gebr |
: | گبر |
(f. s.) : mecûsî, ateşe tapan, (bkz. : zerdüştî). |
gebr ü tersâ |
: |
ateşe tapanla Hıristiyan. |
|
gec |
: | گج |
(f. i.) : harç; kireç, (bkz. : girec). |
gac ü âhek |
: |
harç ve kireç. |
|
gec-bâz |
: | گجباز |
(f. s.) : oyunda hîle yapan. |
ged, gedbe |
: | گد ، گدبه |
(f. i.) : 1) dilenen. 2) dilencilik, (bkz. : sâil). |
gedâ |
: | گدا |
(f. s. c. : gedâyân) : dilenci, yoksul, (bkz. : sâil). Bây ü gedâ : zenginle fakir. |
gedâ-çeşm |
: | گداچشم |
(f. b. s.) : dilenci gözlü; mec. gözü aç, açgözlü. |
gedâ-çesmâne |
: | گداچشمانه |
(f. zf.) : açgözlücesine, açgözlülükle. |
gedâyân |
: | گدايان |
(f. s. gedâ'nın c.) : dilenciler. |
gedâ-yâne |
: | گدايانه |
dilencilikle. (f. zf.) : |
gediyî |
: | گدايی |
(f. i.) : dilencilik. |
gek |
: | گك |
(f. ha.) : 1) Osmanlı alfabesinin yirmi beşinci harfi olup "ebced" hesabında yirmi sayısının karşılığıdır. |
geh |
: | گه |
(f. e.) : "-gâh" kelimesinin hafifletilmişi [daha çok nazımda kullanılır, zaman ve mekân eki olarak kullanılır]. |
geh |
: | گه |
(f. zf.) : bazı, arasıra. (bkz. : gıbben). |
gehân |
: | گهان |
(f. i.) : vakit, zaman. Seher-gehan : seher vakti. Nâ-gehân : vakitsiz, birdenbire, ansızın. |
gehî |
: | گهی |
(f. zf.) : bâzan, arasıra. (bkz. : gâhî, gıbben). |
gehvâre |
: | گهواره |
(f. i.) : beşik, (bkz. : gâhvâre, mehd). |
gehvâre-i fena |
: |
(fânîlik beşiği) : dünyâ. |
|
gehvâre-ger |
: | گهواره گر |
(f. b. i.) : beşikçi. |
gehvâre-nişîn |
: | گهواره نشين |
(f. b. s.) : beşikteki çocuk. |
gele |
: | گله |
(f. i.) : 1) sürü. 2) koyun, keçi ve sığır sürüsü. |
gele-bân |
: | گله بان |
(f. b. i.) : çoban, sığırtmaç. |
gelîz |
: | گليز |
(f. i.) : fizy. salya |
gelû |
: | گلو |
(f. i.) : boğaz, (bkz. : gülü, hulkum). |
gelO-bend |
: | گلوبند |
(f. b. i.) : (bkz. : gerden-bend). |
geltt-gîr |
: | گلوگير |
(f. b. i.) : 1) dağ armudu, ahlat. 2) s. boğazdan geçmesi güç olan şey. |
genc |
: | گنج |
(f. i.) : hazîne, defîne. (bkz. : gencîne, kenz). |
genc-i maânî |
: |
mânâlar hazînesi, şiir hazinesi. |
|
genc-i nihân |
: |
gizli hazîne. |
|
genc-dâr |
: | گنجدار |
(f. b. i.) : (bkz. : hazînedâr). |
gencine |
: | گنجينه |
(f. i.) : (bkz. : gene). |
gencîne-i güftâr |
: |
1) söz hazînesi; 2) Farsça'dan Türkçe'ye Ziya Sükûn tarafından hazırlanmış olan bir lügat kitabı. |
|
gencûr |
: | گنجور |
(f. i.) : hazinedar, hazîne bekçisi, (bkz. : genever). |
genؤver |
: | گنجور |
(f. i.) : (bkz. : gencûr). |
gend |
: | گند |
(f. s.) : fena koku. |
gendâ, gendây |
: | گندا ، گنداى |
(f. s.) : fena kokulu, kokmuş. |
gendeme |
: | گندمه |
(f. i.) : siğil. |
gendide |
: | گنديده |
(a. s.) : kokmuş. |
gendüm |
: | گندم |
(f. i.) : buğday, (bkz. : bürr, hınta, kamh). |
gendüm-gûn |
: | گندم گون |
(f. b. s.) : buğday renkli. |
gendüm-nümâ |
: | گندم نما |
(f. b. s.) : yüze gülüp adam aldatan. |
gendüm nümâ vü cev-fürûş |
: |
(buğday gösterip arpa satan) : yüze gülücü, hîlekâr. |
|
ger |
: | گر |
(f. e.) : "eğer" kelimesinin kısaltılmışıdır, nazımda kullanılır. |
ger (-) |
: | گر |
