dü |
: | دو |
(f. s.) : iki. |
dü-âlem |
: |
iki dünyâ (dünyâ ve âhiret). |
|
dü-âteş |
: |
sevgilinin iki dudağı. |
|
dü-cihân |
: |
iki cihan (dünya ve âhiret). |
|
dü-pâ |
: |
iki ayaklı, |
|
dü-rû |
: |
iki yüzlü. |
|
dü-âlem |
: | دو عالم |
(f. a. b. i.) : iki dünyl (= dünyâ ve âhiret). |
dü-âteş |
: | دو آتش |
(f. b. i.) : sevgilinin iki dudağı. |
dü-cihân |
: |
iki cihân (dünya ve ahiret). |
|
dü-pâ |
: |
İki ayaklı. |
|
dü-rû |
: |
İki yüzlü. |
|
dü-âlem |
: |
(f. a. b. i.) : İki dünya (= dünya ve âhiret). |
|
dü- âteş |
: |
(f. b. i.) : sevgilinin iki dudağı. |
|
dü-bâlâ |
: | دو بالا |
(f. b. s.) : iki kat. |
dübâr, dübâre |
: | دوبار ، دوباره |
(f. b. i.) : iki kat, katmerleme. |
dübârâ |
: | دوبارا |
(f. i.) : 1) dubârâ, hîle, yalan, dolan, oyun. 2) tavla zarlarının ikisinde de iki noktalı tarafın üste gelmesi. |
dübb |
: | دب |
(a. i.) : ayı. [müen. dübbe]. (bkz. : hirs). |
dübb-i asgar |
: |
astr. Küçükayı, semânın kuzey yarım küresinde bulunan meşhur yedili yıldız grubu olup kuyruğunda Kutup Yıldızı (demirkazık) bulunur, lât. : Ursus minoris (= küçükayı); fr. Petit Qurs; ing. : Liftle Bear, Liftle Dipper. |
|
dübb-i ekber |
: |
astr. : Büyükayı, semânın kuzey yarım küresinde bulunan meşhur yedili yıldız grubu, Yedigen, lât. Ursus majoris; fr. Grand Ours; ing. Great Bear, Big Dipper. |
|
dübb-i şimali |
: |
şimal ayısı. |
|
Dübbe |
: | دبه |
(a. i.) : 1) dişi ayı. 2) astr. Dübb-i ekber adlı yıldız kümesinin dörtgenindeki parlak iki yıldızdan biri, lât. : alpha Ursus majoris; fr. ; ing. : Dubhe. [yedili kümenin en parlak yıldızıdır]. |
dübbiyye |
: | دبيه |
(a. i. c.) : zool. ayıgiller. |
dü-beyt |
: | دوبيت |
(f. a. b. s.) : ed. İki beyitten ibaret olan rubainin başka bir adı. |
dübür, dübr |
: | دبر ، دبر |
(a. i.) : 1) kıç, makat. 2) bir işin sonu. 3) bir şeyin gerisi, arkası. |
dücâ' |
: | دجاء |
(a. i.) : karanlık, (bkz. : zulmet). |
dücâc |
: | دجاج |
(a. i. c.) : dücüc). (bkz. : decâc, dicâc). |
dücâce |
: | دجاجه |
(a. i. c. : dücüc) : 1) tavuk, (bkz. : decâce, dicâce) . 2) astr. kuğuburcu, semânın kuzey yarım küresinde Lyre burcunun yanında çok parlak bir kaç yıldızdan meydana gelen bir burç, lât. Cygnus; fr. Cvgne. |
dücâciyye |
: | دجاجيه |
(a. i.) : zool. tavukgiller. |
dücce |
: | دجه |
(a. s.) : çok karanlık. |
dücce-i lücce |
: |
denizin engin karanlığı. |
|
düci |
: | دجی |
(a. i. dücye'nin c.) : karanlıklar. (bkz. : zulümât). |
dü-cihân |
: | دوجهان |
(f. b. i.) : iki cihan (dünyâ ile âhiret). (bkz. : dü-kevn). |
dünce |
: | دجنه |
(a. i. c. : dücen, dücünât) : karanlık, kapalı hava. (bkz. : dücünne). |
