evâbid

: اوابد

(a. i. âbide'nin c.) : geleceğe hâtıra kalan eserler, (bkz. : âbidât).

evâbid-i üdebâ

:  

ediplerin eserleri. 

evâgî

: اواغی

(a. i. âgiye'nin c.) : bağ, bahçe, tarla ve bostanları sulamak için açılan arklar, su akıtılacak yerler. 

evâhir

: اواخر

(a. i. âhir'in c.) : sonlar; ayın son günleri, [zıddı "evâil"].

evâhir-i saltanat

:  

saltanatın sonları. 

evâil

: اوائل

(a. i. evvel'in c.) : ilk vakitler, evvel zamanlar, eski, geçmiş zamanlar, iptidalar, önceler, başlangıçlar, [zıddı "evâhir"].

evâil-i kelimât

:  

gr. kelimelerin evvelleri

evâm

: اوام

(f. i.) : 1) borç, ödünç, (bkz. : deyn). 2) renk, boya. (bkz. : levn). 

evâm'r

: اوامر

(a. i. emr'in c.) : buyruklar, buyrultular. 

evâmir-i aşere

:  

Yahudilikte riâyet edilmesi şart olan on kaide, fr. les dix commandements. 

evân

: اوان

(a. i. c. : âvine) : vakit, zaman, çağ. (bkz. : hengâm).

evân-ı şebâb

:  

gençlik çağı. 

evânî

: اوانی

(a. i. inâ'nın c.) : kapkacaKlar, kaplar.

evânî

:  

evânî-i sîm ü zer : altın ve gümüş kapkacak. 

evâr, evâre

: اوار ، اواره

(f. i.) : 1) divan ve hükümet dâirelerine âit defter, (bkz. : eyâr). 2) imaret. 

evârin

: اوارين

(f. s.) : çirkin. 

evâsıt

: اواسط

(a. i. evsafın c.) : ortalar, ortadakiler, ortada bulunanlar; orta günler, orta zamanlar.

evâsıt-ı kelimât

:  

gr. kelimelerin ortalan. 

Evâvîn

: اواوين

(a. i. iyvân'ın c.) : büyük sofalar, salonlar, köşkler. 

evâzıh

: اواضح

(a. i.) : mehtaplı geceler; her arabî ayının : onüç, ondört ve onbeşinci geceleri ki gündüzlerinde oruç tutulması müstahaptır. (bkz. : eyyam-ı bîd). 

evb

: اوب

(a. i.) : taraf, cihet, yön. 

evbâr

: اوبار

(f. i.) : yutma, yutuş. 

evbâş

: اوباش

(a. i. vebeş'in c.) : ayak takımı, terbiyesiz, aşağılık kimse, (bkz. : evkâş, evşâb, şirzime, tûnî). [kelime müfret gibi kullanılır]. 

evbâşân

: اوباشان

(a. s. evbaş'm c.) : ayak takımları, aşağılık kimseler, (bkz. : hazele, rüzelâ). 

evbâş-âne

: اوباشانه

(a. f. zf.) : terbiyesize, aşağılık kimseye yakışacak surette. 

evc

: اوج

(a. i. c. : evcât) : 1) yüce, yüksek, bir şeyin en yüksek noktası, doruk, (bkz. : şahika), [zıddı "hazîz"]. 

evc-i bâlâ

:  

en üst derece. 

evc-i hevâ

:  

havanın üstü, en yüksek tabakası. 

evc-i rif'at

:  

yüksekliğin tepesi, son noktası. 2) astr. 21 haziranda arzın mahreki üzerinde Güneşten en uzak bulunduğu nokta. 

evc

: اوج

(f. i.) : müz. eski makamlardandır. Bu makam, ırak makamının inici şeklidir. Segah dörtlüsünün ırak perdesindeki şeddi ile uşşak dörtlüsünün karışmasından mürekkep bir makamdır. Durak ırak ve birinci derecede güçlü dügâh'dır. Donanıma si koma bemolü ile fa bakıyye diyezi konulur. Ancak evic'de bestekârlar hemen her zaman mi diyez (acem) kullanmışlardır. Makam tiz perdelerde dolaştıktan sonra, inici bir şekilde ırak'da karar verir. 

