en

: اً

(a. e.) : arapça kelimelerin sonuna gelerk, kelimeyi zarf yapar : kasden, inâyeten, hakîkaten v.b. 

enâbîb

: انابيب

(a. i. ünbûbe'nîn c.) : boğum boğum olan şeyler, kamış gibi içi boş olan fen âletleri, borular. 

enâbîb-i gırbâliyye

:  

kalbur damarları. 

enâbîb - ihazmiyye

:  

anat. hazım ('sindirim) boruları. 

enâbîk

: انابيق

(a. i. inbik'in c.) : inbikler. 

enâbîş

: انابيش

(a. i.) : yerden çıkarılan otun kökü. (bkz. : enbûşe). 

enâcîl

: اناجيل

(a. i. incil'in c.) : inciller. 

enâcîl-i erbaa

:  

Hz. İsa'nın göğe ağmasından sonra Havâriyyun'un tertipledikleri söylenen dört ayrı incil metni : [Mettâ, Markus, Luka, Yuhanna]. 

enâdîd

: اناديد

(a. s.) : perişan, perakende, dağınık şeyler. 

enâfis

: انافس

(a. s. enfes'in c.) : er nefîs olan şeyler. 

enâfis-i âsâr-ı edebiye

:  

edebî eserlerin en nefisleri en değerlileri. 

enâhîd

: اناهيد

(f. i.) : Zühre Venüs) gezeğeni, (bkz. : nâhîd). 

enâiyyet

: انائيت

(a. i.) : (bkz. : eneiyyet, enâniyyet). 

enam

: انام

(a. i.) : 1) bütün mahlûklar, yaratılmış olan canlılar. 2) halk, insanlar. Beyn-el-enam : halk arasında. Rabb-ül-enâm : bütün mahlûkatın Rabbi Seyyid-ül-enâm (halkın Ulu'su) : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm). 

en'âm

: انعام

(a. i. na'm'ın c.) : 1) at, deve, sığır ve koyun gibi hayvanlar. 2) s. hayvan gibi kimseler. 3) i. Kur'ân-ı Kerim'de bir sûrenin adı. 4) i. bâzı âyet ve sûreleri de ihtiva eden dîni duâ kitabı. 

enâmil

: انامل

(a. i. enmele'nin c.) : parmak uçları. 

enâniyyet

: انانيت

(a. i.) : kendini beğenme, bencilik, (bkz. : enâiyyet, eneiyyet). 

enâr

: انار

(f. i.) : nar [meyva]. (bkz. : rümmân). 

enâr-Allahü kabrühû

: انار الله قبره

(a. cü.) : "Allah mezarını aydınlatsın!" mânâsına gelen iyi bir dilek. 

enbâ

: انبا

(a. i. nebî'nin c) : peygamberler. 

enbâg

: انباغ

(f. i.) : ortak kadın, kuma. 

enbâhûn

: انبخون

(f. i.) : 1) sağlam, tahkîm edilmiş yer. 2) hisar, kale. 

enbân, enbâne

: انبان ، انبانه

(f. i.) : dağarcık denilen deri çanta, yiyecek çantası, heybe. 

enbânçe

: انبانچه

(f. i.) : küçük dağarcık, ufak heybe; çanta. 

enbâr

: انبار

(f. i.) : 1) dolu, yığın, küme. 2) kuvvet vermek için ekinlere dökülen çör-çöp, gübre, ["enbârden" ve "enbâşden" mastarından emir]. 

enbâr

: انبار

(a. i. nibr'in c.) : anbarlar, anbar. Der-enbâr etmek : anbara koymak, teslim etmek, [cemi olduğu halde bizde müfret olarak kullanılır]. 

enbâşte

: انباشته

(f. s.) : 1) tıkanmış. 2) yıkılmış. 

enbâz

: انباز

(f. s.) : ortak, eş. (bkz. : şerik). Bî-enbâz : şeriki olmıyan, eşsiz. 

