gil |
: | گل |
(f. i.) : balçık, su ile ıslanmış toprak, lüleci çamuru, kil. (bkz. : tıyn). |
gil-i ermeni |
: |
evvelce eczacılıkta kullanılmış olan, siyaha çalar, kırmızı renkli, biraz yumuşak, yağlı ve kuru bir çamur, kilermeni. |
|
gile |
: | گله |
(f. i.) : 1) yanıp yakılma, şikâyet. 2) üzüm tanesi. 3) iki dağ arasındaki yol. |
gile-mend |
: | گله مند |
(f. b. s.) : şikâyet eden. (bkz. : şâkî). |
gile-mendî |
: | گله مندی |
(f. b. i.) : şikâyet edicilik. |
gilîger |
: | گليگر |
(f. i.) : duvarcı, yapıcı; çamurcu. (bkz. : vahhâl) |
gilîm |
: | گليم |
(f. i.) : Kaba yün dokuma, kilim. |
Gil-şâh |
: | گلشاه |
(f. h. i.) : 1) balçık şah, balçıktan yapıldığı için Adem'in lâkabı. 2) Fars'ların masal hükümdarı Keyyumers'in adı. |
gil-zâr |
: | گلزار |
(f. b. i.) : çamurlu yer. |
gin (-) |
: | گن |
(f. e.) : "gîn" muhaffefi. (bkz. : gîn). |
gin |
: | گين |
(f. e.) : Türkça'deki "-lı, -li, -lu, -lü" ekinin karşılığı. Gam-gîn : gamlı tasalı, kederli, (bkz. : nâk). |
gîr |
: | گير |
(f. e.) : 1) tutan, tutucu [gi-riften mastarından]. Cihân-gîr : cihanı tutan. 2) s. dağılan, yayılan. 3) i. harb, kavga, savaş. |
gîrâ |
: | گيرا |
(f. s.) : tutucu, müessir. |
gîrâ-gîr |
: | گيرا گير |
(f. zf.) : tutan tutana. |
girâmi |
: | گرامی |
(f. s.) : aziz, muhterem, saygın; ulu. |
girân |
: | گران |
(f. s.) : 1) ağır, sakijl, [maddî, manevî] Rıtl-giran (büyük, ağır kadeh) : dolu bardak. 2) fena; kokmuş. 3) bıktırıcı, usandırıcı. 4) sert, katı. |
girân-bahâ |
: | گرانبها |
(f. b. s.) : pahası ağır, kıymetli, değerli. Hedâya-yi girân-bahâ : kıymetli hediyeler. |
girân-bâr |
: | گرانبار |
(f. b. s.) : 1) ağır yüklü. 2) meyvası çok ağaç. 3) zengin. 4) gebe [insan ve hayvan]. |
girân-cân |
: | گرانجان |
(f. b. s.) : ağır canlı, kanı ağır, can sıkıcı [adam]. |
girân-cânî |
: | گرانجانی |
(f. b. i.) : girâncânlık, can sıkıcılık. |
girin-dest |
: | گراندست |
(f. b. s. c. : girân. destân) : eli ağır, işini ağır gören [adam]. |
girân-destî |
: | گرانستی |
(f. i.) : el ağırlığı. |
girân-dest-mâye |
: | گراند ستمايه |
(f. b. s.) : 1) sermâyesi çok olan, zengin. 2) hünerli, marifetli. |
girân-dûd |
: | گران دود |
(f. b. s.) : 1) kara bulut. 2) sis, duman. |
girân-gûş |
: | گرانگوش |
(f. b. s. c. : girân. gûşân) : kulağı ağır işiten, sağır. |
girân-gûşî |
: | گورانگوشی |
(f. b. i.) : sağırlık. |
girân-gûşâne |
: | گرانگوشانه |
(f. b. zf.) : sağırcasına. |
girân-hâb |
: | گرانخواب |
(f. b. s.) : uykusu ağır [adam]. |
giran-hâbî |
: | گرانخوابى |