evc-i hûzî

:  

müz. altı yedi asırlık bir mürekkep makamdır. Sengin semaî, düyek ve sofyan (2 adet) usullerindeki 4 bektâşi nefesi makama misaldir. Evç-hûzî, eviç makamına uşşak ilâvesinden mürekkeptir. Uşak ile düğâh perdesinde kalır. Donanımına uşak gibi yalnız si için bir koma bemolü konulur (bu ses, eviç'de de müşterektir), eviç-aşîran da evc-hûzî'nin diğer bir isminden başka bir şey değildir. 

evc-i nihavendi

:  

müz. tahminen iki asırlık veya daha eski, numunesi bulunmıyan bir mürekkep makamdır. 

evc-i pûselik

:  

müz. iki asırlık bir mürekkep makamdır, eviç'e bir pûselik beşlisi ilâvesinden mürekkeptir. Bu beşli ile dügâh perdesinde kalır. Güçlü birinci derecede eviç'in durağı olan fa diyezidir. Donanıma eviç gibi si koma bemolü ile fa bakıyye diyezi konulur Pûselik beşlisi için ise bu sesler bekar yapılır. 

evcâ'

: اوجاع

(a. i. vecâ'ın c.) : ağrılar, sancılar, acılar, sızılar.

evcâ-ı batn

:  

karın ağrıları.

evcâ'-ı şedide

:  

şiddetli sancılar. 

evcâr

: اوجار

(a. i.) : içinde gizlenmek için avcılar tarafından yapılan çukurlar, siperler. 

evc-ârâ

: اوج آرا

(f. b. i.) : müz. III. Selim'in adlandırdığı bir makamdır. Bu makam zir-güle makamının fa diyez (Irak) perdesindeki şeddidir. Hicazkâr makamının yarım ton pestte kalan şekli olan bu makamın ismi, terkibinde eviç olduğuna değil, o perdede kaldığını bildirmektedir. Donanıma fa, do, sol için üç diyez ve si için bir koma bemolü konulur. Orta sekizlideki sesleri şöyledir : Irak, rast, kürdi, segah, nîm hicaz, neva, acem, eviç. Güçlü, beşinci derece olan nim hicazdır. 

evceb

: اوجب

(a. s. vâcib'den.) : en vacip, pek lüzumlu, çok gerekli.

evceb-i vecâib

:  

lüzumluların lüzumlusu. 

evceh

: اوجه

(a. s.) : en vecihli, pek münâsebetli, çok uygun. 

evceh-i akvâl

:  

sözlerin en münasebetlisi. 

evcel

: اوجل

(a. s.) : çok korkak [adam]. 

evcer

: اوجر

(a. s.) : çok çekingen [kimse]. 

eve-gîr

: اوجگير

(a. f. b. s.) : yükseğe çıkan, yükselen. 

evcire

: اوجره

(a. i. vecâr ve vicâr'ın c.) : (bkz. : vücür). 

evc-pervâz

: اوج پرواز

(a. f. b. s.) : yüksekte uçan. 

evcümend

: اوجمند

(f. i.) : 1) top, küme, yığın. 2) s. idareli, evini iyi bir halde bulunduran. 

evdâd

: اوداد

(a. s. vedîd'in c). : (bkz. : eviddâ', evüdd). 

evdiye

: اوديه

(a. i. vâdî'nin c.) : dereler, dağlar arasındaki yerler, (bkz. : vâdî). 

evend

: اوند

(f. i.) : kap kaçak. 

evfâ'

: اوفاء

(a. s. vefâ'dan.) : 1) daha (en, pek) vefalı, cana yakın, sözünde duran. 2) en çok, pek tamam, yetkin. 

evfak

: اوفق

(a. s. vefîk'den.) : daha (en, çok) : muvafık, pek uygun. 

evfer

: اوفر

(a. s. vâfir'den) : daha (en, pek) vâfir, sayıca daha bol, pek çok [olan]. 

evgad

: اوغاد

("ga" uzun okunur, a. i. vagd'ın c.) : ahmaklar, akılsızlar. 

evgenc

: اوگنج

(f. i.) : pişmanlık, (bkz. : nedamet). 

evhad

: اوحد

(a. s. vâhid'den.) : yegâne, tek, bir tane, biricik. 

evhâl

: اوحال

(a. i. vahal'ın c.) : 1) balçıklar, sıvalar. 2) mekânlar, yerler. 

evham

: اوهام

(a. i. vehm'in c.) : zanlar, kuşkular, esassız şeyler, kuruntular. 

evhaş

: اوحش

(a. s. vahşî'den.) : daha (en, pek) vahşî, çok vahşetli.

