: دى

(f. i.) : dün, dünkü gün. 

di ve ferda

:  

dün ve yarın. 

diâm, diâmet

: دعام ، دعامت

(a. i. c.) : 1) binaya vurulan direk, destek, payanda. 2) ileri gelen, baş. 

dîbâ

: ديبا

(f. i.) : renkli dokuma motiflerle süslü lüks bir çeşit ipek kumaş, canfes kumaş. 

dîbâ-yi frenk

   

frenk canfesi. 

dîbâc

: ديباج

(a. i. c. : debâbîc) : 1) dallı, çiçekli bir çeşit ipek kumaş, dîba, canfes. 2) g. s. Bir yazı sitili.

dîbâce

: ديباجه

(a. i. c.) : başlangıç, önsöz (bkz. Mukaddeme)

dibâgat

: ديباغت

(a. i.) : sepicilik, hayvan derilerini terbiye etmek zanaati.

dicâc

: دجاج

(a. i. c. : dücüc) : (bkz. decâc, dücâc).

dicâce

: دجاجه

(a. i. c. : dücüc) : tavuk. (bkz. decâc, dücâc).

dîdân

: ديدان

(a. i. : dûd'un c.) : ufak soğulcanlar, kurtcağızlar.

dîdân-ı em'a

:  

bağırsak kurtları.

dîdân-ı haytiyye

:  

şeritler.

dîdâr

: ديدار

(f. i.) : 1) yüz, çehre. 

dîdâr-ı hürriyet

:  

hürriyetin güzel yüzü

dîdâr-ı pâk

:  

temiz yüz.

dîdâr-ı yâr

:  

sevgilinin yüzü. 2) görme, görüşme. 3) görüş kuvveti, göz. 4) s. Açık, meydanda 5) i. Kadın adı.

dide

: ديده

(f. s. c. : dîdegân) : göz. Nûr-i Dîde : gözün nuru (bkz. : ayn, çeşm.)

dîde-i giryân

:  

ağlıyan göz. 2) gözcü. 3) gözbebeği. 4) gözucu

dîde (-)

: ديده

(f. s. c. : dîde-gân) : görmüş; görülmüş. Lûtuf-dîde : lûtuf görmüş. Zarar-dide : zarar görmüş.

dîde-bân

: ديدبان

(f. b. i.) : 1) gözcü, gözleyici, bekçi, kolcu, nöbetçi. 2) [evvelce] gümrük kolcusu. 

dîde-bân-ı felek

:  

astr. Zühal (Satürn) gezeğeni. 

dîde-gân

: ديدگان

(f. s. dîde'nin c.) : görmüşler. Lütuf-dîde-gân : lütuf görmüşler. 

dîg

: ديگك

(f. i.) : çömlek, toprak tencere.

dîg-i cûşân

:  

taşmış, taşkın, taşan tencere.

dîg-i sevda

:  

aşk tenceresi, muhabbet kazanı. 

diğer, dîger

: دگر ، ديگر

(f. s.) : diğer, başka, öteki. 

dîger-bâr

: ديگر بار

(f. b. zf.) : başka defa, başka zaman. 

dîger-bin

: ديگر بن

(f. b. s.) : başkalarının iyiliği için fedakârlıkta bulunan, başkaları için yaşıyan kimse. 

dîger-gûn

: ديگر گون

(f. b. s.) : bozuk, değişmiş, başkalaşmış. 

dîger-kâm

: ديگر كام

(f. b. s.) : başkalarını düşünen, fr. altruiste. (bkz. : dîgerbîn). 

dîger-rûz

: ديگر روز

(f. b. s.) : başka gün.

dih

: ده

(f. i. c. : dihât) : 1) köy, karye. (bkz. : dîh). 2) g. s. tek renkli kenarları gümüş veya altın motifli ipek kumaş. 

dih

: ديه

(f. s.) : veren, verici. Arâm-dih : rahatlık veren. Haclet-dih : utanç verici, utandırıcı. 

dîh

: ديه

(f. i.) : köy, karye. 

dihân

: دهان

(a. i.) : 1) kırmızı sahtiyan. 2) (dühn'ün c.) : sürünülecek yağlar. 

