gâl, gâle |
: | گال ، گاله |
(f. s.) : uzak, ırak. (bkz. : baîd). |
gala'' |
: | غلاء |
(a. i.) : pahalılık. Kaht ü gala' : kıtlık ve pahalılık. |
galâ-yi es'âr |
: |
fiatların yüksekliği. |
|
galat |
: | غلات |
(a. i. galî'nin c). : (bkz. : galî). |
galat |
: | غلط |
(a. s. c. : galatât) : yanlış, yanılma. |
galat-ı basar |
: |
görüş duygusunun aldanması, [suya batmış bir değneğin kırılmış gibi görünmesi]. |
|
galat-ı elvan |
: |
fr. dysehromatopsie. |
|
ggİat-ı fâhis |
: |
pek açık yanlış. |
|
galat-ı hiss |
: |
duyuştaki aldanış, duygu yanıltısı. |
|
galat-ı meşhur |
: |
(meşhur yaygın yanlış) : yanlış olduğu halde herkes tarafından tutunan ve kullanılmakta bulunan kelime. |
|
galat-ı meşhur fasîh-i mehcûrdan evlâdır |
: |
meşhur (yaygın) yanlış, terkedilmiş fasih sözden daha üstündür. |
|
galat-ı rü'yet |
: |
bir rengi, tabiîsinden başka olarak görme, görme bozukluğu, göz yanıltısı, [kırmızıyı yeşil, maviyi menekşe renginde görme]. |
|
galat-ı tahakküm? |
: |
ed. bir kelimenin gerek lâfzı, gerek mânâsı itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması, (bkz. : kıyâsa muhalefet). |
|
galat-gû |
: | غلط گو |
(a. f. b. s.) : yalan yanlış söyliyen. |
galat-nüvîs |
: | غلط نويس |
(a. f. b. s.) : yalan yanlış yazan ve tespit eden. |
galebe |
: | غلبه |
(a. i.) : 1) galip gelme, yanme, üstünlük. 2) çokluk, kalabalık. 3) s. zaptolunmıyacak derecede azgın. |
galebe çalmak |
: |
üstün gelmek. |
|
galebe-i şehvet |
: |
şehvet azgınlığı. 4) (s. galib'in c). (bkz. : galib). |
|
galel |
: | غلل |
(a. i. c. : aglâl) : koruluktan akan su. |
galeyan |
: | غليان |
(a. i.) : kaynama, çalkanma, coşma, (bkz. : feveran). Derece-i galeyan : kaynama derecesi (100 santigrat). |
galeyân-ı mâ' |
: |
suyun kaynaması. |
|
galeyân-ı efkâr |
: |
fikirlerin kaynaması, coşması. |
|
galî |
: | غالي |
("ga" uzun okunur, a. s. galâ'dan. c. : galat) : 1) değerinden çok pahalı olan [şey]. Eşyâ-yi galiye : pahalı şeyler. 2) galeyan eden, kaynıyan. |
galib |
: | غالب |
("ga" uzun okunur, a. s.) : 1) galebe eden, galebe çalan, üstün gelen, yenen. 2) daha kuvvetli. |
gâlib ihtimâl |
: |
daha kuvvetli ihtimal. |
|
galib-i mutlak |
: |
tam mânâsiyle galip. |
|
galib-i tüvânâ |
: |
güçlü galip. 3) i. erkek adı. |
|
Galib (Şeyh-) |
: |
meşhur Dîvan şairlerindendir; İstanbul'da doğmuştur, asıl adı Mehmed'dir; babasının adı Mustafa Reşîd'dir. Büyükçe bir dîvânı vardır. Gazel ve kasidelerinin bâzılarında Nâbi, Nedîm ve Nef'î'nin tesirleri görülür. "Hüsn-i Aşk" adlı eserini yirmi altı yaşında iken mesnevî tarzında yazmıştır. Sırf Türkçe yazılmış bir de gazeli vardır, (d. : 1757-Ö. : 1798) . |
|
galiba |
: | غالبا |
