deva'

: دواء

(a. i. c. : edviye) : 1) ilâç. 2) çâre, tedbir. 

devâ-nâ-pezîr

:  

ilâcı olmıyan. 

devâ-yi misk

:  

güzel kokulu bir çeşit şeker helvası. 

devâbb

: دواب

(a. i. dâbbe'nin c.) : yük ve binek hayvanları. 

devâc

: دواج

(f. i.) : üste örtünecek şey, yorgan. 

devâhî

: دواهی

(a. i. dâhiye'nin c.) : musibetler, felâketler, büyük belâlar. 

devâhil

: دواخل

(a. i. dâhile'nin c.) : içler. 

devâhin

: دواخن

(a. i. dâhine'nin c.) : duman çıkaran bacalar. 

devâî

: دواعی

(a. i. dâiye'nin c.) : içten gelen bir duyguyu teşvik edici haller.

devâi-d-dehr

:  

dünyâ halleri. 

devâî, devâiyye

: دوائی ، دوائيه

(a. s.) : 1) ilâçla ilgili olan nesneler. 2) ilâçlara âit. 

devâir

: دوائر

(a. i. dâire'nin c.) : dâireler. 

devâir-i askeriyye

:  

askerî dâireler.

devâir-i devlet

:  

devlet dâireleri.

devâir-i husûsiyye

:  

özel dâireler.

devâir-i resmiyye

:  

resmî dâireler. 

devâir-i uruz

:  

çoğr. Ekvator hattına paralel olarak geçen küçük . dâireler. 

devâlî

: دوالی

(a. s.) : hek. damar hastalığı, fr. varice

devâlîb

: دواليب

(a. i. dolâb'ın c.) : (bkz. : dolâb). 

devam

: دوام

(a. i.) : 1) dâim olma, bir halde bulunma, sürme. 2) sebat. 3) bir işe, bir me'mûriyete gidip gelme. 

devan

: دوان

(f. s.) : 1) koşan, seğirten, hızlı yürüyen. Esb-i devan : koşucu, hızlı giden at. Peyk-i devan : yanda koşan at uşağı. 2) zf. koşarak, sür'atle, hızla. 

devânik

: دوانق

(a. i. dânık'ın c.) : 1) mangırlar. 2) bir dirhemin dörtte birleri. 

devâniki

: دوانقی

(a. s.) : Abbasî Halîfelerinden Ebû Cafer Mansûr'un hasisliğinden bir şeyi "dânik = en ufak şey, mangır" a kadar hesap-etmek âdeti olduğundan kendisine verilen lâkap. 

devâr, duvar

: دوار ، دوار

(a. i.) : hek. baş dönmesi hastalığı. 

devâ-sâz

: دواساز

(a. f. b. s.) : ilâç : tertîbeden, çâre bulan. 

devât

: دوات

(a. i.) : divit, kalem koymak için uzun madenî sapı ve ucunda bir de hokkası bulunan âlet. (bkz. : devît). 

devât-dâr

: دواتدار

(a. f. b. s.) : 1) divitdâr, yazıcı. 2) yazı takımlarına bakan kimse, 

devâvîn

: دواوين

(a. i. dîvân'ın c.) : şâir dîvanları, (bkz. : dîvân2)

devâvîn-i atîka

:  

eski şiir dîvanları. 

devende

: دونده

(f. s.) : gezen, dönüp dolaşan. 

deveran

: دوران

(a. i.) : dönüp dolaşma, dolanma. 

deverân-ı dem

:  

biy. kan * dolaşımı, fr. circulation. 

devha

: دوحه

(a. i.) : büyük, ulu ağaç. 

devhat-üz-zeheb

:  

"büyük altın ağaç" : Hz. Ali'yi takdîs etme anlamına gelen bir deyim. 

devît

: دويت

(f. i.) : divit, (bkz. : devât). 