dücüc |
: | دجج |
(a. i. decâc. dicâc. dücâc'ın c.) : tavuklar, tavuk, horoz ve piliç cinsleri. |
dücünne |
: | دجنه |
(a. i. c. : dücünnât) : 1) bulut, kat kat olma; karanlık. 2) yağmur yağma. |
dücür |
: | دجر |
(a. i.) : bot. böğrülce. |
dücye |
: | دجيه |
(a. i. c. : dücî) : karanlık, (bkz. : zulmet). |
dü-dîde |
: | دوديده |
(f. b. i.) : iki göz. |
dü-dil, dü-dile |
: | دودل ، دوله |
(f. b. s.) : iki gönüllü, iki tarafta sevgisi olan; münafık. |
dü-dilî |
: | دودلی |
(f. b. i.) : tereddüt, kararsızlık. |
düfûf |
: | دفوف |
(a. i. deff'in c.) : tefler. |
dügâh |
: | دگاه |
(f. i.) : müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarındandır. Bu makam, sabâ terkibine şetaraban makamından veya nev-eser'in yegâh perdesindeki şeddinden birkaç sesin ilâvesinden mürekkeptir. Durak perdesi, -makama ismini vermiş olan-dügâh'dır ki, sabânın durağı ve nev-eserin yegândaki şeddinin veya şeta-rabanın güçlüsüdür. Dügâh makamının güçlüsü, birinci derecede, sabânın güçlüsü olan çargâhtır. İkinci derecede bir güçlü tesbît etmek müşküldür. Donanıma -sabânınki gibi si için koma ve re için bakıyye bemolleri konur; sabânın lâ bakıyye bemolü ile şetarabanın si bakıyye bemolünden başka sol bakıyye diyezi nota içinde ilâve olunur. |
dügâh-ı acem |
: |
müz. en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup, elde bir numunesi yoktur. |
|
dügâh-hicâz |
: |
müz. çok eski bir mürekkep makam olmakla beraber elde bir numunesi yoktur. |
|
dügâh-ı kadîm |
: |
müz. en az iki asırlık bir mürekkep makam olup elde bir numunesi mevcut değildir. |
|
dügâh-pûselik |
: | دوگاه پوسه لك |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin birkaç asırlık ehemmiyetsiz mürekkep makamlarından biridir. Bu makam, dügâh terkibine bir buselik beşlisi ilâvesinden mürekkeptir; bu beşli ile dügâh perdesinde kalır. Güçlü sabâ ve dügâhda olduğu gibi çârgâh'-dır. Makam, dügâh gibi donanır ve değiştirilir; ayrıca da pûselik beşlisinin yedeni olan sol diyez konulur. |
dü-gâne |
: | دوگانه |
(f. b. s.) : 1) çift, ikiz, iki tane. 2) rekât namaz. Salât-ı dü-gâne : iki rekât namaz. |
dühât |
: | دهات |
(a. s. dâhî'nin c.) : dehâ sahibi, son derece zekî, anlayışlı ve uyanık olanlar. |
dühn |
: | دهن |
(a. i. c. : diban. edhân) : sürünecek yağ. |
dühûr |
: | دهور |
(a. i. dehr'in c.) : 1) dünyâlar. 2) zamanlar; devirler. |
dühül |
: | دهل |
(f. i.) : davul. Âvâz-ı dühül : davul sesi. |
dühül-bâz |
: | دهاباز |
(f. b. i.) : 1) davulcu. 2) doğancıların kuş kaldırmada kullandıkları küçük davul. |
dühül-derîde |
: | دهل دريده |