dihât

: دهات

(f. i. dih'in c.) : köyler. 

dih-çe

: دهچه

(f. i.) : 1) küçük köy. 2) köylü, çiftçi. 

dih-dâr

: ده دار

(f. b. i.) : köy ağası, (bkz. : dih-hudâ). 

dih-gân

: دهگان

(f. b. i.) : köylü, " ekinci, (bkz. : dihkan). 

dih-hüdâ

: ده خدا

(f. b. i.) : köy ağası, köy kâhyası, (bkz. : dih-dâr). 

dihî

: ديهي

(f. s.) : köye mensup, köylü. 

dîhîm

: ديهيم

(f. i.) : taç. (bkz. : dâhînv dâhim, efser, iklîl). 

dihistân

: دهستان

(f. h. i.) : Esterâ-bâd denilen kasaba. 

dihiş

: دهش

(f. i.) : verme, veriş, bağışlama, (bkz. : ihsan, atîyye). 

dihkan

: دهقان

("ka" uzun okunur. a. i.) : 1) çiftçi, köylü. 2) köy ağası, [aslı Farsça "dih-gân" dır], 

dihlîz

: دهليز

(a. i.) : (bkz. : dehlîz). 

dîk

: ديك

(a. i. c. : diyeke. edyâk) : horoz. 

dîk-i ebyâz

:  

Cennet'te bir kuş. 

dîk-ül-arş

:  

"sidret-ül-müntehâ" da bulunan ve bağırtısiyle Cennet'teki meleklere namaz zamanını bildirecek olan tavus şeklinde bir melek. 

dîk

: ضيق

(a. i.) : dar olma, darlık.

dîk-ı nefes

:  

nefes darlığı, tıknefes. 

dikak

: دقاق

("ka" uzun o. kunur, a. i. da. kik'in c. ) : incelenmiş, ufalmışlar. 

dîk-efrak

: ديك افرق

(a. b. i.) : çatal ibikli horoz. 

dikkat

: دقت

(a. i.) : dakiklik, incelik, doğruluk, ehemmiyet verme, ince eleme, ince arama.

dikkat-i nazar

:  

bakış inceliği. 

dil

: دل

(f. i.) : 1) gönül, yürek, kalb. 

dil-i âvâre

:  

serseri gönül. 

dil-i bi-karâr

:  

kararsız gönül. 

dil-i bî-mâr

:  

hasta gönül. 

dil-i dîvâne

:  

deli gönül. 

dil-i enhâr

:  

ırmakların gönlü. 

dil-i mecruh

:  

yaralı gönül. 

dil-i nâ-mihribân

:  

merhametsiz yürek. 

dil-i pâk

:  

temiz gönül. 

dil-i pare pare

:  

parça parça, paramparça olmuş gönül. 

dil-i pür-âteş

:  

ateşli gönül. 

dil-i sâd-pâre

:  

yüz parça, paramparça olmuş gönül. 

dil-i sûzân

:  

yanık, ateşli gönül. 

dil-i vîrân

:  

yıkık, harap gönül. 

dil-i zâr

:  

zavallı gönül. 2) orta, yarı. 

dil-i derya

:  

denizin ortası. 

dil-i şeb

:  

gece yarısı. 

dil

: ديل

(f. i.) : 1) nokta. 2) gönül, kalb. 3) mandıra, ağıl. 

dil-âgâh

: دل آگاه

(f. b. s.) : gönül anlar; kalbi uyanık; bilgin, akıllı. 

dil-ârâ, dil-ârâm

: دل آرا ، دل آرام

(f. b. s.) : 1) gönül alan, gönül kapan, gönül ok-şıyan, gönlü dinlendiren. 2) i. kadın adı. 3) müz. bugün elde örneği olmıyan eski Türk mürekkep makamlarından biridir. 

dil-âsâ

: دل آسا

(f. b. s.) : gönlü rahat-landıran, avutan. 

dil-âsûde

: دل آسوده

(f. b. s.) : gönlü rahat. 

dil-âşûb

: دل آشوب

(f. b. s.) : 1) gönüle sıkıntı veren, yüreği sıkan. 2) gönülü karıştıran, kalbi meftun eden fgüzel]. 

