güdâhte

: گداخته

(f. s.) : erimiş.

güdâz (-)

: گداز

(f. s.) : eriten yakan, mahveden, ["güdâhten" yahut "güdâzîden" mastarından]. Tahammül-güdâz : tahammül eriten. Tâkat-güdâz : takati mahveden.. v. b.

gödâzende

: گدازنده

(f. s.) : eritici, eriten.

güdâziş

: گدازش

(f. b. s.) : yanma, yakılma.

güft

: گفت

(f. i.) : 1) söz, lâkırdı, (bkz. : kelâm). 2) dedi, söyledi.

güft ü aû

:  

(güft : dedi. gû : söyle) : dedikodu, (bkz. : kıl ü kal).

güft ü şinîd

:  

mesmuât, duyulan haberler, dedikodu.

güftâr

: گفتار

(f. i.) : söz,

güftâr-i şîrîn

:  

tatlı söz. Perîşân güftar : sözü dağınık olan. sözünde düzen o. lmıyan. Şeker-güftâr (şeker sözlü) : tatlı sözlü.

güfte

: گفته

(f. s.) : 1) söyleniş, söylenmiş. 2) i. müz. bir söz eserinin bestelenmiş bulunan manzum sözleri.

güfte-kârî

: گفتكاری

(f. b. i.) : g. s. 1) pirinçten yapılma, motif ve yazılarla süslü fener, lâmba ayağı. 2) üstünde yazılar bulunan ve yalnız İran'dan gelen bir cins halı.

güher

: گهر

(f. i.) : ["gevher" in hafifletilmişi]. (bkz. : gevher).

güher-bâr

: گهربار

(f. b. s.) : cevher yağdıran, (bkz' : gevher-bâr).

güher-feşân

:  

(f. b. s.) : cevahir saçan, (bkz. : güher'pâş).

güher-fürûş

: گهر فروش

(f. b. s.) : cevher satan.

güher-pâre

: گهرباره

(f. b. i.) : cevher parçası.

güher-pâş

:  

(f. b. s.) : cevâhri saçan, (bkz. : güher-pâ).

güher-rîz

: گهرريز

(f. b. s.) : cevher döken.

gül

: گل

(f. i.) : 1) çiçek. 2) bilinen çiçek,, gül çiçeği; gül ağacı, [kıyâsî olmıyan cemi "gülân" dır].

gül-i gül-zâr

:  

gül bahçesinin gülü.

gül-i ra'nâ

:  

güzel gül; dışı sarı, içi kırmızı renkte olan bir çeşit gül.

gül-i ruh-sâr

:  

1) güle benziyen yanak, gül yanak; 2) meşhur bir çeşit lâle.

gül-i sad-berk

:  

katmerli, bir çeşit iri gül.

gül-i surh

:  

kırmızı gül.

gül-i ter

:  

taze gül.

gül-i zemîn

:  

meşveret meclisi.

gül-i zîba

:  

güzel, parlak gül.

gül-âb

: گلاب

(f. b. i.) : gülsuyu, (bkz. : cüllâb).

gül-âb-dân

: گابدان

(f. b. i.) : içine gülsuyu konulan mahfaza, kap.

gülâc

: گلاج

(f. i.) : 1) nişastadan yapılan ince yufka, güllâç. 2) içerisine toz hâlindeki acı ilâçları koymak üzere eczacıların kullandıkları, nişastadan yapılmış küçük ve yuvarlak mahfaza.

gül-bâğ

: گلباغ

(f. b. i.) : gül bahçesi, (bkz. : gül-istân, gül-şen, gül-zâr).

gül-bâm

: گلبان

(f. b. i.) : (bkz. : gül-bâng).

gül-bâng

: گلبا نگك

(f. b. i.) : eskiden tekkelerde, âyin sırasında, saraylarda muayyen merasim sırasında hep bir ağızdan yüksek sesle okunan ilâhi veya duâ.

gül-bâng-i Muhammedi

:  

ezan.

gülbeden

: گلبدن

(f. b. s.) : bedeni gül gibi lâtif ve nâzik olan.

gül-berg

: گل برك

(f. b. i.) : gül yaprağı.

gül-berg-i bâg-ı ömr

:  

ömür bahçesi gülünün yaprağı; mec. torun.

gül-berg-i ter

:  

taze gül yaprağı.

