etrafı duvarla çevrilmiş bahçe. |
hadîka-yi ferahfeza |
: |
gönüle ferahlık veren bahçe. |
|
hadîka-yî rûh |
: |
ruhun bahçesi. |
|
hadîkat-üs-süedâ |
: |
mutluların bahçesi, [büyük şâir Fuzulî'nin bu addaki bir eseri]. |
|
hadil |
: | هادل |
(a. s. hadl'den.) : aşağı sarkıtılmış. |
hadim |
: | خادم |
(a. s. hidmet'den. c. : hadem. hademe. huddâm) : 1) hizmet eden, yarıyan. |
hâdim-i pîr |
: |
astr. Zuhal (satürn) gezeğeni. |
|
hâdim-ül-fukarâ |
: |
fakirlere hizmet eden. 2) i. harem ağası, (bkz. : hâce-serâ). |
|
hâdim-ül-haremeyn-üş-şerîfeyn |
: |
(Mekke ve Medîne gibi iki kutsal yere hizmet eden) : Osmanlı pâdişâhlarına verilen bir unvan. [Yavuz'dan sonra]. |
|
hadim |
: | هادم |
(a. s. hedm'den.) : hedme-den, yıkan, yıkıcı. |
hâdim-ül-lezzât |
: |
(lezzetleri yıkan) : Azrail, (bkz. : Melek-ül-mevt). |
|
hadime |
: | خادمه |
(a. i. hâdim'den.) : kadın hizmetçi. |
hadîn |
: | خدين |
(a. i. c. : hudenâ) : vefalı, sâdık dost. |
hadîn-i kadîm |
: |
eski dost. |
|
hâdir |
: | هادر |
(a. s.) : 1) öten [güvercin], (bkz. : hamam, hamâme 1) . 2) kişneyen [aygır]. |
hâdir |
: | حادر |
(a. s. c. : hadere) : şişen, yumrulanan [organ]. |
hâdir |
: | خادر |
(a. s.) : uyuşuk, gevşek, tenbel. |
hadîs |
: | حدث |
(a. i. c. : ehâdîs) : 1) Peygamberimizin kutsal sözü. 2) hadîsten bahseden ilim. |
hadis-i kudsî |
: |
mânâsı vahyedilen, kelimesi Peygamberimizden sudur eden (çıkan) kutsal söz. |
|
hadîs-i mevzu' |
: |
bir başkası tarafından söylenip, Peygamberimize isnâd olunan söz. |
|
hadîs-i mürsel |
: |
Peygamberimiziden işitildiğl söylenilen söz. |
|
hadîsi nebevî |
: |
(bkz. : hadîs-i kudsî). |
|
hadîs-i sahih |
: |
doğru ve adaletli bir râvîye dayanan hadîs-i şerîf. 3) s. yeni. taze. |
|
hadîs-üs-sinn |
: |
(yaşı taze) : genç, delikanlı, (bkz. : nev-civân, hades 4) 4) haber, kıssa, söz, söylenti. |
|
hadis |
: | حادث |
(a. s. hudûs'dan.) : 1) hudûs eden, çıkan, meydana gelen. 2) yeni, yeni çıkan. |
hâdisât |
: | حادثات |
(a. i. hâdise'nin c.) : hâdiseler, * olaylar. |
hâdise |
: | حادثه |
(a. i. c. : hâdisât. havadis) : vakıa, yeni bir şey, ilk defa çıkan, mâcerâ olan bir nitelik ve durum, [havadis kelimesi bugün "haber, vakıa" mânâsına müfret olarak kullanılır], |
hâdisiyye |
: | حادثيه |
(a. i.) : fels. fenomenizm, fr. phenomenisme. |
hadîş |
: | خديش |
(f. i.) : büyük kadın, büyük hanım [evdeki]. |
hâdiye |
: | هاديه |
(a. i.) : 1) asâ, değnek. 2) su içinden sivrilerek yükselen kaya. 3) kadın adı. |
hadrâ' |
: | خضراء |
(a. s.) : 1) (daha, pek, çok, en) yeşil. ["ahdar"ın müenneesi]. 2) i. sebze, yeşillik. |
hadrâ-yi dimen |
: |
(süprüntülüklerde biten filiz) : orta malı olan güzel [kadın] Cezîret-ül-hadrâ' : Fas'daki El-cezîre. 3) h. i. Husrev Pervîz'in sekiz hazînesinden birinin adı. (bkz. : hazrâ). |
|
hadravât |
: | خضروات |
(a. s. hadrâ'nırt c). : (bkz. : hadrâ, hazravat). |
hads |
: | حدس |
(a. i. c. : hadsiyyât) : 1) zan, tahmin. 2) sezgi, seziş, fr. intuition. |
hadsî |
: | حدسى |
(a. s.) : 1) zan ve tahminle ilgili. 2) sezgili. |
hadsiyyât |
: | حدسيات |
(a. i. hads'in c.) : mümkün olan şeyler, (bkz. : faraziyyât, mümkinât, tahmînât). |
hadşe |
: | خدشه |
(a. i. c. : hadeşât) : manevî rahatsızlık, vesvese, merak, ürküntü. |
hadşe-i derûn |
: |
iç üzüntüsü, gönül üzüntüsü. |
|
hadşe-âver |
: | خدشه آور |
(a. f. b. s.) : rahatsızlık veren, insanı kocunduran. |
hadse-nisâr |
: | خدشه نسار |
(a. f. b. s.) : kocunduran, vesvese, merak saçan. |
hadûş |
: | خدوش |
(a. i.) : 1) sinek. 2) pire. |