fuâd

: فؤاد

(a. i.) : 1) kalb, yürek, gönül. Câzib-ül-fuâd : gönlü kendine çeken, sevimli, sempatik. Mecrûh-ül-fuâd. gönlü yaralı, kırık. Mesrûr-ül-fuâd : sevinçli, şen. 2) erkek adı. 

fuâdî

:  

(a. s.) : kalble, gönülle ilgili. 

fuâk

: فؤآق

(a. i.) : 1) hıçkırık. 2) can çekişme, (bkz. : hâlet-i nez'). 3) mîdenin tekallüsü, çekilip toplanması. 

fualâ

: فعلا

(a. i. fâil'in o.) : failler, işlemişler, yapmış olanlar. 

fudalâ

: فضلاء

(a. i. fâdıl'ın c). : (bkz. : fuzalâ'). 

fuhş

: فحش

(a. i. c. : fuhuş; c. c. : fevâhiş) : 1) haddini aşma. 2) kötülük, namusa aykırı hareket, orospuluk, (bkz. : fazîha). 

fuhşiyyât

: فحشيات

(a. i. c.) : edeb, terbiye ve ahlâka aykırı olan işler, zina ile ilgili hareketler, [kelime, Redhouse lügatinde "fahşiyyât" şeklinde geçer].

fuhûl

: فحول

(a. i. fahl'in c.) : 1) aygırlar. 2) erler, erkekler. 3) s. akıllı ve zekî [adamlar]. 4) beyit, hadîs ve rivayetleri çok iyi anlatan kimseler. 

fuhûl-i muhaddisîn

:  

hadiscilerin en ileri gelenleri. 

fuhûl-i müfessirîn

:  

tefsircilerin en ileri gelenleri. 

fuhûl-i şuarâ

:  

şâirlerin en üstünleri. 

fuhûl-i ulemâ

:  

âlimlerin en değerlileri. 

fuhûm

: فهوم

(a. i. Fehm' inc), : (bkz. : fehm). 

fukahâ

: فقهاء

(a. i. fakîh'in c). : (bkz. : fakîh). 

fukahâ-i hanefiyye

:  

hanefî din âlimleri, * bilginleri. 

fukahâ-i şâfiiyye

:  

şâfiî din âlimleri, * bilginleri. 

fukara'

: فقراء

(a. s. fakîr'in c.) : fakir ler, yoksullar, (bkz. : fakîr). 

fukarâ-yı bâb-ullâh

:  

tas. Allah kapısının fakir leri. 

fukarâ-yi sâbirîn

:  

sabreden, dayanan, avuç açmıyan fakirler. 

fûl

: فول

(a. i.) : bakla. 

fûl-i Mısrî

:  

nohudu andıran ve "deveyulafı" da denilen küçük kara tane. 

fûlâd

: فولاد

(a. i.) : çelik, (bkz. : pûlâd). 

fûm

: فوم

(a. i.) : (bkz. : sîr). 

funduk

: فندق

(a. i.) : 1) fındık, (bkz. : bunduk, punduk). 2) han, misafirhane). 

furâğ

: فراغ

(f. i.) : parıltı, ışık. (bkz. : fer, furûg, ziya). 

furkan

: فرقان

("ka" uzun okunur. a. i.) : 1) iyi ile kötü ve doğru ile yanlış arasındaki farkı gösteren herşey. 2) Kur'ân-ı Kerîm, (bkz. : Hüdâ, Hitâb, Kitâb, Mushaf, Necm, Nûr, Zikr). 

furkanî

: فرقانی

("ka" uzun okunur, a. s.) : Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili. 

fursat

: فرصت

(a. i.) : 1) uygun zaman, elverişli durum, faydalanma sırası, elden kaçırılmı. yacak faydalı vakit, hal ve münâsebet. 2) nöbet, [kelime, dilimizde yanlış olarak "fırsat" şeklinde yaygındır]. 

fursat-cû

: فرصت جو

(a. f. b. s.) : fırsat ariyan, fırsat bekliyen. 

forsat-yâb

: فرصتياب

(a. f. b. s.) : fırsat bulan, eline fırsat geçen. 

furûde

: فروده

(f. i.) : 1) hasislik, alçaklık. 2) s. denî, alçak, hasis. 3) s. kavrulmuş, kebap olmuş. 

furûz

: فروض

(a. i. farz'ın o) : (bkz. : farz). 

furûz-i mukaddere

:  

huk. nas ile takdir olunan sehimlerdir ki, hiç nısıf (yarı), rubu' (dörtte bir), sümün (sekizde bir), sülüsân (üçte iki), sülüs (üçte bir), südüs (altıda bir) dir. [bu sehimleri ihraz eden vereseye "eshâb-ı ferâiz" denir]. 

fusahâ'

: فصحاء

(a. s. fasîh'in c.) : güzel, düzgün ve açık konuşanlar, iyi söz söyleme kabiliyetinde olan kimseler, uzdilliler. (bkz. : fasîh). 

fusahâ-yi Arab

:  

Arap fasihleri. 

fustuk

: فستق

(a. i.) : fıstık, (bkz. : piste). 

fustukî

: فستقی

(a. s.) : fıstıkî, sarımtırak, açık yeşil [renk]. 

fusuk

: فسوق

(a. i. fısk'ın c). : (bkz. : fısk). 

fusûl

: فصول

(a. i. fasl'ın c). (bkz. : fasi). fusûl-i erbaa (dört fasıl) : bahar; yaz; güz; kış. 

fusûs

: فصوص

(a. i. fass'ın c.) : 1) yüzük taşlan, (bkz. : fass). 

fusûs-ül-hikem

:  

Muhiddîn-i Arabi'nin meşhur ta. savvufî eseri. 2) yemiş içi. [fındık, badem gibi]. 

fûta

: فوته

(f. i.) : 1) peştemal. 2) eskiden kullanılan bir çeşit kumaş. 

fütur

: فطر

(a. i.) : zehirli mantar. 

fuzalâ

: فضلاء

(a. s. fâzıl'ın c.) : fâzıllar, faziletliler, erdemli kimseler, (bkz. : fudalâ'). 

fuzûl

: فضول

(a. s. fazl'ın c.) : lüzumsuz, fazla şey veya söz. 

fuzûl-ül-ganâim

:  

fık. ganimet mallarının tâyin ve tevzîinden kalan ve ganimlerin çokluğu yüzünden taksimi kabil olmıyan az miktardaki mal hakkında kullanılır bir * deyim. 

fuzûlen

: فضولا

(a. zf.) : usulsüz, yersiz, haksız olarak; zorbalıkla. 

fuzûlî

: فضولی

(a. s. fuzûl'den.) : 1) boşuna, yersiz, lüzumsuz; haksız. 2) boşboğaz, lüzumsuz işlerle uğraşan; kendisine düşmiyen sözler söy-liyen. 3) i. erkek adı. 

Fuzûlî

: فضولی

(a. h. i.) : XVI. Asırda yaşamış en büyük Türk şâirlerinden biridir. Çağatay edebiyatı da dâhil olmak üzere, Türk edebiyatının birçok sahalarında kuvvetli te'sir ve nüfuz sahibi olan büyük şâir, Azerî-Osmanlı edebiyatının kurucularındandır. Türkçe, Arapça, Farsça, manzum ve mensur bir çok eserler vücûda getirmiştir. Bunlar arasında "Leyli ve Mecnûn" mesnevisi çok meşhurdur. 1555 yılında Bağdat'ta ölmüştür.