(f. b. s.) : "davulu yırtılmış" : alnının damarı çatlamış, rezil, rüsvâ. |
dü-kevn |
: | دوكون |
(f. a. i.) : iki âlem (dünyâ ile âhiret). (bkz. : dü-cihân). |
dükkân |
: | دكان |
(a. i. c. : dekâkîn) : içinde öteberi satılan oda, yer. [Farsça'sı "dükân" dır]. |
dükkân-çe |
: | دكانچه |
(a. i.) : küçük dükkân, dükkâncık. |
dükkânçe-i sahhâf |
: |
kitapçı dükkâncığı, küçük kitapçı dükkânı. |
|
dülbend |
: | دلبند |
(f. i.) : tülbend. |
dölben-dâr |
: | دلبند دار |
(f. b. i.) : [eskiden] saraylarda sarıklarla ve ince bezlerle uğraşan kimse, içoğlanı, bunların başı, tülbent ağası. |
düldül |
: | دلدل |
(a. i.) : 1) Hz. Muhammed (Aleyhisselam)’ın Hz. Alî'ye verdiği kır katır. 2) kirpi. |
Dülûk |
: | دلوك |
(a. i.) : Güneş batması, (bkz. : gurûh). |
dülûk-i şems |
: |
Güneşin batması. |
|
Düm |
: | دم |
(f. i.) : kuyruk, (bkz. : dünbâl, dünbâle). |
dümbâl, dümbâle |
: | دمبال ، دمباله |
(f. i.) : kuyruk, (bkz. : düm, dünbâl, dünbâle). |
düm-bürîde |
: | دمبريده |
(f. b. s.) : kuyruğu kesik. |
düm-çe |
: | دمچه |
(f. b. i.) : kuyrukçuk, kısa kuyruk. |
düm-dâr |
: | دومدار |
(f. b. i.) : ask. kuyruk tutan; ordunun arkasındaki kuvvet, artçı. |
dümel, dümmel |
: | دمل ، دمل |
(a. i.) : büyük kan çıbanı. |
düm-gâh, dümgeh |
: | دمگاه ،دمگه |
(f. b. i.) : kuyruk yeri. |
dü-mûy |
: | دوموی |
(f. b. s.) : saçına, sakalına kır düşmüş [adam]. |
dünb, dünbe |
: | دنب ، دنبه |
(f. i.) : kuyruk, (bkz. : dünbâle). |
dünbâl, dünbâle |
: | دنبال ، دنباله |
(f. i.) : kuyruk, (bkz. : düm, dümbâl, dümbâle, dünb, dünbe). |
dünbâle-dâr |
: | دنباله دار |
(f. b. i.) : kuyruklu. Necm-i dünbâle-dâr : kuyruklu yıldız. |
dünbâle-rev |
: | دنباله رو |
(f. b. s.) : kuyruktan, arkadan giden, arkası sıra giden, uyan. |
dünbek |
: | دنبك |
(f. i.) : 1) bekçi davulu. 2) dümbelek. |
dünbüre, dünbûre |
: | دنبره ، دونبوره |
(f. i.) : tambura denilen çalgı. |
dü-nîm, dv-nîme |
: | دونيم ، دونيمه |
(f. s.) : iki parça, ikiye ayrılmış, bölünmüş. |
dünyâ |
: | دنيا |
(a. i.) : 1) içinde yaşadığımız âlem, yer yuvarlağı. 2) küre. |
dünyâ-yi dûn |
: |
alçak, sefil dünyâ. 3) elgün, herkes. |
|
dünyâ-dâr |
: | دنيا دار |
(a. f. b. s.) : dünyâ işleriyle uğraşarak mal mülk sahibi olan. |
dünyalık |
: | دنيالق |
(a. t. b. i.) : para, mal ve zenginlik. |
dünyâ-perest |
: | دنيا پرست |
(a. f. b. s.) : dünyâya tapan, tamahlı, hırslı kimse. |
dünyevî, dünyeviyye |
: | دنيوی ، دنيويه |
(a. s.) : dünyâya mensup, dünyâya âit, dünyâ ile ilgili. Alâka-i dünyeviyye : dünyâ işleriyle olan ilgi. |
dü-pâ |
: | دوپا |
(f. b. s.) : iki ayaklı. Hâr-ı dü-pâ (iki ayaklı eşek) : eşek gibi insan. |
düre, dürce |