gül-be-şeker

: گلبشكر

(f. b. i.) : bir çeşit gül tatlısı.

gül-bister

: گلبستر

(f. b. i.) : gülden yatak.

gül-bîz

: گلبيز

(f. b. s.) : 1) gül serpen. 2) i. kadın adı.

gül-bûse

: گل بوسه

(f. b. s.) : gül öpüşlü : öpmesi gül hissini veren.

gül-bün

: گلبن

(f. b. i.) : gül kökü,gül biten yer.

gül-çe

: گلجه

(f. i.) : 1) gülcük, küçük gül; çiçekeik. 2) g. s. fildişi oyma ve kakmalarda bir göbek etrafına dizilmiş sipiral petallerden ibaret sitilize gül motifi, reliyef motif, [buna rosace (rozas) da denilir].

gül-çehre

: گلچهره

(f. b. s.) : gül çehreli, çehresi gül gibi lâtif olan. Duhter-i gül-çehre : gül çehreli kız. [fasihi : "gül-çihre" dir].

gül-çîn

: گلچين

(f. b. s.) : gül toplıyan, gül devşiren.

gül-dân

: گلدان

(f. b. i.) : gül mahfazası, çiçeklik, vazo.

gül-dehân, gül-dehen

: گلدهان ، گلدهن

(f. b. s.) : gül ağızlı, ağzı gül gibi olan.

gül-deste

: گلدسته

(f. b. i.) : 1) gül demeti; çiçek destesi. 2) müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. Eskiden mevcut olup da ismi bilinmiyen bu makama H. Saadettin Arel tarafından bu isim verilmiştir. Güldeste, pûselikte zir-güle, ruhnüvâz ve mahur makamlarından mürekkeptir. Bu diziler serbest ve karışık kullanılabilir. Makam, mahur veya mâhur'un ilk beşlisi ile rast perdesinde kalır. Birinci derecede güçlü, ruhnuvâz'ın durağı olan hüseynîdir. Donanıma yalnız fa için bir küçük mücenneb diyezi konur ki, makamın terkibindeki her üç dizi'nin de müşterek bir arızasıdır. Ayrıca nota içerisinde îcâbeden yerlere zirgüle'nin pûselik şeddi için re ve lâ bakıyye diyezleri, ruhnüvâz (mi de pûselik) için ve bakıyye diyezi konur.

güle

: گله

(f. i.) : kıvrılmış ve bükülmüş saç, zülüf.

gül-efşân

: گل افشان

(f. b. s.) : gül saçan.

gül-endâm

: گل اندام

(f. b. s.) : gül boylu, nâzik, güzel endamlı.

gül-engübin

: گانگبين

(f. b. i.) : bal ile yapılan gü! mürabbâsı.

gül-fâm

: گلفام

(f. b. s.) : 1) gül renkli, gül gibi rengi kızıl olan. 2) i. kadın adı.

gül-feşân

: گلفشان

(f. b. s.) : gül saçan.

gül-geşt

: گلگشت

(f. b. i.) : gül seyri, gül gezintisi.

gül-geşt-i sahra

:  

kırda gül veya çiçek seyri için yapılan gezinti.

gül-gonce

: گلغنجه

(f. b. i.) : henüz açılmamış gül.

gül.gûn

: گلگون

(f. b. s.) : 1) gül renkli, penbe. 2) i. kadın adı.

gül-gûne

: گلگونه

(f. b. i.) : 1) kadınların kullandıkları gül renkli düzgün. 2) s. gül renkli. 3) s. gül yanaklı.

gülgûn kümeyt

: گلگون گميت

(f. b. i) : kırmızı şarap.

gül-hen

: گلخن

(f. b. i) : külhan, hamam ocağı, [gül : ateş. hen : hâne = ateşhâne].

gül-hîz

: گلخيز

(f. b. s.) : gül bitiren, gül yetiştiren.

gülî

: گلی

(f. s.) : gül renkli.

gül-istân

: گلستان

(f. b. i.) : 1) (bkz. : gül-zâr). 2) Şîrazlı Şeyh Sadi'nin meşhur eseri. 3) müz. Türk müziğinin en az beş asırlık mürekkep makamlarından olup numunesi kalmamıştır.

gül-izâr

: گلعذار

(f. b. s.) : 1) gül yanaklı, al yanaklı.