enbâz

: انباز

(a. i. nebez'in c.) : lâkaplar, takma adlar, soyadları. 

enbâzî

: انبازی

(f. i.) : ortaklık, şeriklik. 

enbele

: انبله

(f. i.) : Hind hurması, demir hindi. 

enberût

: انبروت

(f. i.) : armut, (bkz. : emrûd). 

enbeste

: انبسته

(f. s.) : koyulaşmış, katılaşmış, uyuşmuş [nesne]. 

enbeste-dem

: انبسته دم

(f. b. s.) : tenbel, miskin, gayretsiz [kimse). 

enbîk

: انبيق

(a. i.) : inbik. 

enbîr

: انبير

(f. i.) : yaş ve kuru çamur. 

enbîre

: انبيره

(f. i.) : üstü toprak sıvalı damlarda sıva altına konulan saz, çalı çırpı, talaş, yonga gibi şeyler. 

enbiyâ'

: انبياء

(a. i. nebî'nin c.) : müstakil şeriat sahibi olmıyan peygamberler, yalvaçlar, (bkz. : resul). 

enbûb

: انبوب

(f. i.) : minder, döşek; döşeme. 

enbûde

: انبوده

(f. s.) : istif edilmiş, devşirilmiş, katlanmış ["enbûden" mastarından ismi mefûl]. 

enbûh

: انبوه

(f. s.) : 1) çok, kalabalık, başka Leşker-i enbûh : kalabalık asker. 2) i. çokluk, (bkz. : cemâat, izdiham). 3) i. meclis. 4) kalın, yoğun. 5) duvarın yıkılıp dökülmesi. 

enbûşe

: انبوشه

(a. i.) : bot. 1) yer elması, patates gibi yerden çıkarılan şeyler. 2) ağaç kökleri, (bkz. : enâbîş). 

enbûy

: انبوی

(f. i.) : koklama, koku. 

enbûzen

: انبوذن

(f. i.) : asıl, madde. 

enbûzen-i inşân

:  

toprak [insanın asıl maddesi olduğu için], (bkz. : tin). 

enbür

: انبر

(f. i.) : ocağı ve ateşi karıştırmıya yarıyan âlet. [Anadolu'da "eğsi, eksi, eğsiran v.b. gibi karşılıkları vardır]. 

enbüre

: انبره

(f. s.) : 1) tüyü dökülmüş [şey, hayvan], en çok deve. 2) i. dolap beygiri. 3) i. dere. 4) i. işkembe. 

encâb

: انجاب

(a. s. necîb'in c). : (bkz. : necâib, nücebâ). 

eııcâd

: انجاد

(a. i. necd'in c.) : yüksek yerler, yüce yerler. 

encam

: انجام

nihayet, son. (bkz. : akıbet, fercâm). 

encâm-ı kâr

:  

işin sonu. (bkz. : âhir-ül-emr). 

encâs

: انجاس

(a. necs'in c.) : pislikler. 

encel

: انجل

(f. i.) : bot. hatmi çiçeği. 

encer

: انجر

(a. i.) : gemi direği, (bkz. : lenger). 

encere

: انجره

(f. i.) : bot. 1) ısırgan otu. (bkz. : encüre). 2) hek. kurdeşen, vücuttaki kaşıntılı döküntüler, urtica. 

encidân

: انجدان

(a. i.) : bot. kasnı denilen ilâcın yapıldığı bir ağaç. 

eneîn

: انجين

(f. zf.) : 1) ufak ufak, kıyma kıyma, tane tane. fenciden" mastarından]. 2) i. sıvacı, (bkz. : endâyiş-ger). 

encîr, encîre

: انجير ، انجيره

(f. i.) : incir. 

encûc

: انجيوج

ödağacı, (bkz. : encûg). 

encûg

: انجيوغ

(f. i.) : 1) öd ağacı. 2) ocak. (bkz. : encûc). 

encûh, encûg

: انجيوخ ، انجيوغ

(f. i.) : 1) kıvrım, 2) s. solmuş, buruşmuş (meyva). [encûhîden ve encûgîden mastarından]. 

