er |
: | ار |
(f. e.) : eğer, îse, olsa, olur ise. ["eğer" in hafifletümişi]. |
erâbet |
: |
(a. i.) : akıllı, zeyrek, uslu olma. |
|
erâcîf |
: | اراجيف |
(a. i. ürcûfe'nin c.) : yalan sözler, uydurmalar, düzmeler. |
erâcif ve ekâzîb |
: |
yalan ve uydurma sözler. |
|
erâcîh |
: | ارجيح |
(a. i. ürcûha'nın c.) : salıncaklar. |
erâcîz |
: |
(a. i. ürcûze'nin c.) : mısraları kafiyeli, kısa vezinli şiirler, kasideler. |
|
erâcîz-i şuarâ |
: |
şâirlerin kısa vezinli şiirleri, kasideleri. |
|
erâik |
: |
(a. i. erîke'nin c.) : şahane tahtlar. |
|
erakk |
: | ارق |
(a. s.) : daha (en, pek, çok) rakik, ince. |
erakk-ı evrak |
: |
kâğıtların veya yaprakların en incesi. |
|
erâmil, erâmile |
: | ارامل ، ارامله |
(a. i. ermele'nin c.) : bekârlar, kansızlar, dul kadınlar, dullar. Eytâm ve erâmil : yetimler ve dullar. |
erâmil-i askeriyye |
: |
asker dulları. |
|
er'an |
: | ارعن |
(a. s.) : bön, ahmak, sünepe; deli, çılgın; şaşkın. |
erânib |
: | ارانب |
(a. i. erneb'in c.) : zool. tavşanlar. |
erânîb |
: | ارانيب |
(a. i. ernebe'nin c.) : burun uçları. |
erâvend |
: | اراوند |
(f. i.) : 1) şevk, arzu, istek. 2) şân, şeref. |
erâyis |
: | ارايس |
(a. i. erîs'in c.) : ekinciler, çiftçiler. |
erâzî |
: | اراضی |
(a. i.) : (bkz. : arazî). |
erânil |
: | اراذل |
(a. s. erzel'in c.) : reziller, sıyrıklar, namussuzlar, yüzsüzler. |
erâzil-i nâs |
: |
halkın en rezilleri, pek bayağıları. |
|
erbaâ' |
: | اربعاء |
(a. i.) : çarşamba günü. |
erbaa |
: | اربعه |
(as.) : dört. Ahlât-ı erbaa : dem, balgam, safra, sevda. Anâsır-ı erbaa (dört unsur) : ateş, hava, su, toprak. Cihât-ı erbaa (dört taraf) : doğu, batı, kuzey, güney. Etrâf-ı erbaa (dört taraf) : sağ, sol, ön, arka. Füsûl-i erbaa (dört mevsim) : ilkbahar, yaz, sonbahar, kış. Yevm-ül-erbaa (dördüncü gün) : çarşamba. |
erbaa-i mütenâsibe |
: |
mat. [eskiden] selâse kaidesi. ulu |
|
erbâb |
: | ارباب |
(f. i.) : ulu , reis, başkan. |
erbâb |
: | ارباب |
(a. s. rabb'in c.) : 1) sâhibler, mâlikler. 2) [müfret olarak kullanılır] ehil, muktedir, becerikli; lâyık. |
erbâb-ı denâet |
: |
alçak kimseler. |
|
erbâb-ı dil |
: |
gönül adamları, (bkz. : ehl-i dil). |
|
erbâb-ı garaz |
: |
garaz sahipleri; kötü niyetliler. |
|
erbâb-ı himmet |
: |
himmet sahipleri, birşey yapmak istiyenler. |
|
erbâb-ı mesâlih |
: |
işi olanlar, iş tâkibec'enler. (bkz. : eshâb-ı mesâlih). |
|
erbâb-ı nücûm |
: |
astrologlar, yıldızlara bakıp da talih bildirenler. |
|
erbâb-ı sabâhat ü zarafet |
: |
güzel ve zarif kimseler. |
|
erbâb-ı vefa |
: |
vefa sahipleri; vefalı kimseler. |
|
erbâb-ı zahir |
: |
kâinatın mâhiyetini, ancak dış yüziyle görenler, şeriatçılar. |
|
erbâh |
: | ارباح |
(a. i. ribh'in c.) : faydalar, faizler, kazançlar. |
erbain |
: | اربعين |