deviyy

: دوی

(a. i.) : anlaşılmayan, nerden geldiği belli olmıyan sesler, gürültüler, patırtılar. 

devle

: دوله

(a. i.) : "devlet" kelimesinin Arapça tâbirlerde geçen bir şekli. 

devlet

: دولت

(a. i. c. : düvel) : 1) bir hükümet idaresinde teşkilâtlandırılmış olan siyâsî topluluk. 

devlet-i aliyye

:  

Osmanlı İmparatorluğu. 

devlet-i ezelî

:  

başlangıcı bilinmiyen devlet. 2) büyük saadet, zenginlik. 3) baht, talih, kut. 4) büyük rütbe, mevki. 

devlet-i şehâdet

:  

şehitlik devleti, şehitlerin âhiretteki en büyük saadeti. 

devlet ü ikbâl

:  

ululuk ve iyi talih. 

devlet-âbâdî

: دولت آبادی

(a. f. b. i.) : g. s. güzel sanatlarda kullanılan ve Hindistan'ın Devlet-âbâd şehrinde yapılan bir kâğıt cinsi, [tezhip, hat, minyatür v.b. ]. 

devlet-hâne

: دولتخانه

(a. f. b. i.) : ev, konak. 

devletli,-lü

: دولتلی ، لو

(a. t. b. s.) : [eskiden] refah, saadet ve nîmet sahibi, vezir ve müşir gibi büyük rütbe sahiplerine verilen bir unvan. 

devletlü inâyetlü

:  

sarayın kızlar ağasına verilen unvan. 

devletlü necâbetlü

:  

şehzadeler hakkında kullanılan bir unvan. 

devletlü re'fetlü

:  

[eskiden] seraskerlere verilen unvan. 

devletlü semâhatli

:  

şeyhülislâmlar hakkında kullanılan bir unvan. 

devletlü siyâdetlü

:  

Mekke şerîfine verilen unvan. 

devletlü utûfetlü

:  

vezirlere, müşirlere, pâdişâh damatlarına verilen unvan. [Sadrazamlık etmişlere : "übbehetlü devletlü" yazılırdı]. 

devlet-meâb

: دولتمأب

(a. b. i.) : devletin, saadet ve ihtişamının sığınacağı yer, hükümdar. 

devlet-medâr

: دولتمدار

(a. b. s.) : büyüklük merkezi olan [hükümdar v.b.]. 

devlet-mend

: دولتمند

(a. f. b. s.) : (bkz. : devletlü). 

devr

: دور

(a. i. c. : edvar) : 1) dönme, bir şeyin etrafını dolaşma. 2) dönüp dolaşma. 3) nakil, aktarma. 4) bir şeyi, başkasına teslim etme. 

devr ü teslîm

:  

biri, bir işi tamâmiyle başkasına vererek o işten çekilme. 5) zaman, çağ. 6) bir zamanın bölündüğü kısımlardan herbiri. 7) baştan sonuna kadar okuma. 8) tas. dünyâya gelme, (nüzul) ve tekrar geldiği yere dönme (urûç) hâli. 9) müz. bir müzik üzerinde, her ölçüye verilen isim olup umumiyetle büyük ölçüler ve peşrevler için kullanılır. 

devr-i devlet

:  

devlet zamanı, saadet nöbeti. 

devr-i dil-ârâ

:  

gönlü hoş eden devir, en hoş zaman. 

devr-i ebvâb

:  

kapı kapı gezip dolaşma. 

devr-i esâtîr

:  

mitoloji çağı. 

devr-i felek

:  

zaman, talih, kader. 

devr-i gül

:  

gül mevsimi. 

devr-i hindî

:  

müz. Türk müziğinin küçük usul-lerindendir; 7 zamanlı ve 5 darblıdır. Bu usul ile şarkı ve ilâhiler ölçülmüştür. Bu makamın 7/8, bir de 7/4 ağır devr-i hindî mertebeleri kullanılmıştır. Bir semaî ile bir sofyandan mürekkeptir. 

