ef'a |
: | افعی |
(a. i.) : 1) engerek yılanı, (bkz. : ef'î). 2) s. mec. fena tabîatlı [adam]. |
efâdıl |
: | افاضل |
(a. s. efdal'ın c). : (bkz. : efâzıl). |
efâhim |
: | افاخم |
(a. s. efham'ın c.) : en uiu, pek büyük ve saygıya lâyık kimseler. |
efâhîs |
: | افاحيص |
(a. i.) : ufhûs'un c. ) : taş arasında, kayalıkta bulunan kuş yuvaları. |
efâî |
: | افاعی |
(a. i. ef'â'nın c.) : engerek yılanları. Dıhk-ül-efâî : acı acı, hâincesine gülüş. |
efâik |
: | افائك |
(a. s. efîke'nin c.) : yalanlar, dolanlar, düzme sözler; iftiralar. |
efâîl ü tefâîl |
: | افاعيل وتفاعيل |
(a. i.) : arûz'u hazırlıyan İmâm Halîl'in ahenk ölçüsü olmak üzere bulduğu : [feûlün, fâilün, müte-fâilün, müstef'ilün, mefâilün, fâîlâtün, müfâaletün, mef'ûlâtü] kelimeleri ki, bunların tekrarından ve değişmelerinden "aruz" un ölçüleri meydana gelmiştir. |
efâkil |
: | افاكل |
(a. s. efkel'in c.) : titriyenler, titrekler. |
ef'âl |
: | افعال |
(a. i. fi'l'in c.) : işler, ameller, (bkz. : a'mâi, efâîl, fiâl, fiil). |
ef'âl-i hasene |
: |
iyi işler. |
|
ef'âl-i seyyie |
: |
kötü işler, hareketler. |
|
efânîn |
: | افانين |
(a. i. üfnûn'un c.) : 1) sarmaşık gibi birbirine sarılmış sık ağaç dallan. 2) değişiklikler; işler, haller, şartlar. |
efârît |
: | افاريت |
(a. s. ifrît'in c.) : 1) hîlekârlar, kurnazlar, cüretliler. 2) şeytanlar. 3) son derece hâin olan cinler. |
efâtîh |
: | افاتيح |
(a. i.) : mantar ve benzerleri gibi nebat. (* bitki). |
efâvîc |
: | افاويج |
(a. i. fevc'in c. olan efvâc'ın c.) : bölükler, kısımlar, takımlar. |
efâvîk |
: | افاويق |
(a. i. fuvâk'ın c.) : hıçkırıklar. |
efâviye |
: | افاويه |
(a. i. c.) : yemeğe konulan baharat. |
efâyik |
: | افايك |
(a. s. efîke'nin c.) : uy durma, düzme, asılsız, yalan [sözler], |
efâzıl |
: | افاضل |
(a. s. efdal'in c.) : pek mümtaz olanlar, çok bilgililer, (bkz. : efâdıl). |
efâzıl-ı ukalâ |
: |
akıllıların en ileri gelenleri. |
|
efâzıl-ı vükelâ-yi fihâm |
: |
büyük vekillerin büğlüleri. |
|
efdah |
: | افضح |
(a. s. fadîh'den.) : daha (pek, en) rezil, (bkz. : efzah). |
efdal |
: | افضل |
(a. s. fâdıl, fâzıl'dan.) : 1) daha (en, pek) faziletli. 2) en âlâ, üstün. |
efdâl |
: | افضال |
(a. i. fazl'ın c.) : 1) ziyâdeler, fazlalar. 2) ihsanlar, meziyetler, lûtuflar, iyilikler. |
efdaliyyet |
: | افضليت |
(a. i.) : efdallik, fazîletlilik, meziyetlilik, üstünlük. |
efder, evder |
: | افدر ، اودر |
(f. i.) : 1) amca, babanın erkek kardeşi. 2) yeğen, amca, hala, teyze çocukları. |
eferr |
: | افر |
(a. s.) : pek kaçıcı, çok koşucu. |
effâf |
: | افاف |
(a. s.) : çok of çeken, sıkıntılı, kederli [adam]. |
effak |
: | افاق |
(a. s.) : ticâret için bütün dünyâyı gezen [adam]. |
effâk |
: | افاك |
(a. s. ifk'den.) : fazla iftira eden. (bkz. : efvek). |
efgan |
: | افغان |
