gıbb |
: | غب |
(a. e.) : 1) son. 2) -den, -dan sonra. |
gıbb-ed-duâ |
: |
duadan sonra. |
|
gıbb-el-muvâcehe |
: |
muvaceheden sonra. |
|
gıbb-eş-şehide |
: |
şahitlikten, ('tanıklıktan) sonra. |
|
gıbb-et-tahkîk |
: |
tahkikten sonra. 3) gün aşırı, iki günde bir. Hümmâ-yi gıbb : hek. gün aşırı tutan sıtma. |
|
gıbb-et-tasdik |
: |
huk. şer'iye mahkemelerinden verilip ikrar ve takrîre mütedair olan hüccetlerde : "gıbb-et-tasdik mâvaka bittalep ketbolundugu.." ibaresinde çokça tesadüf olunur ki, "diğer taraf tasdik ettikten sonra cereyân-ı hâl talebe binâen yazılı" demektir, [hâkim tarafrından tasdik edildikten sonra demek değildir], |
|
gıbben |
: | غبا |
(a. zf.) : arasıra, nadiren, seyrek, (bkz. : geh, gehî). |
gıbta |
: | غبطه |
(a. i.) : ayni hâli şiddetle arzu etme, imrenme. |
gıbta-âver |
: | غبطه آور |
(a. f. b. s.) : imrendiren. |
gıbta-efzâ |
: | غبطه افزا |
(a. f. b. s.) : (bkz. : gıbta-âver). |
gıbta-fermâ |
: | غبطه فرما |
(a. f. b. s.) : gıpta verici, gıpta veren, (bkz. : gıbta-resâ). |
gıbta-keş |
: | غبطه كش |
(a. f. b. s.) : gıpta eden, imrenen. |
gıbta-resâ |
: | غبطه رسا |
(a. f. b. s.) : gıpta verici, imrendirici, (bkz. : gıbta-fermâ). |
gıda' |
: | غداء |
(a. i. c. : ağdiye) : 1) insanı besliyen şeyler, besi. 2) yiyip içilen şeyler. 3) mec. zihni ve ahlâkı olgunlaştırmıya yardım eden şey. İlim, zihnin gıdasıdır, (bkz. : gızâ'). |
gıdâ-yı rûh |
: |
ruhun gıdası. |
|
gıdâî |
: | غدائی |
(a. s.) : gıda ile ilgili, gıda olabilen [nesne]. |
gılaf |
: | غلاف |
(a. i. c. : gulüf) : kılıf, kın, mahfaza, (bkz. : gımd). |
gılâf-ı hâricî-i semer |
: |
meyvadışı. |
|
gılâf-ı seyf |
: |
kılıç kını. (bkz. : gımd-ı seyf). |
|
gılâf-UI-kalb |
: |
anat. dış yürek zarı. |
|
gılâl |
: | غلال |
(a. i. galle'nin c.) : 1) tahıllar, mahsuller. 2) iratlar, aelirler. (bkz. : gallât 1,2) . |
Gılâz |
: | غلاظ |
(a. s. galîz'in c.) : kalınlar. 2) kabalar, (bkz. : galîz). |
gıll |
: | غل |
(a. i.) : gizli kin ve garez, düşmanlık, [dâima "gışş" ile beraber kullanılır]. |
gıll ü gışş |
: | غل |
kin ve hîle. |
gılmân |
: | غلمان |
(a. i. gulâm'ın c.) : 1) tüyü, bıyığı çıkmamış delikanlılar, gençler. 2) köleler, esirler. |
gılmân-ı Cennet |
: |
Cennet uşakları. |
|
gılmân-ı hassa |
: |
pâdişâh sarayında hizmet gören gençler. |
|
gılman ü cevârî |
: |
köleler ve cariyeler. |
|
gılme |
: | غلمه |
(a. i. gulâm'ın c.) : gençler, delikanlılar. |
gılzet |
: | غلظت |
(a. i.) : galizlik, kalınlık, kabalık, sertlik. |
gılıet-i kumaş |
: |
kumaş kabalığı. |
|
gılıet-i mizâc |
: |
huy, tabîat, yaradılış sertliği. |
|
gımd |
: | غمد |
(a. i. c. : agmâd) : 1) kın. (bkz. : gılâf). |
gımd-ı seyf |
: |
kılıç kını. (bkz. : gılâf-ı seyf). 2) bakla ve benzerleri gibi şeylerin kabuğu. |
|
gına' |
: | غناء |