dil-âver

: دلاور

(f. b. s. c. : dilâverân) : 1) yiğit, yürekli. 2) i. erkek adı. 

dü-âverân

: دلاوران

(f. b. s.) : dilâver'in c. ) : yiğitler, yürekliler. 

dil-âvîz

: دلاويز

(f. b. s.) : 1) gönüle asılan, gönül çeken, cazip, güzel. 2) i. müz. Abdül-bâki Dede'nin terkibettiği 7 makamdan biri. 

dil-âzâd

: دل آزاد

(f. b. s.) : gönlü bir şeyle ilgili olmıyan, gönlü rahat. 

dil-âzâr

: دل آزار

(f. b. s.) : gönül inciten, hatır kıran, kalb kıran, merhametsiz. 

dil-âzürde

: دل آزرده

(f. b. s.) : gönlü incinmiş, kalbi kırık. 

dil-bâz

: دل باز

(f. b. s.) : gönül eğlendiren; güzel söz söyliyen, göze hoş görünen. 

dil-bend

: دلبند

(f. b. s.) : gönül bağlıyan. 

dil-ber

: دلبر

(f. b. s. c. : dil-berân) : 1) gönlü alıp götüren, güzel. 2) i. kız adı. 

dil-berân

: دلبران

(f. b. s. dilber'in c.) : dilberler, güzeller. 

dil-berâne

: دلبرانه

(f. zf.) : dilbere, güzele, sevgiliye yakışır surette, 

dil-berî

: دلبری

(f. b. i.) : dilberlik, güzellik. 

dil-beste

: دلبسته

(f. b. s.) : gönüE bağlamış, âşık. (bkz. : dil-dâde). 

dil-cû [y]

: دلجو [ی]

(f. b. s.) : gönül ariyan, gönül çeken. 

dil-dâde

: دلداده

(f. b. s.) : 1) gönül vermiş, âşık. (bkz. : dil-beste). 2) erkeklerin başlarına sardıkları renkli mendil. 

dil-dâr

: دلدار

(f. b. s.) : 1) birinin* gönlünü almış, sevgili. 2) i. müz. Abdülbakî Dede'nin terkîbettiği 7 makamdan biri. 

dildil

: دلدل

(f. i.) : inilti, sıkıntı, ıztı-rap. 

dil-dûz

: دلدوز

(f. b. s.) : gönül delen, kalbe batan. 

dil-düzd

: دلدزد

(f. b. s.) : gönül çalan. 

dile

: دله

(f. s. ve i.) : 1) gönül sahibi. 2) gönül, (bkz. : dil). 

dil-efgâr, dil-figâr

: دل افگار ، دلفگار

(f. b. s.) : gönlü yaralı olan, âşık. (bkz. : mecrûh-ül-fuâd). 

dil-efrûz

: دل افروز

(f. b. s.) : gönül aydınlatan, (bkz. : dil-fürûz). 

dil-ferâh

: دل فراح

(f. b. s.) : gönlü geniş, sevinçli. 

dil-figâr

: دلفگار

(f. b. s.) : gönlü yaralı, âşık. 

dil-firîb

: دلفريب

(f. b. s.) : gönül aldatan, cazibeli, alımlı. 

dil-fürûz

: دلفروز

(f. b. s.) : gönüle ferahlık veren, sevindiren, (bkz. : dil-efrûz). 

dil-germ

: دلگرم

(f. b. s.) : gönlü kızmış, öfkelenmiş. 

dil-gîr

: دلگير

(f. b. s.) : gönül tutan, kalbe sıkıntı veren; gücenik, kırgın. 

dil-güdâz

: دلگداز

(f. b. s.) : yürek eriten, gönüle eziyet veren. 

dil-güşâ

: دلگشا

(f. b. s.) : 1) gönül açan, iç açan, kalbe ferahlık veren. 2) i. müz. Arif Mehmed Ağa'nın terkîbettiği bir mürekkep makamdır, [elde bu makama âit hiç bir örnek yoktur]. 

dil-aüşt

: دلگشته

(f. b. s.) : gönlü ölmüş, yüreği ölü. 

dil-hâh

: دلخواه

(f. b. s.) : gönül isteği, gönül dileği. 