(a. s.) : 1) kırk [sayı], (bkz. : erbeûn). 2) kırkıncı [sırada]. 3) karakış, [rûmî Kânûn-ı evvel'in (Aralık) dokuzundan [Efrencî 22], Kânûn-ı sânî'nin (Ocak) on yedisine [Efrenci 31] kadar süren ve kışın en soğuk zamanı sayılan 40 gün]. 4) dervişlerin çile çıkarmak için hücreye kapandıkları kırk günlük müddet. |
erbaîn-i âşûra |
: |
arabî aylarından sefer'in yirmisine rastlıyan gün. [İmâm-ı Hüseyin'in Kerbelâ'da şehâdetinin kırkına tesadüf ettiği için İranlılarca eyyâm-ı mahsûsa'dan sayılır]. |
|
erbaûn |
: | ابعون |
(a. s.) : kırk [sayı], (bkz. : erbain1) . |
erbiyân |
: | اربيان |
(f. i.) : su çekirgesi. |
erbû |
: | اربو |
(f. i.) : armut, (bkz. : emrûd). |
erbû-dâr |
: | اربودار |
(f. b. i.) : armut ağacı. |
erc |
: |
(f. i.) : 1) kadir ve kıymet. 2) zool. gergedan. |
|
erec |
: | ارج |
(a. i. recâ'nın c.) : taraflar, yönler. |
ercâ |
: | ارجا |
(a. i.) : daha (en, pek, çok) rica edilen, istenilen. |
ercah |
: | ارجح |
(a. s. râcih'den.) : daha (en, pek) râcih, tercihe şayan, üstün, uygun. |
ercahiyyet |
: | ارجحيت |
(a. i.) : daha (en, pek) râcih olma, üstünlük. |
ercâl |
: |
(a. i. ricl'in c.) : ayaklar, (bkz. : akdâm, ercül). |
|
Ercâlûn |
: | ارجالون |
(f. i.) : bot. sarmaşık nevinden ören gülü/akasma, ak sarmaşık denilen nebat (* bitki), (bkz. : kermet-ül-beyzâ). |
ercen |
: | ارجن |
(f. i.) : bot. acıbadem ağacı, (bkz. : erjen). |
erceng |
: | ارجگك |
(f. i.) : (bkz. : erteng). |
ercîl |
: | ارجيل |
(a. i.) : bot. hindistan cevizi. |
erciye |
: | ارجيه |
(a. s.) : arkıya, sonraya bırakılan şey. |
ercmend |
: | ارجمند |
(f. s.) : 1) muhterem, şerefli, itibarlı, haysiyetli, seçkin. 2) erkek adı. (bkz. : ercümend). |
ercmend-âne |
: | ارجمندانه |
(f. zf.) : ercümende lâyık surette. |
ercmendî |
: | ارجمندی |
(f. b. i.) : şerefli, muhterem, itibarlı, haysiyetli, seçkin olma. |
Ercümend |
: | ارجمند |
(f. s. ve i.) : (bkz. : ercmend). |
ercül |
: | ارجل |
(a. i. ricl'in c.) : ayaklar, (bkz. : akdâm, ercâl). |
ercüvân |
: | ارجوان |
(a. i.) : 1) erguvan çiçeği, (bkz. : ergavân). 2) s. kızıl şey. 3) kırmızı kadife. |
erd |
: | ارد |
(f. i.) : 1) kahır, öfke. 2) un. |
erda |
: | ارضه |
(a. i.) : ağaç kurdu. |
erdâne |
: | اردانه |
(f. i.) : bot. yabani şebboy, (bkz. : ervâne). |
erdeb |
: | اردب |
(f. i.) : muharebe, savaş, (bkz. : ceng, cidal, perhâş, harb), |
erdeb |
: | اردب |
(a. i.) : Arap şehirlerinde kullanılan ve İstanbul kilesiyle dokuz kileyi karşılıyan büyük bir ölçek, [kelimenin aslı "irdeb" dir]. |
Erdebiliyye |
: | اردبيليه |
(a. i.) : Ebhâriye tarîkati şubelerinden birinin adı. [kurucusu : Safi-yüddîn-i Erdebilî'dir]. |
erdeh |
: | ارده |
(a. s.) : çürük şey. |
erdem |
: | اردم |
(a. i.) : usta gemici. |
erdiye |
: | ارديه |
(a. i. ridâ'nın c.) : baş örtüleri, omuzlardan aşağı ve belden yukarı örtülen şeyler. |
