gû [y]

: گو [ی]

(f. s.) : söyliyen, diyen. ["güften" mastarından]. Suhen-gû : söz söyliyen. Râst-gû : doğru söyliyen, v. b.

gubâr

: غبار

(a. i.) : 1) toz. (bkz. : gerd).

gubâr-ı tâli'

:  

bot. * bitkilerin cinsiyet tozlan, pollen.

gubâr-ı tarîk

:  

yol tozu. 2) g. s. bir yazı sitili, ["gubâr" mecazen "esrar" mânâsına da gelir].

gubâr-âlûd

: غبر آلود

(a. f. b. s.) : toza bulanmış, tozlanmış, tozlu, (bkz. : gerd-âlûd, gerd-âlûde).

gûbâre

: گرباره

(f. i.) : 1) sığır sürüsü. 2) sığır ağılı, mandıra.

gubârî

: غباری

(a. s.) : 1) gubar ile ilgili, toza benzer, tozdan. 2) eski yazımızda bir yazı çeşidi.

Gubât

: غبات

(a. s. gabî'nin c). : (bkz. : gabî). 

gubeyrâ

: غبيرا

(a. i.) : üvez.

gudde

: غده

(a. i. c. : guded) : hek. vücutta deri ile et arasında ve en çok boyunda, kasıkta çıkan şiş, bez.

gudde-i arakıyye

:  

ter bezi.

gudde-i dem'iyye

:  

anat. gözyaşı bezi.

gusde-i derakıyye

:  

anat. kalkan bezi.

gudde-i luâbiyye

:  

anat. tükrük bezi.

gudde-i mi'deviyye

:  

anat. mîde bezi.

gudde-i sanevberiyye

:  

bot. * kozalaksı bez.

gudde-i taht-el-fekkiyye

:  

anat. çenealtı bezi.

gudde-i taht-el-lisân

:  

anat. dilaltı bezi.

guded

: غدد

(a. i. gudde'nin c.) : anat. bezler.

guded-i cildiyye

:  

cilt bezleri.

gûdek

: گودك

(f. i.) : çocuk, (bkz. : tıfl).

gûdek-âne

: گودكانه

(f. zf.) : çocukcasın. (bkz. : tıflâne, tufûlâne).

guderâ'

: غدراء

(a. i. gadîr'in c.) : (bkz. : gadîr).

gudrûf

: غضروف

(a. i. c. : gadârif) : kıkırdak, kıkırdak kemiği.

gudrûf-i darakî

:  

anat. hançereyi teşkîl eden kıkırdaklardan kalkan şeklinde olan kıkırdak.

gudrûf-i halkavî

:  

anat. kıkırdak halka.

gudrûfî

: غضروفی

(a. s.) : kıkırdakla ilgili, kıkırdağa âit, kıkırdaksı. [müen. "gud-rûfiyye" dir].

gudürân

: غدران

(a. i. gadîr'in c.) : (bkz. : padîr, guderâ').

gudüvv

: غدو

(a. i.) : sabah vakti [ir iş yapma veya yola çıkma]. Bi-l-gudüwl ve-l-âsâl : sabahları ve akşamlan.

gufran

: غفران

(a. i.) : affetme, merhamet etme, yarlıgama.

gufrân-ı İlâhî

:  

Allah'ın günahları affetmesi, yarlıgaması.

gufûl

: غفول

(a. i.) : dikkatsizlikten veya şaşırmadan dolayı bir işte kusur etme; ne olacağını kestirememe.

gûgird

: گوگرد

(f. i.) : kükürt.

gûh

: گوه

(f. i.) : pislik, necaset, (bkz. : gâit).

gûk

: غوك

(f. i.) : kurbağa, (bkz. : dıfda', vakvâk).

gûl

: گول

(f. s.) : ahmak, safdil, bön.

gûl

: غول

(a. i.) : hortlak, şeytan, karakoncolos.

gûl-i beyâbinî

:  

gulyabani.

gulâm

: غلام

(a. s. c. : gılmân) : 1) tüyü, bıyığı çıkmamış delikanlı, genç. 2) köle, esir kölemen.

gulâmiyye

: غلاميه

(a. i.) : cizye ve başka vergileri tahsîl edenlerin topladıkları paraların hazîne veznesine teslîmi sırasında cizye veya vergi harç pusulalarının her biri için kendilerine verilen tahsil âidâtı.

gul-âne

: غولانه

(a. f. zf.) : 1) gul'lere yaraşır surette. 2) üstün bir gayretle.

gulât

: غلات

(a. s. galibin c.) : 1) (bkz. : galî). 2) dinde, mezhepte taassubu çok ileri vardıran kimseler.

gulât-ı Şîa

:  