(f. b. i.) : girân-hâb'lık, uyku ağırlığı. |
girân-hâr |
: | گرانخوار |
(f. b. s.) : çok yiyici, yiyen, (bkz. : ekûl). |
girân-hârî |
: | گرانخواری |
(f. b. i.) : çok yiyicilik. |
girân-hâtır |
: | گرانخاطر |
(f. a. b. s.) : canı sıkılmış, gücenik, (bkz. : münfail). |
girân-hûy |
: | گران گوی |
(f. b. s.) : kötü huylu. |
girânî |
: | گرانی |
(f. i.) : ağırlık, (bkz. : sıklet). |
girân-kadr |
: | گران قدر |
(f. a. b. s.) : kadir ve îtibar sahibi. |
girân-kıymet |
: | گران قيمت |
(f. a. b. s.) : (bkz. : girân-bahâ). |
girân-kîse |
: | گران گيسه |
(f. b. s.) : hasis, cimri, pinti. |
girân-mâye |
: | گرانمايه |
(f. b. s.) : pahası ağır, kıymetli, değerli [şey]. |
girân-püşt |
: | گران پشت |
(f. b. s.) : sırtı sağlam. |
girân-rikâb |
: | گران ركاب |
(f. a. b. s. c. : girân. rikâbân) : 1) savaşta düşmana saldıran, düşmanın saldırışından yılmıyan, azimli. 2) vakarlı, ağır kimse. |
girân-rikâb-âne |
: | گران ركابانه |
(f. b. zf.) : 1) düşmana saldırırcasına. 2) ağır, vakarlı kimseye yakışacak surette. |
girân-sâye |
: | گران سايه |
(f. b. s.) : yüksek mevki sahibi; ordu kumandanı. |
girân-sâyegi |
: | گران سايگى |
(f. b. i.) : yüksek mevki sahibi olma; ordu kumandanlığı. |
giran-seng |
: | گران سگك |
(f. b. s.) : 1) tartısı ağır, vakarlı. 2) kanaatli; sabırlı. |
girân-ser |
: | گرانسر |
(f. b. s. c. : girân. serân) : kibirli, gururlu, kendini beğenmiş, (bkz. : mütekebbir). |
girân-serâne |
: | گرانسرانه |
(f. b. zf.) : kibirlilikle, kendini beğenmişlikle. |
girân-serî |
: | گرانسری |
(f. b. i.) : kibirlilik, kendini beğenmişlik. |
girân-seyr |
: | گرانسير |
(f. a. b. s. c. : girân. seyrân) : yürüyüşü ve hareketi ağır olan. |
girân-sirişt |
: | گرانسرشت |
(f. b. s. c. : girân. siriştân) : ağır tabîatlı; tenbel. |
girân-siriftSne |
: | گرانسرشتانه |
(f. b. zf.) : ağır canlılıkla; tenbellikle. |
girân-siristî |
: | گرانسرشتی |
(f. b. i.) : ağır canlılık; tenbellik. |
gird |
: | گرد |
(f. i.) : yuvarlak, çevre,değirmi. Tâ-i gird : yuvarlak t. |
girdâb |
: | گرداب |
(f. i.) : 1) suların döndüğü ve çukurlaştığı yer, anafor, çevrinti, burgaç. [rüzgârın da yaptığı çevrintiye "girdap" denilir]. 2) tehlikeli yer. (bkz. : mehleke). |
girdâb-ı belâ |
: |
belâ girdabı, felâket anaforu.' |
|
girdâ-gird |
: | گرداگرد |
(f. b. s.) : çepeçevre, fırdolayı, (bkz. : dâir-en-mâdâr). |
gird-âlûd |
: | گرد آلود |
(f. b. s.) : toza bulanmış, toz toprak içinde. |
girdâr |
: | گردار |
(f. i.) : 1) meşguliyet,iş. 2) âdet, tarz, yürüyüş. Bel-girdâr : işi kötü olan. |
