fer |
: | فر |
(f. i.) : 1) parlaklık, aydınlık (bkz. : furâğ, nur, ziya). 2) zînet, süs, bezek. 3) kuvvet, nüfuz, iktidar. |
fer-i devlet |
: |
devlet nüfuzu, kuvveti. |
|
fer' |
: | فرع |
(a. i. c. : fürû) : 1) dal, budak. 2) tomurcuk. 3) bir aslın neticesi : 4) s. ikinci derecede ehemmiyeti olan [şey]. 5) şube. |
fer'-i fiil |
: |
gr. * ortaç. |
|
ferâde ferâde |
: | فراده فراده |
(o. zf.) : tek tek, teker teker, (bkz. : ale-l-infirâd). |
ferâdis |
: | فراديس |
(a. i. firdevs'in c.) : 1) bahçeler. 2) cennetler, uçmaklar. |
ferâdîs-i cennet |
: |
cennet bahçeleri. |
|
ferâg |
: | فراغ |
(f. i.) : serin rüzgar |
ferağ |
: | فراغ |
(a. i.) : vazgeçme. bırakıp terketme. 2) huk. bir mülkün tasarruf, sahip olma hakkını başkasına terketme. 3) istirahat etme, dinlenme. 4) hiç bir işle meşgul olmama, rahat etme. |
ferağ an-il-cihât |
: |
vak. bir kimsenin uhtesindeki bir ciheti vakıftan kasr-ı yed ederek onu başkasına ferâğetme. |
|
ferağ bi-l-vefâ |
: |
vak. bir kimsenin ahardan istî-dâne eylediği para mukabilinde borç ödendikte iade olunmak şartiyle alacaklısına yaptığı ferağ. |
|
ferağ bi-l-istiglâl |
: |
vak. fariğin, mefrûg-un-bihi mefrûzun lehden istîcâr etmek üzere yaptığı ferağ. |
|
ferağ bi-l-muvâzaa |
: |
vak. fariğ ile mefrûg-un-leh gizlice aralarında : "sana mutasarrıf olduğum şu icâreteynli gayri menkulü ferağ edeceğim; fakat aramızda hakikatte ferağ olmayıp gayri menkul eskisi gibi benim uhtemde kalacaktır" diye sözleştikten sonra zahiren yapılan ferağ. |
|
ferâğ-ı bâl |
: |
gönül rahatı. Kûşe-i ferağ : rahatlık köşesi. |
|
ferâğ-ı bâtıl |
: |
huk. akit şartlarından biri mevcut veya ms'mûrun izni munzam olmaksızın yapılan ferağ. |
|
ferâğ-ı fâsid |
: |
huk. akdin sıhhat şartlarından biri bulunmaksızın yapılan ferağ. |
|
ferâğ-ı fuzûlî |
: |
huk. başkasının arazîsini, yahut şerîkinin hissesini mutasarrıfı veya şerîki tarafından ferağa vekâleti yahut velayet veya vasiyeti olmaksızın me'mûru izniyle bir kimsenin başkasına ferağı. |
|
ferâğ-ı kat'î |
: |
huk. kayıt ve şartsız yapılan ferağ. |
|
ferağ ü intikal |
: |
alım satımda tapu muameleleri. |
|
feragat |
: | فراغت |
(a. i.) : 1) vazgeçme, elçekme. 2) istirahat, dinlenme. 3) vazgeçecek kadar zengin olma. (bkz. : iştigal"). |
ferah |
: | فرخ |
(a. i.) : gönül açıklığı, sevinç, sevinme. |
ferah |
: | فراخ |
(f. s.) : 1) bol, geniş, yayvan, açık. Hesâb-ı ferah : geniş tutulan hesap, [maddî ve manevî]. 2) sefih, müsrif, savruk. |
ferâh-âstîn |
: | فراخ آستين |
(f. b. s.) : "yeni bol" : cömert, (bkz. : civânmerd, sahî). |
ferah-âver |
: | فرح آور |
(a. f. b. s.) : ferah getiren, sevinç getiren, sevindiren. |
ferah-bahş |
: | فرح بخش |
(a. f. b. s.) : ferah bağışlıyan, sevinç veren. |
ferâh-dehen |
: | فراخ دهن |
