febihâ |
: | فبها |
(a. zf.) : ne âlâ, ne güzel; öyle olsun! |
fecaat |
: | فجاعت |
(a. i.) : acıklılık, yürekler acısı, [yapma kelimelerdendir]. |
fecâyi' |
: | فجايع |
fec'anın c) : musîbetler, öfkeler, belâlar. |
Fece |
: | فج |
(a. i.) : iki dağ arasındaki yol, boyun, boğaz, (bkz. : berzah). |
fecere |
: | فجره |
(a. s. fâcir'in c.) : 1) fücur sahipleri, fena huylular, günahkârlar. 2) ayyaşlar, sefiller. 3) reziller, şerirler, eşkıya. 4) yalancılar. |
fecî' |
: | فجيع |
(a. s.) : 1) elem, keder ve ıztırap veren, acıklı. 2) dehşetli, korkunç. |
fecîa, |
: | فجيعه |
(a. i. c. : feeâyi') : musibet, âfet, belâ. (bkz. : facia). |
fecir |
: | فجر |
(a. i.) : (bkz. : fecr). |
fecr |
: | فجر |
(a. i.) : sabaha karşı, Güneş doğmadan Önce, ufkun gün doğusu tarafından görünen aydınlığı, tan yerinin ağarması. |
fecr-i âtî |
: |
ed. "gelecek zamanın fecri" 1908 Meşrûtiyeti'nden sonra Edebiyât-ı Cedîde'ye benzemek gayreti ve Servet-i Fünûn mecmuasında, yeni bir "ecole" kurmak arzusiyle toplanan gençlerin takındıkları ad. |
|
fecr-i kâzib |
: |
(yalancı fecr) : sabaha karşı doğuda, amûdî şekilde görünen aydınlık. |
|
fecr-i mübtesim |
: |
gülümsiyen fecir. |
|
fecr-i sâdık |
: |
(hakikî fecir) : şafak sökme. |
|
fecr-i şimalî |
: |
uzun gece yarılarında kutup bölgelerinde, türlü renkte görünen ışıklar. |
|
fecve |
: | فجوه |
(a. i.) : 1) açıklık. 2) avlu. |
feda' |
: | فداء |
(a. i.) : 1) gözden çıkarma, uğruna verme. 2) kurban. |
fedâ-yı cân |
: |
canını feda etme, canını verme. |
|
fedâ-yi cennet |
: |
cenneti feda etme. [kelimenir, aslı "fidâ" dır.]. |
|
fedaî |
: | فدائی |
(a. s.) : canını esirgemiyen, mühim bir maksat uğrunda canını vermiye hazır bulunan, [aslı "fidâî" dir]. |
fedâi-yân |
: | فدائيان |
(a. f. fedâî'nin c.) : fedaîler, [aslı "fidâî-yân" dır]. |
fedâ-kâr |
: | فداكار |
(a. f. b. s.) : kendini veya şahsî menfaatlerini esirgemiyen, feda eden, cömert, eliaçık. [aslı "fidâ-kâr" dır. ]. |
fedâ-kârân |
: | فداكاران |
(a. f. fedâkâr'ın c.) : fedakârlar. |
fedâ-kârân-ı millet |
: |
millet uğrunda kendi menfaatlerini feda edenler, [aslı "fidâ-kârân" dır]. |
|
fedâkâr-âne |
: | فداكارانه |
(a. f. zf.) : fedakâr olana yakışacak surette, canını feda' edercesine, [aslı "fidâkâr-âne" dir]. |
fedâ-kârî |
: | فداكاری |
(a. f. b. i.) : fedakâr olanın hâli, fedâkârlık, canım, menfaatini feda etme. [aslı "fidâ-kârî" dir]. |
fedâviyye |
: | فداويه |
(a. i.) : fedâyi takımı, serdengeçtiler [Bâtınîlerde]. |
feddân |
: | فدان |
(a. i. c. : fedâdîn) : 1) bir çift öküz. 2) bir çift öküzle bir günde sürü-lebilen toprak. 3) yer ölçülerinde kullanılan bir kelime. [Mısır'da kullanıldığı için Mısır'la alâkalı vakfiyelerde geçer]. |
fedm |
: | فدم |
(a. i.) : budala, kalın kafalı. |
fe-emmâ |
: | فأما |
(a. bağ.) : kaldı ki; gelince. |
Fegâne |
: | فگانه |
(f. s.) : düşük [çocuk], (bkz. : sıkt). |
fehâris |
: | فهارس |
(a. ' finris''n c.) : (bkz. fihris). |
fehâvî |
: | فحاوی |
(a. i. fehvâ'nın c.) : mânâlar, anlamlar, mefhumlar, kavramlar. |
fehd |
: | فهد |
(a. i. c. : fühûd) : zool. pars. |
Fehhâm |
: | فهام |
(a. s.) : pek, en çok anlıyan, anlayışlı, pek zekî. (bkz. : fakîh 2., fehîm 1. |