(f. i.) : ıztırap ile haykırma, bağırıp çağırma; inleme, bağrışma, (bkz. : figan). |
efgâne |
: | افگانه |
(f. s.) : düşük [ana rahminden düşen çocuk], (bkz. : cenîn-i sakıt). |
efgâr (-) |
: | افگار |
(f. s.) : yaralı, sakat; kötürüm. (bkz. : mecruh), [kelime "figâr" şeklinde de kullanılır], |
efgen (-) |
: | افگن |
(f. s.) : düşüren, yıkan, yere atan; atıcı, yıkıcı, düşürücü, (bkz. : figen). |
efgende |
: | افگنده |
(f. s.) : 1) yıkılmış, yıkık, düşürülmüş, yere atılmış. 2) düşkün, biçâre, (bkz. : figende). |
efhâ' |
: | افحاء |
(a. i. fehâ'nın c.) : soğan eya yemeklere konulan nane, kekik, somak ve benzerleri gibi kuru otlar. |
efhâm |
: | افهام |
(a. i. fehm'in c.) : zihinler, anlamalar, idrâkler, (bkz. : fuhûm). |
efham |
: | افخم |
(a. s. fahîm'den.) : daha (en, pek) fahâmetli, çok şeref sahibi, en ulu. |
efhâs |
: | افحاث |
(a. s. fahs'ın c.) : her şeyin içleri, boşlukları. |
efhâz |
: | افحاذ |
(a. i. fahz'ın c.) : yakın hısımlar, akrabalar. |
efhem |
: | افهم |
(a. s. fehm'den) : çok fehîm olan, pek çabuk anlıyan, zihni son derece açık ve zeyrek olan. |
ef'î |
: | افعى |
(a. i.) : (bkz. : efâ). |
ef'î-i münakkaş |
: |
alaca derili engerek yılanı. |
|
efid, eftid |
: | افد ، افتد |
(f. s.) : 1) medhedici; vasfedici. 2) şaşılacak şey. |
ef'ide |
: | افئده |
(a. i. fuâd'ın c.) : yürekler, kalbler, gönüller. |
ef'ide-i hâlise |
: |
saf, temiz, bozulmamış kalbler. |
|
efîka |
: | افيقه |
(a. s.) : fena, kötü [şey], |
efîke |
: | افيكه |
(a. s. c. : efâik) : yalan, dolan, iftira. İsnâd-ı efîke : yalan isnâd etme. (bkz. : ifk). |
efîn |
: | افين |
(a. s.) : 1) boş kafalı [adam]. 2) çürük [ceviz]. |
efjûl |
: | افژول |
(f. i.) : 1) kışkırtma, kandırma. 2) s. perakende, dağınık. |
efkar |
: | افقر |
(a. s.) : daha (en, pek) fakir ve muhtaç. |
efkar-i fukara' |
: |
fakirlerin fakiri. |
|
efkâr |
: | افكار |
(a. i. fikr'in c.) : 1) düşünceler, (bkz. : fikr). |
efkâr-ı âliye |
: |
yüksek fikirler, düşünceler. |
|
efkâr-ı umûmiye |
: |
halkın, umûmun düşüncesi. 2) düşünme, endîşe, vesvese, kuruntu, niyet, maksat; rey'. |
|
eflah |
: | افلح |
(a. s.) : daha (en, pek, çok) felah bulan, kurtulan, selâmete çıkan, bahtına, na-sîbine, nimetine kavuşan. |
eflâk |
: | افلاك |
(a. i. felek'in c.) : 1) semâlar, felekler, gökler, küreler; zamanlar. 2) bahtlar, talihler, kaderler. |
eflâk-ı seb'a |
: |
(yedi dünyâ) : astr. Kamer (Ay; Utarit; Zühre; Şems (Güneş); Merih, Müşteri; Zuhal. |
|
eflâk |
: | افلاق |
(a. h. i.) : Osmanlı İmparatorluğu zamanında, merkezi Bükreş olan, "memleketeyn" (iki memleket) den bir kısım. |
eflâkî |
: | افلاكى |
(f. s. c. : eflakiyân) : gökte oturan, melek [Eflâkî : Mevlânâ'ya dâir "Ma-nâkıb-ül-Arifîn" adlı eserin müellifi Hâkî Dede'nin mahlası]. |
eflakiyân |
: | افلاكيان |
