ekabb |
: | اقب |
(a. s.) : beli ince olan. |
ekâbir |
: | اكابر |
(a. s. ekber'in c.) : rütbece, görgü ve faziletçe büyük olanlar, devlet ricali, (bkz. : büzürgân). |
ekâbir-i şuarâ-yi Arab |
: |
Arab şâirlerinin en büyükleri. |
|
Ekadîh |
: | اقاديح |
("ka" uzun okunur, a. i. kıdh'ın c.) : oklar. |
ekahî |
: | اقاحی |
("ka" uzun okunur, a. i. ukhuvân'ın c.) : papatya çiçekleri. |
ekalîm |
: | اقاليم |
("ka" uzun okunur, a. i. ıklîm'in c.) : dünyânın mıntakaları, memleketler, diyarlar. |
ekalîm-i bâride |
: |
soğuk iklimler, memleketler. ekalîm-i hârre : sıcak iklimler. ekalîm-i seb'a : yedi iklim. |
|
Ekall |
: | اقل |
(a. s.) : en az, en aşağı, (bkz. : akall). |
ekall-i murabbaât |
: |
mat. astr. en küçük kareler metodu, meşhur riyaziyeci ve fizikçi bilgin Gauss'-un buluşu olan bir metoddur. Türlü ölçüleri yapı lan bir mesaha içinde elde edilen çeşitli değerlerden hakiki değere en fazla yanaşabilmek için kullanılan bir takım riyâzî ameliyeler silsilesi, [italyart astronomu Giuseppa Piazzi, seyyârât-ı sagîredert Ceresi keşfettiği zaman şartların kötü oluşundan seyyârecik kaybedilmişti. Gauss muvâzene metoduyla mevcut rasatlara dayanarak ertesi sene yıldızın bulunması lâzımgelen yeri tâyin etti ve Ceres, onun tâyin ettiği koordinatlarla tekrar bulundu]. |
|
ekalliyet |
: | اقليت |
(a. i.) : (bkz. : akalliyyet.). |
ekanîm |
: | اقانيم |
("ka" uzun okunur, a. i. uknûm'un c.) : asıllar, zatlar, rükünler. |
ekanîm-i selise |
: |
Hıristiyanlığın, baba, oğul ve rûh-ül-Kudüs'den ibaret teslis inanışı. |
|
Ekarib |
: | اقارب |
("ka" uzun okunur, a. s. akreb'in c.) : yakın akraba, hısımlar. |
ekârim |
: | اكارم |
ekrem'in c.) : en necip, pek âlicenap, çok sahaveti i, cömert ve eliaçık olanlar. |
ekâris |
: | اكارس |
(f. i.) : bot. yenilen mantar. |
ekasır |
: | اقاصر |
("ka" uzun okunur, a. s. akser'in c.) : daha (en, pek, çok) kısalar. |
ekasî |
: | اقاصی |
("ka" uzun okunur, a. s. aksâ'nın c.) : daha (pek, en) uzaklar. ekasî-i bilâd : en uzak şehirler. |
ekasîm |
: | اقاسيم |
("ka" uzun okunur. a. i. kısm'ın c. olan aksâm'ın c). 1) (bkz. : aksam, kısım). 2) kısmetler, nasipler, paylar. |
ekâsire |
: | اكاسره |
(a. i. kisrâ'nın c.) : eski Acem pâdişâhları. |
ekâsire-i Acem |
: |
Acem hükümdarları. |
|
ekatî |
: | اقاطی |
("ka" uzun okunur, a. i. katî'in c.) : koyun sürüleri. |
ekavîl |
: | اقاويل |
("ka" uzun okunur, a. i. kavl'in c. olan akvâl'in c.) : sözler lâkırdılar, kelimeler. |
ekavîl-i bâtıla |
: |
bâtıl sözler. |
|
ekavîl-i kâzibe |
: |
yalan, uydurma sözler. |
|
ekâzîb |
: | اكاذيب |
(a. s. ükzûbe'nin c.) : asılsız, yalan, uydurma sözler. |
ekbâ' |
: | اكباء |
(a. i. kibâ'ın c.) : süprüntüler. |
ekbâ-yi etrika |
: |
sokakların süprüntüleri. |
|
ekbâ-yı matbah |
: |
mutfak süprüntüleri. |
|
ekbâd |
: | اكباد |
(a. i. kebed ve kebid'in c.) : kebetler, karaciğerler, (bkz. : kübûd). İlti-'hâb-ı ekbâd : hek. ciğerlerin iltihaplanması. |
ekber |
: | اكبر |
(a. s. kebîr'den. c. : ekâbir) : 1) daha (en, pek) büyük. Cihâd-ı ekber, Gazâ-yi ekber : en büyük savaş. [Ekber : Hindistan'a hâkim olan Türk hükümdarı]. 2) i. erkek iadı. |
ekberivye |