encüm

: انجم

(a. i. necm'in c.) : yıldızlar, (bkz. : kevâkib, nücûm, sitâregân). 

encümen

: انجمن

(f. i.) : cemiyet, meclis, şûra, komisyon; takım. '

encümen-i dâniş

:  

akademi. 

encümen-i siyâsî

:  

siyâsî encümen, politika kulübü. 

encümen-gâh

: انجمن گاه

(f. b. i.) : meclis, cemiyet yeri. 

encür

: انجر

(a. i.) : ısırgan otu. 

encürs

: انجره

(a. i.) : bot. ısırgan otu. (bkz. : encere). 

encürî

: انجرى

(a. i.) : hararet kabarcıkları, isilik. 

encüriyye

: انجريه

(a. i.) : 1) hek. ısırgan otunun meydana getirdiği kabarcıklara benziyen bir çeşit deri hastalığı. 2) bot. ısırgangiller. 

endâ'

: انداء

(a. i. nedâ'nın c.) : şebnemler, çiğler, (bkz. : endiye). 

endâd

: انداد

(a. i. nidd'in c.) : misiller, nazîrler, benziyenler, eşler, (bkz. : eşbâh, nazâir). 

endâd ü ezdâd

:  

benzerler ve zıtlar. 

endâd

: انضاد

(a. s. : nadad'ın c). : (bkz. : enzâc!). 

endâht

: انداخت

(f. i.) : 1) atma, atış; atılma. 2) silâh atma, boşaltma. endâhte atılmış; bir tarafa bırakılmış. 

endâhte-i kûşe-i nisyân

: انداخته

unutma köşesine atılmış, unutulup gitmiş. 

endam

: اندام

(f. i.) : vücut, beden, insanın âzası, biçim; boy, boybos; cisim. Arz-ı endam 'etmek : boy göstermek. 

endâm-ı mevzun

:  

düzgün endam, düzgün beden. 

endâmi

: اندامى

(f. i.) : bedene uygun, biçimli eibise. 

endâr

: اندار

(f. i.) : hikâye, baştan geçen şey. (bkz. : vakıa, sergüzeşt). 

endâve, endâye

: انداوه ، اندايه

(f. i.) : 1) sıvacı malası. 2) şikâyet. 

endâyiş

: اندايش

(f. i.) : sıvama, yaldızlama. 

endâyiş-ger

: اندايشگر

(f. b. i.) : sıvacı, yaldızcı, (bkz. : encîn 2). 

endâz (-)

: انداز

(f. s.) : 1) atıcı. Silâh-endâz : silâh atan, nefer, er. Tîr-endâz : ok atan. 2) atmış. 

endaze

: اندازه

(f. i.) : 1) altmış santimetrelik bir ölçü. 2) ölçek. 3) tahmin, takdir. 4) mertebe, derece. 

end-bend

: اند بند

(f. zf.) : 1) parça parça, boğum boğum. 2) mahcup, utanmış. 

endek

: اندك

(f. s.) : 1) az, azıcık. 2) yaşı küçük. Tıfl-ı endek : yaşı küçük çocuk. 

endeme

: اندمه

(f. i.) : geçmiş sıkıntıları hatırlama. 

ender

: اندر

(a. s.) : daha (en, pek) nâdir, çok seyrek ve az bulunan. 

ender

: اندر

(f. zf. nâdir'den) : "-de, içinde". Cehân-ender cehân : cihan içinde cihan. Müşkil ender müşkil : zorluk içinde zorluk, [çok defa Farsça veya Arapça İki kelime arasında kullanılırlar]. 

enderez

: اندرز

(f. i.) : 1) öğüt, nasîhat; vasiyet. 2) mektup. 

enderi

: اندرى

(a. i.) : kalın ip, halat. 

enderûb, endûb, endûc

: اندروب ، اندوب

(f. i.) : hek. temriye denilen cilt hastalığı. 