(f. b. s.) : ağzı geniş, geniş ağızlı; geveze, çalçene. |
ferâh-dest |
: | فراخ دست |
(f. b. s.) : eli açık, eli geniş, cömert, (bkz. : fetâ2) |
ferâh-destî |
: | فراخ دستی |
(f. b. i.) : el açıklığı, el genişliği, cömertlik. |
ferâh-ebrû |
: | فراخ ابرو |
(f. b. s.) : güler yüzlü. |
ferâh-efşân,-feşân |
: | فرح افشان ، فشان |
(a. f. b. s.) : ferah saçan, sevinç veren. |
ferah-efzâ, -feza |
: | فرح افزا ، فزا |
(a. f. b. s.) : ferah artıran, sevinci artıran, gönüle açıklık veren, safalı, iç açıcı. |
ferâhem |
: | فراهم |
(f. i.) : 1) toplanma, birikme, (bkz. : tahaşşüd). 2) s. toplu, devşirili. Dâmen-ferâhem : toptu etek. |
ferâhet |
: | فراهت |
(f. i.) : şan ve şeref. |
ferâh-engiz |
: | فرح انگيز |
(f. b. i.) : meşhur bir çeşit lâle. |
ferah ferah |
: | فراخ فراح |
(f. b. s.) : bol bol, geniş geniş. |
ferah-fezâ |
: | فرحفزا |
(a. f. b. i.) : 1) ferah arttıran. 2) müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. Tahminen 1780 senelerinde Ahmed Ağa tarafından terkîbedilmiştir. Şûh, neşeli ve zarif mevzularda kullanılabilecek güzel bir makamdır. Bu makam Acem-aşîran ve sultânî-yegâh makamlarından mürekkeptir. Sultânî-yegâh ile yegâh perdesinde durur. Güçlüleri, birinci derecede -Acem-aşîran'ın durağı olan Acem, ikinci derecede-aynı makamın güçlüsü olan çargâh, üçüncü derecede de -sultanî yegâh'ın güçlüsü olan -dügâhtır. Makamın seyrinde, terkibindeki her iki makamın müşterek seslerinden istifâde edilir. (Acem-aşîran ve sultânî-yegâh makamlarını, yegândan Aceme kadar sâdece bir onlu hâlinde tam bir şekilde göstermek mümkündür). Donanıma yalnız -terkibindeki her iki makamın müşterek arızası olan- si küçük mücenneb bemolü konur; sultânî-yegâh'ın yedeni için de nota içerisinde do bakıyye diyezi kullanılır. 3) meşhur bir çeşit lâle. |
ferâh-gâm |
: | فراخ گام |
(f. b. s.) : mes'ut, bahtiyar, mutlu, kutlu. |
ferâhî |
: | فراخی |
(f. i.) : bolluk, genişlik; ucuzluk, |
ferâhnâ |
: | فراخنا |
(f. i.) : 1) bolluk, genişlik. 2) geniş yer. |
ferah-nâk |
: | فرحناك |
(a. f. b. s.) : 1) sevinçli, (bkz. : mes'ûd, şâd). 2) müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. Tahminen 1820 senelerinde Şâkir Ağa tarafından terkîbedilmiştir; biraz eviç makamına benzerse de ifâde îtibâriyle dahî ondan farklıdır; şen ve hafif mevzular, bahar tasvirleri gibi parçalarda kullanılabilir. Bu makamı, nevâ'da rast beşlisi segâh'da ferahnak beşlisi, dügâh'da rast beşlisi, ferahnak beşlisi ve nîm hicazda hicaz dörtlüsünden mürekkeptir. Bu diziler, ekseriya karışık bir surette kullanılır. Makam, ferahnak beşlisi ile karar eder. Durak ırak ve güçlü birinci derecede dügâh perdeleridir. Makam umumiyetle inicidir. Donanıma fa ve do için birer bakıyye diyezi konur. Zikredilen beş dizinin son ikisinde her iki arıza, ilkinde yalnız birinci arıza ve üçüncüsünde yalnız ikinci Srıza mevcuttur. Bu diziler kullanılırken, bu noktalar gözönünde tutularak bekar konulur. Segâh'daki ferahnak beşlisinin si koma bemolü ve hicaz dörtlüsünün mi bakıyye diyezi arızaları, nota içerisinde geçen yerlere konur. Bununla beraber hicaz dörtlüsünün kullanılmadığı ferahnak eserler de vardır. |