(f. i. eflâkî'nin c.) : gökte oturanlar, melekler. |
Eflâtûn |
: | افلاطون |
(a. h. i.) : Aristaut'nun hocası, Socrate'ın talebesi olan meşhur Yunan filozofu, M.Ö. : (429-347). |
Eflâtûnî |
: | افلاطونى |
(a. h. i.) : Eflâtun'a ve onun felsefesine âit, onunla ilgili, fr. platonique. |
eflec |
: | افلج |
(a. s.) : 1) seyrek [diş]. |
eflec-ül-esnân |
: |
seyrek dişli. 2) omuzlan geniş, kollarının arası açık [adam]. |
|
efles |
: | افلس |
(a. s.) : daha (en, pek) müflis, züğürt. |
efles-i nâs |
: |
insanların en züğürdü. |
|
eflûd |
: | افلود |
(a. s.) : yetişkin, güzel ve gürbüz [çocuk]. |
efnâd |
: | افناد |
(a. s. fened ve fenid'in c.) : ihtiyarlıktan bunamış olanlar, bunaklar. |
efnân |
: | افنان |
(a. i. fenn'in c.) : cinsler, neviler, çeşitler. |
efnân-ı elvan |
: |
renk çeşitleri, [bizde "fenn" bu mânâda kullanılmaz], |
|
efniye |
: | افنيه |
(a. i. finâ'nın c.) : avlular. |
efra' |
: | افرع |
(a. s.) : 1) vesveseli, kuruntulu [adam]. 2) işi gücü olmıyan [adam]. |
efrâd |
: | افراد |
(a. i. ferd'in ç.) : 1) tek olanlar, birler. |
efrâd-ı aile |
: |
aileyi teşkîl eden fertler. |
|
efrâd-ı beşer |
: |
insanlığın fertleri. 2) askerler, erler. |
|
efrâd-ı askeriyye |
: |
askerî erler. |
|
efrâd-ı müstebdele |
: |
muvazzaf askerlik hizmetini bitiren efrâd. |
|
efrâh |
: | افراخ |
(a. i. ferh'ın c.) : 1) piliçler. 2) piçler [insan ve nebat hakkında], (bkz. : furûh). |
efrâh |
: | افراح |
(a. i. ferah'ın c.) : iç açıklıkları, sevinmeler. |
efrâhte |
: | افراخته |
(f. s.) : yukarı kaldırılmış, yükseltilmiş, (bkz. : efrâşte). |
efrak |
: | افرق |
(a. s.) : pek ayrık, çatal [şey]. |
efrân |
: | افران |
(a. s.) : neşeli, keyifli, sevinçli olan [kimse]. |
efrâs |
: | افراس |
(a. i. feres'in c.) : atlar, -beygirler; kısraklar. |
efrâsiyâb |
: | افراسياب |
(f. h. i.) : büyük iskender'den evvel yaşamış ve Keyhusrev tarafından öldürülmüş olan Mâverâünnehir Kralı tûranlı bir yiğit, Alp Er-tonga. |
efrâşte |
: | افراشته |
(f. s.) : yukarı kaldırılmış, yükseltilmiş, (bkz. : efrâhte). |
efrâz (-) |
: | افراز. |
(f. s.) : kaldıran, yükselten, [kelime firaz şeklinde de kullanılır], Ser-efrâz, firâz : baş yükselten, mümtaz, büyük, meşhur, mâruf. |
efrenc |
: | افرنج |
a. i) : frenk, Avrupalı. Dâ'-ül-efrenc : frengi hastalığı. Tâife-i efrenc : frenkler, Avrupalılar. |
efrencî, efrenciyye |
: | افرنجی ، افرنجيه |
(a. s.) : 1) frenklere, Avrupalılara mahsus, onlarla ilgili. Târih-i efrenc : Mîlât târihi. 2) frengi illetiyle ilgili. |
efrend |
: | افرند |
(f. i.) : süs, bezek, şan, debdebe. |
efrez |
: | افرز |
(a. s.) : arkası kamburumsu olan [adam]. |
Efridûn |
: | افريدون |
(f. i.) : Cemşid soyundan, anlayış ve zekâsiyle meşhur olan bir Iran hükümdarı. [Acem ve eski Osmanlı edebiyatında bu isme çok rastlanır], (bkz. : Feridun). |
efrûg |
