ehabb |
: | احب |
(a. s. habîb'den.) : daha, en, çok sevilen, pek sevgili. |
ehabb-ı ehibbâ |
: |
dostların en sevgilisi. |
|
ehabb-ı emval |
: |
malların çok sevileni. |
|
ehacc |
: | احج |
(a. s.) : pek katı, sert şey. |
ehâcî |
: | احاجی |
(a. i. uhcüvve'nin c.) : bilmeceler, bulmacalar, yanıltmacalar. |
ehad |
: | احد |
(a. s.) : tek, bir, ilk sayı. (bkz. : vâhid, yek). Yevm-ül-ehad : pazar günü ["ehad" Allah'ın isimlerinden biridir]. |
ehadd |
: | احد |
(a. s. hadd'den.) : daha (en, pek) keskin. |
ehadd-i âlât-ı katra |
: |
kesici âletlerin en keskini. |
|
ehadd-i süyûf |
: |
kılıçların en keskini. |
|
ehâdîs |
: | احاديث |
(a. i. hadîs'in c.) : 1) Peygamberimizin sözleri. 2) haberler, sözler. |
ehâdîs-i kuds'yye |
: |
lâfzı Hz. Peygambere, meali Allah'a âit olan, yânî, ilham tarîkiyle söylenen hadisler. |
|
ehâdîs-i merfûa veya mürsele |
: |
araya rivâyetçi karışmadan, doğrudan doğruya Hz. Peygamberin ağzından duyulan hadisler. |
|
ehâdis-i mevzua |
: |
Hz. Peygamberimize isnâden uydurulan sözler. |
|
ehâdîs-i sahîha |
: |
Hz. Peygambere nisbetinde kat'iyen şüphe olmıyan hadisler. |
|
ehadiyyet |
: | احديت |
(a. i.) : birlik, Allah'ın birliği, (bkz. : vahdâniyyet). |
ehadivyet-ül-ayn |
: |
1) görünüş birliği. 2) ıtlakdan, esmadan müstağni olan. |
|
ehadiyyet-ül-cem' |
: |
1) birlikte çokluk. 2) kendinde kesret münâfî olmıyan şey. |
|
ehadiyyet-iil-kesret |
: |
1) kesretin ehadiyyeti. 2) Kendisinde nesebî kesret taakkul olunan vâhid. |
|
ehadü hüınâ |
: | احدهما |
(a. b. i.) : ikiden biri. |
ehad-ül-âhâd |
: | احد الاحاد |
(a. b. s.) : teklerin teki; emsalsiz, eşsiz, (bkz. : ehad-ül-uhadeyn). |
ehad-ül-uhadeyn |
: | احد الاحدين |
(a. b. s.) : teklerin teki, emsalsiz, eşsiz, (bkz. : ehad-ül-âhâd). |
ehaff |
: | اخف |
(a. i. hafîf'den.) : 1) daha (en, çok, pek) hafif. |
ehaff-i mücâzât |
: |
cezaların en hafîfi. 2) mec. pek şen ve sevimli. |
|
ehakk |
: | احق |
(a. s. hakik'den.) : daha (en, pek) lâyık, müstahak, (bkz. : ecder, elyak). |
ehâlî |
: | اهالی |
(a. i. ehl'in c.) : 1) bir memlekette, bir kasabada, bir köyde, bir semtte veya mahallede yerleşip oturanlar, ahâli. 2) halk, umûm. ehâlî-i fazl : fazilet sahipleri. |
ehâlîl |
: | احاليل |
(a. i. ihlîl'in c.) : erkek tenasül âletlerinin delikleri. |
ehann |
: | اخن |
(a. s.) : genizden konuşan [adam], hımhım, (bkz. : egann). |
ehâsin |
: | احاسن |
ahsen'in c.) : daha (pek, en) güzel olan şeyler. |
ehâsin-i ahlâk |
: |
ahlâkın en iyi, en güzel olan şeyleri. |
|
ehass |
: | اخس |
(a. s. hasis'den) : 1) daha (en, pek) hasîs, çok pinti. 2) çok, en bayağı [nesne, kimse]. Dünyâ-yi ehass : en bayağı dünyâ [bu dünyâ]. |
ehass |
: | اخص |
(a. s. hâss'dan) : 1) en husûsî. 2) zf. başlıca. |
ehass-ı âmâl |
: |
dileklerin en husûsîsi. |
|
ehass-ı ehibbâ |
: |
tanıdıkların en başlıcası. 3) farklı, şümullü. |
|
ehdâb |
: | اهداب |
(a. i. hüdb'ün c.) : kirpikler, (bkz. : müjgân). |
ehdâb-ı mühtezze |
: |
titrek kirpikler. |
|
ehdâf |
: | اهداف |