ferah-nümâ |
: | فرحنما |
(a. f. b. i.) : Türk müziğinin şed makamlarındandır, 1910 da H. Saadettin Arel tarafından isimlendirilmiştir; kürdî makamının yegâh perdesindeki şeddidir. Orta sekizlideki sesleri şöyledir : yegâh, nîm hisar, Acem-aşî-ran, rast, dügâh, kürdî, çargâh, neva. Güçlü-dördün-cü derece olan- rast'tır. Dizisi umumiyetle inicidir. Donanımına si ve mi için iki küçük mücenneb bemolü konur. |
ferlh-rev |
: | فراخ رو |
(f. b. s.) : acele ve geniş adımlarla yürüyen. |
ferâh-rû |
: | فراخ رو |
(f. b. s.) : (bkz. : ferâh-ebrû). |
ferâhûr |
: | فراخور |
(f. s.) : münâsip, uygun, (bkz. : çespan, şâyeste). |
ferah-zâr |
: | فرخزار |
(a. f. b. i.) : Türk müziğinin en az iki asır önce terkîbedilmiş bir mürekkep makamıdır ki, elde hiçbir numunesi yoktur. |
ferâid |
: | فرائد |
(a. i. ferîd ve ferîde'nln c.) : (bkz. : ferîd, ferîde). |
Ferâine |
: | فراعنه |
(a. i. fir'avn'ın c.) : 1) Mısır'ın eski hükümdarları, Firaun'lar. |
Ferâine-i Mısriyye |
: |
Mısır Firaunları. 2) mee. kibirliler, gururlular. |
|
ferâiz |
: | فرائض |
(a. i. farîza'nın c.) : 1) (bkz. : farîza). |
ferâiz-i dîniyye |
: |
dînin farzları. 2) şer'î miras ilmi. Eshâb-ı ferâiz : mirasçılar. |
|
ferâmîn |
: | فرامين |
(a. i. fermân'ın c.) : fermanlar, buyruklar, [kelime, teşkil bakımından yanlış olmakla beraber kullanılır olmuştur]. |
ferâmûş |
: | فراموش |
(f. i.) : 1) unutma, hatırdan çıkma, (bkz. : nisyân). 2) erkek adı. |
ferâmüş |
: | فرامش |
(f. i.) : "ferâmûş" un hafifletilin işi. |
feraset |
: | فراست |
(a. i.) : anlayışlılık, çabuk seziş, [aslı "firâset" dir]. (bkz. : firâset). |
Ferâşe |
: | فراشه |
(a. i.) : pervane [gece kelebeği]. |
Feraşet |
: | فراشت |
(a. i.) : Kabe süpürücüsünün hizmeti. |
ferâşet-i şerife vekili |
: |
[evvelcel pâdişâha ferraşlık, hizmet eden kimse. |
|
ferbâl, ferbâle |
: | فربال ، فرباله |
(f. i.) : etrafı pencereli yaz köşkü, çardak. |
Ferbih |
: | فربه |
(f. s.) : semiz, etli, toplu, besili, (bkz. : mülahham). |
ferbihî |
: | فربهی |
(f. i.) : semizlik, etlilik, topluluk. |
ferbiyûn |
: | فربيون |
(a. i.) : sıcak memleketlerde yetişen ve ilâç olarak kullanılan reçineli bir zamk. |
Ferbiyûniyye |
: | فربيونيه |
(a. i.) : bot. * sütleğengiller. |
ferc |
: | فرج |
(a. i. c. : fürûc) : 1) aralık, yarık, çatlak. 2) dişilerde tenasül âleti, avret, ud yeri. |
fercâm |