(f. e.) : isimlerin sonuna eklenen ve fâiliyet (yapıcılık) bildiren bir edat. Âhen-ger : demirci; Zer-ger : kuyumcu, (bkz. : gâr). |
ger |
: | گر |
(f. i.) : uyuz hastalığı. |
gerçi |
: | گرچه |
(f. e.) : her ne kadar; ise de ["eğerçi" nin kısaltılmışıdır]. |
gerd |
: | گرد |
(f. i.) : 1) toz, toprak, (bkz. : gubâr). |
gard-i kOdÛret |
: |
gam, kederlillk tozu, kederlilik eseri. |
|
gerd-i siyeh |
: |
kara toz. 2) tasa, gam, keder. |
|
gerd (-) |
: | گرد |
(f. s.) : kelimelere eklenerek "dönen", "dolaşan" mânâsını verir. Tiz-gerd : çabuk dönen v. b. |
gerdâ-gird |
: | گردا گرد |
(f. zf.) : fırdolayı, (bkz. : dâiren mâdâr). |
gerd-âlûd |
: | گرد آلود |
(f. b. s.) : toza, toprağa bulanmış, toz, toprak içinde, (bkz. : gubâr-âlûd). |
gerd-âlûde |
: | گرد آلوده |
(f. b. s.) : toza, toprağa bulaşmış, tozlu; mec. dünyalığı olan kimse, paralı, yağlı. |
gerdan |
: | گردان |
(f. s.) : 1) dönücü, dönen, (bkz. : gerdun 1) . Rû-gerdân : yüz çeviren, yüz vermiyen. Ser-gerdân : serseri, yersiz yurtsuz sefil. 2) (bkz. : gerdûn). |
gerdâniyye |
: | گردانيه |
(f. i.) : müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarından-dır.. Halk müziğinde en rağbet edilmiş bir makam olan gerdaniye bilhassa hamasî ve millî karakterli parçalarda kullanılmıştır; rast ve hüseynî makamlarından mürekkeptir. Hüseynî ile düğâh perdesinde kalır. Güçlüler, birinci derecede rast'ın güçlüsü neva, ikinci derecede rast'ın durağı rast, üçüncü derecede de hüseynî'nin güçlüsü hüseynî'dir. Terkibindeki her iki basit makamın müşterek seslerinden istifâde eder. Rast ile hüseynî makamları, müş. tereken, rast ile muhayyer arasındaki bir dokuzluda ifâde edilebilirler. Donanımına si için koma bemolü ve fa için bakıyye diyezi konur ki terkibindeki her iki makamın da müşterek arızalarıdır. |
gerdâniyye-büzürg |
: | گردانيه بزرگك |
(f. b. i.) : müz. en az dört asırlık bir mürekkep makamdır. Hiçbir numunesi kalmamıştır. |
gerdâniyye-hicâz |
: | گردانيه حجاز |
(f. a. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, numunelik bir eseri kalmamıştır. |
gerdâniyye-hüseynî |
: | گردانيه حسينی |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, numunesi kalmamıştır. |
gerdâniyye-isfahan |
: | گردانيه اصفهان |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğine en az dört asırlık mürekkep makamlarındandır. Numunesi kalmamıştır. |
gerdâniyye-kûçek |
: | گردانیه گوچك |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, numunesi kalmamıştır. |
gerdâniyye-kürdî |
: | گردانيه گردی |
(f. a. b. i.) : müz. III. Selim'in terkîbettiği bir mürekkep makamdır. Bu makamdan bir eser kalmamıştır. Makam, gerdâniye'ye bir kürdî dörtlüsü ilâvesinden ibaret olup bu dörtlü ile dügâh'da kalır. |
gerdâniyye-nevâ |
: | گردانيه نوا |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, numunesi kalmamıştır. |
gerdâniyye-nigâr |
: | گردانيه نگار |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık mürekkep makamlarından olup numunesi kalmamıştır. |
gerdâniyye-nikrîzî |