devr-i isnâ-aşerî

:  

oniki hayvan adlariyle sayılan oniki yıllık devir. 

devr-i kamerî

:  

bir ay içinde ayın dolaşması. 

devr-i kebir

:  

müz. Türk müziğinin büyük usullerindendir. 28 zamanlı ve 12 darblıdır. Bu usul ile kâr, tevşîh, ilâhi bilhassa beste peşrevler ölçülmüştür. 

derv-i lâle

:  

lâle devri, lale mevsim!. 

devr-i mihnet

:  

dünyâ. 

devr-i râbi'

:  

eski takvimlerde uğurlu ve uğursuz günler devri olup oniki gündür. 

devr-i revân

:  

müz. Türk müziğinin, küçük usullerindendir 14 zamanlı ve 6 darblıdır Bu usul ile âyîn-i şerifler, tevşîhler, ilâhîler, kârlar, besteler, şarkılar, peşrevler ölçülmüştür. 

devr-i sabık

:  

bir önceki hükümet, padişah devri

devr-i terakkî

:  

ilerileme devri. 

devr-i tûrân

:  

müz. Türk müziğinin küçük usul-lerindendir. 7 zamanlı ve 3 darblıdır. Türkü, köçekçe ve oyun havalarında kullanılmıştır. 

devr-i Veledi

:  

mukabele günü semâ başlamadan önce şeyh önde, dedeler kıdem sırasiyle arkada olduğu halde semahanenin dâiresi içinde ve halka şeklinde görünmek suretiyle üç defa yapılan dolaşma, [buna : "Sultan Veled Devri" de denir]. 

devr

: دور

(f. i.) : 1) geçmiş dersleri hatırlama. 2) casus; hafiye. 3) şarap kadehi. 

devrân

: دوران

(a. i.) : dünyâ, felek, zaman, talih, kader; devir. 

devre

: دوره

(a. i. c. : devrât) : 1) dönüş, dönme. 2) bir şeyin fırdolayı etrafı, kenarı. 3) birkaç yıldan meydana gelen zaman süresi, * dönem. 

devre-i âliye

:  

[eski] sultanî teşkilâtında ûlâ denilen ilk altı sınıfın son sınıfları. 

devre-i arşiyye

:  

kavs-i urûc. [Bektaşi tâbirlerindendir]. 

devre-i ferşiyye

:  

devriyelerin kavs-i nüzule âit olanları. [Üsküdarlı Hâşim babanın devre-i ferşiyye'si meşhurdur]. 

devre-i ibîidâiyye

:  

eski okullarda altı sınıfın ilk sınıfları. 

devre-i kasire

:  

fiz. kısa devre. 

devre-i mutavassıta

:  

eski okullardaki ilk altı sınıfın orta sınıfları. 

devr-hân

: دورخوان

(a. f. b. s.) : Kur'-ân'ı dâima okuyup devreden [kimse]. 

devri, devriyye

: دوری ، دوريه

(a. s.) : 1) devir ile, devrân ile ilgili. Sene-i devriyye : yıl dönümü. 2) zf. zaman zaman. 

devriyye

: دوريه

(a. i.) : 1) geceleri dolaşan kol takımı, gezici karakol. 2) bülbül, karatavuk, sığırcık ve benzerleri gibi kuşların mensûb olduğu sınıf. 3) İnsan ve kâinatın Tanrı'dan çıkıp Tanrı'ya dönmesi felsefesine göre bu devir safhalarım anlatan tasavvuf şiiri. 

devriyye mevleviyyeti

:  

ilmiye mensuplarına rütbeleri îcâbınca tevcih olunan vazifelerden birinin adı. 

devvâr

: دوار

(a. s. clevr'den.) : devreden, çok dönen. Cerh-i devvâr : Dünyâ. Felek-i devvâr : Dünyâ. 

dewâre

: دواره

(a. i.) : pergel denilen geometri âleti.