evhaş-i efâî

:  

yılanların en vahşîsi. 

evhen

: اوهن

(a. s.) : daha (en, pek) zayıf, gevşek, dayanıksız, (bkz. : vehen).

evhen-i büyüt

:  

(evlerin en dayanıksızı) : örümcek yuvası. 

evic-aşîrân

: اوج عشيران

(f. b. i.) : (bkz. : evc-i hûzî). 

evic-gerdâniye

: اوج گردانيه

(f. b. i.) : iki asırdır kullanılmıyan ve elde hiç bir numunesi bulunmıyan mürekkep makamdır. Eviç ve gerdaniye mürekkep makamlarının birleşmesinden ibarettir. 

eviddâ'

: اوداء

(a. s. vedîd'in c.) : ahbaplar, hakiki dostlar, sevgililer, (bkz. : evdâd, evüdd).

eviddâyi kadime

: اوداء

eski dostlar. 

evind

: اوند

(f. i.) : hîle, oyun, aldatma, (bkz. : hud'a).

ev'iye

: اوعيه

(a. i. viâ'nın c.) : 1) kaplar, mahfazalar. 2) damarlar.

ev'iye-i halezôniyye

:  

bot. * bitkinin gelişmesine yarıyan ve birbiri üzerine sarılıp dolanan damarlar. 

ev-iye-i halkaviyye

:  

bot. bitkilerin gelişmesine yarıyan halka şeklindeki damarlar. 

ev'iye i haşebiyye

:  

bot. odun damarları. 

ev'iye-i heviiyye

:  

anat. içi hava ile dolu olan damarlar. 

ev-iye-i lebeniyye

:  

bot. süt kıvamında beyaz, turuncu, sarı, yeşilimsi, hâsılı türlü renklerde bir suyu bulunan bitki damarları. 

ev'iye-i münakkata

:  

bot. noktalı damarlar. 

ev'iye-i nâkile

:  

bot. * iletken damarlar. 

ev'iye-i süllemiyye

:  

anat. basamaklı damarlar. 

ev'iye-i şa'riyye

:  

anat. kırmızı ve siyah kan damarları arasındaki gayet ince damarlar. 

ev'iye-i şebekiyye

:  

bot. bitkilerin gelişmesine yarıyan ve balık ağı gibi birbirinin üzerine dolaşmış bulunan ince damarlar. 

ev'iye-i şiryiniyye

:  

anat. kırmızı kan taşıyan nabız damarları. 

ev'iye-i veridiyye

:  

anat. siyah kan damarları. 

evk

: اوق

(a. i.) : yük, ağırlık. 

evkaf

: اوقاف

("ka" uzun okunur, a. i. vakfın c.) : 1) cami, medrese, imaret gibi hayratın idaresine ayrılan arazî, bina ve saire. 2) vakıflar umum müdürlüğü. 

evkaf-ı hümâyûn

:  

huk. pâdişâhların ve onlara mensup olanların vakıfları. 

evkaf-ı mazbûte

:  

hükümet tarafından idare olunan vakıflar. 

evkaf-ı münderise

:  

gelirleri yok olmuş vakıflar. 

evkâr

: اوكار

(a. i. vekr ve vekre'nin c.) : kuş yuvaları. 

evkâr-ı tuyûr

:  

kuş yuvaları.

evkâr-ı tuyûr

:  

kuş yuvaları. 

evkaş

: اوقاش

("ka" uzun okunur.a. s.) : ayak takımı, terbiyesiz, aşağılık kimse. (bkz. : evbâş, evşâb). 

evkat

: اوقات

("ka" uzun okunur, a. i. vakt'in c.) : zamanlar, çağlar. 

evkat-ı hamse

:  

(beş vakit) : sabah namazı vakti (tan yeri ağardıktan Güneş doğmasına yakın olan zamana kadar); öğle; ikindi; akşam; yatsı namazlarının kılındığı vakitler. 

evkat-ı muayyene

:  

belli zamanlar. 

evked

: اوكد

(a. s.) : daha (en, pek) tekitli, kuvvetli. 

evked-i evâmir

:  

emirlerin en kuvvetlisi. 

