Hâc

: حاج

(f. i.) : haç, put. (bkz. : salîb, çelîpâ).

Hâc

: حاج

(a. i. hâcet'in c.) : 1) (bkz. : hâcât, havâyic). 2) bot. deve dikenleri, akdikenler.

hacâle

: خجالت

(a. i.) : utanma, utangaçlıkla şaşırma, (bkz. : hacel, haclet).

hacâlet-âver

: خجالت آور

(a. f. b. s.) : utandırıcı.

hacâmet

: حجامت

(a. i.) : boynuz veya şişe ile vücudun bir organına kanı topladıktan sonra nişter ve mengene denilen âletlerle kan alma, hacamat, [kelimenin aslı "hicâmet" dir].

hâcât

: حاجات

(a. i. hâcet'in c.) : istekler, dilekler. Kadî-yül-hâcât : hacetleri, istekleri, dilekleri yerine getiren, Allah.

hacb

: حجب

(a. i.) : 1) menetme, mahrum etme. 2) birini mîrastan menetme, mahrum etme.

hacb-i hirmân

:  

huk. mirastan tamâmiyle menetme, mahrum etme.

hacb-i noksan

:  

huk. mirastan kısmen mahrum etme, miras hissesini azaltma.

hacc

: حج

(a. i.) : islâmın beş şartından biri olan ve muayyen zamanda Mekke'deki "Kâbe-i Şerîfe" yi ziyaret etmek üzere yola çıkma farizası, [kelimenin aslında "kasid" ve "teveccüh" mânâları vardır].

hâcc

: حاج

(a. s. ve i. c. : hüccâc) : hacca giden, Kabe'yi ziyaret eden, hacı. [çok zaman kelime "el-hâcc" şeklinde kullanılır ve "hacı" şekli daha yaygındır], (bkz. : hacı).

hâcc-ül-haremeyn

:  

zamanında şer'î merasime uyarak Mekke-i Mükerreme ile Medîne-i Münevvere'yi ziyaret eden kimse.

Haccâc

: حجاج

(a. h. i.) : 1) Irak vâlîsi olup, Hz. Muhammed (Aleyhisselâm) soyuna ve taraftarlarına eziyet eden Yusuf bin Sakafî'nin ünvânı. 2) s. delîl ile galip olan.

haccâc-âne

: حجاجانه

(a. z.) : Haccâc'a yakışacak surette zulüm.

haccâl

: حجال

(a. s.) : gösterişli, şatafatlı.

haccâm

: حجام

(a. i.) : hacamat eden, hacamatçı.

haccâr

: حجار

(a. i.) : taşçı, taş işçisi.

hâcce

: حاجه

(a. i. c. : hâcc) : bot. bir çeşit akdiken.

hâcce

: حاجه

(a. s. c. : havâcc) : hacca giden, Kabe'yi ziyaret eden, hacı. [kadın, kızı].

hâce

: خواجه

(f. i. c. : hâcegân) : hoca, efendi, ağa, çelebi, sahip, muallim, profesör, öğretmen, müderris. (bkz. : hired-âmûz); molla, ev sahibi.

hâce-i âlem, hâce-i dü sera, hâce-i kâinat

:  

Peygamberimiz Hz. Muhammed (Aleyhisselâm).

hâce-i evvel (ilk hoca)

:  

milletin ilmen ve fikren kalkınması için çeşitli bilgileri basitleştirerek halkın kolaylıkla anlıyabileceği bir dille yayan kimse, [bu unvan, Tanzimat devrinde Ahmed Midhat Efendi'ye de verilmiştir],

hâce

: حاجه

(a. i.) : (bkz. : hacet). İnd-el-hâce : gerektiği zaman.. gibi.

haceb

: حجب

(a. i.) : anat. gırtlak, fr. traehe'e artere.

hacebe

: حجب

(a. i. hâcib'in c.) : kapıcılar, perdeciler, (bkz. : hâcib).