Şiîlik müfritleri, Hz. Alî'ye Allah'lık isnâd ve izafe edenler.

gulâz

: غلاظ

(a. s.) : kaba, kalın. Eymân-ı gulâz : büyük yemin, and.

gulfe

: غلفه

(a. i.) : haşefenin etrafında bulunan deri, sünnet derisi.

gulfevî

: غلفوی

(a. s.) : gulfeye, sünnet derisine âit, bu deri ile ilgili.

gulgul, gulgule

: غلغله

(h. i.) : 1) gürültü, şamata; bağrışıp çağrışma, (bkz. : velvele).

gulgule-i etfâl

:  

çocukların bağrışıp çağrışması, gürültüsü.

gulgule-i sukut

:  

düşme gürültüsü.

gulgule-i yâ Müteâl

:  

yâ Allah! gürültüsü. 2) ağzı dar bir kabdan akan suyun çıkardığı ses.

gull

: غل

(a. i. c. : aglâl) : suçlunun boynuna ve bileklerine geçirilen demir halka, zincir, pıranga.

gulmet

: غلمت

(a. i.) : şehvet fazlalığı.

gulüf

: غلف

(a. i. gılâf'ın c.) : kılıflar, kınlar, mahfazalar.

gulüvv

: غلو

(a. i.) : 1) haddini aşma, ileri gitme, aşkınlık, taşkınlık. 2) hücum, saldırış.

gulüvv-i ânım

:  

umûmî ayaklanma. 3) ed. son derece mübalağa, (bkz. : iğrâk).

gumûm

: غموم

(a. i. gamm'ın c.) : kederler, tasalar, dertler, kaygılar, (bkz. : gusas).

gumûz

: غموض

(a. i.) : güç anlaşılır, kapalı ve karışık olma [söz], (bkz. : muamma, rumuz).

gûn

: گون

(f. s.) : 1) renk. (bkz. : fâm, levn). Gendüm-gûn : buğday renkli. Gül-gûn : gül renkli. Sebz-gûn : yeşil renkli. 2) i. gidiş, tarz, sıfat, (bkz. : güne).

gûnâ

: گونا

(f. s.) : (bkz. : güne).

gûnâ-gûn

: گونا گون

(f. zf.) : renk renk, türlü türlü; alaca.

gunc

: غنج

naz, cilve, naz, kırıtma.

gunc ü delâl

:  

naz ve edâ.

güne

: گونه

(f. i.) : türlü, gidiş, tarz, yol; sıfat, (bkz. : gûn 2).

gûne güne

: گونه گونه

(f. zf.) : rengârenk, türlü türlü.

gunne

: غنه

(a. i.) : genizden gelen ses.

gunûde

: غنوده

(f. s.) : uyumuş, uyuklamış, ımızganmış.

gunûde-i hâk-i rahmet

:  

(rahmet toprağı üzerinde uyumuş) : merhum olmuş, ölmüş.

gûnyâ

: گونيا

(f. i.) : gönye, geometri âleti, fr. equerre.

gûr

: گور

(f. i.) : 1) mezar, kabir. 2) yaban eşeği. 3) meşhur pehlivan Rüstem'in lâkabı. Behrâm-gûr : eski Iran şahlarından.

gurâb

: غراب

(a. i. c. : agribe. gırbân) : karga, (bkz. : gırbân).

gurâb-ı esved

:  

kuzgun karga.

gurâb-ül-beyn

:  

alakarga.

gûrib

: گوراب

(f. i.) : (bkz. : serâb).

gûrâbe

: گورابه

(f. i.) : kubbeli türbe.

gurâbî

: غرابی

(a. s.) : karga ile ilgili.

gurâb-ül-beyn

: غراب البين

(a. b. i.) : alakarga.

guramâ'

: غرماء

(a. i. garîm'ln c.) : 1) alacaklılar. 2) hasımlar, rakipler, düşmanlar. 3) fecrin ilk aydınlığı, parlaklığı. 4) düşürülen ölü çocuğun [düşüt] canı üzerine alınması lâzımgelen mal diyeti.

guramâ-i sihhat

:  

hastanın sihhat hâlindeki alacaklıları.

gurbet

: غربت

(a. i.) : 1) gariplik, yabancılık. 2) yabancı bir memleket, yabancı yer, vatan dışı, yâdel.

gurbet-zede

: غربتزده

(a. f. b. s.) : gurbet görmüş, gurbete düşmüş olan, memleketinin dışında kalan [kimse].

güre

: غوره

("gu" uzun okunur, f. i.) : koruk, olmamış, hem üzüm.

gurebâ

: غربا

(a. s. garîb'in c). : (bkz. : garîb).

gurebâ-i müslimîn

:  

Müslüman garipler, kimsesizler.