enderûn

: اندرون

(f. b. i.) : 1) bir şeyin iç tarafı, dâhili; içyüz; harem dâiresi. 2) kalb. 3) [evvelce Hırka-i Sâadet ile Hazîne-i Hümâyûn'un bulunduğu saray. 

enderûn-i hümâyûn

:  

saray müstahdimîni yetiştirmek için kurulan teşkilât.

enderûn ü bî-rûn

:  

iç ve dış. 

endîş (-)

: انديش

(f. s.) : düşünen, ölçülü davranan. Akıbet-endîş : sonunu düşünen. Bed-en-dîş : fena düşünen. Dûrendîş : derin, uzağı düşünen, tedbirli. 

endişe

: انديشه

(f. i.) : düşünce; vesvese, merak, kaygı; gam, keder; şüphe; korku.

endîşe-i ferda

:  

yarının düşüncesi. 

endîşî (-)

: انديشى

(f. i.) : "endîş" ile nihâyet bulan sıfatları isimleştirerek bunlara "düşünüş" mânâsını verir. Âkıbet-endîşi : sonunu düşünüş. Dûr-endişî : her şeyi evvelden düşünüş, görüş. 

epdîş-nâk

: انديشناك

(f. b. s.) : düşünceli, kederli, sıkıntılı. 

endiye

: انديه

(a. i. nedâ'nın c.) : şebnemler, çiğler. (bkz. : endâ'). 

Endûd

: اندود

(f. i.) : sürmek, tılâ etmek, sıvamak, yaldızlamak mânâsına olan "endû-den" mastarından müştak olup "parlak sıva", "sıva" manasınadır. Zer-endûd : yaldızlı, altın sıva. 

endûh, endüh

: اندوه ، انده

(f. i.) : gam, keder, tasa, kaygı, üzüntü, sıkıntı. 

endûh-i bi-pâyân

:  

sonsuz keder, üzüntü.

endûh-gün, endüh gin

: اندوهگين ، اندهگين

(f. b. s.) : gamlı, kederli, tasalı, (bkz. : endûh-nâk, endüh-nâk).

endûh-güsâr

: اندوهگسار

(f. b. s.) : kederi, gamı, sıkıntıyı gideren. 

endûh-nâk, endüh-nâk

: اندوهناك ، اندهناك

(f. b. s.) : kederli, gamlı, tasalı, sıkıntılı, (bkz. endûh-gîn, endüh-gîn). 

endûhte

: اندوخته

(f. s.) : kazanmış; kazanılmış; biriktirmiş, biriktirilmi hazırlanmış. 2) ödenmiş. 

-endûz

: اندوز

(f. s.) : "kazanan, biriktiren, toplıyan" mânâsiyle kelimeleri sıfat yapar Hikmet-endûz : hikmet kazanan. Tarâb-endûz : ahenk kazanan. 

ene

: أنه

(a. zm.) : fels. ben, fr. moi.

eneiyye

: انأيه

(a. i.) : fels. * tekbencilik, fr. solipsisme. 

eneiyyet

: انأيت

(a. i.) : bencilik, ket dini beğenmişlik, (bkz. : enâiyyet, enâniyyet). 

ene-l-hakk

: انالحق

(a. cü.) : Hllâc-ı Mansûr'un söylediği : "ben hakkım" mânâsına meşhur bir söz. 

enf

: انف

(a. i.) : burun, herşeyin ön kismı, uç. Ebü-l-enf : koca burunlu, kibirli. Kesr-i enf : burnunu kırma, kibrini kırma. 

enfa'

: انفع

(a. s. nâfi'den.) : en nâfi daha (pek, çok) faydalı. 

enfâl

: انفال

(a. i. nefel'in c.) : 1) gan etler, düşmandan alınan mallar, emeksiz kazanç lar. 2) Kur'ân-ı Kerîm'de bir sûrenin adı. 

enfâr

: انفار

(a. i. nefîr'in c.) : cemâatler halk, kalabalıklar, (bkz. : nefîr). 

