gâr (-)

: گار

(f. e.) : fâillik ve nispet mânâlariyie isimlere sonek olarak katılır, ["yâd-gâr, hudâvend-gâr, beste-gâr" v.b.]. (bkz. : -ger). 

gar

: غار

("ga" uzun okunur, a. i.) : 1) mağara, in. (bkz. : kehf). Yâr-ı gar (mağara dostu) : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'e mağarada, arkadaşlık eden Hz. Ebûbekir; mec. çok vefalı, çok sâdık arkadaş. 2) defne ağacı. Habb-ül-gar : defne tanesi, 

garabet

: غرابت

(a. i.) : 1) gariplik, tuhaflık. 2) ed. ne demek olduğu herkesçe anlaşılmıyacak kelime ve tâbirlerin söz arasında kullanılması. [Meselâ : mizacınız bugün mütenahnih midir, yoksa mütenahnah mıdır?]. 

garâbel-cû

: غرابت جو

(a. f. b. s.) : garip, tuhaf şey ariyan, böyle şeylere meraklı olan. 

gara bet-nü mâ

: غرابتنما

(a. f. b. s.) : garâbet gösteren, garip, tuhaf. 

garâbîl

: غرابيل

(a. i. gırbâl'in c.) : kalburlar, iri delikli elekler. 

garâbîn

: غرابين

(a. i. gurâb'ın c. olan gırbân'ın c.) : kargalar, (bkz. : agribe). 

garâib

: غرائب

(a. s. garîbe'nin c.) : tuhaf, şaşılacak şeyler, [c. : garâibât]. 

garâib-i seb'a-i âlem

:  

dünyânın 7 garibesi, (bkz. : acâib-i seb'a-i âlem). 

garâibât

: غرائبات

(a. i. garîb'in c. olan garâib'in c.) : görülmedik, alışılmadık, tuhaf, şaşılacak şeyler. 

gara m

: غرام

(a. i.) : 1) aşk, sevda, şiddetli arzu, fazla gönül düşkünlüğü. 2) Abdülhak Hâmid'in meşhur manzum eseri, [kelime Arapça'da : "azâb; helak" mânâsına gelir]. 

garâmet

: غرامات

(a. i. c. : garâmât) : 1) borç, diyet gibi şeyleri ödeme. 2) vergi, resim. 

garâmeten

: غرامةً

(a. zf.) : hakkına göre, herkese müsâvî (*eşit) olarak, taksîm ederek. 

garâıniyyât

: غراميات

(a. i. c.) : sevgi ile alâkalı mevzular, konular, fr. lyrisme. 

garâre

: غراره

(a. i. c. : garâyir) : harar, büyük kıl çuval, (bkz. : gırâr, gırâre). 

garât

: غارات

("g" uzun okunur, a. i. garet'in c.) : yağmalar, çapullar. (bkz. : garet). 

garâyir

: غراير

(a. i. garâre'nin c.) : hararlar, büyük kıl çuvallar. 

garaz

: غرض

(a. i. c. : agrâz) : 1) hedef, gaye, maksat, meyil, istek. El-garaz : maksat, niyet odur ki. 

garaz-ı asli

:  

asıl maksat. 2) gizli düşmanlık, kin, kötü niyet. Bi-garaz : garezsiz. Li-garazin : sebep altında, bile bile. 

garaz-ı vâkıf

:  

vâkıf (vakfeden) in arzusu. 

garaz-âlûd

: غرض آلود

(a. f. b. s.) : garezi, husûsî bir maksadı olan. 

garazen

: غرضا

(a. zf.) : garez ve düşmanlıkla. 

garaz-kâr

: غرضكار

(a. f. b. s.) : kinli, düşmanlık güden, (bkz. : kîn-dâr). 

garaz-kârâne

: غرضكارانه

(a. f. zf.) : garazkârlıkla, garez ve düşmanlığa kapılarak, (bkz. : kindârâne). 

garb

: غرب

(a. i. c. : gurûb) : 1) Güneş'in battığı taraf, günbatısı, batı. 2) memleketimiz yö nüne göre Avrupa. 

garb-ı cenubî

:  

lodos tarafı (güney-batı). 

garb-ı şimali

:  

karayel tarafı (kuzey-batı). 

garben

: غربا

(a. zf.) : batı tarafından, batıdan. 

garbi, garbiyye

: غربی ، غربيه

(a. s.) : batı ile ilgili, Avrupa'ya mensup. 2) h. i. aşağı Mısır'ın batı kısmı. 

garbiyyûn

: غربيون

(a. i. c.) : garplılar, batı memleketleri ahâlîsi, Avrupalılar. 