: | افرو |
(f. i.) : ziya, ışık, nur. (bkz. : pertev, şua', şu'le). |
efrûhte |
: | افروخته |
(f. s.) : yanmış, tutuşmuş, parlamış, ışıklanmış, aydınlanmış. Dil-efrûhte : gönlü yanık. Şem'-efrûhte : mumunu yakmış. |
efrûşe |
: | افروشه |
(f. i.) : un helvası. (bkz. : afrûşe). |
efrûz |
: | افروز |
parıltı. 2) kadın adı. |
efrûz (-) |
: | افروز |
(f. s.) : 1) aydınlatan, parlatan. Alem-efrûz. Cihân-efruz : dünyâyı aydınlatan. 2) tutuşturan, yakan, (bkz. : fürûz). |
efsâ [y][ti] |
: | افسا [ی] |
(f. i.) : afsuncu, büyücü. |
efsah |
: | افصح |
(a. s.) : daha (en, pek) fasih, uzdilli. |
efsah-ül-Arab, efsah-ül-Kureyş |
: |
Hz. Muhammed (Aleyhisselâm) |
|
efsak |
: | افسق |
(a. s.) : en fâsık, pek edepsiz. |
efsâl |
: | افسال |
(a. s. fesl'in c.) : alçak, aşağılık kimseler. |
efsâne |
: | افسانه |
(f. i.) : 1) asılsız hikâye, masal, boş söz, sâçmasapan lâkırdı. 2) dillere düşmüş, meşhur olmuş hâdise. (masal ve büyü) |
efsâne vö efsun |
: |
boş lâkırdı. |
|
efsâne-cû [y] |
: | افسانه [ی] |
(f. b. s.) : efsâne ariyan veya arayıcı, boş vakit geçirmek is-tiyen. |
efsâne-cûyî |
: | افسانه جويی |
(f. b. i.) : efsâne arayıcılık. |
efsâne-gû [y] |
: | افسانه گو |
(f. b. s.) : masal söyliyen, saçmasapan söyliyen. |
efsâne-gûyl |
: | افسانه گويی |
(f. b. i.) : efsâne söyleyicilik. |
efsâne-perdâz |
: | افسانه پرداز |
(f. b. s.) : masal uyduran, yazan, âdî romancı, meddah. |
efsâne- perdâzî |
: | افسانه گردازی |
(f. b. i.) : masal uyduruculuk, âdî romancılık. |
efsâr |
: | افسار |
(f. i.) : yular, (bkz. : mikvad, inan, zimâm). |
efsâr-dûzân-ı hassa |
: |
tar. saray atları'nın yularlarını yapanlar. |
|
efsed |
: | افسد |
(a. s.) : pek fena, çok bozuk. |
efser |
: | افسر |
tâc. (bkz. : dîhîm, iklîl). |
efsun |
: | افسون |
(f. i.) : afsun, bügü, sihir, gözbağcılık, arpağ. (bkz. : füsun, rukye). |
efsûn-ger |
: | افسونگر |
(f. b. s.) : büğücü, üfürükçü, (bkz. : sâhir). |
efsûn-gerî |
: | افسونگری |
(f. b. i.) : büğücülük, üfürükçülük. |
efsûsi |
: | افسوس |
(f. e.) : yazık, eyvah! gibi bir teessür edatı, (bkz. : derîg, hayf). |
efsürde |
: | افسرده |
(f. s. c. : efsürde. gân) : donmuş; donuk; mee. kansız, gayretsiz, duygusuz, (bkz. : füsürde). |
efsürde-dil |
: | افسرده د |
(f. b. s.) : yüreği donuk, gönlü donmuş, hissiz, duygusuz. |
efsürde-dilî |
: | افسرده دلی |
(f. b. i.) : yürek donukluğu, duygusuzluk. |
efsürde-dimâğ |
: | افسرده دماغ |
(i. a. b. s.) : beyni donmuş, kabiliyetsiz, (bkz. : efsürde-magz). |
efsürde-dimâğî |
: | افسرده دماغی |
(f. a. b. i.) : beyin donukluğu, kabiliyetsizlik. |
efsürde-gân |
: | افسرد گان |
(f. b. s. efsürde'-nin c.) : gayretsiz, duygusuz, kansız adamlar. |
efsürde-gî |
: | افسردگی |
(f. b. i.) : donukluk, gayretsizlik, duygusuzluk. |
efsürde-mağz |
: | افسرده مغز |
(f. b. s.) : (bkz. : efsürde-dimâğ). |