: | فرجام |
(f. i.) : son, akibet. (bkz. : encam). 2) menfaat, fayda. Bed-fercâm : sonu kötü. Bî-fercâm : 1) sonsuz; 2) faydasız. Nafercâm : faydasız, yaramaz, uğursuz. |
fercâm-gâh |
: | فرجامگاه |
(f. b. i.) : "son, âkibet yeri" : mezar, kabir, sin. |
ferd |
: | فرد |
(a. s. c. : efrad) : 1) tek, yalnız olan şey, çift olmıyan, eşi bulunmıyan. 2) tek olan sayı. |
ferd-i âferîde |
: |
hiç kimse. |
|
ferd-ül-ferd |
: |
ikiye bölünemiyen sayı. 3) şahıs, kişi. 4) ed. tek beyit; altı, üstü olmıyan, başka bir yere bağlı bulunmıyan beyit, (bkz. : müfred). |
|
ferda |
: | فردا |
(f. i.) : 1) yarın, yarınki gün, günün ertesi, ertesi gün, öbürgün. 2) âtî, gelecek zaman. 3) âhiret, öbür dünyâ, kıyamet. 4) kadın adı. |
ferdâ-yi kıyamet |
: |
kıyametten sonra. Endîşe-i ferda : yarını düşünme. Tâ-be-ferdâ : kıyamete kadar. |
|
ferd-â-ferd |
: | فردا فرد |
(a. f. zf.) : fert fert, tek tek. (bkz. : ferden ferda). |
ferdâniyyet |
: | فردانيت |
(a. i.) : birlik, teklik, eşsizlik, fr. individualisme. [Allah'ın vasıf-larındandır]. (bkz. : vahdâniyyet). |
ferden-ferdâ |
: | فردا فردا |
(a. zf.) : fert fert, tek tek. (bkz. : ferd-â-ferd). |
ferdî, ferdiyye |
: | فردی ، فرديه |
(a. s.) : 1) fertte ilgisi olan, fr. individuel. 2) tek şey. 3) h. i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı. |
ferdiyyet |
: | فرديت |
(a. i.) : teklik, birlik, fr. individualite. (bkz. : vahdâniyyet). |
ferec |
: | فرج |
(a. i.) : 1) gam, tasa ve sıkıntıdan kurtulma; kederden, darlıktan sonra gelen sevinç, teselli. 2) zafer. |
Ferec Ba'd-eş-Şidde |
: |
1) zorluktan sonra gelen kolaylık; kederden, darlıktan sonra gelen sevinç. 2) yazarları meçhul olan hikâye kitapları olup yedisi Türkçe, sekizi Arapça ve birisi de Acemce olmak üzere İstanbul ve Ankara kütüphanelerinde 16 nüshanın bulunduğu B. Şükrü Kurgan tarafından bildirilmektedir. (Türk Dili Belleten, Seri III. Sayı 4-5, yıl 1945, sah. 353. |
|
Ferengîs |
: | فرنگيس |
(f. i.) : zühre, (Çobanyıldızı-Venüs) gezeğeni. |
feres |
: | فرس |
(a. i. c. : efrâs) : at, beygir, (bkz. : esb). Islâh-ı nesl-i feres : at cinsinin ıslahı. |
Feres-i a'zam |
: |
astr. semânın kuzey yarım küresinde Keykâvüs (cassiope) ile Elfârİs (Perse'e) burçları yakınında parlak yıldızlardan müteşekkil bir burç, lât. Pegasus, Fr. Carree de Pegase. |
|
Feres-i ekber |
: |
astr. (bkz. : Feres-i a'zam). |
|
feres-ül-bahr |
: |
su aygırı, hipopotam. |
|
Ferezdak |
: | فرزدق |
(a. h. i.) : Arapların "Cerîr ve Ahtal" la birlikte meşhur üç hiciv şâirinden biridir. Hicrî 20-115 (milâdî 641 -728) yılları arasında yaşamıştır; aslen Basra', lıdır, Hz. Hüsey'in oğlu İmam Zeyn-ül-Abidîn hazretleri hakkındaki kasidesi, Arap edebiyatının şahe-serlerindendir. Asıl adı. "Hemmâm" dır, babası, Sa'saa oğlu Galib'dir. |