enfâs

: انفاس

(a. i. nefes'in c.) : 1) nefesler, soluklar. 2) nebî ve velî gibi uluların irşâd edici duaları, (bkz. : nefes). 

enfâs-ı hayriyye

:  

hayırlı nefesler. 

enfâs-ı ma'dûde

:  

sayılı nefesler, insan hayâtı. 

enfâs-ı Mesih

:  

Hz. İsa'nın, ölüleri dirilten nefesleri. 

enfes

: انفس

(a. s. nefîs'den.) : daha (en, pek) nefîs, çok değerli ve lezzetli folan].

enfes-i asar

:  

eserlerin en nefîsi, en değerlisi.

enfes-i et'ime

:  

yemeklerin en lezzetlisi. 

enfes-ül-cevâhir

:  

XV. asrın açık ve düzgün Türkçe ile yazı yazan bilginlerinden olup 1531 (H. 938) târihinde ölen İznikli Mûsâ bin Hacı Hüseyn'in aslı Arapça olan Tefsîr-i Hâzinî'den yaptığı tercüme bir eserdir. 

enfî

: انفی

(a. s.) : buruna mensup, burunla ilgili. 

enfiye

: انفيه

(a. i.) : keyif için buruna çekilen çürütülmüş ve içine bâzı kokulu maddeler katılmış tütün tozu, burun otu. [uydurma kelimedir]. 

enfüs

: انفس

(a. i. nefs'in c.) : ruhlar, canlar, yaşıyanlar, hayat sahipleri.

enfüs ü ifâk

:  

nefis ve dışı. 

enfüsî

: انفسی

(a. s.) : nefiste meydana gelen, düşünülmüş şeye nispetle düşünene, ferdî zihne ait bulunan, * nesnel, fr. subjectif. [zıddı : âfâkî = fr. objectifdir]. 

enfüsiyye

: انفسيه

(a. i.) : * öznecilik, fr. subjectivisme. 

Engini

: انگان

(f. i.) : vakit, mevsim, (bkz. : hengâın). 

engâme

: انگامه

(f. i.) : 1) topluluk; toplanma yeri. 2) oyuncular derneği. 3) savaş yeri. 

engâr

: انگار

(f. i.) : 1) sanma, zan, tasavvur; şüphelenme. 2) tamamlanmıyan iş. 

engâre

: انگاره

(f. s.) : 1) tamamlanmıyan iş ve nakış, taslak. 2) hikâye, efsâne. 3) baştan geçen bir şeyi ve hikâyeyi tekrarlama. 4) utanarak geri geri çekilme. 5) hesap defteri. 

engâz

: انگاز

(f. i.) : sanat sahiplerinin kullandıkları âlet. 

engel, engele, engîl, engîle

: انگل ، انگله ، انگيل ، انگيله

(f. i.) : 1) ilik, düğme, (bkz. : engûl, engûle). 2) s. sözü, sohbeti çekilmiyen kaba kimse. 

engelyûn

: انگليون

(f. i.) : 1) incil. 2) yedi renkli, işlemeli bir çeşit ipek kumaş. 3) (bkz. : erjeng, erteng). 

engihte

: انگيخته

(f. s.) : koparılmış, oynatılmış; yükseltilmiş; karıştırılmış.

engîr

: انگير

(f. i.) : (bkz. : engûr). 

engişt

: انگشت

(f. i.) : kömür, (bkz. : fahm ). 

engiştâl

: انگشتال

(f. s.) : hasta, zayıf, dermansız [kimse]. 

engîz (-)

: انگيز

(f. e.) : koparan, karıştıran; depreten. Fitne-engîz : fitne koparan, fesat karıştıran. Safâ-engîz : safa koparan, neşe yaratan. 

Engûje

: انگوژه

(f. i.) : (bkz. : engüje, engüjed). 

engûl, engûle

: انگول ، انگوله

(f. i.) : (bkz. : engel, engele, engîl, engîle). 