: | گردانيه نيكريزی |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az sekiz asırlık mürekkep makamlarından olup, numunesi kalmamıştır. |
gerdâniyye-pûselik |
: | گردانيه پوسه لك |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin altı asır kadar evvel terkîbedilmiş bir mürekkep makamıdır. Gerdaniye makamı ile pûselik beşlisinden mürekkep olup, bu beşli ile dügâh perdesinde kalır. Donanımına gerdaniye gibi si koma bemolü ve fa bakıyye diyezi konur; pûselik beşlisi için sol bakıyye diyezi, si bekar kullanılır. |
gerdâniyye-râst |
: | گردانيه راست |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, numunesi kalmamıştır. |
gerdâniyye-rehâvî |
: | گردانطه رهاوی |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup numunesi kalmamıştır. |
gerdâniyye-trâk |
: | گردانيه طراق |
(f. a. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, numunesi kal. mamıştır. |
gerdâniyye-uşşâk |
: | گردانيه عشاق |
(f. a. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, numunesi kalmamıştır. |
gerdâniyye-zengüle(zirgüle) |
: | گردانيه زنگله |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarındanolup, numunesi kalma mistir. |
gerde (-) |
: | گرده |
(f. s.) : isimlere eklenerek "yapılmış, etmiş, eylemiş" gibi ismi mef'uller meydana getirir. İltimâs-gerde : iltimas edilmiş. Te'lîf-gerde : te'lîf edilmiş. Tertib-gerde : tertîb-edilmiş. |
gerden |
: | گردن |
(f. i.) : 1) gerdan. 2) boyun. gerden-i efrâd : fertlerin boynu. |
gerdenâ |
: | گردنا |
(f. i.) : 1) kebap şişi. 2) kuş veya kuzu çevirmesi. 3) topaç, fırıldak. 4) yeni yürümeye başlıyan çocukları yürümeye alıştıran araba. 5) aşı boya toprağı. |
gerden-bend |
: | گردن بند |
(f. b. i.) : boyun bağı, boyuna bağlanan şey; gerdanlık, (bkz. : gelû-bend). |
gerden-beste |
: | گردن بسته |
(f. b. s.) : boynu bağlı, boyun eğmiş, itaatli. (bkz. : gerden-dâde). |
gerden-dâde |
: | گردن داده |
(f. b. s.) : (bkz. : gerden-beste). |
gerden-efrâz, -firSz |
: | گردن افراز ، فراز |
(f. b. s.) : boyun kaldıran, başı yukarıda, kibirli, gururlu [kimse]. |
gerden-keş |
: | گردنكش |
(f. b. s.) : 1) inatçı; kibirli. 2) serkeş, âsî. |
Gerdîde |
: | گرديده |
(f. s.) : dönmüş, hâli değişmiş. |
gerdiş |
: | گردش |
(f. i.) : dönüş, dönme, dolaşma. |
gerdiş-i eflâk |
: |
feleklerin, dünyâların dönüşü, gerdiş-i zemân : zamanın dönüşü. |
|
Gerdûn |
: | گردون |
(f. s.) : 1) dönücü, dönen, devreden, (bkz. : gerdan). 2) i. felek, dünyâ, semâ. |
gerdûn-i dûn |
: |
alçak felek; sefil dünyâ. |
|
gerdûn-i dûn |
: | گردون |
alçak felek; sefil dünyâ. |
gerdûne |
: | گردونه |
(f. i.) : araba, [tekerleklerinin dönmesi dolayısiyle verilen bir ad olduğu anlaşılmaktadır]. |
gerdûne-i iclâl |
: |
saltanat arabası. |
|
gerdûne-i şükûh |
: |
şan ve şeref arabası, (bkz. : kârûse). |
|
gerdûn-haşmet |
: | گردوه حشمت |
(f. a. b. s.) : gerdun, felek gibi haşmet sahibi. |
gerdûn-iktidâr |
: | گردون اقتدار |
(f. a. b. s.) : felek gibi muktedir, kudretli. |
gerdûn-mîna |
: | گردون مينا |
(f. b. i.) : gök. (bkz. : âsmân). |
gerdûn-sirişt |