dil-harâb

: دلخراب

(f. a. b. s.) : gönlü yıkılmış, kırılmış. 

dil-histe

: دلخواسته

(f. b. i.) : (bkz. : dil-hâh). 

dil-haste

: دلخسته

(f. b. s.) : gönlü hasta, hasta gönüllü. 

dil-hırâş

: دلخراش

(f. b. s.) : yürek parçalıyan, tırmalıyan. (bkz. : cân-hırâş). 

dil-hûn

: دلخون

(f. b. s.) : içi kan ağlıyan. 

dil-hûş

: دل خوش

(f. b. s.) : gönlü hoş, yüreği rahat. 

dilîr

: دلير

(f. s. c. : dilîrân) : yürekli, cesur, yiğit. 

dilîrân

: دليران

(f. s. dilîr'in c.) : yürekliler, cesurlar, yiğitler. 

dilîrân-ı nîzedâr

:  

mızraklı yiğitler. 

dilîr-âne

: دليرانه

(f. zf.) : yiğitcesine, mertcesine. 

dilîrî

: دليری

(f. i.) : yiğitlik, mertlik, yüreklilik. 

dil-keş

: دلكش

(f. b. s.) : gönül çekici. 

dilkeş-hâverân

: دلشك خاوران

(f. b. i.) : müz. tahminen 5 asırlık veyâ'daha eski bir mürekkep makamdır. Bu makam, hüseynî makamına İrak makamının dizisinden bir parçanın (meslâ makamın pest dörtlüsünün) eklenmesinden mürekkeptir. Bu dörtlü (segah dörtlüsünün ırak perdesindeki şeddi) ile ırak perdesinde durur. Güçlü birinci derecede hüseynî'nin güçlüsü olan hüseynî ve ikinci derecede hüseynî'nin durağı olan dü-gâh'dır (bu perde aynı zamanda ırak makamının da güçlüsüdür). Donanımı si için koma bemolü ve fa için bakıyye diyezi konulur Dilkeş-hâverân'ın terkibindeki her iki makamın da donanımı aynı olduğundan, nota içinde bir değişikliğe hacet kalmaz (tabîî geçkiler hâriç olmak üzere). 

dil-keşîde

: دل كشيده

(f. b. i.) : müz. A. A. Konuk'un terkîbettiği bir mürekkep, makamdır. Bu makam, muhayyer makamına ferahfeza terkibinin ilâvesinden müteşekkildir. Umumiyetle inicidir. Makam ferahfeza ile onun gibi yegâh perdesinde durur. Güçlüler, birinci derecede muhayyer'in durağı ve fahfezâ'nın ikinci güçlüsü olan dügâh, ikinci derecede muhayyerin güçlüsü olan hüseynî, üçüncü derecede de ferahfezâ'nın güçlüsü olan acem-aşîran'-dır. Bu güçlüler bir sekizli tiz ve peşte de şâmil olup, her birinin makamın terkibindeki dipler içinde vazife aldığı unutulmamalıdır. Donarııma muhayyer gibi si için koma bemolü ve fa için bakıyye diyezi konulur; ferahfezaya geçilince bu iki arıza bekar yapılarak, si için küçük mücenneb bemolü ve do için bakıyye diyezi ilâve olunur. 

dü-kûb

: دلكوب

(f. b. s.) : gönlü zedeliyen, vuran. 

dil-mürde

: دلمرده

(f. b. s.) : kslbi, hönlü ölmüş, duygusuz

dil-nişin

: دلنشين

(f. b. s.) : 1) gönülde yer tutan, hoş, latif 2) i. Müz. Tahminen iki asırlık bir mürekkep makamdır. 

dil-nüvâz

: دلنواز

(f. b. s.) : gönül okşıyan [aslı "dil-nevâz" dır]

dil-nüvâzâne

: دلنوازانه

(f. b. s.) : gönül akşarcasına, gönül akiyana yaraşır yolda. 

dil-pesend, dil-pezir

: دلپسند ، دلپذير

(f. b. s.) : gönüle hoş gelen, gönlün beğendiği. 

dil-riş

: دلريش

(f. b. s.) : yüreği yaralık, dertli. Derviş-i dil-riş : gönlü yaralı derviş. 