gird-bâd |
: | گردباد |
(f. b. i.) : dönerek çevrinti ile esen şiddetli rüzgâr, kasırga, tulumba, hortum. |
girde |
: | گرده |
(f. i.) : 1) açılmış yufka. 2) s. değirmi, yuvarlak. 3) evvelce yahudilerin Müslümanlardan ayrılması için omuzlarına diktikleri sarı oarça. 4) değirmi yastık. 5) s. zf. bütün, hepsi. |
girdebân |
: | گرده بان |
(f. b. s.) : gözetici, gözcü, (bkz. : nigeh-bân). |
girdgân |
: | گردگان |
(f. i.) : ceviz. (bkz. : girdû ). |
girdek |
: | گردك |
(f. i.) : gerdek, (bkz. : hacle). |
girdu |
: | گردو |
(f. i.) : ceviz, (bkz. : gevz, girdgân). |
girec |
: | گرج |
(fi.) : kireç, (bkz. : gec). |
girec-hâne |
: | گرجخانه |
(f. b. i.) : kireçhâne, kireçlik, kireç ocağı. |
girîbân |
: | گريبان |
(f. i.) : elbise yakası, (bkz. : ceyb). Çâk-i girîbân (yaka yırtma) : çok açıklanma. |
girîban-çâk |
: | گريبان پاك |
(f. b. s.) : "yakası yırtık" : kederli. |
girîban-gîr |
: | گريبان گير |
(f. b. s.) : yaka tutucu, tutan. |
gir-îbânî |
: | گريبانی |
(f. b. i.) : bir çeşit gömlek. |
girift |
: | گرفت |
(f. i.) : 1) tutma, yakalama. Ahz ü girift : yakalayıp tutma. 2) dolaşık, birbiri içine girgin, karışık. Girift yazı : karışık yazı. 3) g. s. arabesk denilen süslemenin bordürlerde kullanılan çeşidi, [çeşitleri : çifte dallı girift; çiçekli hendesî girift (süslü hendesî girift). 4) müz. Türk müziğinin nefesli sazlarından olup, bugün unutulmak üzeredir; ney'e benzer. Kaba çâr-gâh'dan muhayyer'e kadar ancak bir buçuk sekizli ses almasına rağmen kısa, küçük kamıştan yapılmış bir âlettir]. |
giriftar |
: | گرفتار |
(f. s.) : 1) tutulmuş, yakalanmış, esir. 2) düşkün, uğramış, tutgun. (bkz. : dûçâr). |
giriftâr-ı aşk |
: |
aşka tutulmuş. |
|
giriftâr-âne |
: | گرفتارانه |
(f. zf.) : giriftâr'casına. |
giriftârî |
: |
(f. i.) : giriftarlık. |
|
girifte |
: | گرفته |
(f. s) : 1) tutulmuş, yakalanmış. |
girifte-i dâm |
: |
tuzağa tutulmuş. 2) yakalanmış, tutulmuş [bir hastalığa]. 3) esir (tutsak). |
|
girifte-dem |
: | گرفته دم |
(f. b. s.) : nefesi tutulmuş. |
girifte-gî |
: | گرفتگی |
(f. b. i.) : 1) tutkunluk. 2) tutsaklık. 3) hastalık hâli. |
girifte-hâtır |
: | گرفته خاطر |
(f. a. b. s.) : kırgın, gücenik. |
girifte-leb |
: | گرفته لب |
(f. b. s. c. : girifte. lebân) : "dudağı tutulmuş" : sakin, sessiz [kimse]. |
girifte-lebâne |
: | گرفته لبانه |
(f. b. zf.) : sessizlikle, sakinlikle. |
girifte-ser |
: | گرفته سر |
(f. b. s.) : aklı, fikri dağılmış [kimse]. |
girifte-zebân |
: | گرفته زبان |
(f. b. s.) : dili tutuk, kekeme. |