: | اكبريه |
(a. h. i.) : tas. sofiyenin en büyüklerinden Muhyiddîn-i Arabî tarafından kurulan bir tarikat. |
ekdâr |
: | اكدار |
(a. i. keder'in c.) : 1) kederler, kasavetler, gamlar, tasalar, " kaygılar. ekdâr ü âlâm : kederler, acılar. 2) bulanıklıklar. |
ekdâs |
: | اكداس |
(a. i. küds'ün c.) : "hurmalar. |
ekele |
: | اكله |
(a. s. âkil'in c.) : çok yiyenler, yiyiciler, oburlar. |
ekeme |
: | اكمه |
(a. i.) : yüksek taşlık tepe, bayır. |
ekfâ' |
: | اكفاء |
(a. s. küfv'ün c.) : eşler, benzerler, denkler, uygunlar, müsaviler (* eşitler), muâdiller. |
ekfâl |
: | اكفال |
(a. i. kifl'in c.) : 1) nasipler, paylar. 2) zayıflık halleri. 3) kilim parçaları. 4) (kefel'in c. ) : her şeyin gerileri. |
ekfân |
: | اكفان |
(a. i. kefen'in c.) : ölüleri sardıkları bezler. |
ekhâl |
: | اكحال |
(a. i. kühl'ün c.) : göze çekilen sürmeler. |
ekhel |
: | اكحل |
(a. s.) : çok sürme kullanan; gözü kudretten sürmeli [adam]. |
ekîd, ekîde ' |
: | اكيد ، اكيده |
(a. s.) : te'kidli, kuvvetli, sarîh, kat'î, sağlam, muhakkak. Emr-i ekîd : kat'î, * kesin emir. Tenbîhât-ı ekîde : kuvvetli, kat'î tenbihler. |
ekîden |
: | اكيدا |
(a. zf.) : 1) te'kidli, kuvvetli olarak, muhakkak, sarih ve kat'î olarak. 2) mükerreren, tekrar olarak. |
ekîle |
: | اكيله |
(a. s.) : yenmiş, yenilmiş [şey, yemek]. |
ekinne |
: | اكنه |
(a. i. kinn'in c.) : (bkz. : eknân ). |
ekkâf |
: | اكاف |
(a. i.) : semerci, eğerci. |
ekkâl |
: | اكال |
(a. s. ekl'den.) : 1) çok ekleden, yiyen, obur. (bkz. : bu'le, ekûl). |
ekkâl-üs-suht |
: |
çok haram yiyen. 2) etrafındaki etleri çürütüp mahveden [yara], (bkz. : âkile). |
|
ekl |
: | اكل |
(a. i.) : bir şey yeme[k], yenilme. |
eki ü şurb |
: |
yeme içme. |
|
eklef |
: | اكلف |
(a. s.) : 1) yüzü çilli [adam]. 2) i. koyu renkli arslan. |
ektnâm |
: | اكمام |
(a. i. kümm'ün c.) : 1) elbisenin yenleri, kol ağızlan. 2) (kimm'in c. ) : ağaç çiçeklerinin kapçıkları, tomurcukları. |
ekmeh |
: | اكمه |
(a. s.) : anadan doğma kör. (bkz. : darîr). |
ekmehiyyet |
: | اكمهيت |
(a. i.) : ekmehlik, anadan doğma körlük. |
ekmel |
: | اكمل |
(a. s. kâmil'den.) : 1) daha (en, pek) kâmil, mükemmel ve kusursuz olan, en uygun, en eksiksiz. |
ekmel-i enbiyâ |
: |
Hz. Muhammed (Aleyhisselâm) |
|
ekmel-i mahlûkât |
: |
(mahlûkların en kâmili) : insan. 2) i. erkek adı. |
|
ekmel-âne |
: | اكملانه |
(a. zf.) : ekmel olanj yakışacak surette. |
ekmeliyyet |
: | اكمليت |
(a. i.) : mükemmellik, kusursuzluk, noksansızlık, eksiksizlik. |
eknâf |
: | اكناف |
(a. i. kenefin c.) : canipler, yanlar, nahiyeler, taraflar, sığınacak yerler, evin ortaları, [kelime yalnız "taraf" ve "yan" mânâsına kullanılır]. |
eknân |
: | اكنان |
(a. i. kinân'ın c.) : 1) mahfazalar, perdeler. 2) evler, odalar; çadırlar, (bkz. : ekinne). |
eknûn |
: | اكنون |
(f. zf.) : şimdi, el'an, hâlâ ["künûn" şeklinde de kullanılır]. |
ekrâd |
: | اكراد |
(a. i. kürd'ün c.) : kurtler. |
ekreh |
: | اكره |
(a. s.) : en kerîh, çok iğrenç. |
ekreh-i mahlûkât |
: |
mahlûkların en iğrenci. |
|
ekrem |
: | اكرم |
(a. s.) : 1) daha (en, pek) kerîm; çok şeref sahibi, pek cömert, çok eliaçık. 2) i. erkek adı. |