: | درج ، درجه |
(a. i.) : 1) kutu, kutucuk; hokka. 2) sandık, cevahir kutusu. 3) hokka gibi olan ağız. dürc-i dür : inci kutusu. |
dürc-i teng |
: |
sevgili'nin ağzından kinaye. |
|
dürc-i zer |
: |
altın kutusu. |
|
dürd, dürde |
: | درد ، درده |
(f. i.) : tortu, çöküntü. |
dür-dâne |
: | در دانه |
(f. b. i.) : 1) inci tanesi. 2) s. sevgili, kıymetli. 3) kadın adı. |
dürd-âşâm |
: | درد آشام |
(f. b. s.) : şarabın tortusunu içen, kalender, (bkz. : dürd-keş). |
dürdî |
: | دردی |
(f. i.) : tortu, çöküntü, (bkz. : dürd, dürde, rüsûb). |
dürdîriyye-i halvetiyye |
: | درديريۀ خلوتيه |
Hanefiyye-i Halvetiyye şubelerinden birinin adı. [kurucusu : Şeyh Şehâbeddin Ahmed-üd-Dürdürî'dir. 1127 (1715) de Mısır'da doğmuştur]. |
dürd-keş |
: | دردكش |
(f. b. s.) : şarabın tortusunu içen. (bkz. dürd-âşâm.) |
dürece |
: | درجه |
(a. i.) : merdiven, (bkz. : süllem). |
dürer |
: | درر |
(a. i. dürre'nin c.) : büyük inci taneleri. |
dürer-bâr |
: | درربار |
(f. b. s.) : inci yağdıran, inci gibi söz söyliyen. |
dürger |
: | درگر |
(f. i.) : dülger, bir binânın tahta olan kısımlarını yapan usta. (bkz. : dürûger, neccâr). |
dörr |
: | در |
(a. i.) : inci. dürr-i Aden : Aden incisi. dürr-i girân-mâye : kıymetli iri inci. dürr-i güftâr : söz incisi. |
dürr-i hoş-âb |
: |
iyi inci. |
|
dürr-i istifa |
: |
seçkinlik incisi (Hz. Muhammed (Aleyhisselam)). |
|
dürr-i meknûn |
: |
mahfazalı parlak inci. |
|
dürr-i nâb |
: |
parlak, beyaz inci. |
|
dürr-i nâzım |
: |
dizilmiş inci. |
|
dürr-i nâ-süfte |
: |
delinmemiş inci; mec. kızoğlan kız. |
|
dürr-i nefîd |
: |
dizi itici, inci dizisi. |
|
dürr-i sadef-nişîn |
: |
sedefinden çıkmamış inci. |
|
dürr-i sirâb |
: |
iri inci. |
|
dürr-i şah-vâr, - şeh-vâr |
: |
(pâdişâha lâyık) iri inci. |
|
dürr-i yegâne |
: |
eşi bulunmıyan, tek inci. |
|
dürr-i yek-dâne |
: |
iri taneli inci. |
|
dürr-i yetim |
: |
sedefinde tek olarak çıkan iri, büyük inci. mec. Hz. Muhammed (Aleyhisselam), [Farsçası "dür" dür]. |
|
dürrâa |
: | دراعه |
(a. i.) : üste giyilen önü açık bir elbise; ferace. |
dürrâc, dürrâce |
: | دراج ، دراجه |
(a. i.) : zool. eti gevrek, keklik cinsinden bir kuş, çil kuşu, turaç kuşu. |
dürrât |
: | درات |
(a. i. dürre'nin c.) : büyük inci taneleri, (bkz. : dürer). |
dürre |
: | دره |
(a. i. c. dürer, dürrât) : büyük inci tanesi. |
dürr-efşân |
: | در افشان |
(a. f. b. s.) : inci serpen; inci gibi söz söyliyen ağız. |
dürrî, dürriyye |
: | دری ، دريه |
(a. s.) : inci gibi parlıyan, parlak, parıltılı, [çok zaman "yıldız" hakkında kullanılır]. Kevkeb-i dürrf : parlak yıldız. |
dü-rû [y] |
: | دورو [ی] |