gül-izâr-ı gonce-fem

:  

ağzi koncıya benziyen gül yanaklı güzel. 2) müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. Tahmînen beş asır evvel terkîb-edilmiştir. Buna "Hüseynî Gül'izar" da denilir. Karcığar ve hüseynî makamlarından mürekkeptir. Hüseynî iledügâh perdesinde kalır. Güçlü birinci derecede hüseynî'nin güçlüsü olan hüseynî ve ikinci derecede de karcığar güçlüsü olan nevâ'dır. Donanımına hüseynî'ninki gibi si koma bemolü ve. fa bakıyye diyezi konur. Karcığar'da da bu iki arıza müşterek olup, ayrıca mi için bakıyye bemolü ilâve edilir. Makamın umûmî seyri inicidir.

gülmîh

: گلميخ

(f. b. i.) : kapı kanatlarına, dolap kapaklarına çivi altına konulan pul, kabara.

gül-nahl

: گلنخل

(f. b. i.) : gül ağacı, gül fidanı.

gülnâk

: گلناك

(f. i.) : hisar ve kale. 

gül-nâr

: گلنار

(f. b. i.) : nar çiçeği.

gül-nefesi

: گل نفسی

(f. b. i.) : güzel kokululuk, hoş ve lâtif sözlülük.

gül-nihâl

: گلنهال

(f. b. i.) : gül fidanı.

gül-nikab

: گل نقاب

(f. a. b. i.) : yüzü gülle örtülü, penbe yüzlü, (bkz. : gül-pûş).

gül-nûş

: گل نوش

(f. b. s.) : 1) gül içen. 2) i. kadın adı.

gül-pûş

: گل پوش

(f. b. s.) : gül örtülü, penbe yüzlü, (bkz. : gül-nikâb).

gül-reng

: گلرنگك

(f. b. s.) : gül renkli, penbe.

gül-reng-i feyz

:  

meşhur bir çeşit lâle.

gül-rîz

: گلريز

(f. b. s.) : flül saçan, gül serpen. 2) meşhur bir çeşit lâle.

gül-rû [y]

: گلرو [ی]

(f. b. s.) : gül yüzlü, al yanaklı.

gül-ruh, gül-ruhsâr

: گلروخ ، گلروخسار

(f. b. s.) : gül yanaklı güzel.

gül-ruh

: گلرخ

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarından olup elde nümûnesi yoktur.

gül-şâh

: گلشاه

(f. h. i.) : Varaka'nın sevgilisi, masal kadını.

gül-şeker

: گلشكر

(f. b. i.) : gül tatlısı.

gül-sen

: گلشن

(f. b. i.) : 1) gül bahçesi. 2) kadın adı. (bkz. : gül-istân, gül-zâr).

gül-şen-i vefâ

:  

müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. Ferâizcizâde ibrahim Vefa Efendi tarafından 1900 senelerinde terkîbedilerek bir peşrev ile bir saz semaîsi yazılmıştır. Bu makam daha sonra başka bir bestekâr tarafından kullanılmamıştır.

gül-şen-serây

:  

gül bahçesi içindeki saray.

gülşen-âbâd

: گلشنه آباد

(f. b. i.) : Beşiktaş'taki eski saraylardan birinin adı.

gül-şen-ârâ

: گلشن آرا

(f. b. s.) : gül bahçesini süsliyen.

gülşeniyve

: گلشنيه

(f. h. i.) : tas. Halvetiyye tarikatı' kollarından biri. [Diyarbakır civarında 826 (1422) da doğan ibrahim Gülşenî tarafından kurulmuştur.].

gül-şen-gâh

: گلشنگاه

(f. b. i.) : gül bahçesi.

gül-ten

:  

(f. b. s.) : 1) gültenli, gül vücutlu. 2) i. kadın adı.