ferfâr |
: | فرفار |
(a. s.) : farfara, geveze, çalçene. |
ferfere |
: | فرفره |
(a. i.) : 1) farfara, hafif meşreplik, akılsızlık, ["vakar" zıddı]. 2) ağzı kalabalık, patırdıcı, gürültücü. |
fergand, fergande |
: | فرغند ، فرغنده |
(f. i.) : 1) sarıldığı ağacı kurutan bir cins sarmaşık. 2) s. fena koku, kokmuş. |
Ferhâd |
: | فرهاد |
(f. h. i.) : 1) Ferhâd ve Şîrîn adiyle meşhur olan eski bir hikâyenin erkek kahramanı olup Şîrîn'in âşıkıdır. 2) erkek adıdır. |
ferhâl |
: | فرخال |
(f. i.) : kıvırcık ve dolaşık clmıyan uzun saç. (bkz. : gîsû). |
ferhân |
: | فرحان |
(a. s.) : 1) sevinçli; neşeli, (bkz. : ferih). 2) şen; memnun. 3) i. erkek adı. |
ferhâş |
: | فرخاش |
(f. i.) : savaş, kavga, (bkz. : perhâş). |
ferhat |
: | فرحت |
(a. i.) : sevinç, neşe. |
ferheng |
: | فرهنگك |
(f. i.) : 1) bilgi; hüner, marifet; edep; akıl; temkin. 2) Farsça lügat kitabı. |
ferheng-i Nasırı |
: |
Nasırî'nin Farsça lügati. |
|
Ferheng-i Reşîdî |
: |
Reşîdî'nin Farsça lügati. |
|
ferheng-i Şuûrî |
: |
Şuûrî'nin Farsça-Türkçe lügati. |
|
ferheng-i Ziya |
: |
Ziyâ'nın Farsça lügati, (Gencîne-i Güftar). |
|
ferhest |
: | فرهست |
(f. i.) : sihir, sihirbazlık, büğü. |
ferhunde |
: | فرخنده |
(f. s.) : 1) mubârek, mes'ut, meymenetli, kutlu, mutlu, uğurlu. 2) i. kadın adı. |
ferhunde-fâl |
: | فرخنده فال |
(f. a. b. s.) : falı kutlu, uğurlu olan. |
ferhunde-gî |
: | فرخندگی |
(f. b. i.) : mubâreklik, kutluluk, uğurluluk. |
ferhunde-pâ [y] |
: | فرخنده گا [ی] |
(f. b. s.) : ayağı uğurlu [olan]. |
ferhunde-rey |
: | فرخنده رای |
(f. a. b. s.) : reyi mübarek, kutlu. |
ferhunde-tâli' |
: | فرخنده طالع |
(f. a. b. s.) : tâlihi yaver, mes'ut, kutlu. |
fer'î, fer'iyye |
: | فرعی ، فرعيه |
(a. s.) : 1) asılla ilgili olmayıp, fer'e mensûbolan, ayrıntılı. 2) ikinci derecede olan. |
ferîd |
: | فريد |
(f. i.) : 1) avcı kuş. 2) s. donmuş, katılaşmış [şey]. |
ferîd, feride |
: | فريد ، فريده |
(a. s. ferd'den. c. : ferâid) : 1) tek, eşsiz, eşi ol-, mıyan; kıyas kabul etmez, ölçüsüz; üstün, [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı. |
ferîd-ül-asr, ferîd-üz-zemân |
: |
asrın, zamanın bir tanesi. 2) dizilmiş inci; çok değerli inci. |
|
ferîde |
: | فريده |
(f. s.) : kendi reyile hareket eden, kibirli, gururlu [kimse]. |
Ferîdûn |
: | فريدون |
(f. h. i.) : 1) Pişdâdîlerin altıncı pâdişâhı olup Cemşîd sülâlesinden demirci Gâve'nin yardımiyle Dahhâk-i Mâri'yi öldürmüştür. Lâkabı Ferruh'dur. 2) sekizinci gök. (bkz. : felek-i sâmin). 3) erkek adı. |
ferih |
: | فرح |
(a. s.) : sevinçli, neşeli ["fahur" kelimesiyle birlikte kullanılır], (bkz. : ferhân ). |
ferih fahur |
: |
iftihar ederek, sevinçli olarak. |
|
ferîk |
: | فريق |