: | گردون سرشت |
(f. b. i.) : 1) kibirli, gururlu [kimse]. 2) tenbel. 3) kan dökücü, zâlim, (bkz. : hûn-hâr, hûn-rîz, seffâh, sef-fâk). |
gerk |
: | گرك |
(f. s.) : uyuz [hayvan]. |
germ |
: | گرم |
(f. s.) : sıcak, [zıddı "serd" dir]. |
germ ü serd |
: |
(sıcak ve soğuk) : iyilik kötülük, darlık genişlik, acı tatlı. |
|
germi |
: | گرما |
(f. s.) : sıcak. Mevslm-i germâ (sıcak mevsim) : yaz. |
germâbe |
: | گرمابه |
(f. i.) : sıcak su hamamı, kaplıca, ılıca, kaynarca. |
germâ-germ |
: | گرما گرم |
(f. b. s.) : 1) kızışıp ısınmış, pek kızışmış. 2) zf. sıcağı sıcağına. |
germâ-germî |
: | گرما گرمی |
(f. b. i.) : kızışıp ısınmak hâli. |
germâ-peymâ |
: | گرماپيما |
(f. b. i.) : termometre. |
germî |
: | گرمی |
(f. i.) : sıcaklık, kızgınlık, hararet. |
germî-i şems |
: |
Güneşin sıcaklığı. |
|
germî-i mübâhase |
: |
konuşmanın harareti. |
|
germiyyet |
: | گرميت |
(o. i.) : hararet, sıcaklık; ateşli çalışma, (yapma kelimelerdendir]. |
germ-mend |
: | گرم مند |
(f. b. s.) : aceleci, acele eden. |
germ-rân |
: | گرمران |
(f. b. s.) : atı çok süren. |
germ-ülfet |
: | گرم الفت |
(f. a. b. s.) : görüşmesi hararetli olan; srkı-fıkı görüşen. |
Gerşâsb |
: | گرشاسب |
(f. h. i.) : îran hükümdarlarındandır. İran'ın eski masallarına göre Rüstem'in ecdâdından biri ve Neriman'ın babasıdır. Feridun'un muasırıdır. "Esedî-i tûsî" fütuhatını yazmıştır. |
gerziş |
: | گرزش |
(f. i.) : zulümden şikâyet etme. |
gestî |
: | گستی |
(f. i.) : çirkinlik, yakışıksızlık. |
geş |
: | گش |
(f. s.) : 1) güzel, hoş. 2) naz ve edâ ile yürüme. |
geşt |
: | گشت |
(f. i.) : 1) gezme, seyretme dolaşma, (bkz. : tenezzüh, teferrüc 2,3) . geşt ü güzâr : gezme, gezip tozma. 2) geçme. |
geşte (-) |
: | گشته |
(f. s.) : gezmiş, dönmüş, dolaşmış. Ber-geşte : altüst olmuş. Ser-geşte : başı dönmüş. |
gev |
: | گو |
(f. s. c. : gevân) : kahraman, bahâdır, yiğit, (bkz. : bati). |
gevâh |
: | گواه |
(f. s.) : şahit, tanık. |
gevâhî |
: | گواهی |
(f. i.) : şahitlik. |
Gevân |
: | گوان |
(f. s. gev'in c.) : kahramanlar, yiğitler. |
gevç |
: | گوچ |
(f. i.) : ağaç zamkı. |
gev-çâh |
: | گوچاه |
(f. b. i.) : dibi görülebilen alçak kuyu. |
gevden |
: | گودن |
(f. s.) : ahmak, sersem.(bkz. : lâde). |
gevder, gevdere |
: | گودر ، گودره |
(f. i.) : 1) buzağı. 2) dana derisi, gdere. |
geveşt |
: | گوشت |
(f. i.) : müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarından olup, XVI. asırdan kalma, sahibi bilinmiyen remel peşrev ile bir saz semaîsi, Kantemiroğlu'nun sakil peşrevi, bu makama misaldir. Durak, segah ve güçlü mahûr (geveşt) perdeleridir. |
geveşt-büzürg |
: | گوشت بزرگك |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup numunesi kalmamıştır. |
geveşt-gerdâniyye |
: | گوشت گردانيه |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, numunesi kalmamıştır. |
geveşt-hicâz |
: | گوشت حجاز |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, numunesi kalmamıştır. |
geveşt-hüseynî |
: | گوشت حسينی |
(f. a. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup numunesi kalmamıştır. |