hâcegân

: خواجگان

(f. b. i. fiâce'nin c.) : 1) hocalar. 2) [eskiden] yüzbaşı rütbesinin karşılığı olan bir sivil rütbe. Hatm-i hâcegân : nakşî tarîkatinin âdabı.

hâcegân-ı dîvân-ı hümâyûn

:  

[eskiden] dîvânı âlî efendileri mânâsında kullanılan devlet ricaline verilen bir ad.

hâcegî

: حواجگی

(f. i.) : 1) efendilik, hocalık. 2) tüccar. Bedestân hâcegîsi : bedesten tüccarlarından.

hacel

: حجل

(a. i.) : utanma, utanıp şaşırma, (bkz. : hacâlet, haclet).

hacer

: حجر

(a. i. c. : ahcâr) : 1) taş (bkz. : seng).

hacer-i esved, -es'ad

:  

Kabe'nin duvarında bulunan meşhur kara taş.

hacer-i fil

:  

yanmaz taş denilen bir mâden olup iplik gibi cüzü'leri birbirinden ayrılmak hassasını hâizdir.

hacer-i semaî

:  

gökten düşen taş, gök taşı,.

hacer-i semaî

:  

gökten düşen taş, gök taşu aerolit.

hacer şecer makulesi

:  

ehemmiyetsiz, dermeçatma eşya.

hacer-ün-nûr

:  

kükürt ile demirin birleşmesinden meydana gelen altın sarısı renginde bir cisim.. [hacer'in bir başka cemi olan "hicâre" kullanıl maz], 2) kadın adı.

hacereyn

: حجرين

(a. i. c.) : "iki taş" : altın ile gümüş.

hâce-serâ

: خواجه سرا

(f. b. i.) : hadımağası, haremağası. (bkz. : hadim2) .

hacet

: حاجت

(a. i. c. : hâcât, havâyic) : ihtiyaç, lüzum, gereklik, muhtaçlık, (bkz. : zaruret). Daf'-i hacet : abdest bozma. Arz-i hacet : eksiğini, isteğini bildirme.

hacet ne

:  

ne ihtiyaç var, ne lüzum var.

hâce-tâş

: خواجه تاش

(f. b. i.) : [eskiden] bir efendinin kölelerinden her biri, kapı-yoldaşı.

hâcet-ınend

: حاجتمند

(f. b. s. c. z hâcet. mendân) : ihtiyaçlı, muhtaç.

hâcet-mendâne

: حاجتمندانه

(a. f. zf.) : ihtiyaçlı olarak, muhtaccasına.

hâcet-mendî

: حاجتمندی

(a. f. b. i.) : ihtiyaçlı olma, muhtaçlık.

hâcet-revâ

: حاجت روا

(a. b. s.) : ihtiyâcı gören, gideren.

hacı

: حاجی

(a. s. ve i. c. : hüccâc) : hacca giden, Kabe'yi ziyaret eden, hacı. (bkz. : hâcc). hacı tehniyesi : haçtan sağ salim dönenleri kutlamak üzere yapılan toplantı.

hâcî

: هاجی

(a. s. hicv'den) : hicveden, hiciv yazan.

hâcib

: حاجب

(a. i. hicâb'dan. c. : hacebe) : 1) kapıcı, perdeci, [evvelce vezirlere, âmirlere denilirdi], (bkz. : bevvâb). 2) perde, hâil. 3) (c. : .havâcib) : kaş. (bkz. : ebru),

hâcib-i bârî

:  

Cebrail.

hâcib-i garbî

:  

astr. kutup yıdızı aslında ephe-merides denilen bir münhanî (*eğri) çizerek hareket etmekte iken, bu eğri, astronomlarca pratik maksatlarla bir elips olarak kabul edilmiştir. Hahîkî şimal (pöle) bu elipsin büyük ve küçük çaplarının kesişme noktasından Polariş yâni Kutup yıl. dizi elipsin büyük çapının solunda bulunduğu anda ımürûr-i süfîâ'dadır. [elipsin büyük çapı Hatt-ı isti-vâ düzlemine paraleldir].