(a. i.) : 1) askerî kolordu kumandanı, tümgeneral, korgeneral. 2) insan topluluğu, cemaat, [birinci ferîk = * korgeneral; ikinci ferîk = * tümgeneral]. |
ferîk |
: | فريك |
(a. i.) : buğday tanesinin olgunu, üğütülecek hâle gelmişi. |
ferîkayn |
: | فريقين |
(a. i.) : iki askerî fırka, iki taraf. Tekabül-i ferîkayn : iki düşman (ta-raf)ın karşılaşması. |
ferişte |
: | فرشته |
(f. i.) : [aslı "firişte" dir]. (bkz. : firişte). |
ferkad |
: | فرقد |
(a i.) : astr. Kuzey kutbuıia yakın ve Küçükayı kümesine tabî iki parlak yıldızdan herbiri olup, bulundukları yerden doğup batarlar, [bu yıldızların ikisine birden "ferkadân" denilir]. |
Ferkadân |
: | فرقدان |
(a. i. c.) : astr. Dübb-i ekber (Büyükayı) denilen yıldız kümesinin en parlak yıldızları olan "Dübb" ve "Merak" m müşterek adı. |
ferma (-) |
: | فرما |
(f. s.) : 1) emreden, buyuran, âmir. 2) süren. Fermân-fermâ : hüküm süren, emir buyuran, emreden. Hüküm-fermâ : hükmeden, hüküm süren. |
ferman |
: | فرمان |
(f. i.) : emir, buyruk; [evvelce] pâdişâh tarafından verilen yazılı emir, berat, buyrultu, (bkz. : tevki', nişan). |
fermân-ı ilâhî |
: |
Allah'ın buyruğu. |
|
fermân-ı pâdişâhı |
: |
pâdişâh buyruğu. Emr ü ferman hazret-i men lehül emrindir : emir ve ferman, emir sahibi kimsenindir. |
|
fermân-ber |
: | فرمانبر |
(f. b. s.) : aldığı emri yerine getiren. |
fermân-berdâr |
: | فرمانبردار |
(f. b. s.) : fermana uyan. |
fermân-berdârî, -berî |
: | فرمانبرداری ، ـ بری |
(f. b. i.) : fermanberlik, fermanauyarlık. |
fermân-dih |
: | فرمانده |
(f. b. s.) : fermanı, emri yürüyen, hükmü geçen, (bkz. : fermân-fermâ, fermân-revâ). |
fermân-fermâ |
: | فرمان فرما |
(f. b. s.) : (bkz. : fermân-dih). |
fermân-revâ |
: | فرمانروا |
(f. b. s.) : emri kabul edilen, padişah, (bkz. : fermân-dih). |
fermâyiş |
: | فرمايش |
(f. i.) : 1) emretme, buyurma. 2) emir, sipariş, ısmarlama. |
fermâyiş-i şâl |
: | فرمايش |
şal siparişi. |
fermend |
: | فرمند |
(f. i.) : mevki ve şeref sahibi kimse. |
fermûde |
: | فرموده |
(f. s.) : 1) emrolunmuş, buyurulmuş. 2) i. emir, ferman, irâde. Bermûde-i fermûde : emrolunan nesne. |
fernâs |
: | فرناس |
(f. i.) : 1) gaflet, şaşkınlık. 2) s. gafil, şaşkın. |
fernûd |
: | فرنود |
(f. i.) : delil, hüccet. |
ferr |
: | فر |
(a. i.) : firar, kaçma. Kerr ü ferr : saldırma ve çekilme [savaşta]. |
Ferrâş |
: | فراش |
(a. i. ferş'den.) : 1) döşeyen, döşemeci. 2) hizmetçi. 3) Kâbeyi süpüren. |
ferruh |
: | فرخ |
(f. s.) : 1) uğurlu, kutlu. (bkz. : mübarek). 2) i. erkek adı. |
ferruh-fâl |
: | فرخفال |
(f. a. b. s.) : talihi uğurlu, bahtı açık. |
Ferruhî |
: | فرخی |
(f. i.) : meymenet, uğurluluk. |
ferruh-zâd |
: | فرخزاد |
(f. b. s.) : 1) yümünlü, hayırlı, kutlu olan 2) i. mübarek, kutlu çocuk, uğurlu evlât. |
fersâ (-) |
: | فرسا |