("ga" uzun okunur, a. zf.) : sağlam bir ihtimâle göre, görünüşe göre, belki. |
gâlib-âne |
: | غالبانه |
(a. f. zf.) : galip sıfatiyle, galip olana yakışacak surette. |
gâlibiyyet |
: | غالبيت |
("ga" uzun okunur, a. i.) : galip gelme, üstünlük. |
galiyâ |
: | غاليا |
("ga" uzun okunur, f. i.) : misk ile anberden yapılmış siyah kokulu bir madde olup boya olarak kadınlarca saçlara ve başlara sürülür, (bkz. : galiye). |
gâliyâ-sâ |
: | غالياسا |
("ga" uzun okunur, f. b. i.) : galiye, ıtır, güzel koku terkipliyen kimse, aktar (attâr). |
galiye |
: | غاليه |
("ga" uzun okunur, a. i.). : (bkz. : galiyâ). |
gâüve-bâr |
: | غاليه بار |
("ga" uzun okunur, a. f. b. s.) : güzel kokulu şey saçan. |
galiye-dân |
: | غاليه دان |
("ga" uzun okunur, a. f. b. s.) : galiye kutusu, güzel kokulu şeylerin muhafaza olunduğu kap, mahfaza. |
gâliye-fâm |
: | غاليه فام |
("ga" uzun okunur, a. f. b. s.) : galiye renginde, (güzel siyah). |
galiye-gûn |
: | غاليه گون |
("ga" uzun okunur, a. f. b. s.) : güzel siyah renkli. |
galiye-misk |
: | غاليه مسك |
("ga" uzun okunur, a. b. i.) : "kalemis yağı" denilen güzel koku. |
galîz, galize |
: | غليظ ، غليظه |
(a. s. gılzet' den.) : 1) kaba, nezâket dışı, terbiye dışı. Eymân-ı galize : kaba yeminler. Ta'bîrât-ı galize : terbiye, nezâket dışı sözler. Şütûm-i galize : kaba küfürler. 2) şeffaf olmıyan, kalın sık. Ebr-i galîz : kalın bulut. Em'a-i galize : kalın bağırsak. |
gallât |
: | غلات |
(a. i. galle'nin c.) : 1) zahireler, mahsuller. 2) ev kirası gelirleri. 3) el emekleri, (bkz. : gılâl 1, 2). |
galle |
: | غله |
(a. i. c. : gallât. gılâl) : 1) zahîre, mahsul, ekin. 2) îrât, gelir. |
galle-i âtiye |
: |
[vakıfta], (bkz. : galle-i hâdise). |
|
galle-i hâdise |
: |
[vakıfta] vâkıfın kâbından sonra meşrût-ün-lehin reddinden husule gelip te henüz meşrût-ün-leh tarafından alınmamış olan gaile. |
|
galle-i mâziyye |
: |
[vakıfta] ret yüzünden gayri münkati' cihete tevzî olunduktan sonra şartı kabul eden meşrût-ün-lehin istirdat edemiyecegi gaile. |
|
galle-i me'hûza |
: |
[vakıfta] meşrût-ün-leh tarafından ahız ve kabzedilmiş olan gaile. |
|
galle-i vakf |
: |
vakıftan gelen gaile (gelir, îrât). 3) elemeği. |
|
galle-dân |
: | غله دان |
(a. f. b. i.) : zahîre, tahıl anbarı. |
galle-fürûş |
: | غله فروش |
(a. f. b. s.) : zahîre satan, zahîreci. |
galsama |
: | غلصمه |
(a. i.) : 1) gırtlak ağzı, hançere. 2) suda yaşıyan hayvanların nefes alma uzuvları, * solungaç. |
galtan |
: | غلطان |
(f. s.) : yuvarlama, yuvarlanan, tekerlenen. Ser-i galtân : kopup yere yuvarlanan baş. |
galücle |
: | غلظيده |
(f. s.) : yuvarlanmış, tekerlenmiş. |
gaitîde-i hâk-i mezellet |
: |
aşağılık, alçaklık toprağına yuvarlanmış. |