Engûr

: انگور

(f. i.) : üzüm. Âb-ı engûr (üzüm suyu) : şarap, (bkz. : ineb). 

engûrek

: انگورك

(f. i.) : gözbebeği, (bkz. : hadeka). 

engübîn

: انگبين

(f. i.) : bal, (bkz. : asel). ["engebîn" şeklinde de kullanılır]. 

engüj

: انگژ

(f. i.) : filcilerin fili idare için kullandıkları ucu eğri demir karga burnu. 

engüje, engüjed

: انگژه ، انگژد

(f. i.) : kokusu keskin ve fena olan baldırgan pusu, (bkz. : engûje). 

engüjed

: انگژد

(f. i.) : "encüdân" veya "encidân" da denilen ağaçta meydana gelen ve "kasnı" adını alan bir nevî ilâç. (bkz. : hıltît). 

Engürûs

: اگروس

(h. i.) : 1) Macar. 2) Macaristan. 

engüşt

: انگشت

(f. i.) : parmak.

engüşt-i çehârüm

:  

atsız parmak.

engüşt-i kihîn

:  

serçe parmak.

engüşt-i mihîn

:  

orta parmak. engüşt-i muhannâ : kınalı parmak. engüşt-i nîl : fakirlik. engüşt-i sütürg : baş parmak. 

engüşt-i muhannâ

:  

kınalı parmak.

engüşt-i nîl

:  

fakirlik.

engüşt-i sütürg

:  

baş parmak. 

engüştâne

: انگشتانه

(f. i.) : dikiş yüksüğü, (bkz. : engüştene). 

engüçt ber-cebîn nihâden

: انگشت برجبين نهادن

(f. dey.) : parmağı alın özerine koymak, selâm vermek. 

engüşt ber-dehân

: انگشت بردها

(f. dey.) : parmağı ağızda [olan, taaccübeden, şaşa kalan. 

engüşt-ber-dehân nihâden

: انگشت بردهان نهادن

(f. dey.) : 1) hayran olmak, şaşmak. 2) susturmak. 

engüşt ber leb-zeden

: انگشت بر لبزدن

(f. dey.) : dudağa parmak vurmak, ağız aramak, söyletmek. 

engüşt ber-nemek sûden

: انگشت برنمك سودن

(f. dey.) : parmağını tuza sürmek, yemin etmek, söz vermek. 

engüşt bürek

: انگشت برك

(f. b. i.) : zool. köstebek. 

engüşt der çeşni kerden

: انگشت درچشم كردن

(f. dey.) : iyiliğe karşı kemlik etmek. 

engüşte

: انگشته

(f. i.) : zir. ekincilerin harman savurdukları âlet, yaba. 

engüştene

: انگشتنه

(f. i.) : terzi veya yorgancı yüksüğü, (bkz. : engüştâne). 

engüşter, engüşterî

: انگشتر ، انگشتری

(f. i.) : parmağa süs için takılan yüzük. 

engüşter-i pâ

:  

ayak yüzüğü, mec. kıymetsiz ve-İtibarsız şey. 

engüşt hâîden

: انگشت خائيدن

(f. b. i.) : 1) mahvetmek. 2) yok farzetmek. 3) parmakla göstermek. 

engüşt-nümâ

: انگشت نما

(f. b. s.) : parmakla gösterilen [iyilik veya fenalık hususunda]. 

enhâ'

: انحاء

(a. i. nahv' in c.) : 1) taraflar, cihetler, yanlar. 2) yollar. enhâ-yi sahra : çöl tarafları. 

enhâr

: انهار

(a. i. nehr'in c.) : ırmaklar, çaylar. 

enhâr-ı arnika

:  

derin nehirler, (bkz. : enhür). 

enhas

: انحس

(a. s. nahs'dan) : en nuhûsetli, pek uğursuz, çok şom [meş'um]. (bkz. : eş'-em). 

enhür

: انهر

(a. i. nehr'in c.) : ırmaklar, çaylar, (bkz. : enhâr). 