ekrem-ül-ekremîn |
: |
(ekremlerin ekremi) : Cenâbıhak. |
|
ekrem-ül-ümem |
: |
Hz. Muhammed (Alehisselâm)'in ümmeti. |
|
ekrem-âne |
: | اكرمانه |
(a. zf.) : ekrem olana yakışacak surette, ekremce, ekremcesine, pek cömertlikle, çok elaçıklığiyle. |
erkemî |
: | اكرمی |
(a. f. s.) : ekreme mensup, lütuf ve kerem sahibi olana mensup. |
ekremiyyet |
: | اكرميت |
(a. i.) : ekremlik, ekrem olma. (bkz. : ekrem). ektâr |
eksâ |
: | اكسی |
(a. s.) : üstüste pek çok giyinen [adam]. |
eksâ min-el-basal |
: |
"soğandan fazla giyinir" [Arap halk tâbirlerinden]. |
|
eksem |
: | اكثم |
(a. s.) : büyük karınlı-şişman [adam]. |
ekser |
: | اكثر |
(a. s. kesîr'den.) : en çok, daha ziyâde. |
ekseri |
: | اكثری |
(a. f. zf.) : eksere mensup, çok defa, çoğu. |
ekseriyyâ |
: | اكثريا |
(a. zf.) : çok defa olarak, çok zaman; sık sık. |
ekseriyyet |
: | اكثريت |
(a. i.) : ekser olma hâli, pek çok olma; çokluk; en büyük kışım; yansından çoğu. |
ekseriyyet-i ârâ |
: |
reylerin, * oyların çokluğu, hiç olmazsa, yarıdan bir fazlası. |
|
ekseriyyet-i mutlaka |
: |
bir fazlasiyle elde edilen ekseriyet (* çoğunluk), çokluk. |
|
eksibe |
: | اكثبه |
(a. i. kesîb'in c.) : büyük. çöllerde, rüzgârların savurup biriktirdiği kum yığınları, |
eksibe-i bahriyye |
: |
med ve cezir (kabarma ve inme) yapan düz sahillerdeki kum yığınları. |
|
eksiye |
: | اكسيه |
(f. i.) : boza. (bkz. : ahsuma, nebîz). |
ekşem |
: | اكشم |
(a. s.) : 1) doğuşunda kusurlu olan, burnu, kulağı kesik veya noksan olan [adam]. 2) i. pars denilen yırtıcı hayvan. [Ekşerrr suratlı : ekşimiş su/atlı] tâbiri meşhurdur. |
ektâd |
: | اكتاد |
(a. i.) : 1) cemaatler, kalabalıklar, bölükler, takımlar. 2) misâller, örnekler. |
ektâf |
: | اكتاف |
(a. i. ketif ve kitf'in c.) : omuzlar; omuz kemikleri, arka omuz başlarındaki düz kürek kemikleri. |
ektâr |
: | اكتار |
(a. i. keter'in c.) : haysiyetler, şerefler; hasepler, nesepler; mertebeler, dereceler. |
ektem |
: | اكتم |
(a. s.) : 1) daha (en, pek çok) sır saklıyan. 2) karnı büyük [adam]. |
ekûl |
: | اكول |
(a. s. ekl'den.) : çok yemek yiyen, obur; pisboğaz, (bkz. : bu'le, ekkâl). |
ekûl-âne |
: | اكولانه |
(a. f. zf.) : oburcasına. |
ekûlî |
: | اكولی |
(a. i.) : oburluk. |
ekvâb |
: | اكواب |
(a. i. kûb'un c.) : küpler, büyük su kapları. |
ekvâb-ı şerâb |
: |
şarap küpler!. |
|
ekvâh |
: | اكواخ |
(a. i. kûh'un c.) : kamıştan yapılmış penceresiz kulübeler. |
ekvân |
: | اكوان |
(a. i. kevn'in c.) : varlıklar; âlemler, dünyâlar. Hâlik-i ekvân : dünyâların, varlıkların yaratıcısı, Allah. |
ekvâr |
: | اكوار |
(a. i. kevr'in c.) : 1) devirler, dönmeler. 2) bir şeyi sarmalar. 3) (küvâre'nin c.) : arı kovanları. 4) demirci ve kalaycı ocakları. |
ekvâs |
: | اكواث |
(a. i. kevs'in c.) : yaşmaklar. |
ekvâz |
: | اكواز |
(a. i. kûz'un c.) : kadehler; kâseler; bardaklar. |
ekyâl |
: | اكيال |
(a. i. keyl'in c.) : kileler, hubûbât ölçüleri, ölçekler. |
ekyâs |
: | اكياس |
(a. i. kîs'in c.) : para keseleri, torbalar. |
ekyes |
: | اكيس |
(a. s.) : pek kiyâsetli, zekî, zeyrek, maharetli, becerikli [adam]. |
ekzeb |
: | اكذب |
(a. s.) : büyük yalan, pek büyük uydurma. |