erdiye-i nisvân |
: |
kadın kaşörtüleri. |
|
erd-şîr |
: | اردشير |
(f. b. i.) : eski îran hükümdarlarından birkaçının ismi. |
erdşîr-i ceng |
: |
cenk eri; kükremiş cenk arslanı. |
|
erdşîrân, erdşîrdârû |
: | اردشيران ، اردشيردارو |
(f. b. i.) : bot. koca yarpuzudenilen hoş kokulu, tadı acı bir nebat (* bitki). |
erec |
: | ارج |
(a. i.) : güzel koku; misk, anber, ıtır gibi şeylerin güzel kokusu, (bkz. : eric). |
erenbâni |
: | ارنبانی |
(a. i.) : boz, koyu renk şal, sof. |
erendân |
: | ارندان |
(f. e.) : "hâşâ" mâ nâsına inkâr ifâde eden bir kelime. |
eres |
: | ارس |
(a. i.) : çiftçilik, çiftçi olma. |
er'es |
: | اراس |
(a. s.) : başıbüyük, kocakafa. |
erett |
: | ارت |
(a. s.) : peltek [adam], (bkz. : ertel). |
erez |
: | ارز |
(a. i.) : bot. acıbadem ağacı. |
erfa' |
: | ارفع |
(a. s. refî'den.) : daha (en, pek) yüksek, yüce. |
erfa'-ı derecât |
: |
derecelerin en yükseği. |
|
erfak |
: | ارفق |
(a. s.) : 1) en ziyâde yumuşak. 2) yoldaş olmıya en çok lâyık. |
erfeş |
: | ارفش |
(a. s.) : 1) nefsi isteklerine düşkün olan. 2) kulakları kaba ve uzun [adam]. |
erga, ergab, ergav |
: | ارغا ، ارغاب ، ارغاو |
("g" lar uzun okunur, f. i.) : 1) ırmak, dere. 2) su akıtmak üzere açılan yol, ark. |
ergad |
: | ارغد |
(a. i.) : hâli vakti çok iyi olma, en ferahlı yaşayış. |
ergande |
: | ارغنده |
(f. s.) : 1) öfkeli, hırslı. 2) şaraba düşkün olan sarhoş. |
erganun |
: | ارغنون |
(f. i.) : müz. org. |
ergavân |
: | ارغوان |
(f. i.) : erguvan da denilen kırmızımtırak bir çiçek. |
ergavânî |
: | ارغوانی |
(f. s.) : erguvan çiçeği renginde, güzel ve parlak kızıl. Şarâb-ı ergavânî : erguvan renginde, kırmızı şarap. |
ergîde |
: | ارغيده |
(f. s.) : hiddetlenmiş, kızmış, öfkelenmiş. |
ergîde-nigâh |
: | ارغيده نگاه |
(f. b. s.) : hiddetli, öfkeli bakış. |
ergun |
: | ارغون |
(f. s.) : sert başlı, oynak ve hızlı giden at. ["ergenûn" un muhaffefi]. |
erguvan |
: | ارغوان |
(f. i.) : (bkz. : ergavân). |
erguvânî |
: | ارغوانی |
(f. s.) : erguvan renginde olan. (bkz. : ergavânî). |
erhâ |
: | ارحا |
(a. i. rehâ'nın c.) : el değirmenleri. |
Erham |
: | ارحم |
(a. s. rahîm'den.) : daha (en, pek, çok) rahîm, merhametli. |
erham-ür-râhimîn |
: |
merhametlilerin en merhametlisi, Allah. |
|
erhâm |
: | ارحام |
(a. rahm'in c.) : 1) döl yatakları. 2) hısımlar, akrabalar. |
erhas |
: | ارخص |
(3. s. rahîs'den) : daha (pek, en, çok) ucuz. |
erhas-ı es'âr |
: |
satılan eşyanın en ucuzu. |
|
erîb, erîbe |
: | اريب ، اريبه |
(a. s. irb'-den.) : akıllı, zekî, zeyrek, olgun [adam], |
erîb ü edîb |
: |
akıllı fikirli ve edepli [kimse]. |
|
erk |
: | اريج |
(a. i.) : güzel koku, misk, anber, ıtır gibi şeylerin güzel kokusu, (bkz. : erec). |
erîke |
: | اريكه |
(a. i. c. : erâik) : taht. (bkz. : serîr). |
erîke-ârâ |
: | اريكه آرا |