enîk, enîka

: انيق ، انيقه

(a. s.) : güzel, sevimli, şirin şey. 

enîn

: انين

(a. i.) : inilti, inleme.

enîn-i hafî

:  

gizli inilti. 

enîr

: انير

(f. i.) : çirkin huy, fena tabîat. 

enîs, enîse

: انيس ، انيسه

(a. i. üns'den.) : 1) dost, arkadaş; yar, sevgili. 

enîs-i dil

:  

gönül dostu. 2) [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı. 

enîs-ül-guzât

:  

XVI. asır şâilerinden Hüsam Fü-tûhî'nin manzum olarak yazdığı 118 sahifelik bir fetihnamedir, [bu eser, 1526 (H. 933) yılında Kanunî Sultan Süleyman'ın Macaristan'a yaptığı seferini hikâye etmektedir]. 

enîs-ül-kalb

:  

Fuzûlî'nin, Iran şâirlerinden Hüs-rev-i Dehlevî ile Molla Câmi'ye nazîre olarak yazmış olduğu meşhur Farsça kasîdesidir. 

enîsân

: انيسان

(f. i.) : 1) yalan, (bkz. : kizb). 2) boş, mânâsız söz. 

enîse

: انيسه

(f. s.) : donmuş, pekişmiş, [nesne]. 

enîse

: انيسه

(a. i.) : ateş, od. (bkz. : nâr). 

enîşe

: انيشه

(f. i.) : 1) hafiye. 2) casus. 3) s. dalkavuk, (bkz. : müdâhin). 

eniyyet

: انيت

(a. i.) : fels. * kişilik, fr. personnalite. 

enkas

: انقص

(a. s.) : daha (en, pek, çok) noksan, eksik. 

enkaz

: انقاض

("ka" uzun okunur. a. i. nukz'un c.) : 1) bina yıkıntıları, yıkıntı moloz. 2) eski hayvanların bakiyeleri. 

enkaz-ı beşer

:  

insan yıkılmaları. 

enkaz-ı remînıe

:  

kazaya uğramış ve esaslı kısımları dağılmış gemi ve tekne bozuntuları. 

enkaz-ı ümmîd

:  

ümit yıkıntısı. 

enker

: انكر

(a. s.) : en çirkin, pek fena.

enker-ül-esvüt

:  

seslerin en çirkini, anırtı. 

enkiha

: انكحه

(a. i. nikâh'ın c.) : (bkz. : nikâh). 

enmele

: انمله

(a. i. c. : enâmil) : parmak ucu. [kinaye olarak "el" mânâsına kullanılır], 

enmâr

: انمار

(a. i. nimr'in c.) : kaplanlar, (bkz. : nimâr, nümûr). 

enmûzec

: انموذج

(a. i.) : nümûne, örnek, mostra; tip. [fasihi "nümûzec" dir]. enmûzec-i âlem : âlemin örneği. 

enmûzec-i evvel

:  

ilk örnek. 

enine

: اننه

(a. s.) : çok inliyen. (bkz. : nâlân ). 

en-Nehr

: النهر

(a. h. i.) : astr. semânın güney yarım küresine ait bir burç olup "Orion" ve "Sevr" burçları altından uzanır. 

ensâ

: انسا

(a. i. nesy'in c.) : unutmalar. 

ensâb

: انساب

(a. i. Nesy 'in c.) : 1) soylar, baba tarafından hısımlar. 2) logaritma cetvellerininsayıları ; [ceyb (sinüs) , teceyb (cosinus), rnümâs (tangent), tamam mümâs (cotan- ' gent), katı' (sequence), tamam katı' (cosequen-ce)l. 

ensâb

: انصاب

(a. nusub'un c.) : 1) serler, belâlar. 2) putlar, heykeller, (bkz. : esnam). 

ensâc

: انساج

(a. i. nesc'in c.) : hek. nesiçler; * dokular, İlm-ül-ensâc : * dokubilim, fr. histologie. [ensâc kelimesi, bâzı, lügatlerde bulunmamakla beraber kullanılır olmuştur]. 