Gülü

: گلو

(f. i.) : boğaz, [insanda veya hayvanda], (bkz. : halk).

gülû-bend

: گلوبند

(f. b. i.) : boğaz sargısı, boyuna sarılan bağ.

gülû-gîr

: گلوگير

(f. b. s.) : 1) boğaz tutan, boğazda kalan, boğazdan güçlükle geçen [şey]. 2) ahlat armudu.

gülve

: گلوه

(f. i.) : fırın bacası.

gül-vend

: گلوند

(f. b. i.) : hediye [en çok, incir, ceviz, fıstık dizisinden yapılan armağan].

gül-zâr

: گلزار

(f. b. i.) : 1) gül bahçesi, gül tarlası, (bkz. : gül-bâğ, gül-istân, gül-şen).

gül-zâr-ı firak

:  

ayrılık gül bahçesi.

gül-zâr-ı hümâyûn-sây

:  

şâhâne gülzâr, pâdişâhlara mahsus ve lâyık gül bahçesi. 2) müz. Türk müziğinin en az iki asır evvel terkîbedilmiş mürekkep makamlarından olup A. A. Konuk'un kâr-ı nâtık'ının düyek usullü 119 (son) parçası, bu makama misâldir.

gül-zemîn

: گل زمين

(f. b. i.) : mec. işret edilen, içilen yer.

güm

: گم

(f. s.) : kayıp, yitik, (bkz. : zayi').

gümân, gümâne

: گمان ، گمانه

(f. i.) : zan, sanma, sezme. Bed-gümân : şüpheci, fena düşünceli, (bkz. : zann, vehm).

gümâşte

: گماشته

(f. i. c. : gümâşte. gân) : vezir, vekil.

güm-geşt, güm-geşte

: گمگشت ، گمگشته

(f. b. s.) : kaybolmuş, (bkz. : güm-şüde).

güm-kerde, güm-kerde-pey

: گمكرده ، گمكرده پب

(f. b. s.) : adı sanı kaybolmuş, eseri kalmamış, izi yok olmuş.

güm-nâm

: گمنام

(f. b. s.) : adı,sanı yok olmuş, unutulmuş.

güm-râh, güm-reh

: گمراه ، گمره

(o. b. s.) : 1) yolunu şaşırmış, doğru yoldan ayrılmış, (bkz. : dâil). 2) bol, gür.

güm-râhî

: گمراهی

(f. b. i.) : doğru yoldan çıkmış olma, yolunu şaşırmış olma, sapıtma.

güm-şüde

: گمشده

(f. b. s.) : kaybolmuş, telef olmuş, (bkz. : güm-geşt, güm-geşte).

gün

: گن

(f. i.) : haya, husye.

günâh

: گناه

(f. i.) : Allah'ın emirlerine aykırı olarak görülen iş, dînî suç. [nazımda "'güneh" şeklinde geçer], (bkz. : güneh, ism, zenb).

günâh-kâr

: گنا هكار

(f. b. s.) : günahlı, günah işliyen. (bkz. : güneh-kâr, güneh-pîşe).

günâh-kârâne

: گناهكارانه

(f. b. zf.) : günah işleyene yaraşır surette.

günâh-kârî

: گناهكاری

(f b. i.) : günahkârlık.

günâh-pişe

: گناه پيشه

(f. b. s. c. : günah. pîşegân) : günah işlemeyi âdet edinen.

günah-pîşe-gân

: گناه پيشگان

(f. b. s. günah. pîşe'nin c.) : günah işlemeyi âdet edinenler.

günbed

:  

(f. i.) : kümbet, kubbe, üstü yuvarlak şekilde olan bina veya çıkıntı.

günbed-i âb

: گنبد

su kabarcığı.

günbed-i a'zam

:  

dokuzuncu gök.

günbed-i azrak

:  

gök yüzü.

günbed-i devvâr

:  

(dâima dönen kubbe) : gökyüzü

günbed-i ekvâr

:  

gökyüzü.

günbed-i hadrâ'

:  

(yeşil kubbe) : gökyüzü.

günbed-i mînâ-fam

:  

gökyüzü.

güncâyiş

: گنجايش

(f. i.) : sığma, sığışma.

güncîde

: گنجيده

(f. s.) : sıkıştırılmış, sıkılmış.

güncişk

: گنجشك

(f. i.) : serçe kuşu, (bkz. : usfûr).