geveşt-ırâk |
: | گوشت عراق |
(f. a. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, numunesi kalmamıştır. |
geveşt-ısfahân |
: | گوشت اصهان |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, numunesi kalmamıştır. |
geveşt-kûçek |
: | گوشت كوچك |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, numunesi kalmamıştır. |
geveşt-nevâ |
: | گوشت نوا |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, numunesi kalmamıştır. |
geveşt-pûselik |
: | گوشت پوسه لك |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, numunesi kalmamıştır. |
geveşt-rehâvî |
: | گوشت رهاوی |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı, olup, numunesi kalmamıştır. |
geveşt-uşşâk |
: | گوشت عشاق |
(f. a. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, numunesi kalmamıştır. |
geveşt-zengüle (zirgüle) |
: | گوشت زنگله |
az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümûnesi kalmamıştır. |
gevher |
: | گوهر |
(f. i.) : 1) elmas, (f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en cevher. 2) -gevher : değerli taş. 3) bir şeyin aslı, esâsı. Bed soysuz. Pâk-gevher : aslı temiz, soylu. |
gevher-i pend |
: |
1) nasihat incisi; 2) öğüt küpesi. 4) ed. "ebced" hesabı ile yapılan târihlerden yalnız noktalı harfleri hesaba katılacak olanlar, (bkr : cevher, cevherin, menkut, mu'cem). |
|
gevher-bâr |
: | گوهربار |
(f. b. s.) : cevher yağdıran. |
gevher-efşân |
: | گوهرافشان |
(f. b. s.) : cevher saçan, (bkz. : gevher-pâş). |
gevher-fürûş |
: | گوهر فروش |
(f. b. i.) : cevahirci, kuyumcu, (bkz. : gevheri, gevher-şinâs). |
gevheri |
: | گوهری |
(f. i.) : kuyumcu, (bkz. : gevher-fürûş, gevher-şinâs). |
gevherin |
: | گوهرين |
(f. s.) : 1) cevherli. 2) mücevher gbii. |
gevher-nisâr |
: | گوهر نسار |
(î. b. s.) : 1) cevahir serpen, (bkz. : gevher-efşân, gevher-pâş, gevher-rîz). 2) güzel, düzgün söz söyliyen. |
gevher-nişîn |
: | گوهر نشين |
(f. b. s.) : cevahirle işlenmiş. |
gevher-pâş |
: | گوهر پاش |
(f. b. s.) : 1) cevher saçıcı, saçan, (bkz. : gevher-efşân, gevher-nisâr). 2) çok güzel söz söyliyen. |
gevher-rîz |
: | گوهر ريز |
(f. b. s.) : cevher döken, çok güzel konuşan kimse, (bkz. : gevher- nisâr). |
gevher-sinâs |
: | گوهر شناس |
(f. b. i.) : cevahirden anlıyan, cevahirci, kuyumcu, (bkz. : gev-her-fürûş, gevherî). |
gevher-tâb |
: | گوهر تاب |
(f. b. i.) : altınla işlenmiş kadın başörtüsü. |
gevsâle |
: | گوساله |
(f. i.) : bir yaşına girmiş dana. |
gevz |
: | گوز |
(f. i.) : ceviz, (bkz. : cevz, girdgân, girdû). |
gez |
: | گز |
(f. i.) : 1) arşın, endaze. 2) kısa tâlim oku. 3) okun çentiği. 4) nişane. 5) ılgın ağacı. |
gezâ |
: | گزا |
(f. s.) : ısıran, ısırıcı. Can-gezâ : can ısıran, can acıtan. Leb-gezâ : dudak ısıran, şaşa kalan. |
gezend |
: | گزند |
(f. i.) : 1) zarar, ziyan. 2) elem, keder; âfet, musibet. Îsâl-i gezend etmek : zarara, ziyana sokmak. |
gezî |
: | گزی |
(f. i.) : hâre taklidi arşınlık enli kumaş. |
gezide |
: | گزيده |
(f. s.) : ısırılmış. Mâr-gezîde : kendisini yılan ısırmış olan. |