efsürde-mağzî |
: | افسرده مغزی |
(f. b. i.) : (bkz. : efsürde-dimâğî). |
efsürde-mizâc |
: | افسرده مزاج |
(f. a. b. s.) : mizacı soğuk, kanı soğuk [adam]. |
efşâl |
: | افشال |
(a. s. feşil'in c.) : cesaretsizler, korkaklar, yüreksizler. |
efşân (-) |
: | افشان |
(f. s.) : saçan, serpen, dağıtan, silken. Zer-efşân : altın serpen. Dâmen-ef-şân : etek silken, vazgeçen, [kelime "feşân" şeklinde de kullanılır. Dâmen-feşân]. (bkz. : dâmen-et-şân). gibi. |
efşâr |
: | افشار |
(f. s.) : 1) sıkma, sıkılmış, [meyva suyu gibi şeyler]. 2) i. çimdikleme. |
efşe |
: | افشه |
(f. i.) : bulgur. |
efşûn |
: | افشون |
(f. i.) : zir. yaba. |
efşürde |
: | افشرده |
(f. s.) : sıkılmış, posası çıkarılmış [şey]. |
efşüre |
: | افشره |
(f. i.) : usare, öz. efşüre-i engûr : üzüm suyu. |
eftân |
: | افتان |
(f. s.) : düşen; düşerek, (bkz. : fütân). |
eftâr |
: | افتار |
(a. i. fitr'in c.) : baş ve : şahadet parmaklarının araları. |
efûr |
: | افور |
(a. i.) : sıçrayıp seğirtme. |
efvâc |
: | افواج |
(a. i. fevc'in c.) : bölükler, takımlar, kısımlar. |
efvâf |
: | افواف |
(a. i.) : ince, nâzik kumaşlar. |
efvag |
: | افوغ |
(a. s.) : büyük ağızlı [adam] (bkz. : edsak, efveh). |
efvâh |
: | افواه |
(a. i. fem ve fevh'in c.) : ağızlar; menfezler, ağıza benziyen her türlü delikler. |
efvâh-ı nâriyye |
: |
ateşli silâhlar, [top, tüfek]. |
|
efvâh-ı nâs |
: |
halkın ağzı, lisanı. |
|
efvâhî |
: | افواهی |
(a. f. s.) : halk sözü, asılsız, ehemmiyetsiz. |
efveh |
: | افوه |
(a. s.) : ağzı büyük, ön dişleri uzun [adam], (bkz. : edsak, efvag). |
efvek |
: | افوك |
(a. s.) : yalancı, (bkz. : eflâk). |
efyâl |
: | افيال |
(a. i. fîl'in c.) : filler, [bilinen büyük hayvan ( lar)]. |
efyûn |
: | افيون |
(a. f. i.) : afyon, haşhaştan çıkan uyutucu bir madde. |
efyûnî |
: | افيونی |
(f. s.) : (bkz. : efyûn-keş). |
efyûn-keş |
: | افيون كش |
( a. f. b. s. ) : afyon kullanmıya alışmış olan, afyon tiryakisi. |
efzâ (-) |
: | افزا |
(f. s.) : arttıran, çoğaltan [feza şeklinde de kulanılır]. Ruh-efzâ : ömür arttıran. Zînet-efzâ : pek çok zînet bahşeden. |
efzâ' |
: | افزاع |
(a. i. fezâ'ın c.) : korku ile bağırıp çağırmalar. |
efzah |
: | افضح |
(a. s. fazîh'den.). : (bkz. : efdah). |
efzâr |
: | افزار |
(f. i.) : 1) ayakkabı, kundura. 2) gemi yelkeni. 3) san'at sahiplerinin kullandıkları âletler. 4) yemeğe konulan bahar, (bkz. : evzâr). |
efzâyiş |
: | افزايش |
(f. i.) : artma, çoğalma, ( bkz. : tekessür, tezâyüd). |
efzûd (-) |
: | افزود |
(f. s.) : çoğalan, artan; çoğaltan arttıran, arttırıcı. |
Efzûn |
: | افزون |
(f. s.) : fazla, çok, yukarı, aşkın. |
efzûnî |
: | افزونی |
(f. i.) : ziyâdelik, çokluk, (bkz. : kesret). |
efzûnî-yi ömr |
: |
ömrün çokluğu. |
|
efzûn-ter |
: | افزونتر |
(f. b. s.) : daha çok, daha fazla. |