(a. i. hedefin c.) : 1) nişan alınan yerler. 2) meramlar, istekler, maksatlar, kasitler, gayeler. 3) yüksek şeyler. |
ehdeb |
: | اهدب |
(a. s.) : sık ve uzun kirpikli [adam]. |
ehdeliyye |
: | اهدليه |
(a. i.) : Essayid Hasan Alî-yül-Ehdelî tarafından kurulan bir tarikat. |
ehemm |
: | اهم |
(a. s. mühimm'den.) : daha (en, pek) mühim, çok ehemmiyetli. Takdîm-ül-ehemm ale-l-mühitn : iki işten en mühimini öne alma. |
ehemmiyyet |
: | اهميت |
(a. i.) : 1) pek mühim olma, değerlilik, * önem. 2) dikkat nazarını çekiş, 3) kıymet, değer. |
ehibbâ' |
: | احباء |
(a. s. habîb'in c.) : dostlar, sevgililer, tanıdıklar, bildikler, (bkz. : ahbâb). |
ehil |
: | اهل |
(a. s.) : (bkz. : ehl). |
ehille |
: | اهله |
(a. i. hilâl'in c.) : yeni aylar, hilâl şeklinde olan şeyler. |
ehl |
: | اهل |
(a. s. c. : ehâlî) : 1) sahip, mâlik, mutasarrıf olan. 2) maharetli, usta, kabiliyetli, becerikli. 3) bir yerde oturan. 4) karıkocadan herbiri. (bkz. : ehil). |
ehl-i âlem |
: |
insanlar. |
|
ehl-i beyt |
: |
hâne halkı, familya, aile; Hz. Peygamberin yakın akrabası. |
|
ehl-i cehl |
: |
câhiller, bilgisizler. |
|
ehl-i dikkat |
: |
dikkat sahipleri. |
|
ehl-i dil |
: |
gönül adamı, gönül dilinden anlıyan (kimse], kalender. |
|
ehl-i dünyâ |
: |
dünyâ adamı, Ahireti düşünmiyen. |
|
ehl-i emsâr |
: |
şehir, kasaba halkı. |
|
ehl-i hakk |
: |
doğruluk sahipleri, îmânı bütün, doğru kimseler. |
|
ehl-i hârâbat |
: |
meyhane adamları. |
|
ehl-i hıref |
: |
kumaş dokuyan sanatkârlar. |
|
ehl-i hibre |
: |
bir şeyi çok iyi bilen *bilirkişi. (bkz. : ehl-i vukuf). |
|
ehl-i hikmet |
: |
filozoflar. |
|
ehl-i idrâk |
: |
düşünce sahipleri, her şeye akıl erdirenler. |
|
ehl-i İslâm |
: |
İslâm topluluğu. |
|
ehl-i kıble |
: |
Müslüman. |
|
ehl-i kitâb |
: |
dört kitaptan birine inanan. |
|
ehl-i salâh |
: |
huk. hâli mestur, namuslu, doğru olan kimse, [bu evsâfı hâiz olanlara : ehl-i afa, ehl-i hayr, ehl-i fazi da denir]. |
|
ehl-i sûk |
: |
çarşı halkı, esnaf. |
|
ehl-î sünnet |
: |
Peygamberimizle sahabelerine (dostlarına) itikatta uyanlar. |
|
ehl-i şer |
: |
fenalık sahibi. |
|
ehl-i şîa |
: |
Hz. Alî'nin mezhebine bağlı olan kimseler. |
|
ehl-i ta'kîb |
: |
takîbedenler, peşinden gidenler. |
|
ehl-i tarîk |
: |
bir tarikata, mensup [olan], derviş. |
|
ehl-i tertîb |
: |
fık. farz olan beş vakit namazı, arada fasıla vermeden muntazam olarak kılan. |
|
ehl-i ukubet |
: |
huk. men'edilen şeyleri yaptıklarınden dolayı haklarında ceza tatbiki kolay olan âkil baliğ kimseler, cezaya ehil kimseler. |
|
ehl-i vezâif |
: |
huk. vakfın gailesinden maaş ve tayına müstahik olan kimseler, [camiin, imam, müezzin vesâir hademesi veya fakirler gibi]. |
|
ehl-i vukûf |
: |
iyi bilgisi olan, bilirkişi, (bkz. : ehl-i hibre). |
|
ehl-i vücûd |
: |
varlık sahipleri, insanlar. ehl-ül-farz : fık. birinci derecedeki vâris. |
|
ehlî, ehliyye |
: | اهلی ، اهليه |
(a. s. ehl'eden.) : alışık olan, alışmış, alışkın, vahşî olmıyan, insandan kaçmıyan, adamcıl, (bkz. : munis). |