girift-zen |
: | گرفته زن |
(f. b. s.) : girift (ney) çalan. |
girih |
: | گره |
(f. i.) : düğüm, bağ. (bkz. : ukde, pîç). |
girih girih |
: |
düğüm düğüm. |
|
girih-bend |
: | گره بند |
(f. b. i.) : 1) düğümcü, bağcı. 2) uçkur. |
girih ber girih |
: | گره برگره |
(f. zf.) : düğüm düğüm üstüne, (bkz. : pîçSpîç). |
girih-bür |
: | گره بر |
(f. b. s.) : "düğüm kesen : yankesici, (bkz. : kîse-bür). |
girihçe |
: | گرهچه |
(f. ') : düğümcük, küçük düğüm. |
girih-gîr |
: | گرهكير |
(f. b. s.) : "düğüm tutmuş" : düğümlü, dolaşık, (bkz. : muakkad). |
girih-küşâ |
: | گره كشا |
(f. b. s.) : "düğüm açan, çözen" : zorlukları yenen, halleden, (bkz. : hallâl-i müşkilât). |
giris, girise |
: | گريس ، گريسه |
( f. i.) : hile, oyun, dalavere, (bkz. : hud'a). |
girişme |
: |
(f. i.) : naz, işve, cilve, gamze, kaş ve gözle işaret, [fasihi "kirişme" olduğu halde, eski lûgatçilerimiz, kelimeyi "girişme" şeklinde kabul etmişlerdir]. |
|
girîve |
: | گره بر |
(f. i.) : çıkmaz yol, çıkmaz sokak. 2) içinden çıkılması zor durum. |
girîve-i ışk |
: |
aşkın çıkmaz yolu. 3) geçit, uçurum, yar. |
|
girîz |
: | گريز |
(f. i.) : [aslı "gürîz" dir]. (bkz. : gürîz). |
girîz-gâh |
: | گريزگاه |
(f. b. i.) : [aslı "gürîz-gâh" dır], (bkz. : gürîz, gürîz-gâh). |
girîzân |
: | گريزان |
(f. s.) : [aslı "gürîzân" dır], (bkz. : gürîzân). |
girîzende |
: | گريزنده |
(f. s. c. ; girîzen. degân) : [aslı "gürîzende" dir]. (bkz. : gürîzende). |
gîrûdâr |
: | گيروداز |
(f. b. i.) : cenk, savaş, kavga, (bkz. : âşûb, cidal, perhâş). |
giryân |
: | گريان |
(f. i.) : ağlayıcı, ağlıyan. Çeşme-i giryân : ağlıyan göz. |
giryânî |
: | گريانی |
(f. i.) : giryanlık, ağlayıcılık. |
girye |
: | گريه |
(f. i.) : ağlama, ağlayış; gözyaşı, (bkz. : bükâ'). |
girye-i âşıkane |
: |
âşıkcasına ağlayış. |
|
girye-i şâdi |
: |
sevinç ağlaması. |
|
girye-bâr |
: | گريه بار |
(f. b. s.) : ağlıyan, gözyaşı döken, (bkz. : girye-nâk). |
girye-dâr |
: | گريه دار |
(f. b. s.) : ağlamış. |
girye-engîz |
: | گريهانگيز |
(f. b. s.) : ağlamıya sebebolan, ağlatacak. |
girye-feşân |
: | گريه فشان |
(f. b. s.) : gözyaşı saçan, acı acı ağlıyan. |
girye-fezâ |
: | گريه فزا |
(f. b. s.) : ağlamayı arttıran, çok ağlatan. |
girye-hîz |
: | گريه خيز |
(f. b. s. c. : girye. hîzân) : girye (ağlama) koparan, kopana. |
girye-künân |
: | گريه كنان |
(f. b. zf.) : ağlıyarak. |
girye-meşhûn |
: | گريه مشخون |
(f. a. b. s.) : göz yaşı ile dolu. |
girye-nâk |
: | گريه ناك |
(f. b. s.) : ağlayıcı, ağlıyan. (bkz. : girye-bâr). |