Güneh

: گنه

(f. i.) : (bkz. : günâh, zenb).

güneh-kâr

: گنهكار

(f. fo. s.) : günah işliyen, günahlı, (bkz. : günâh-kâr).

güneh-kârî

: گنهگاری

(f. i.) : günah işleyicilik.

güneh-pîşe

: گنه پيشه

(f. b. s. c. : güneh-pîşegân). : (bkz. : günâh-kâr).

güng

: گنگك

(f. s.) : dilsiz, (bkz. : ahras, ebkem, lâl).

gürâz

: گراز

(f. i.) : azgın erkek domuz.

gürbe

: گربه

(f. i.) : kedi. (bkz. : hirr, hirre, sinnevr). Şütür-gürbe (deve ile kedi) : dey. münasebetsiz, mânâsız. 

gürbe-i deştî

:  

yaban kedisi.

gürbüz

: گربز

(f. s.) : 1) cerbezeli. 2) kahraman. 3) anlayışlı. 4) t. gürbüz, genç irisi.

gürd

: گرد

(f. s.) : cesur, kahraman, yiğit, koçyigit. (bkz. : bahâdır, dilâver, dilîr, fer-zâne).

gürdâs

: گرداس

(f. s.) : zâlim, gaddar, (bkz. : bî-dâd, gaşûm 2).

gürde

: گرده

(f. i.) : böbrek, (bkz. : kilye).

gürg

: گرگك

(f. i. c. : gürgân) : kurt, canavar. (bkz. : sirhân, zi'b).

gürg-i bârân-dîde

:  

(yağmur görmüş kurt) : görmüş geçirmiş, feleğin çenberinden geçmiş [adam], eski kurt.

Gürgân

: گرگان

(f. h. i.) : 1) İran'ın Kuzey-doğusunda bir yer. 2) Aksak Timur'un lâkabı.

gürg-zâde

: گرگزاده

(f. b. i.) : kurt yavrusu.

gürihte

: گريخته

(f. s.) : kaçmış, kaçkın.

gürisne

: گرسنه

(f. s c : gürisnegân) : aç, fakir, (bkz. : câyi', cev'ân).

gürisne-çeşm

: گرسنه چشم

(f. b. s.) : aç gözlü, cimri.

gürisne-çeşmâne

: گرسنه جشمانه

(f. zf.) : aç gözlücesine, cimrilikle.

gürisne-çeşmî

: گرسنه جشمى

(f. b. i.) : açgözlülük, cimrilik.

gürisne-gân

: گرسنگان

(f. b. i. gürisne'nin c.) : açlar, fakirler.

gürisnegî

: گرسنگى

(f. i.) : açlık.

gürîz

: گريز

(f. i.) : 1) kaçma, (bkz. : firar). 2) s. kaçkın, kaçan. 3) ed. kasidelerde mevzua girmeden evvel söylenen beyit, (bkz. : gürîz-gâh).

gürîzân

: گريزان

(f. s.) : kaçıcı, kaçan, (bkz. : girîzende).

gürîzânî

: گريزانى

(f. i.) : girîzanlık.

gürîzende

: گريزنده

(f. s. c. : gürîzende. gân) : kaşıcı, kaçan, (bkz. : girîzân).

gürîz-gâh

: گريزگاه

(f. b. i.) : 1) kaçacak yer. (bkz. : melce'., 2) (bkz. : gürîz3) .

gürmih

: گرميخ

(f. i.) : 1) enser, çivi. 2) hayvan bağladıkları büyük kazık.

gürus

: گرس

(f. i.) : 1) açlık. 2) kir, pas, leke. 3) kâhkül. (bkz. : zülf). 

gürûh

: گروه

(f. i.) : cemâat, bölük, takım.

gürûh-i eşkıya'

:  

eşkıya güruhu, takımı, (bkz. : şirzime).

güruha güruh

: گروها گروه

(z. zf.) : bölük bölük, takım takım.

gür, gürze

: گرز ، گرزه

(f. i.) : [eski den] silâh olarak kullanılan uzun saplı, büyük de mir topuz.

gürz-i girân

:  

iri, ağır topuz.

güsâr (-)

: گسار

(f. s.) : îçici içen; yiyici, yine. Mey-güsâr : mey içen, şarap içen. Gam-güsâr : dert ortağı.

güsiste

: گسته

(f. s.) : kırılmış, kopmuş; gevşemiş, çözülmüş, sölpük.

güsiste mahâr

:  

(yuları kopmuş) : başıboş, kayıtsız.

güsiste-kemer

:  

"kemeri kopuk", kalender, derbeder.

güsn, güsne

: گسن ، گسنه

(f. i.) : açlık.

güstâh

: گستاخ

(f. s.) : küstah, hayâsız, arsız, edepsiz, saygısız.

güstâh-âne

: گستاخانه

(t. zf.) : küstahcasına, edepsizcesine, sıra saygı tanımaksızın.

güstâhî

: گستاخی

(f. i.) : küstahlık,, edepsizlik, sıra saygı tanımazlık.