dil-rüba

: دلربا

(f. b. s.) : 1) gönül kapan, gönlü alan. 2) i. Müz. Tahmînen iki asırlık bir makamdır. Elimizde hiçbir besteli numûnesi yoktur. 

dil-sâz

: دلساز

(f. b. s.) : 1) gönül yapan. 

dil-sir

: دل سير

(f. b. s.) : Gözü gönlü tok

dil-sitân

: دلستان

(f. b. s.) : Gönül alan ve zapteden güzel, kendine meftûn olan. 

dil-sûhte

: دلسوخته

(f. b. s.) : yüreği yanık, kederli. (bkz. : dil-teng)

dil-sûz

: دلسوز

(f. b. s.) : 1) gönül yakan, yürek yakıcı 2) i. Müz. Tahmînen altı asrılık bir mürekkep makamdır. Elimizde hiçbir besteli nümûnesi yoktur. 

dil-şâd

: دلشاد

(f. b. s.) : Gönlü hoş, sevinmiş. 

dil-şikâf

: دلشكاف

(f. b. s.) : Yürek delen, çok acıklı, dokunaklı. 

dil-şikâr

: دلشكار

(f. b. s.) : Gönül avlıyan

dil-şiken

: دل شكن

(f. b. s.) : Gönül kırıcı. 

dil-şikeste

: دلشكسته

(f. b. s.) : Gönlü kırık, kırık gönüllü, hüzünlü. 

dil-şüde

: دلشده

(f. b. s.) : Gönlü gitmiş, aşık, vurgun

dil-şüküfte

: دلشكفته

(f. b. s.) : Gönlü açılmış. 

dil-teng

: دل تنگك

(f. b. s.) : Yüreği dar, kederli, sıkıntılı. (bkz. Dil-sûhte)

dil-tengî

: دل تنگى

(f. b. s.) : İç sıkıntısı, gönül darlığı. 

dil-tesne

: دلتشنه

(f. b. s.) : Gönlü susamış, pek istekli. 

dil-zinde

: دلزنده

(f. b. s.) : Gönlü dirilimiş, canlanmış, bilgin

dim

: ديم

(f. b. s.) : Yanak, çehre, yüz

dimâ

: دماء

(a. i. dem'in c.) : kanlar. Sefk-ı dimâ' : kan dökücülük

dimâğ

: دماغ

(a. ş. c. : edmiga) 1) teyin. (bkz. : mağz) 2) akıl şuur. (bkz. : hûş). 

dimâgî, dimâfiyye

: دماغى ، دماغيه

(a. s.) 1) dimağa mensup, dimağ ile ilgili 2) zihnî, fikrî

dimen

: دمن

(a. i. Dimne'nin c.) : süprüntülükler. 

dimişk

: دمشق

(a. h. i.) şam

dimişki

: دمشقى

(a. s.) 1) Şam'la ilgili, şam'a ait. (bkz. : Şâmî). 2) i. Güzel sanatlarda kullanılan ve Şam'da yapılan bir çeşit kâğıt. [tezhip, hat, minyatür v. b]

dimne

: دمنه

(f. i.) : Tilki. ["kelîle ve dimne"] kuşlar ve diğer hayvanlar hakkında Hintçe yazılmış bir hikaye kitabı olup Îranlı "Hüseyin Vâiz" tarafından "Envâr-i süheylî" adiyle Farsça'ya, daha sonra "Hümâyunnâme" adiyle Osmanlıc'ya tercüme olunmuştur. 

dimne

: دمنه

(a. i. c. : dimen) : süprüntülük. 

dîn

: دين

(a. i. c. : edyân) : Allah'a inanma ve bağlanma. 

dîn

: دين

(f. i.) : 1) her Güneş ayının yirmi dördüncü günü. 2) kalemi muhafazaya me'mur sayılan melek. 

dînâr

: دينار

(a. i. c. : denânîr) : 1) eski zamanın çeyrek lirası değerinde bulunan bir nevî altın parası. 2) bir Fransız frangına denk olan =sırp parası. 

dîn-dâr

: ديندار

(a. f. b. s.) : Allah'a inanmış ve bağlanmış olan kimse. 