(f. b. s.) : tahtı süsliyen [pâdişâh], (bkz. : erîke-pîrâ). |
erîke-nişîn |
: |
(f. b. s.) : tahtta oturan. |
|
erîîca-pîrü |
: | اريكه پيرا |
(f. b. s.) : tahtı yisliyen [padişah], (bkz. : erîke-ârâ). |
erir |
: | ارير |
(a. s.) : 1) oyunda mızıkçılık eden veya kazanan kimsenin kopardığı yaygara. 2) ses, haykırış. |
erîs |
: | اريس |
(' s.) : zekî, uyanık; akıllı, |
erîs, erîsî |
: | اريس ، اريسی |
(a. i.) : çiftçi, ekinci, (bkz. : haris). |
eriş |
: | ارش |
(f. i.) : 1) bilek, (bkz. : rusug). 2) endaze, aışın. |
erjen |
: | ارژن |
(f. i.) : bot. Acıbadem ağacı, (bkz. : ercen). |
erjeng |
: | ارژنگك |
(f. i.) : iran hurafelerine göre meşhur ressam "Manî" nin yaptığı resimleri ihtiva eden mecmua, (bkz. : erteng). |
erk |
: | ارق |
(a. i.) : hek. uykusuzluk hastalığı. |
erka |
: | ارقی |
("ka" uzun okunur, a. s.) : pek yüksek, en yukarı. |
erkab |
: | ارقب |
(a. s.) : boynu kalın. [adam, arslan]. |
erkâh |
: | اركاح |
(a. i. rükh'ün c.) : sığınılacak yerler. |
erkâh-ı rehâbîn |
: | اركاح |
[kilisede] papazların sığındıkları, oturdukları yerler. |
Erkam |
: | ارقام |
("ka" uzun okunur, a. i. rakam'ın c.) : yazılar; resimler, sayılar. |
erkam-ı arabiyye |
: |
Arap rakamları. |
|
erkam-ı aşere |
: |
sıfır da dâhil olduğu halde birden dokuza kadar olan sayılar. |
|
erkam-ı cümel |
: |
ebced hesabı. |
|
erkam-ı dâlle |
: |
birden dokuza kadar olan sayılar. |
|
erkam-ı dîvâniyye |
: |
bazı Arap harfleriyle gösterilen rakamlar. |
|
erkam-ı Hindiyye |
: |
İslâm âleminde kullanılmış olan iki türlü sayı işaretlerinden birinin adı. [ikincisine "erkam-ı gubâriyye" denilir. Sıfır da dâhil oimak üzere birden dokuza kadar rakamlar şöyledir : ]. |
|
erküm-ı setiniyye |
: |
[eskiden] setini adı verilen hesapta kullanılırdı, [hurûf-ı cümel'in ayni olmakla beraber kullanılış itibariyle farklıdır, [zeyçlerde kullanılırdın. |
|
Erkân |
: | اركان |
(a. i. rükn'ün c.) : 1) esaslar, destekler; direkler, sütunlar. 2) reisler. |
erkân-ı askeriyye |
: |
yüksek rütbeli zabitler, subaylar. |
|
erkârı-ı devlet |
: |
devletin ileri gelenleri. |
|
erkân-ı harbiyye |
: |
meslek ihtisası görmüş zabitler (subaylar) grubu. |
|
erkân-ı harbiyye-i umûmiyye |
: |
ordunun sevk ve idaresiyle meşgul en yüksek askerî makam, * genel kurmay. |
|
erkân-ı harb zabiti |
: |
meslek ihtisası görmüş zabit, * kurmay subay. |
|
erkân-ı salât |
: |
namazın rükünleri. 3) yol, yöntem, usûl, âdâb. |
|
erke |
: | اركه |
(a. i.) : misvak ağacı, [sıcak memleketlerde, en çok Yemen'de yetişir]. |
ermâ' |
: | ارماء |
(a. s.) : çok güzel ve cilveli olan [sevgili]. |
ermagan |
: | ارمغان |
(f. i.) : armağan, hediye, (bkz. : bergüzâr, hediye). |
ermâh |
: | ارماح |
(a. i. remh'in c.) : 1) darbeler, vuruşlar. 2) (rumh'un c. ) : mızraklar, süngüler. |
ermâm |