(f. t. s.) : iki yüzlü. |
dürû' |
: | دروع |
(a. i. dır'in c.) : zırh gömlekler. |
dürûd |
: | دورد |
(f. i.) : 1) duâ, medih; selâm. 2) ekin biçme. 3) yontulmuş ağaç, kereste. |
dürûg |
: | دروغ |
(f. i.) : yalan gerçek olmıyan söz. (bkz. : kizb). |
dürûg-ı maslahat-âmîz |
: |
iş bitiren yalan. |
|
dürûger |
: | دروگر |
(f. i.) : (bkz. : dürger). |
dürûgerî |
: | دروگری |
(f. i.) : marangozluk. (bkz. : sifânet). |
dürûgî |
: |
(f. s.) : yalanla ilgili. |
|
dürûg-zen |
: | دروغزن |
(f. b. s.) : yalancı |
dürûfl-zen |
: | دروغزنی |
(f. b. i.) : yalancılık. |
dürûs |
: | دروس |
(a. i. ders'in c.) : dersler, (bkz. : ders). |
dürûs-i nâfia |
: |
faydalı dersler. |
|
dürûz |
: | دروز |
(a. h. i. dürzî'nin c.) : dürzîler. |
dü-rûz, dü-rûze |
: | دوروز ، دوروزه |
(f. b. s.) : iki günlük, kısa [zaman]. |
dürüst |
: | درست |
(f. s.) : 1) doğru, düzgün; sağlam. 2) bütün, tam. |
dürüst-hân |
: | درستخوا |
(f. b. s.) : okuyuşu doğru ve dürüst olan. |
dürüstî |
: | درستی |
(f. i.) : doğruluk, düzgünlük, sağlamlık. |
dürüst |
: | درشت |
(f. s.) : kaba, sert, katı, kalın. |
dürüstî |
: | درشتی |
(f. i.) : kabalık, sertlik, katılık, kalınlık. |
Dürzi |
: | درزی |
(a. h. i.) : Lübnanlı. |
düstûr |
: | دستور |
(a. i. o. : desâtîr) : 1) kanun, kaide, kural. 2) vezir; müşür. 3) büyük defter. 4) esaslı kaide. 5) devlet kanunlarını içine alan kitap. |
düstûr-i mükerrem |
: |
(kanun, nizam üzere hareket eden) vezir; sadrâzamlarla vezirlere tazim makamında verilen unvan. |
|
düstûr-ül-amel |
: |
gereği gibi uygulanacak olan kanun. |
|
düstûr-ül-edviye |
: |
kodeks, fr. codex. |
|
düsûm |
: | دسوم |
(a. i. desem'in c.) : yağlar. |
düsûr |
: | دثور |
(a. i.) : mahvolma, eseri kalmama. |
düsûr-ün-nefs |
: |
her şeyi çabuk unutma hâli. |
|
düşür |
: | دثر |
(a. i. disâr'ın c.) : 1) üste giyilen kaftanlar, elbiseler. 2) yatak çarşafları. |
dü-şâh, düsâhî |
: | دوشاخی دوشاخ |
(f. b. i.) : 1) çatal ağaç; tomruk. 2) suçlunun boynuna takılan çatal ağaç. |
düşenbih |
: | دوشنبه |
(f. i.) : pazartesi günü. |
düşeş |
: | دوشش |
(f. i.) : zar oyununda en büyük sayı olan'iki "6" nın yanyana gelmesi; mee. rasgelme, iyi tesadüf, beklenmedik kazanç |
düsîn, düjîne |
: | دوشين ، دوشينه |
(f. zf.) : dün gece. |
düşman, düşmen |
: | دشمان ، دشمن |
(f. s.) : düşman, yağı. (bkz. : adû, adüvv, hasm) : |
düşmenin |
: | دشمنان |
(f. s. düşmen'in c.) : düşmanlar, yağılar, |
düşnâm |
: | دشنام |
(f. b. i.) : sövme, sövüp sayma, (bkz. : şetm). |
düşvâr |
: | دشوار |
(f. s.) : güç, zor. Emr-i düşvâr : güç iş. |
düşvâr-ger |
: | دشوارگر |
(f. b. i.) : dağ, dağlık. |