Güstehem

: گستهم

(f. h. i.) : eski İran pehlivanlarından iki meşhur zâtın oğullarının adı.

güster (-)

: گستر

(f. s.) : yayan, döşeyeır ["güsterden" mastarından]. Adâlet-güster : adalet, doğruluk yayan. Ziyâ-güster : ışık yayan.

güsterde

: گسترده

(f. s.) : yayılmış,, döşenmiş.

güşâ (-)

: گشا

(f. s.) : açan, açıcı. Dehen-güşâ : ağzını açan. Dil-güşâ : gönül açan..gönüle ferahlık veren. Kişver-güşâ : memleket açan, fetheden.

güşâd

: گشاد

(f. i.) : 1) açma, açılma, açılış, (bkz. : feth). Resm-i güşâd : açış töreni.

güşâd-ı dil

:  

gönül açılması. 2) tavla oyunlarının bir çeşidi, açmaz. 3) bir çeşit ok atışı şekli.

güşâd-ı gonce-i dil

:  

gönül koncasının açılması, mes'ut olma.

güşâde

: گشاده

(f. s.) : açılmış, açık, ferah, şen. (bkz. : güşûde).

güşâde-dest

: گشده دست

(f. b. s. c. : güşâde. destan) : eliaçık civanmert, (bkz. : fütüv-vet-mend, sahî, sahâvet-kâr).

güşâ-destân

: گشاده دستان

(f. b. s. güşâde. dest'in c.) : eliaçıklar, cömertler.

güşâde-destî

: گشاده دستی

(f. b. i.) : elaçıklığı, civanmertlik, (bkz. : fütüvvet 3) .

güşâde-dil

: گشاده دل

(f. b. s.) : gönlü şen.

güşâde-dilî

: گشاده دلی

(f. b. i.) : gönül şenliği.

güşâde-ebrû

: گشاده ابرو

(f. b. s.) : güler yüzlü.

güşâde-gî

: گشاد گی

(f. b. i.) : güşâde'lik, açıklık, ferahlık, şenlik.

güşâde-hâtır

: گشاد خاطر

(f. a. b. s.) : gönlü rahat.

güşâde-pişânî

: گشاده پيشانی

(f. b. s.) : alnı açık.

güşâde-rû

: گشاده رو

(f. b. s.) : açık yüzlü.

güşâde~zebân

: گشاده زبان

(f. b. s.) : dili açık, fasih. *

güşâd-nâme

: گشاد نامه

(f. b. i.) : 1) Padişah fermanı. 2) boşanma vesîkası.

Güşâsb

: گشاسب

(f. h. i.) : (bkz. : Güştâsb).

güşâyende

: گشاينده

(f. s.) : açıcı, açan.

güşâyiş

: گشايش

(f. i.) : açılma, açıklık, açılış.

güşâyiş-i hatır

:  

iç açıklığı, gönül ferahlığı.

güşâyiş-i hevâ

:  

havanın açıklığı.

güştâ

: گشتا

(f. i.) : Cennet, (bkz. : Behişt, Firdevs).

Güştâsb

: گشتاسب

(f. h. i.) : Fars hükümdarlarından Hystaspes.

güşûde

: گشوده

(f. s.) : açılmış, (bkz. : güşâde).(f. s.) : , : şahit, * tanık, delil, ["güvâh" in hafifletilmişi]. (bkz. : güvâh).

güvâ

: گوا

(f. s.) : , : şahit, * tanık, delil, ["güvâh" in hafifletilmişi]. (bkz. : güvâh).

güvâh

: گواه

(f. s.) : şahit, delil, tanık, (bkz. : güvâ).

güvâhî

: گواهی

(f. i.) : şahitlik, tanıklık.

güvâr, güvârâ, güvârân

: گوار ، گوارا ، گواران

(f. s.) : hazmi kolay olan [yemek], Hoş-güvâr : hazmi pek kolay olan.

güvârende

: گوارنده

(f. s.) : hazmi kolay.

güvârendegî

: گوراند گی

(f. i.) : hazim kolaylığı.