: | ارمام |
(a. ' rimme'nin c.) : çürük kemikler. |
ermân |
: | ارمان |
(f. i.) : 1) arzu, istek. 2) yerinme, pişman olma. |
erman-hâr |
: | ارمانخوار |
(f. b. s.) : yerinen, pişman olan. |
ermâs |
: | ارماث |
(a. i. remes'in c.) : sallar. |
ermed |
: | ارمد |
(a. s.) : 1) . kül rengi, gri. 2) gözü ağrıyan [adam]. |
ermedâ |
: | ارمدا |
(a. i.) : ateş külü. |
ermele |
: | ارمله |
(a. s. c. : erâmil, erâmile) : dul kadın, [dâima c. "erâmil" kullanılır]. |
Ermîn |
: | ارمين |
(f. h. i.) : Keykubât'ın dördüncü oğlu. |
ermiye |
: | ارميه |
(a. i. remî'nin c.) : dolu yağdıran kasırga bulutları. |
ermûd |
: | ارمود |
(f. i.) : armut, (bkz. : emrûd). |
ermûn |
: | ارمون |
(f. i.) : gündelikçiye peşin verilen ücret, (bkz. : arbûn). |
erneb |
: | ارنب |
(a. i. c. : erânib) : zool. tavşan. |
ernebe |
: | ارنبه |
(a. i. c. : erânîb) : anat. burun ucu. |
Ernevâz |
: | ارنواز |
(f. h. i.) : Çemşîd'in kız kardeşidir [ki öteki hemşiresi Şehrinaz ile beraber Dahhâk'in sarayında idiler. Dahhâk öldükten sonra Feridun'un idaresine geçtiler]. |
errâc |
: | اراج |
(a. s.) : fesatçı, müzevir, yalancı [adam], |
erre |
: | اره |
(f. i.) : bıçkı, destere, [dest-erre = el bıçkısı, destere]. (bkz. : minşâr). |
errehâne |
: | اره خانه |
(f. b. i.) : kıçkı yeri, hızar. |
erre-keş |
: | اره كش |
(f. b. i.) : bıçkıcı. |
ers |
: | ارس |
(f. i.) : gözyaşı, (bkz. : dem'). |
ersâd |
: | ارصاد |
(a. i. raşad'ın c.) : rasatlar, gözlemeler, gözetlemeler. |
Ersah |
: | ارسح |
(a. i.) : 1) kurt. 2) s. oylukları etsiz, zayıf [adam]. |
ersen |
: | ارسن |
(f. i.) : meclis, kurultay, kongre. |
ersûsa |
: | ارصوصه |
(a. i.) : eski zamanda kullanılan kavuk, büyük sarık, (bkz. : mü-cevveze). |
erş |
: | ارش |
(a. i. c. : urûş) : 1) fık. sakatlanan bir uzuv için cerhedenden alınan şer'î diyet, kan pahası. 2) satılık malın, kusuru dolayısiyle, değerinden indirilen para. erş-i gayr-i mukadder : fık. ölüme sebebol-mıyan ve miktarı muayyen bulunmıyan uzuvlar için bilirkişinin takdîr ve tâyinine bırakılan diyet. |
erş-i mukadder |
: |
fık. ölüme sebep olmıyarak kesilen veya muattal bırakılan uzuvlara mahsus, mıktârf muayyen olan diyet. |
|
erşah |
: | ارشح |
(a. s.) : cin fikirli [adam]. |
Erşed |
: | ارشد |
(a. s. reşîd'den.) : daha (en, pek) reşîd, ergin olan, doğru yola daha yakın, hareket hattı daha iyi olan. |
erşed-i evlâd |
: |
çocukların en ergini. |
|
erşem |
: | ارشم |
(a. s.) : 1) vücûduna iğne batırip çivit ile resim ve şekil yapmış olan [adam]. 2) yemeğin kokusundan iştahı gelip karnı acıkan [adam]. |
ertâ |
: | ارطی |
(a. i.) : tabakların, yaprağiyle sahtiyan [deri] boyadıkları bir nevi ağaç. |
ertel |
: | ارتل |
(a. s.) : peltek [adam], (bkz. : erett). |
erteng |
: | ارتنگك |