düsvârî |
: | دشواری |
(f. i.) : güçlük, zorluk, (bkz. : suûbet). |
düsvâr-pesend |
: | دشوارپسند |
(f. b. s.) : (bkz. : müşkül-pesend). |
dü-tâ |
: | دوتا |
(f. b. s.) : iki kat, bükülmüş, eğrilmiş, kamburu çıkmış. Kad-ı dü-tâ : iki büklüm olmuş boy. |
düvâl |
: | دوال |
(f. i.) : kayış; tasma. |
düvâzdeh |
: | دواز ده |
(f. b. s.) : on iki. |
düvâzdeh imâm |
: |
on iki imam. (bkz. : eimme-i isnâ-aşer). |
|
düvâzdehüm |
: | دواز دهم |
(f. b. s.) : on ikinci, on ikide bir. |
düvel |
: | دول |
(a. t. devlet'in c.) : devletler. |
düvel-i muazzama |
: |
büyük devletler. [İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya - Macaristan, Rusya, italya]. |
|
düvel-i mü'telife |
: |
uyuşmuş, anlaşmış devletler, [birinci' umûmî harpte : "İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya" idi]. |
|
düvel-i müttefika |
: |
ittifak etmiş, birleşmiş devletler, birleşik devletler, [birinci umûmî harpte : "Osmanlı imparatorluğu, Almanya, Avusturya - Macaristan" idi]. |
|
düvel-i saire |
: |
düvel-i muazzama'nın dışında kalan devletler. |
|
düvelî, düveliyye |
: | دولی ، دوليه |
(a. s.) : devletlerle ilgili : Münâsebât-ı düveliyye : devlet münâsebetleri. |
dü-vîst |
: | دويست |
(f. b. s.) : iki yüz. |
dü-vüm, dü-vümîn |
: | دوم ، ودمين |
(f. s.) : ikinci, (bkz. : sânî). |
düyek |
: | دويك |
(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin küçük usullerindendir ve eski zamanlardan beri pek rağbetle kullanılan bir ölçüdür. Sekiz zamanlı ve beş darblıdtr. Bu güzel usûl, ilâhi formunda en ziyâde kullanılan ölçü olup, âyîn-i şeriflerin muayyen kısımlarında, tevşîh, peşrev, kâr, beste, oyun havası ve bilhassa şarkı formlarında da is-tîmal edilir, 8/4 ağır düyek mertebesi de sık kullanılır. Düyek, iki adet sofyandan mürekkeptir. |
duyûn |
: | ديون |
(a. i. deyn'in c.) : borçlar. |
düyûn-i umûmiyye |
: |
(umûmî borçlar) : Osmanlı imparatorluğunun XX. asrın ikinci yarısından sonra yabancı devletlerden aldığı borçlara karşı, gösterdiği gelirleri toplamaya mahsus yabancı me'murların idaresi altında ve İstanbul'da bulunan müessese. |
|
düyûnât |
: | ديونات |
(a. i. deyn'in c. olan düyûn'un c.) : borçlar. |
düyûnât-ı atîka |
: |
eski borçlar. |
|
düzd |
: | دزد |
(f. s. c. : düzdân) : hırsız, uğru. |
düzdân |
: | دردان |
(f. s. düzd'ün c.) : hırsızlar, (bkz. : sürrak). |
düzd-âne |
: | دزدانه |
(f. zf.) : hırsız gibi, hırsızca, hırsıza yakışır yoida. |
düzdî |
: | دزدی |
(f. i.) : hırsızlık. |
düzdîde |
: | دزديده |
(f. s.) : çalınmış [şey] |
Dürr-i düzdide |
: |
çalınmış inci. |
|
dü-zebân |
: | دوزبان |
(f. b. s.) : iki dilli. |