ehliyyet |
: | اهليت |
(a. i.) : 1) işe yarar halde bulunuş, bir işi hak edebilecek durumda bulunuş, salâhiyet, * yetki. 2) mâhirlik, iktidar, liyâkat, kabiliyet, kifayet, mensubiyet, akrabalık. 3) iktidar, liyâkat ve kabiliyet vesikası. 4) kadın adı. |
ehl-perver |
: | اهل پرور |
(a. f. b. s.) : ehlini yetiştiren, değer sahiplerini koruyan. |
ehl-ullah |
: | اهل الله |
(a. b. i.) : Allah adamı, velî, evliya. |
ehme |
: | اهمه |
(f. s.) : 1) noksan, eksik. 2) i. bulunuş. |
ehnâme |
: | اهنامه |
(f. i.) : 1) aşk ve sevda. 2) kendine çekidüzen verme. |
ehram |
: | اهرام |
(a. i. herem'in c.) : 1) Mısır'da eski zamandan kalma, huni biçimindeki büyük binalar, piramit. 2) tepeleri ortak bir noktada bulunan, tabanları da her hangi bir poligonun bi rer kenarından ibaret olan bir takım * üçgenlerden meydana gelmiş şekil. |
ehrâm-ı mürabbai |
: |
* dörtgen piramit. |
|
ehrâm-ı müsellesi |
: |
üçgen piramit. |
|
ehrâm-ı nakıs |
: |
kesik piramit. |
|
ehrâm-ı zû kesîr-il-vücûh |
: |
* çokgen piramit. |
|
Ehrâmen |
: | اهرامن |
(f. i.) : 1) şeytan. 2) dev. (bkz. : ehremen, ehrem, ehrime, ehrimen). |
Ehrâmî |
: | اهرامی |
(a. s.) : geo. ehram biçiminde, fr. pyramidal. |
Ehred |
: | اهرد |
(a. s.) : yırtık şey. [üstbaş hakkında]. |
ehremen |
: | اهرمن |
(f. i.) : Zerdüştlerin inandıkları kötülük ve karanlık tanrısı; şeytan, dev. (bkz. : ehrâmen, ehren, ehrime, ehrimen). |
ehren |
: | اهرن |
(f. i.) : (bkz. : ehrâmen, ehremen, ehrime, ehrimen). |
Ehrime |
: | اهرمه |
(f. i.) : (bkz. : ehrâmen, ehremen, ehren, ehrimen). |
Ehrimen |
: | اهرمن |
(f. i.) : (bkz. : ehrâmen, ehremen, ehren, ehrime). |
ehsâ' |
: | اهساء |
(a. s.) : şaşmış, şaşakalmış olan [kimseler]. |
Ehsâs |
: | احساس |
(a. i. hiss'in c.) : duygular. |
ehsâs-ı rakîka |
: |
ince duygular. |
|
Ehûn |
: | اهون |
(f. i.) : toprakta meydana gelen yarık, delik. |
ehvâ' |
: | اهواء |
(a. i. hevâ'nın c.) : arzular, istekler; şehvetler, hevesler, meyiller. Ehl-i ehvâ' : inanışları sünnet ehlininkine uymıyan, arada mezhep farkları bulunan Müslümanlar cemaati. |
Ehvâl |
: | اهوال |
(a. i. hevl'in c.) : korkular, dehşetler. |
Ehvâr |
: | اهوار |
(f. s.) : şaşkın, sersem, alık [adam]. |
Ehvec |
: | اهوج |
(a. s.) : uzun boylm ahmak [adam]. |
Ehvel |
: | اهول |
(a. s. hevl'den.) : daha (en, pek) korkunç. |
ehvel-i heyâkil |
: |
heykellerin eh korkuncu. |
|
Ehven |
: | اهون |
(a. s.) : 1) en zararsız. -2) pek ucuz. 3) daha hafif; kolay, (bkz. : rahîs). |
ehven-i şerr, ehven-i şerreyn |
: |
iki şerrin en zararsızı, kolayı. |
|
ehveniyyet |
: |
(a. i.) : ehvenlik, ucuzluk, [zıddı "gala",]. |
|
ehver |
: | اهور |
(f. i.) : sevgili. |
ehviye |
: | اهويه |
( a. i. hevâ'nın c.) : ( bkz. : hevâ). |
Ehyeb |
: | اهيب |
(a. s.) : daha (en, pek. ) mehîb, çok heybetli. |
ehyef |
: | اهيف |
(a. s.) : 1) ince belli, . yakışıklı [genç]. 2) çelimli at. |
Ehzâb |
: | اخزاب |
(a. i. hizb'in c.) : taifeler, kısımlar; bölümler, bölükler; insan kümeleri. Gazve-i Ehzâb : Hendek Gazvesi. |