giryende |
: | گرينده |
(f. s.) : ağlıyan, aölayıcı. ağlayıcı. |
giryende-i hasret |
: |
hasret ağlayıcısı. |
|
girye-nikab |
: | گريه نقاب |
(f. a. b. s.) : gözyaşı ile örtülü. |
girye-nümâ |
: | گريه نما |
(f. b. s.) : ağlar yüzlü. |
girye-nümûd |
: | گريه نمود |
(f. b. s.) : ağlar gibi görünen, ağlamışa benziyen. |
girye-pâş |
: | گريه پاش |
(f. b. s.) : gözyaşı döken, dökücü. |
girye-perverd |
: | گريه پرور |
(f. b. s.) : ağlamayı getiren, ağlatan, ağlatıcı. |
gîrye-rîz |
: | گريه ريز |
(f. b. s.) : ağlıyan, gözyaşı döken, (bkz. : girye-bâr, girye-nâk). |
girye-zâr |
: | گريه زار |
(f. b. i.) : oturup ağlanılan yer. |
girye-zâr-i hicran |
: |
ayrılık acısiyle ağlanan yer |
|
gisû |
: | گيسو |
(f. i.) : omuza dökülen saç, uzun saç, saç örgüsü, kâhkül. (bkz. : ferhâl,. cu'd, ham, zülf). |
gisû-yi anber-bâr |
: |
anber saçan saç; güzel ko kulu saç. |
|
gîsû-yi müşg-efşân |
: |
misk saçan saç. |
|
gîsû-yi yâr |
: |
yârin, sevgilinin saçı. |
|
gîsû-bencl |
: | گيسو بند |
(f. b. i.) : 1) 'saç bağı; saç örgüsü. 2) altından yapılmış kadın tarağı. |
gîsû-dâr |
: | گيسودار |
(f. b. s.) : saçlı. Necm-i gîsû-dâr : kuyruklu yıldız. |
giş |
: | گش |
(f. i.) : 1) yürek, kalb. (bkz. : fuâd). 2) kış kış diye kovmak için çıkarılan ses. 3) satrançta kovma. |
gîtî |
: | گيتی |
(f. i.) : dünyâ, (bkz. : âlem, cihan ). |
gîti-ârâ |
: | گيتی آرا |
(f. b. s.) : dünyâyı süsliyen. |
gîtî-ârây |
: | گيتی آرای |
(f. b. i.) : bot. iri yapraklı, güzel kokulu sadberk gülü. |
gîtî-bân |
: | گيتی بان |
(f. b. i.) : pâdişâh, hükümdar. |
gîtî-fürûz |
: | گيتی فروز |
(f. b. s.) : cihanı aydınlatan. |
gîtî-neverd |
: | گيتی نورد |
(f. b. s.) : dünyâyı dolaşan, gezen. |
gîtî-nümâ |
: | گيتی نما |
(f. b. s.) : cihanı gösteren, (bkz. : cihân-nümâ). |
gîtî-sitân |
: | گيتی ستان |
(f. b. s.) : cihanı zapteden. (bkz. : cihân-gîr). |
Gîv |
: | گيو |
(f. h. i.) : Fars'ların masal kahramanlarından biri. Gyuders'in oğlu, Rüstem'in üvey oğlu. |
giyâ, giyâh |
: | گيا ، گياه |
(f. i.) : nebat, * bitki, taze ot. [hafifletilmişi "giyeh" dir]. |
giyâh-ı nem-nâk |
: |
bot. semizotu. |
|
giyâh-ı şütür |
: |
bot. deve dikeni. |
|
giyâh-beste |
: | گياه بسته |
(f. b. s.) : ot bağlamış, ot bitmiş |
giyâ-zâr |
: | گيا زار |
(f. b. i.) : çayır, otluk, (bkz. : giyâ, giyâh). |
gîyeh |
: | گيه |
(f. i.) : giyah'ın hafifletilmişi. (bkz. : giyâh). |
gizlik |
: | گيزلك |
(f. i.) : çakı, bıçak, kılıç gibi kesici nesnelerin keskin tarafı, ağzı; uzun saplı kalemtıraş. |