gareng

: غرنگك

(f. i.) : çığlık. 

garet

: غارت

("ga" uzun okunur, a. i. c. : garât) : çapul, yağma; akın, [eski zamanlarda] düşman toprağına yağma için yapılan saldırış. 

garet-ger

: غارگز

("ga uzun okunur, a. f. b, i. c. : garet-gerân) ; : yağmacı, çapulcu. 

garet-gerân

:  

("ga" uzun okunur, a. f. b. i. garet. ger'in c.) : yağmacılar, çapulcular. 

gargara

: غرغره

(a. i.) : suyu, içilen ilâcı veya her hangi bir mayii boğazda oynatıp çalkalama, (bkz. : mazmaza). 

gârî

: گاری

(f. s.) : sebat ve karârı olmıyan. 

garîb

: غريب

(a. s. gurbet ve garâbet'den. c. : gurabâ) : 1) kimsesiz, zavallı. 2) gurbette, kendi memleketinin dışında buluttan, yabancı. 3) tuhaf, şaşılacak, bambaşka. 4) dokunaklı. 

garib-üd-diyâr

:  

memleketin' yabancısı. 

garib

: غارب

("ga" uzun okunur. a. s. gurûb'dan) : gurûbeden batan.

garîb-âne

:  

(f. b. zf.) : garipçesine, garip gibi, garibe yakışacak bir surette. 

garibe

: غريبه

(a. h. c. : garâib) : evvelce görülmemiş tuhaf şey. Şaşılacak şey.

garîbe-i rüzgâr

:  

Zamanın garîbesi.

garîb-nâme

: غريبنامه

(a. f. b. i.) : Âşık Paşa'nın tasavvufi kaidelerini anlatan mesnevî tarzında yazılmış manzum bir eseri.

garib-nüvâz

: غريب نواز

(a. f. b. s.) : garip, bîçare olanlara ikram eden, kimsesizleri koruyan. (bkz. : garîb perver). 

garîbiyye

: غريبيه

(a. i.) : Kadiriyye tarikatı koflarından biri. [kurucusu Şeyh Muhammed Garîb-ullâh-ül-Hindî'ye nisbetle bu adı almıştır. ]

garib

: غريب پرور

(a. f. b. s.) : (bkz. : garîb-nüvâz). 

garîk

: غريق

(a. s. gark'dan.) : 1) garkolmuş, suya batmış; suda boğulmuş. 2) su içine dalmış, (bkz. : mağrûk). 

garîk-i ısyân

:  

isyana dalmış. 

garîk-ı bahr-i ısyân

:  

isyan denizine gark olmuş. 

garîm

: غريم

(a. s. c. : guretnâ) : 1) alacaklı, (bkz. : dâin). 2) hasım, rakip. 

gariyya

: غاريه

("ga" uzun okunur, a. i.) : bot. defnegiller, fr. lauracees. 

garize

: غريزه

(a. i.) : 1) tabîî sevk, içgüdü. 2) huy, tabiat, fr. instinet. (bkz. : cibillet). 3) kendiliğinden meydana gelme. 

garîzî, garîziyye

: غريزی ، غريزيه

(a. s.) : fıtrî, tabîî, yaradılıştan, kendiliğinden. Harâret-i garîziyye : vücûdun normal harareti, fr. caloricite

gark

: غرق

(a. i.) : 1) suya batma; batma; batırma. 2) boğulma, boğma. 

gark-ı nûr

:  

nura batma, nura boğulma, nur içinde bırakma. 

garka

: غرقه

(a. s.) : suya batmış, (bkz. : mağrûk). 

gark-âb

: غرقآب

(a. f. b. s.) : suya batan, batmış olan; boğulmuş. 

garrâ'

: غراء

(a. s.) : 1) alnında beyaz bir lekesi, akıtması olan [at vesaire], (bkz. : gurre2) . 2) ak, parlak, güzel, gösterişli, nümayişli, şatafatlı, ["egarr" in müennesi]. 

garrân

: غران

(f. s.) : homurdanan; kükreyen. 

garrende

: غرنده

(f. s.) : kükreyip azan arslan vesaire gibi yırtıcı hayvan. 

gars

: غرس

(a. i.) : ağaç dikme, dikilme.

gars-ı eşcâr

:  

ağaç dikimi. 

gars-ı yemîn

:  

1) sağ el ile dikilen fidan; 2) birinin yanından, fidanı gibi ayrılmaz kimse. 

garûr

: غرور

(a. s.) : aldatan, aldatıcı. 

garz

: غرز

(a. i.) : batırma, sokma; iğne sokma, oyulgalama.