gurebâ-i yemin

:  

tas. Galata, ibrahim Paşa ve Edirne saraylarından çıkanlarla muharebede fevkalâde yararlık gösteren yabancılar ve yeni Müslümanlardan teşkîl olunan iki süvari bölüğünden biri.

gurebâ-i yesâr

:  

tar. Galata, ibrahim Paşa ve Edirne saraylarından çıkanlarla muharebede fevkalâde yararlık gösteren yabancılar ve yeni Müslümanlardan kurulan iki süvari bölüğünden biri.

guref

: غرف

(a. i. gurfe'nin c.) : çardaklar, köşkler. Sûre-i guref : Kur'ân'ın 39) sûresi, (bkz. : gurufât).

gurer

: غرر

(a. i. gurre'nin c). : (bkz. : gurre).

gurfe

: غرفه

(a. i. c. : guref. gurufât) : çardak; köşk; balkon, cumba.

gurfe-i âliye

:  

yüksek köşk, çardak.

gûr-hâne

: گورخانه

(f. b. i.) : türbe.

gûristân

: گورستان

(f. b. i.) : kabristan, mezarlık.

gur-ken

: گركن

(f. b. i.) : mezar kazan, mezarcı, kurgan.

gurm

: غرم

(a. i.) : (bkz. : garâmet).

gurran

: غرم

(f. s.) : homurdıyan, gürliyen, korkunç haykıran. Şîr-i gurrân : gürliyen arslan. (bkz. : gurrende).

gurre

: غره

(a. i. c. : gurer) : 1) aklık, parlaklık. 2) atın alnındaki beyazlık, akıtma, (bkz. : garrâ', sabâh-ül-hayr). 3) arabî ayın birinci gecesi ve günü.

gurre-i muharrem

:  

muharrem ayının ilk günü ve gecesi.

gurrende

: غرنده

(f. s.) : gürliyen, hiddet ve şiddetle bağıran, (bkz. : gurrân).

gurûb

: غروب

(a. i.) : 1) bir gök cisminin batıda görünmez olması, batması, (bkz. : hüsûf, küsûf, ufûl).

gurûb-i şems

:  

Güneşin batması. 2) [garb'ın c]. (bkz. : garb).

gurûbî

: غروبی

(a. s.) : gurub ile ilgili.

gurubî saat

:  

Güneşin batmış olduğu sırada on ikiyi gösteren saat, alaturka saat.

gurufât

: غرفات

(a. i. gurfe'nin c.) : çardaklar, köşkler, (bkz. : puref).

gurur

: غرور

(a. i.) : boş şeylere güvenerek aldanma, boş şeylerle böbürlenme, kibir, kurum, kurulma; kendini yüksek ve değerli tutma hissi. Dâr-ül-gurûr (gurur evi) : bu dünyâ. Hab-i gurur : kendini büyük sanma.

gurur-i tâat

:  

tâat'ın gururu, insanın, ettiği ibâdete güvenmesi.

gurûrî

: غروری

(a. s.) : 1) gurûr'a âit, gururla ilgili. 2) i. müz. Türk müziğinin en az beş asırlık bir mürekkep makamı olup, numunesi kalmamıştır.

gurve

: غروه

(a. i.) : burnun ucundaki yumuşak kısım, kıkırdak.

gusâle

: غساله

(a. i.) : yıkama suyu, yıkantı.

gûsâle

: گوساله

(f. i.) : 1) buzağı, dana. 2) kösele, [aslı "gâvsâle" dir].

gusas

: غصص

(a. i. gussa'nın c.) : kederler, kaygılar, tasalar, (bkz. : gumûm).

gûsfend

: گوسفند

(f. i.) : koyun, (bkz. : ganem).

gusl

: غسل

(a. i.) : cünüblük, hayiz ve nifas hallerinden sonra din gereğince yıkanma, arınma.

gusl-hâne

: غلسخانه

(a. f. b. i.) : 1) gusledilecek, yıkanılacak yer. 2) eski usul evlerde yıkanmıya ve eşya koymıya yarıyan, altı çinko kaplı küçük hücre.

gusn

: غصن

(a. i. c. : agsân. gusûn) : ağaç dalı, budak.

gusn-i şecer

:  

ağaç dalı.

gusn-i meksûr

:  

kırılmış dal.

gusne

: غصنه

(a. i.) : tek dal.

gûs-pend

: گسپند

(f. i.) : koyun, (bkz. : ganem, gûsfend).

gûspend-küşân

: گسپند كشان

(f. b. i.) : kurban bayramı, (bkz. : îd-i adhâ).

gussa

: غصه

(a. i. c. : gusas) : keder, kaygı, tasa.

gussa-yı âşık

:  

âşığın tasası, kederi.