(a. i.) : 1) zenginlik, bolluk. 2) usanç, bıkkınlık. 3) şarkı, türkü, nağme, ezgi, ırlama. |
gınâî |
: | غنائی |
(a. s.) : lirik, fr. lyrique. |
gırâr, gırâre |
: | غرار ، غراره |
(a. i. c. : garâyir). (bkz. : garaVe) : büyük kıl çuval, harar. |
gırbâl |
: | غربال |
(a. i. c. : garâbîl) : kalbur, iri delikli elek. |
gırbâl-iyy-üş-şekl |
: |
kalbur gibi bir çok delikleri olan. |
|
gırbâlî |
: | غربالی |
(a. s.) : kalbur şeklinde olan, kalbur gibi bir çok delikleri olan, kalburumsu [kemik]. |
gırbân |
: | غربان |
(a. i. gurâb'ın c.) : kargalar, (bkz. : agribe). |
gırîv |
: | غريو |
(f. i.) : bağırma, bağrışma. |
gırîv-i nisvân |
: | غريو |
kadınların bağrışmaları, çığlıkları. |
Gırra |
: | غره |
(a. s.) : gururlu, kibirli, kendini beğenmiş [kimse], (bkz. : mağrur). |
gışâ' |
: | غشاء |
(a. i. c. : ağşiye) : örtü, perde, zar, deri. |
gışâ-yi muhâtî |
: |
anat. vücudun bütün iç boşluklarını kaplıyan, örten ince deri. |
|
gısâ-yi tabiî |
: |
anat. kulak zarı. |
|
gışâî |
: | غشائی |
(a. s.) : gışâ ile ilgili, zar kabilinden olan. |
gışâve |
: | غشاوه |
(a. i.) : (bkz. : gışâ'). |
gışâvet |
: | غشاوت |
(a. i.) : anat. körlüğü meydana getiren zar; aksu, fr. cataracte. |
gışş |
: | غش |
(a. i.) : 1) karışıklık, hîle. 2) s. saf olmıyan. 3) hainlik, [bizde çok defa "gıl" ile beraber kullanılır]. Gıll ü gışş : kin ve hîle'. |
gıtâ |
: | غطا |
(a. i. c. : agtiye) : 1) örtü, örtünecek şey. Keşfi gıtâ : örtüyü açma. |
gıtâ-yi rakîk |
: |
ince örtü. 2) perde, zar. |
|
gıtâ-yi basar |
: |
göz perdesi, (bkz. : gışâ', gışâve). |
|
Gıtrif |
: | غطريف |
(a. i. c. : gatârîf. gatâ-rife) : 1) soydan, asîl kimse. 2) başkan, reis). |
gıyâb |
: | غياب |
(a. i.) : 1) hazır ve mevcut olmama, gözönünde bulunmama, uzaklaşma. 2) kaybolma. 3) arka. An gıyabın an-il-gıyâb : kendisi hazır değil iken, arkasından. |
gıyâbe |
: | غيابه |
(a. i.) : dip, derinlik, (bkz. : gavr, ka'r, öünh). |
gıyaben |
: | غيابا |
(a. zf.) : hazır ve mevcut olmaksızın, bulunmadığı halde; mahkemede, duruşmada bulunmaksızın. |
gıyabi, gıyâbiyye |
: | غيابی ، غيابيه |
(a. s.) : kendisi hazır olmadığı halde yapılan muamele ile ilgili; savcılıkça çağırılan duruşmaya gelmiyen kimse hakkında yapılan muamele ile ilgili : Hükm-i gıyabî. |
Gıyâs |
: | غياث |
(a. i.) : yardım, (bkz. : gavs, muavenet, nusret). |
gıyâs-üd-dîn |
: |
1) dînin yayılmasına yardımı dokunan zat; 2) erkek adı. [eskidtn pâdişâhlar, büyük devlet ricali hakkında lâkap olarak kullanılırdı]. |
|
gıybet |
: | غيبت |
(a. i.) : 1) kaybolma. 2) aleyhinde bulunma, arkasından söyleme, çekiştirme, dedikodu yapma, (bkz. : gaybet). |
gıylân |
: | غيلان |
(a. i. gûl'ün c.) : (bkz. : ag-vâl). |
gızâ |
: | غذاء |
(a. i. c. : agziye) : insanı besliyen maddeler, (bkz. : gıda'). |
gızâî |
: | غذائی |
(a. s.) : gızâ (gıda) ile ilgili, (bkz. : gıdâî). |