Evkes

: اوكس

(a. s.) : soysuz ve pinti [adam]. 

evlâ'

: اولاء

(a. s.) : 1) daha uygun, daha lâyık, daha iyi, üstün.

evlâd

: اولاد

(a. i. veled'in c.) : 1) çocuklar. 2) sülâle, nesil. 

evlâd-ı bütün

:  

huk. bir kimsenin kız çocuklarının erkek ve kız çocukları. 

evlâd-ı fatihan

:  

Rumeli zaptında bulunanların soyu. 2) [Türkçe'de müfret olarak kullanılır] oğul; kız; çocuk.

evlâd-ı inâs

:  

kız çocukları. 

evlâd-ı ümm

:  

ölünün ana tarafından oğlan ve kız kardeşleri. 

evlâd-ı vatan

:  

vatan çocukları. 

evlâd-ı zuhur

:  

huk. bir adamın öz erkek ve kız çocuklariyle erkek evlâdının erkek ve kız çocukları, [zıddı : "evlâd-ı bütün" dur]. 

evlâd-ı zükûr

:  

erkek çocuklar. 

Evlâdiyye

: اولاديه

(a. s.) : 1) evlâda mahsus, evlâtlık. 2) mec. çok sağlam ve dayanıklı [ev, eşya]. 

evlâdiyyet

: اولاديت

(a. i.) : evlâda mahsus, evlâtlık. 

evleviyyet

: اولويت

(a. i.) : 1) evlevîlik, evlâlık, üstün tutulmıya lâyık olma. 2) diyecek kalmama. evleviyyetle : haydi haydi, fr. fortiori. 

evliya'

: اولياء

(a. i. velî'nin c.) : 1) keramet sahibi olanlar, erenler. 2) Allah'a daha yakın bulunanlar. 3) emir sahibi bulunanlar. 4) himaye edenler, koruyanlar. 

evliyâ-yı umur

:  

iş başında bulunan kimseler.

evliyâ-yı etfâl

:  

çocukların velîleri. 

Evliya Çelebi

: اوليا چلبی

(a. h. i.) : 10 Muharrem 1020 (25 Mart 1611) tarihinde İstanbul'da Unkapanı'nda doğmuştur. Babasının adı, Dervîş Mehmed Zıllî'dir. Aslen Kütahya'lıdır. 1631 târihinde İstanbul civarından başlıyarak seyS-hate çıkmış ve yarım asırlık bir seyahat devresinde Anadolu ve Rumeli'den başka; Macaristan, Polonya, Avusturya, Almanya, Holanda, Dalmaçya, Rusya'nın cenubu (güney), Kafkasya, İran'ın bir parçası, Suriye, Irak, Mısır ve Hicaz taraflarını dolaşmış ve birinci cildi İstanbul'a âit olmak üzere on ciltlik seyahatnamesini meydana getirmiştir. Eserlerinde bir takım hurafe ve masallar da epeyce yer tutmakla beraber verdiği bilgiler, mütevekkil bir edâ ve kendine mahsus tatlı bir üslûp ile anlatılmıştır. Yetmiş yaşlarında İstanbul'da ölen Çelebf'nin ölüm târihi ve mezarı bilinmemektedir. 

evrâ

: اورا

(f. i.) : hisar. 

evrâd

: اوراد

(a. i. vird'in c.) : 1) okunması âdet olunan dînt dualar. 2) her vakit dilde ve ağızda dolaşan sözler, (bkz. : ezkâr). 

evrak

: اوراق

(a. i. varak'ın c.) : 1) yapraklar, kâğıtlar. 2) arşiv. 

evrâk-ı halkaviyye

:  

bol bir halka meydana getirmek suretiyle çıkan yapraklar. 

evrâk-ı havadis

:  

gazeteler. 

evrak mahzeni

:  

arşiv. 

evrâk-ı müteakibe

:  

bot. * almaşık yapraklar. 

evrâk-ı mütekabile

:  

bot. karşılıklı yapraklar. 

evrâk-ı nakdiyye

:  

kâğıt para[lar]. 

evrâk-ı rîşiyye

:  

kuş tüyü şeklinde olan yapraklar. 

evrâm

: اورام

(a. i. verem'in c.) : vücûtta peyda olan şişler, yumrular. 

evre

: اوره

(f. i.) : esvabın, elbisenin dış yüzü. 

evrek

: اورك

(f. ') : çocukların ağaca ip takarak yaptıkları salıncak. 

evrencen, evrencîn

: اورنجن ، اورنجين

(f. i.) : kadın bileziği. (bkz. : ebrencen). 

evrend

: اورند

(f. i.) : 1) hîle, aldatma, ["evrendîden" mastarından]. 2) şan, şeref. 3) dîhîm, taht. (bkz. : erîke, serîr). 4) Keyânîler'den Keypeşin'in oğlu ve Lührasb'ın babası. 