esnâf

: انصاف

(a. s. nısfınc.) : yarımlar, yaniar. 

ensaf

: انصف

(a. s. insaf dan.) : daha (en, pek) insaflı. 

ensaf-ı esnaf

:  

esnafın en insaflısı. 

ensâl

: انسال

(a. i. nesl'in c.) : evlâtlar, soylar, zürriyetler, sülâleler, döller, (bkz. : nesi). 

ensâr

: انصار

(a. s. nâsır'ın c.) : yardımcılar, muavinler, müdâfîler, koruyucular, (bkz. : nâsırîn ). 

Ensârî

: انصاری

(a. s. ve i.) : ensârdan olan kimse, [ensâr : Medine'deki "Evs" ve "Harzec" kabilelerine mensup. Hicretten sonra. Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'e din uğrunda yardımcı olan kimseler], 

ensâr-ullâh

:  

Allah yolunda Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'e yardım edenler. 

enseb

: انسب

(a. s. nesîb'den.) : daha (en, pek) münâsip, uygun, çok yerinde. 

ensice

: انسجه

(a. i. nesc'in c.) : 1) anatomide dokumaya benzetilen uzvî teşekküller ve botanikte yaprakların ince örgüleri. 2) dokumalar, kumaşlar, örmeler, [bu kelime Arapça bir kalıba sokularak uydurulmuştur]. 

ensür

: انسر

(a. i. nesrin c.) : (bkz. : nüsûr). 

Entak

: انطق

(a. s. nutk'dan.) : daha (pek, çok, en) iyi söz söyliyen. 

entarûn

: انطرون

(a. i.) : tıpta kullanılan bir ot, kantaron. 

enûk

: انوق

(a. i.) : zool. kartal [kuş]. 

enûşâ

: انوشا

(f. i.) : 1) Mecûsî mezhebi. 2) sevinç. 3) adalet, âdillik. 

enûşe

: انوسه

(f. i.) : 1) hoş, ne kadar hoş, mes'ut. 2) şarap. 3) genç pâdişâh. 4) Şâpûr Şâh'ın halası. 

en'üm

: انعم

(a. i. ni'met'in c.) : 1) iyilikler, lûtuflar, ihsanlar, nimetler, yiyecek ve içeceğe dâir şeyler, ekmekler, (bkz. : niam). 2) h. i. Medine'de bir yer adı. 

enva'

: انواع

(a. i. nev'in c.) : çeşitler, türlüler. 

envâ-i kesîre

:  

çok çeşitler. 

envâ-i nekayıs

:  

eksikliklerin, noksanların türlüsü. 

envâh

: انواح

(a. i. nevh'in c.) : ölüye ağlıyan kadınlar, ağıt yakanlar. 

envâr

: انوار

(a. i. nûr'un c.) : ziyalar, aydınlıklar, ışıklar, parlaklıklar. 

enver

: انوار

(a. s. nevr'den.) : daha (en, pek) nurlu, çok ve pek parlak, çok güzel. 

enyâb

: انياب

(a. i. nâb'ın c.) : köpek dişleri denilen uçları sivri dört diş. (bkz. : esnân-ı katıa). 

enyâr

: انيار

(a. i. nîr'in c.) : boyunduruklar. 

enzâd

: انضاد

(a. s. nazad'ın c.) : 1) şerefli ve tertipli kimseler. 2) toprak tabakaları, (bkz. : endâd). 

enzal

: انذال

(a. s. nezl ve nezîl'in c.) : soysuzlar, alçaklar, aşağılık adamlar. 

enzâm

: انظام

(a. i.) : balıkların karınlarında peyda olan yumurta dizileri. 

enzâr

:  

(a. i. nazar'ın c.) : bakışlar, bakmalar. 

enzâr-ı ecnebiyye

:  

yabancı bakışlar. 

enzâr-ı ta'ziye

:  

tâziyet bakışları. 

enzâr-ı ümmet

:  

halkın bakışları.