(f. s.) : aşındıran, mahveden, yoran. Tahammül-fersâ : tahammül bırakmıyan. Tâkat-fersâ : takat bırakmıyan, takatsiz düşüren. |
fersah |
: | فرسخ |
(a. i.) : 1) muhtelif mesafelere tekabül eden değerde bulunan bir uzunluk ölçüsü. 2) üç millik bir mesafe [denizde], (bkz. : ferseng). |
fersah fersah |
: |
bol bol, pek çok. |
|
fersân |
: | فرسان |
(f. i.) : derisinden kürk yapılan bir kır sansarı. |
fersendâc |
: | فرسنداج |
(f. i.) : ümmet. |
ferseng |
: | فرسنگك |
(f. i.) : fersah. |
fersûd, fersude |
: | فرسود ، فرسوده |
(f. s.) : yıpranmış, eskimiş, aşınmış; eski, yırtık. Câme-i fersude : eskimiş, yıpranmış elbise. |
fersüde-gî |
: | فرسودگی |
(f. i.) : fersûdelik, eskilik, yıpranış. |
fersûde-pîşânî |
: | فرسوده پيشانی |
(f. b. i.) : (bkz. : halî'-ül-izâr). |
ferş |
: | فرش |
(a. i.) : 1) döşeme, yayma. 2) halı, taş ve şâire döşetme. 3) (c. : furûş, fürüş) : yayılan şey, yaygı, şilte, halı, seccade, hasır. 4) yeryüzü, kır, sahra. Min-el-ferşi il-el arş : fakir iken, talihi yardım edip zengin oluverme. |
fertût, fertûte |
: | فرتوت ، فرتوته |
(f. s.) : pek ihtiyar, pîr, kocamış, bunak, (bkz. : ma'tuh, pîre-zen). |
fertût-âne |
: | فرتوتانه |
(f. zf.) : bunakcasına. |
fertûtî |
: | فرتوتی |
(f. i.) : pîrlik, bunaklık. |
ferve |
: | فروه |
(f. i.) : kürk, makbul hayvanların postu, kürk kaplı elbise. |
ferve-i beyzâ |
: |
beyaz kürk. [evvelce şeyhülislâmlar giyerdi] |
|
ferve-i murabba' |
: |
çaprazları mücevherli, kürkü tilki, kabı atlas, düğmeleri murassa' olan kapaniçe. |
|
ferve-i semmûr |
: |
samur kürk. |
|
ferverdîn |
: | فروردين |
(f. i.) : 1) bahar mevsiminin ilk ayı. 2) Mecûsîlerin melâikesi. |
fervâd |
: | فرياد |
(f. i.) : 1) yardım istemek için çıkarılan yüksek ses; bağrışma, çağrışma. 2) sızlanma, şikâyet. 3) yaygara, gürültü, (bkz. : figan). |
fervâd-ı andelîb |
: |
1) bülbülün feryadı, ötmesi; 2) yirmi iki martta olan bir fırtına. |
|
feryâdbahşa |
: | فريا بخشا |
(f. b. s.) : feryâdettiren. |
feryâd-hân |
: | فريا خوان |
(f. b. s.) : yardım isteyen. |
feryâd-res |
: | فريادرس |
(f. b. s.) : feryâdedenin imdadına yetişen. |
ferz |
: | فرز |
(f. i.) : satranç oyununda şahın müşaviri, vezîri suretinde kullanılan bir taş. |
ferzân |
: | فرزان |
(f. i.) : ilim ve hikmet. |
ferzâne |
: | فرزانه |
(f. s.) : 1) hakîm, feylesof; bilgili [kimse]. 2) tas. nefsânî bağlantılardan sıyrılmış olan derviş. |
ferzâne-gî |
: | فرزانگی |
(f b. i.) : bilgi, üstünlük. |
ferzend |
: | فرزند |
(f. i. c. : ferzendân) : oğul, çocuk, (bkz. : mahdum, veled, ibn). |
ferzend-i bevvâb |
: |
bevvapların Acemi ocağına kayıtlı çocukları. |
|
ferzend-i ercmend |
: |
şerefli çocuk. |
|
ferzend-âne |
: | فرزندانه |
(f. zf.) : oğula yakışacak surette. |
ferzîn |
: | فرزين |
(f. i.) : (bkz. : ferz). |