evreng

: اورنگك

(f. i.) : 1) taht. (bkz. : erîke, dîhîm, serîr). 2) şeref; süs. 3) akıl ve irfan. 4) hâlin hoşluğu. 5) ağaç kurdu. 6) yakışıklılık. 7) hîle. (bkz. : desîse, hud'a). 

evreng-nişîn

: اورنگك نشين

(f. b. s.) : tahtta oturan, hükümdar. 

evreng-zîb

: اورنگك زيب

(f. b. s.) : tahtı süsliyen, hükümdar. 

evride

: اورده

(a. i. verîd'in c.) : 1) anat. siyah kan damarları, toplardamarlar. 2) boyunun iki tarafında olan damarlar, (bkz. : verîd). 

evsa'

: اوسع

(a. s. vâci'den.) : daha (en, pek) vâsi' ve geniş. 

evsâf

: اوصاف

(a. i. vasfın c.) : sıfatlar, kaliteler, (bkz. : vasf).

evsâf-ı cemile

:  

güzel vasıflar. 

evsâh

: اوساخ

(a. i. vesah'ın c.) : kirler, pislikler, murdarlıklar. İzâle-i evsâh : kirlerin giderilmesi. 

evsak

: اوثق

(a. s.) : 1) çok muhkem, pek sağlam. 2) en çok güvenilir olan, inanılan. 

evsâl

: اوصال

(a. i. vasl'ın c.) : vücuttaki mafsallar, oynaklar, (bkz. : evşâz 3. [müf-redi, bu mânâda kullanılmaz]. 

evsâm

: اوسام

(a. i. vesm'in c.) : vücut üzerine bir iğne ile kara bir tozdan yapılan resimler, şekiller veya yazılan yazılar, döğmeler. (bkz. : veşm). 

evsâm

: اوصام

(a. i. vasm'ın c.) : ayıplar, arlar, hayalar, utanmalar. 

evsin

: اوثان

(a. i. vesen'in c.) : putlar, haçlar, (bkz. : esnam). 

evsât

: اوساط

(a. i. vasat'ın c.) : ortalar. 

evsat

: اوسط

(a. i. c. : evâsit) : 1) bir şeyin ortası. 2) ortadaki 3) s. orta, orta halli. 4) s. yüksek ile alçak arası. 5) müz. Türk müziğinin büyük usullerindendir. Yirmi altı zamanlı ve on üç darblıdır. Evsat, ilâhilerde düyek'ten sonra en çok kullanılmış ölçüdür. Ayrıca peşrev, beste ve şarkı formları için de kullanılmıştır. 26/8) lik yürük evsat mertebesi çok kullanılmıştır. Usul, sırasiyle 1 Türk aksağı, 2 sofyan'dan mürekkeptir. Beste devr-i revân adı verilen usul, evsat'ın darblarının birleştirilmiş şeklinden başka bir şey değildir. 

evşâb

: اوشاب

(a. s.) : ayak takımı, aşağılık kimse, (bkz. : evbâş, evkâş). 

Evşâl

: اوشال

(a. i. veşl'in c.) : 1) damla damla akan su. 2) birbiri ardından katar gibi kuyruklanmış olarak gelen kimseler. 

evşâz

: اوشاز

(a. s.) : 1) yardımcılar, taraflılar. 2) bayağı, aşağılık kimseler. 3) i. vücuttaki oynak yerler, (bkz. : evsâl). 

evşen

: اوشن

(a. s.) : dalkavuk, (bkz. : müdâhin, mütahallik). 

evşeng

: اوشنگك

(f. i.) : ince ip, sicim. 

evtâd

: اوتاد

(a. i. veted'in c.) : ağaç veya demir kazıklar, direkler.

evtâd-ül-bilâd

:  

büyükler ve başta gelenler.

evtâd-ül-fem

:  

dişler. 

evtân

: اوطان

(a. i. vatan'ın c.) : insanın doğup büyüdüğü ve sevdiği memleketler, uğrunda ölünen topraklar. Terk-i evtân : vatanlarından ayrılma. 

evtân-ı muhacirin

:  

göçmenlerin vatanları. 

evtâr

: اوطار

(a. i. vatar'ın c.) : ihtiyaçlar, lüzumlu olan şeyler.

evtâr-ı âcile

:  

acele ihtiyaçlar. 