güvâriş

: گوارش

(f. s.) : hazme yardımı olan şeyler.

güvâş, güvâşe

: گواش ، گواشه

(f. s.) : renk, boya.

güzâf

: گزاف ، گذاف

(f. s.) : bîhûde, boş. [lâkırdı, söz], (bkz. : laklaka). Lâf-ı güzâf : mânâsız, boş söz. [kelimenin aslı "gizâf" dır].

güzâr

: گذار

(f : i.) : 1) geçme, geçiş

güzâr-ı hâ-şitâb

:  

hızla geçiş.

güzâr-ı ömr

:  

ömrün geçişi. 2) s. geçirici. geçiren. [bileşik sıfat olduğu zaman]. Dem güzâr : vakit. zaman geçiren. 3) s. beceren. ödiyen. yapan. Maslahat güzâr : (iş yapan. beceren) : elçi, sefir.

güzâre

: گزاره

(f. i.) : rü'yâ tâbir etme, duş yorma (bkz. : güzâris).

güzârende

: گزارنده

(f. s.) : geçici, geçen; geçirici geçiren.

güzârende-i evkat

:  

vakit geçiren, geçirici.

güzâriş

: گزارش

(f. i.) : rü'yâ tâbir etme, duş yorma, (bkz. : güzâre).

güîâriş

: گذارش

(f. i.) : geçme, geçiş.

güzâriş-i hayât

:  

hayâtın geçişi.

güzâ.-iş-ger

: گزارشگر

(f. b s.) : rü'yâ tâbir eden. (bkz. : muabbir).

güzâriş-nâme

: گزارشنامه

(f. b. i.) : tabirname

güzîşte

:  

(f. s.) : geçmiş,geçmiş olan.

güzer

: گذر

(f. i.) : 1) geçme, geçiş. (bkz. : güzâris). 2) s. geçen, geçici. Hoş güzer : Hoş geçici, geçen, (bkz. : güzârende).

güzerân

: گذران

(f. s.) : geçici, geçen, ["olmak" mastariyle kullanılır!. Ömr-i güzerân : geçici ömür. (bkz. : güzârende, güzer).

güzer-gâh, güzer-geh

: گذزگاه ، گذرگه

(f. b. i.) : 1) geçilen yer, geçit, derbend; uğrak. 2) [yol inşâatında] arazî veya harita üzerinde yolun başlangıç ve son noktaları arasından geçirilen kırık hat.

güzer-nâme

: گذر نامه

(f. b. i.) : geçiş tezkeresi.

güzeşt

: گذشت

(f. i. s.) : geçme, geçiş, gecen. Ser-güzeşt : baştan geçen.

güzeste

: گذشته

(f. s. c. : güzeştegân) : 1) geçmiş. Sâl-i güzeste : geçmiş yıl. 2) i. işlemiş faiz. (bkz. : faiz). 

güzeste-gân

: گذشتگان

(f. s. HÜzeşte'nin c.) : geçmişler, önden gelmişler, (bkz. : eslâf).

gzestegân-ı şuarâ

:  

şâirlerin geçmiş olanları.

güzîde

: گزيده

(f. s. c. : güzîde. gân) : 1) seçkin, seçilmiş, beğenilmiş, (bkz. : güzîn, mün-tahab, nuhbe). 2) i. kadın adı.

güzîde-gân

: گزيد گان

(f. s. güzîde'nin c.) : seçkinler, seçilmişler, beğenilmişler.

güzîde-suhon

: گزبده سخن

(f. s.) : ' seçilmiş, beğenilmiş söz söyliyen.

güzîn

: گزين

(f s.) : 1) seçen, seçilmiş, seçkin, beğenilmiş. Çihâr (çâr)-i yâr-i güzîn : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in başlıca dört dostu : [Hz. Ebûbekir; Hz. Ömer; Hz. Osman; Hz. Alî]. Gûşe- güzîn-i uzlet : tenhalık köşesini seçmiş. Halvet-güzîn : tenhayı beğenen, seçen. Vahdet-güzîn : tek başına kalmayı seçen, (bkz. : güzîde, müntahab, nuhbe,. pesendîde). 2) i. kadın adı.

güzîniş

: گزينش

(f. i.) : seçme, seçiş.

güzîr

: گزير

(f. i.) : çâre, derman. Nâ-güzîr : çaresiz.