fehîm |
: | فهيم |
(a. s. fehm'den.) : 1) zekî, anlayışlı, akıllı [kimse), (bkz. : fakîh 2, fehhâm). 2) i. erkek adı. |
fehm |
: | فهم |
(a. i.) : anlama, anlayış, ["etmek, olunmak" masdarlariyle kullanılır]. |
fehmî |
: | فهمی |
(a. s.) : 1) fehme mensup, fehm ile ilgili. 2) i. erkek adı. |
fehva |
: | فحوی ، فحوا |
(a. i. c. : fehâvî) : mânâ, anlam, mefhum, kavram. |
fe-illâ |
: | فالا |
(a. zf.) : olmadığı halde, olmazsa. |
Fekâhet |
: | فكاهت |
(a. i.) : lâtîfecilik, hoşmizaçlık |
fekar |
: | فقار |
(a. i. fekare'nin c.) : ana. enseden kuyruk sokumuna kadar istif istif dizili olan omurga kemikleri, omurgalar. Zülfekar : Peygamberimizin Hz. Ali'ye hediye ettiği kılıç. |
fekarî |
: | فقری |
(a. s.) : omurga kemiği ile ilgili olan. Amûd-i fekarî : omurga, fr. colonne vertebrale. |
fekariyye |
: | فقريه |
(a. i.) : zool. omurgalılar, fr. vertebres. |
fe-keyfe |
: | فكيف |
(a. zf.) : "nasıl" mânâsına kullanılan eski bir tâbir. |
fekk |
: | فك |
(a. i.) : 1) feshetme, bozma; koparma, kesme. |
fekk-i mühür |
: |
mühürü bozma. |
|
fekk-i rabıta |
: |
bağı koparma, ilgiyi kesme. 2) ayırma, ayırdetme. 3) zoru halletme, çözme. 4) kurtarma. |
|
fekk-i rakabe |
: |
memlûkü veya cariyeyi azâdetme, kölenin boynundaki esaret kaydını giderme, |
|
fekk-i rehn |
: |
rehini kurtarma. 5) anat. çene kemiği. |
|
fekk-i a'la |
: |
anat. üst çene. |
|
fekk-i esfel |
: |
anat. alt çene. 6) [ağız hakkında] açma, söz söyleme. |
|
fekkeyn |
: | فكين |
(a. i. c.) : iki çene [alt ve üst]. |
fekkî, fekkiyye |
: | فكی ، فكيه |
(a. s.) : anat. çeneye âit, çene ile ilgili. |
felâ |
: | فلا |
(a. zf.) : o halde, o zaman. |
fe-lâ cerem |
: | فلا جرم |
(a. zf.) : muhakkak, şüphesiz. |
felah |
: | فلخ |
(f. i.) : iptida, başlangıç, (bkz. : mebde'). |
felah |
: | فلاح |
(a. i.) : 1) kurtuluş, selâmet, onma. 2) mutluluk, kutluluk. |
felâh-ı vatan |
: |
1) vatanın selâmeti, kurtuluşu; 2) tar. 10 şubat 1920 de İstanbul meclis-i meb'ûsânı'nda teşekkül eden bir grup. |
|
felâhan, felâhân |
: | فلاخن ، فلاخان |
(f. i.) : taş atmıya mahsus âlet, sapan. Seng-i felâhan : sapan taşı. |
felâhat |
: | فلاحت |
(a. i.) : [aslı : "filâhat" dir]. (bkz. : filâhat). |
felâh-yâb |
: | فلاحياب |
(a. f. b. s.) : felâh bulan, kurtuluşa eren. |
felak |
: | فلق |
(a. i.) : (bkz. : falak). |
felâket |
: | فلاكت |
(a. i.) : 1) musibet, belâ. (bkz. : dâhiye). 2) bahtsızlık. |
felâket-dîde |
: | فلاكتديده |
(a. f. b. s. c. felâket. dîde. gân) : belâya uğramış, musibete uğramış. |
felâket-didegân |
: | فلاكتديد گان |
(a. f. b. s. c. : felâket. dîde. gân) : belâya uğraşmış, olanlar, musibet görmüşler. |
felâketzede |
: | فلاكتزده |
(a. f. b. s. c. : felâket. zedegân) : belâya uğramış, musibet görmüş. |
felâket-zedegân |
: | فلاكتردگان |
(a. f. b. s. felâket. zede'nin c.) : belâya uğramışlar, musibet görmüşler. |
felâsife |
: | فلاسفه |
(a. i. feylesofun c.) : 1) felsefe ile uğraşanlar, filozoflar, âlimler, bilginler, akıllı kimseler. 2) düşüncesiz, kaygısız, rahat yaşıyanlar. 3) dinsizler, (bkz. : feylesof). Mezâhib-î felâsife : feylesofların okulları. |
felâsife-i Yûnân |
: |
Yunan feylesofları. |