evtâr

: اوتار

(a. i. veter'in c.) : 1) yaya gerilmiş ipler, kirişler, teller. 2) bir kavsin iki ucuna bağlanan düz çizgiler. 

evtâr-ı hüzn ü ilham

:  

hüzün ve ilham telleri. 

evüdd

: اود

(a. s. vedîd'in c). (bkz) : eviddâ', evdâd). 

evvâbîn namazı

:  

Celvetiyye tarikatı mensupları tarafından beş vakit dışında kılınan nafile namaz, [akşam namazından sonra kılınan bu nafile namaz altı rekattir]. 

evvâh

: اواه

(a. s.) : 1) çok âh eden. 2) çok duâ eden. 3) merhametli. 4) îmânı sağlam. 5) din bilgisi çok penis olan [kimse]. [Kur'ân'da bu kelime ile Hz. İbrahim vasıflandırılmıştır]. 

Evvel

: اول

(a. s. c. : evâil) : 1) önce, ilk, birinci, iptida, başlangıç. 2) zf. eski, geçmiş, geçmiş zamanda. 

evvel-bahâr

:  

ilk bahar, (bkz. : nev-bahâr, rebî'). 

evvel-i berd -el-acûz

:  

kocakarı soğukları denilen ve bir hafta kadar süren mevsim değişmesinin başı. [berd-el-acûz'un başlangıcıdır. 9 Marta rastlar, bunu hus fırtınası tâkibeder. 

evvel-i riyâh-ı bevârih

:  

Haziran başlangıcından, Temmuzun iik haftası sonuna kadar zaman zaman esen mevsim rüzgârlarının başlangıcı. 

evvel ve âhir

:  

eninde sonunda, ergeç. 

evvel-ül-evve!în

:  

(birincilerin birincisi) : Allah.

evvelâ

: اولا

(a. zf.) : birinci olarak, her şeyden önce, ilkönce, (bkz. : evvelen). 

ewel-be-evvel

: اولباول

(a. Zf.) : her şeyden evvel. 

evvelce

: اولجه

(a. t. zf.) : daha evvel, önce. 

evvel-emirde

: اولامرده

(a. t. zf.) : her şeyden evvel, işin başlangıcında. 

evvelen

: اولا

(a. zf.) : birinci, ilk olarak. (bkz. : evvelâ). 

evvelî, evveliyye

: اولی ، اوليه

(a. s.) : en evvel, en önce olan, ilk zamanlarla ilgili. Tahkîkat-ı evveliyye : ilk ağızda yapılan tahkikler, soruşturmalar. 

evvelin

: اولين

(a. i. s.) : evvelkiler, evvel gelen insanlar, eski zaman adamları. 

evvelin ü âhirin

:  

eskiler ve yeniler. 

evveliyyât

: اوليات

(a. i.) : başlangıç, bir hâdisenin başlangıçtaki hâli. 

evvelki

: اولكی

(a. t. s.) : 1) birinci, ilk. 2) eski 

evvel-ül-evâil

: اول الاوائل

(a. b. i.) : evvellerin evveli; dünyânın asıl desteği, hâdiselerin başlangıcı. 

evzâ'

: اوضاع

(a. i. vaz'ın c.) : haller, vaziyetler, tavırlar, duruşlar. 

evzâ-ı dil-bâzâne

:  

gönül eğlendirecek şekilde vaziyetler. 

evzâ-ı garibe

:  

garip, tuhaf haller. 

evzah

: اوضح

(a. s. vâzıh'dan.) : daha (en, pek) vazıh, çok açık, besbelli. 

evzân

: اوزان

(a. i. vezn'in c.) : tartılar, ağırlıklar, ölçüler, (bkz. : vezn).

evzân-ı arûziyya

:  

ed. aruz vezinleri.

evzân-ı atika

:  

eski tartılar.

evzân-ı şi'riyye

:  

ed. şi'rin ölçüleri. 

evzâr

: اوزار

(a. i. vizr'in c.) : 1) hamuleler, yükler. 2) günâhlar, hatâlar; cinayetler. 

evzâr

: اوزار

(f. i.) : (bkz. : efzâr-3)

evzâr

: اوزار

(a. i. vezer'in c.) : 1) hisarlar, kaleler, sığınacak yerler. 2) galebeler, üstünlükler. 3) dağlar, (bkz. : cibâl). 

evzâyiş

: اوزايش

(f. i.) : artış, çoğalış. (bkz. : efzâyiş).