gussa-nâk

: غصه ناك

(a. f. b. s.) : kederli, kaygılı, tasalı.

gusûn

: غصون

(a. i. gusn'un c.) : ağaç dalları, filizler, (bkz. : ağsân).

gusûn-i ter

:  

taze, genç, dallar.

gûş

: گوش

(f. i.) : 1) kulak, (bkz. : üzn). 2) işitme, dinleme.

gûş-i cân

:  

can kulağı. gûş etmek : dinlemek.

gûş etmek

:  

dinlemek.

gûş-i hûş

:  

(akıl kulağı) : dikkatle dinleme.

gûşâb

: گوشاب

(f. b. i.) : pekmez.

gûş-âsb

: گوشاسب

(f. i.) : 1) rüya. 2) düş azma. (bkz. : ihtilâm). 3) s. tüysüz genç.

gûş-dâr

: گوشدار

(f. b. s.) : "kulak tutan" : kulak veren, sözü lâyıkiyle dinliyen.

gûşe

: گوشه

(f. i.) : köşe, bucak.

gûse-i çesm

:  

gözucu. 

gûse-i dümen

:  

etek ucu.

gûşe-idehân

:  

ağzın iki tarafı. 

gûse-i kitâb

:  

kitap köşesi.

gûse-i uzlet

:  

ıssız, tenha köşe.

gûşe-bend

: گوشه بند

(f. b. i.) : 1) köşebent. 2) g. s. ciltli kitaplarda kapaSın dört köşesine yapılan süsleme.

gûşe-gîr

: گوشه گير

(f. b. i.) : bir köşeye çekilen.

gûşe-nişîn

: گوشه نشين

(f. b. s.) : köşeye çekilen, insanlardan uzaklaşan, (bkz. : münzevî).

gûş-güzâr

: گوشگذار

(f. b. s.) : (bkz. : gûş-zed).

gûş-hurde

: گوش حرده

(f. b. s.) : kulağı burulmuş, terbiye edilmiş.

gûşiş

: گوشش

(f. i.) : çalışma, çabalama.

gûşmâl

: گوشمال

(f. i.) : kulak bükme, yola getirme. (bkz. : te'dîb).

gûş-pîç, gûş-pîçîde

: گوش پيچ ، گوش پيچيده

(f. b. s.) : kulağı burulmuş, terbiye edilmiş, (bkz. : gûş-hurde).

gûşt

: گوشت

(f. i.) : et. (bkz. : lahm).

gûş-tîn

: گوشتين

(f. b. s.) : etten, etten ibaret.

gûş-vâr, gûş-vâre

: گوشوار ، گوشواره

(f. b. i.) : küpe.

gûş-vâre-i felek

:  

yeni doğmuş Ay.

gûş-zed

: گوش زد

(f. b. s.) : kulağa çarpan, işitilen.

Gute

: غوطه

("gu" uzun okunur, f. i.) : suya dalma; suya bir kere dalıp çıkma.

gute-hâr, -hor

: غوط خوار ، خور

(f. b. s.) : suya dalan.

guvit

: غوات

(a. s. gavî'nin c.) : azgınlar sapkınlar, (bkz. : gavî).

gûy

: گوی

(f. i.) : 1) Acemlere mahsus bir çeşit oyun topu; yuvarlak şey.

gûy-i müsâbakat

:  

yarış topu.

gûy ü çevgân

:  

İngilizlerin golf oyununa benzer şekilde, meydan topunun atlılar tarafından uçları eyri değneklerle atılması esâsına dayanan şark oyunu; bu hususta yazılmış Farsça bir eserin adı. söz. Güft ü gûy : dedikodu, (bkz. : kıl ü kal), s. söyliyen, söyleyici.

gûyâ

: گويا

(f. s.) : 1) söyliyen, söyleyici. 2) zf. sanki, diyelim ki. Tûtî-i gûyâ (söyleyen tutu) : şakrak söyliyen.

gûyende

: گوينده

(f. s.) : söyliyen, söyleyici. (bkz. : kail).

gûyî

: گويی

(f. i.) : söyleme, söyleyiş. Hoş-gûyî : güzel, düzgün, hoş söyleme.

guyûb

: غيوب

(a. s. o. ayb'ın c.) : kayıplar, (bkz. : gayb).

guyûm

: غيوم

(a. i. gaym'ın c.) : bulutlar, (bkz. : gaym).

guyûs

: غيوث

(a. i. gays'ın c.) : yağmurlar.

guzât

: غزات

(s. s. gazî'nin c.) : (bkz. : gazî).

güze

: گوزه

(f. i.) : koza. (bkz. : güze).

güze

: غوزه

("gu" uzun okunur. f. i.) : koza. (bkz. : güze). guze-i penbe : pamuk kozası.