dîn-dârâne

: ديندارانه

(a. f. zf.) : Allah'a inanmış ve bağlanmış olan kimseye mahsus veya yakışacak şekilde. 

dîn-dârî

: دينداری

(a. f. b. i.) : dindarlık. 

dînen

: ديناً

(a. zf.) : dince, din bakımından. 

dînî, dîniyye

: دينی ، دينيه

(a. s.) : dinle ilgili olan. Ulûm-i dîniyye (din bilgileri) : din dersleri. Akaid-i dîniyye (din inanışları) : din dersleri. 

dîn-penâh

: دينپناه

(a. f. b. s.) : dîni koruyan; dîne destek olan. Pâdişâh-ı din-penâh : dîni koruyan, â\ne destek olan padişah. 

dîn-pcrver

: دين پرور

(a. f. b. s.) : dîne hizmet ve yardım eden, dîni arkalıyan. 

dîn-şiken

: دين شكن

(a. f. b. s.) : dîni kıran, dîne karşı koyan. 

dîn-şikenâne

: دينشكنانه

(a. f. zf.) : dîni kıracak, dîne zarar verecek surette. Akvâl-i dîn-şikenâne : dîne zararlı olacak şekilde sözler. 

dîr

: دير

(f. zf.) : 1) geç, çoktan, uzun müddet. 

dîr ü zud

:  

geç ve çabuk. 2) s. uzak. (bkz. : dûr). 

dirahş

: درخش

(f. i.) : nur, ziya, ışık, parıltı. 

dirahşân

: درخشان

(f. s.) : parlak, parlıyan. Mîr-i dirahşân : parlak, parlıyan Güneş, [aslı "durahşân" dır]. 

dirahşânî

: درحشانی

(f. i.) : parlaklık, parıldayıcılık. [aslı "durahşânî" dir]. (bkz. : durahşân). 

dirahşende

: درخشنده

(f. s.) : ışıldıyan, parıldıyan, ışıklı, nurlu. 

diraht

: درخت

(f. i.) : ağaç. (bkz. : şecer). 

diraht-i Meryem

:  

Meryem'in altında oturduğu ağaç. 

diraht-i meyve-dâr

:  

yemiş veren, yemişli ağaç. 

dîrân

: ديران

(a. i. dâr'ın c.) : evler, (bkz. : diyer). 

dirayet

: درايت

(a. i.) : zekâ, bilgi, kavrayış. 

dirâyet-kâr

:  

(a. f. b. s.) : dirayetli, bilgili, kavrayışlı. 

dirayetli

: درايتلی

(a. t. b. s.) : zekî, bilgili, kavrayışlı. 

dirâyet-mend

: درايتمند

(a. f. b. s.) : dirayetli, zekî, bilgili, kavrayışlı. 

dîr-bâz

: دير باز

(f. b. s. ve zf.) : uzun, uzun müddet. 

direfş

: درفش

(f. i.) : bayrak, sancak. 

direfş-i Gâvyâni

:  

(Gâve’nin bayrağı) [Dahhâk'ın zulmüne karşı isyan eden Gâve isminde bir demircinin kendi meşin önlüğünü yırtarak yaptığı bayrak]. 

direm

: درم

(f. i.) : 1) akça, para. 2) dirhem. 3) gümüş para. 

direm-güzîn

: درمگزين

(f. b. i.) : sarraf. 

direm-hırîde

: درمخريده

(f. b. s.) : para ile alınmış. 

direm-serâ

: درمسرا

(f. b. i.) : darphâne, para basılan yer. 

direng

: درنگك

(f. i.) : bekleme; gecikme; tutma; istirahat. (bkz. : ârâm). 

direv

: درو

(f. i.) : ekin biçme, hasat. 

direv-ger

: دورگر

(f. b. s.) : ekin biçen, orakçı. 

dirhem

: درهم

(derâhim) : 1) eski okkanın dörtyüzde biri. 2) gümüş para. 

dirhem-i ceyyid

:  

bozuk, karışık olmıyan dirhem [gümüş para]. 

dirhem-i hâlis

:  

saf gümüşten ibaret olup başka bir mâden ile karışık olmıyan dirhem. 