(f. i.) : İran hurafelerine göre meşhur ressam ve nakkaş Manî'nin yaptığı resimleri içine alan koleksiyon, mecmua, dergi, (bkz. : engelyun, erjeng). |
erûm |
: | اروم |
(a. ' erûme'nin c.) : bot. sâk-ı cezri, * köksap [lar]. |
erûme |
: | ارومه |
(a. i. c. : erûm) : kök; anakök. |
erüs |
: | اروس |
(f. i.) : kumaş; meta. |
erva' |
: | اروع |
(a. s.) : 1) Çok güzel [genç]. 2) son derece cesur ve yiğit [adam]. |
ervah |
: | ارواح |
(a. i. rûh'un c.) : canlar, hayâtın cevherleri. |
ervâh-ı habise |
: |
kötü ruhlar, [cinlerle şeytanlardan kinaye bir deyim]. |
|
ervâh-ı lâtife |
: |
melâikeden kinaye olan bir deyim. |
|
ervâh-ı makamât |
: |
müzik makamlarının ruhları. |
|
ervâh-ı mukaddese |
: |
kutsal ruhlar. |
|
ervâh-ı tayyibe |
: |
iyi ruhlar. |
|
ervâhiyye |
: | ارواحيه |
(a. i.) : fels. * canlıcılık, fr. animisme. |
ervâk |
: | ارواق |
(a. i. revk'ın c.) : 1) perdeler. 2) çadırlar. |
ervâm |
: | اروام |
(a. h. i. rûmî'nin c.) : 1) Romalılar. 2) Rûmîler, Arap diyarının dışında bulunanlar. |
ervâne |
: | اروانه |
(f. i.) : 1) bot. yabani şebboy, (bkz. : erdâne). 2) zool. bir cins dişi devs, arvana. |
erveb |
: | اروب |
(a. i.) : yoğurt, (bkz. : duğ). |
ervenân |
: | ارونان |
(a. s.) : 1) dik [ses]. 2) sıkıntılı, ıztırablı [gün], |
ervend |
: | اروند |
(f. i.) : 1) tecrübe, sınama, deneme. 2) şeref ve îtibar. |
ervîn |
: | اروين |
(f. i.) : (bkz. : ervend1 ). |
eryâf |
: | ارياف |
(a. i. rîf'in c.) : ma'mur, verimli, düz ve ekini bol olan yerler. |
erz, erziş |
: | ارز ، ارزش |
(f. i.) : kıymet, baha, değer, kadir ve îtibar. |
erz |
: | ارز |
(a. i.) : pirinç [hububattan] fasîhi "erüz" dür. |
erzak |
: | ارزاق |
(a. i. rızk'ın c.) : yiyecek, içecek, yenilecek, içilecek şeyler, azıklar. |
erzâk-ı askeriyye |
: |
askere verilen yiyecekler. |
|
erzâk-ı mukaddere |
: |
Allah'ın herkese takdir ettiği rızık. |
|
erzâl |
: | ارذال |
(a. s. rezîl'in c.) : alçaklar, soysuzlar, yüzsüzler, (bkz. : rüzelâ'). |
erzân |
: | ارزان |
(f. s.) : 1) ucuz. 2) lâyık, uygun, yerinde. |
erzânî |
: | ارزانی |
(f. i.) : 1) ucuzluk. 2) lâyık görülme, liyâkat. |
erzâniş |
: | ارزانش |
(f. i.) : hayır ve iyilikler. |
Erze |
: | ارزه |
(f. i.) : 1) samanlı sıva çamuru. 2) çamdan çıkarılan zift. 3) eski usûle göre yer yüzünün bölündüğü yedi iklim, yânî yedi parçadan birinci iklim, ekvatöre yakın olan mıntaka. |
erze |
: | ارزه |
(a. i) : çam ağacı. |
erze-ger |
: | ارزهگر |
(f. b. i.) : sıvacı. |
erzel |
: | ارذل |
(a. s. rezîl'den.) : 1) alçak, soysuz. 2) daha (en, pek, çok) rezil. |
erzel-i nâs |
: |
insanların en fenası. |
|
erzel-i ömr |
: |
ihtiyarlığın sonları, bunaklık günleri. |
|
erzen |
: | ارزن |
(f. i.) : darı [hububattan]. |
erzenîn |
: | ارزنين |
(f. i.) : darı ekmeği. |
erzîde |
: | ارزيده |
(f. s.) : pahası kesilmiş, biçilmiş şey]. |
erzîz |
: | ارزيز |
(f. i.) : kalay. |