hâcib-i şarkî

:  

astr. Kutup yıldızı aslında ephe-merides denilen bir münhanî (*eğri) çizerek hareket etmekte iken, bu eğri, astronomlarca pratik maksatlarla bir elips olarak kabul edilmiştir. Hahîki şimal (pöle) bu elipsin büyük ve küçük çaplarının kesişme noktasındadır. Polaris, yâni Kutup "yıldızı elipsin büyük çapının sağında bulunduğu anda mürûr-i süfîâ'dadır. [elipsin büyük çapı, Hatt-ı istiva düzlemine paraleldir].

hâcib-i yemîn

:  

sağ kaş.

hâcib-i yesâr

:  

sol kaş.

hâcibeyn

: حاجبين

(a. c. i.) : iki kaş. Beyn-el-hâcibeyn : iki kaş arası.

hacîf

: حجيف

(a. i.) : karın gurultusu.

hacîl

: حجيل

(a. s.) : üç ayağı beyaz olan at.

hacîl

: خجيل

(a. s.) : utanmış, utancından yüzü kızarmış.

hacir

: هاجر

(a. s.) : 1) hicret eden, bir yerden başka bir yere göçen. 2) sayıklıyan [hasta].

hâcire

: هاجره

(a. i. c. : hâcirât) : 1) terbiye sınırlarını aşan küfür. 2) (c. hevâcir) günün en sıcak zamanı.

hâcis

: هاجس

(a. i.) : 1) gam, tasa. 2) hâtıra.

hâcise

: هاجسه

(a. i. c. : hevâcis) : gönüle doğan endîşe, merak.

hâciyân

: حاجيان

(a. i. hâcı'nın c.) : hacılar, Hicaz'a gitmiş olanlar, (bkz. : hüccâc).

haciz

: حاجز

(a. s. hacz'den) : 1) ayıran, bölen. Hicâb-ı haciz : anat. göğüs boşluğu ile karın boşluğu arasında bulunan büyük perde, zar, karın zarı, periton. 2) haczeden.

hacle

: حجله

(a. i.) : gelin odası, gerdek, [bu kelimede yer adı, esasen bulunduğundan buna bir de "-gâh" mekân edatı getirerek "hac-le-gâh" şeklinde kullanmak doğru değildir].

hacle-gâh

: حجله گاه

(a. f. b. i.) : gelin odası, gerdek odası, ["hacle" kelimesinde esasen yer adı bulunduğundan, buna tekrar "-gâh" mekân eki getirerek "hacle-gâh" şeklinde kullanmak doğru olmamakla beraber kullanılmıştır].

haclet

: خجلت

(a. i.) : utanma, şasırma, (bkz. : hacâlet, hacel).

haclet-âver

: خجلت آور

(a. f. b. s.) : utandırıcı, utanç verici, (bkz. : haclet-engîz).

haclet-engîz

: خجلت انگيز

(a. f. b. s.) : utandırıcı, (bkz. : haclet-âver).

hacm

: حجم

 kapsadığı boşluk. 2) oylum.

hacm-i istiâbî

:  

 bir şeyin, içine alabildiği mikdar.

hacmen U.S

:  

(a. zf.) : hacim îtibâriyle, büyüklükçe.

hacr

: حجر

(a. i.) : 1) birini, malını kullanmaktan menetme, birine bir şeyi yasak etme, (bkz. : hacz). 2) âguş, kucak, himaye, ["h" harfi, harekelerin üçünü de kabul eder].

hacra

: حجرا

(a. zf.) : malını kullanmaktan menetme voliyle.

hacz

: حجز

(a. i.) : haciz, alacağa karşılık birinin malını veya parasını zaptetme muamelesi.

hacz-nâme

: حجزنامه

(a. f. b. i.) : huk. alacağa karşılık birinin malını zaptetmek üzere o kimseye alacaklı tarafından gönderilen resmî kâğıt.