dirhem-i örfî

:  

on altı kırattan ibaret dirhem. 

dirhem-i râyic

:  

gerek ceyyid ve gerek züyûf olsun, halk arasında alınıp verilen dirhem. 

dirhem-i şer'î

:  

on dört kırattan ibaret dirhem, [zekâtta, mehirde, diyette, nisâb-ı sirkatte muteber olan da bu dirhemdir]. 

dirhem ü dinar

:  

gümüş ve altın para. 3) şerîate göre, orta boyda olan, 70 tane arpanın ağırlığı. 

dirîg

: دريغ

(f. i.) : 1) esirgeme. 2) e. ey. vah, ah, aman, yazık. 3) men'etme, önleme. 

dirîga

: دريغا

("ga" uzun okunur, f. zf.) : yazık, eyvahlar olsun!

dîrin, dîrîne

: ديرين ، ديرينه

(f. s.) : eski, kadîm. Ayîn-i dîrîn : eski töre. Bende-i dîrîne : eski kul. 

disâm

: دسام

(a. i.) : 1) şişe kapağı, mantar gibi şeyler. 2) anat. kapak, * kapacık. 

disâr

: دثار

(a. s.) : eklendiği kelimeye çokluk, bolluk mânâsını verir. Merhamet-disâr : çok merhametli. 

disâr

: دثار

(a. i. c. : düşür) : 1) üste giyilen kaftan, elbise. 2) yatak çarşafı. 

dîse

: ديسه

(f. i.) : şahıs, kişi. 

dî-şeb

: ديشب

(f. b. i.) : dün gece. 

dîv

: ديو

(f. i.) : 1) dev. 2) şeytan. 3) cin.

dîv-i âhenîn-beden

:  

demir gövdeli dev. 

dîvân

: ديوان

(a. i. c. : devâvîn) : 1) büyük meclis. 

dîvân-ı ahkâm-ı adliyye

:  

(a. b. i.) : huk. kanunlara ve nizâmnâmelere göre bakılacak dâvaları görmek üzere \Î84 tânhw\de kurulan Uk. nizamiye, mahkemesi. 

dîvân-ı âlî

:  

yüce divan. 

dîvân-ı deâvî nezâreti

:  

çavuşbaşılığın kaldırıldığı hicrî 1252 (1836) yılında bunun yerine ihdas olunan dâire. [1287 (1870) de adliye nezâretinin teşekkülü üzerine lağvolunmuştur]. 

dîvân-ı harb

:  

(a. b. i.) : huk. harb dîvânı, askerî mahkeme, [dîvân-ı harbler 21 şevval 1286 tarihli eski Askerî Ceza Kanûnu'nun 48 inci maddesine göre beş askerden teşkil edilirdi]. 

dîvân-ı harb-i örfî

:  

* sıkıyönetim mahkemesi. 

dîvân-ı hâss

:  

pâdişâhın başkanlık ettiği meclis. 

dîvân-ı hümâyûn

:  

(a. f. i.) : halkın dâva ve şikâyetlerinin dinlenip hallolunduğu, devlet işlerinin görüldüğü pâdişâh huzuru, [bu mecliste, sadrâzam, şeyhülislâm, kazaskerler, defterdarlar ve şâir büyük devlet ricali bulunurdu]. 

dîvân-ı ilâhî

:  

âhiretteki hesap günü. 2) bir şâirin, şiirlerini kafiyelerine göre alfabe sırasiyle içine alan mecmua. 

dîvân-ı Fuzûlî

:  

Fuzûlî'nin dîvânı. 

divan-ı Hâkanî

:  

Hâkanî'nin dîvânı. 

dîvân-çe

: ديوانچه

(a. f. b. i.) : küçük şiir mecmuası. 