|
felât |
: | فلات |
(a. i. c. : felevât) : susuz çöl. (bkz. : bâdiye). |
Felâtûn |
: | فلاطون |
(oyun. PISton'dan bozma a. h. i.) : Socrate'ın talebesi, Aristo'nun hocası olan meşhur Eflâtun. |
felc |
: | فلج |
(a. i.) : vücutta bir tarafın hareketsiz kalması, inme. (bkz. : nüzul). |
felce uğramak |
: |
1) nüzul isabet etmek, inme inmek; 2) yarım kalmak [bir iş]; yürüyemez, olmak. |
|
felek |
: | فلك |
(a. i. c. : eflâk, fülük) : 1) gök yüzü, semâ. (bkz. : asman). |
felek-ül-a'zam, felek-ül-eflâk |
: |
evvelce, gök bilgisi ile uğraşan âlimlere göre dokuzuncu kat gök. [sekizincisi : felek-i sâmin; yedincisi : Zuhal (Satürn); altıncısı : Müşteri (Jüpiter); beşinci : Merih (Mars); dördüncüsü : Şems (Güneş); üçüncüsü : Zühre (Venüs, Çobanyıldızı); ikincisi : Uta-rid (Merkür); birincisi : Kamer (Ay)]. 2) âlem, dünyâ. 3) talih, baht, kader. 4) askerî müzikte bir zilli âlet. 5) eskilerin inanışına göre, her seyyâre-re [gezeğen yıldız] mahsus bir gök tabakası. 6) yuvarlak kütük, kızak. |
|
felek-câh |
: | فلكجاه |
(a. b. s.) : felek mertebeli, rütbesi gök kadar yüksek olan. |
felekî, felekiyye |
: | فلكی ، فلكيه |
(a. s.) : 1) feleğe, gökbilgisine mensup. 2) astronomik. |
felekiyyât |
: | فلكيات |
(a. i. c.) : gök ve heyet ilmine âit şeyler, fr. astronomie. |
felekiyyûn |
: | فلكيون |
(a. i. c.) : gök bilgisiyle uğraşan âlimler, fr. astronome'lar. |
felek-meşreb |
: | فلك شرمب |
(a. b. i.) : mee. kimine yâr olur, kimine olmaz; cefâdan hâ-zeden; dönek; sözünde durmaz. |
felek-sevr |
: | فلكسير |
(f. a. b. s.) : gidiş ve hareketi felek gibi çabuk olan. |
felek-zede |
: | فلكزده |
(a. f. b. s.) : feleğin kahrına uğramış, talihsiz. |
felevât |
: | فلوات |
(a. i. felât'ın c.) : susuz çöller. |
fe-li-hâzâ, fe-li-zâlike |
: | فلهذا ، فلذلك |
(a. f. b. zf.) : şunun için, imdi. |
fellâh |
: | فلاح |
(a. i. felâhat'dan.) : 1) ekinci. çiftçl , ekin eken ve biçen, (bkz. : harrâs, zari'). 2) zencî, siyah Arap. |
felsefe |
: | فلسفه |
(a. i.) : 1) hikmet bilgisi, filozofi. 2) hikmet ve marifet sevgisi. 3) bir ilmin esaslı düsturları. 4) meşhur bir feylesofa âit husûsî bir meslek. 5) tabîat, huy ve mizaç sakinliği; rahatlık. 6) musîbete, felâkete sabretme, dayan ma ve Allah'tan geldiğine inanarak boyun eğme. |
felsefe-i ahlâkıyye |
: |
ahlâk felsefesi. |
|
felsefe-i dîniyye |
: |
din felsefesi. |
|
felsefe-i târihiyye |
: |
târih felsefesi. |
|
felsefe-i ûlâ |
: |
ilkçağ felsefesi. |
|
felsefî, felsefiyye |
: | فلسفی ، فلسفيه |
(a. s.) : felsefeye mensup, felsefe ile ilgili. Efkâr-ı felsefiyye : felsefe fikirleri. |
felsefiyyât |
: | فلسفيات |
(a. i. c.) : hikmet bilgileri, felsefe ile ilgili düşünceler ve bilgiler. |
fem |
: | فم |
(a. i. c. : efmâm [kullanılmaz]) : 1) ağız. (bkz. : dehân, denen). Gonce-fem : konca gibi küçük ağızlı, [aslı "fevh" dir. c. : efvâh]. |
fem-i lâtif |
: |
güzel ağız. Gülfem : ağzı güi gibi olan. 2) nehir ağzı, menfez. |
|
fem-i nehr |
: |
çay, nehir ağzı. |
|
fem-ül-hût |
: |
astr. semânın güney yarım küresinde bulunan Hut burcunun en parlak yıldız. 1) fr. Fomalhaut. |
|
femî |
: | فمی |
(a. s.) : ağıza mensup, ağız ile ilgili. |