Dîvâne

: ديوانه

(f. s.) : deli; budala, alık. 

dîvân efendisi

: ديوان افنديسی

(a. t. b. i.) : eskiden taşrada me'mur olan vezîr veya âmirlerin mektupçuluk vazîfesini gördürmek üzere kullandıkları me'mur. (bkz. : dîvân kâtibi). 

dîvâne-gî

: ديوانگی

(f. b. i.) : divanelik, delilik. 

dîvâne-rev

: ديوانه رو

(f. b. s.) : delicesine hareket eden, çılgın. 

dîvân-hâne

: ديوانخانه

(a. f. b. i.) : geniş sofa, salon. 

dîvân-ı muhasebat

: ديوان محاسبات

(a. b. i.) : * sayıştay, devletçe sarfolunan paraların hesabını kontrol, murakabe altında bulunduran yüksek kurul, muhasebat dîvânı, . 

dîvân kâtibi

: ديوان كاتبی

(a. t. b. i.) : (bkz. : dîvân efendisi). 

dîvânî, dîvâniyye

: ديوانی ، ديوانيه

(a. s.) : dîvâna âit, dîvanla ilgili. Hatt-ı dîvânî : dîvandan çıkan yazıların yazıldığı bir çeşit yazı. Menâsib-idîvâniye : dîvan kalemindeki me'murluklar. 

Dîvânü Lûgat-it-Türk

: ديوان لغت التر

(a. b. i.) : (bkz. : Mahmud (Kâşgarlı-). 

dîvâr

: ديوار

(f. i.) : duvar. 

dîvâr-ger

: ديوارگر

(f. b. i.) : duvarcı. 

dîv-bâd

: ديو باد

(f. b. i.) : 1) şiddetli rüzgâr, kasırga. 2) delilik, cinnet. 

dîv-beçe

: ديو بچه

(f. i.) : dev yavrusu. 

dîv-bend

: ديو بند

(f. h. i.) : Tehmûres'-in lâkabı. 

dîv-câme

: ديو جامه

(f. b. i.) : [eskiden] savaşlarda giyilen arslan ve kaplan pöstekisi. 

dîv-çe

: ديوچه

(t. b. i.) : 1) ağaç kurdu, güve. 2) zool. sülük. 3) bot. kadın tuzluğu denilen nebat (* bitki). 4) arka kaşağısı. 

dîve

: ديوه

(f. i.) : ipekböceği. 

dîvek

: ديوك

(f. i.) : ağaç kurdu, güve. (bkz. : dîv-çe 1). 

dîver

: ديور

(f. i.) : ev sahibi. 

dîv-gîr

: ديوگير

(f. b. s.) : cin tutmuş, cin çarpmış; cinci. 

dîv-lâh

: ديولاخ

(f. b. i.) : (bkz. : mecenne). 

diyanet

: ديانت

(a. i.) : 1) din. 2) dindarlık, din duygusu. 

diyânet-kâr

: ديانتكار

(a. f. b. s.) : dindarlıkta gayretli olan. 

diyar

: ديار

(a. i. dâr'ın c.) : 1) memleket, ülke. 

diyâr-ı ahar

:  

başka memleket. 

diyâr-ı gurbet

:  

gurbet ili. 

diyâr-ı küfr

:  

islâm ülkelerinden gayri yerler. 

diyâr-ı Rûm

:  

Osmanlı ülkesi. 

diyâr-ı tahassür

:  

özlem diyarı, özlenen ülke. 2) yabancı haneler, evler. 

diyât

: ديات

(a. i. diyet'in c.) : diyetler. 

diyeke

: ديكه

(a. i. dîk'in c.) : horozlar, (bkz. : edyâk). 

diyer

: دير

(a. i. dâr'ın c.) : evler, (bkz. : dîrân). 

diyet

: ديت

(a. i. c. : diyât) : kan bahası. 

diyet-i kâmile

:  

huk. katledilen şahsın nefsine bedel cânîden veya ailesinden alınan tam diyet olup mikdârı maktule göre değişir. 

diyet-i mugallâza

:  

huk. şibhi amd suretiyle vuku'bulan bir katilden dolayı verilmesi gereken diyettir ki dört nevîden yirmi beşer adet olmak üzere yüz devedir, [bu neviler : bint-i mehas, bint-i lebun, hıkka ve cezea denilen develerdir]. 

dîz, dîze

: ديز ، ديزه

(f. i.) : renk. (bkz. : levn). 

diz

: دز

(f. i.) : kale, sur. 

diz-dâr

: دزدار

(f. b. i.) : kale muhafızı.