des |
: | دس |
(f. i.) : eş, benzer, (bkz. : menend). |
desâis |
: | دسائس |
(a. i. desîse'nin c.) : hileler, oyunlar, el altından yapılan işler, dekler. |
desâis-i şeytâniyye |
: |
şeytanca hileler, oyunlar. |
|
desâtîr |
: | دساتير |
(a. i. düstûr'un c) : (bkz. : düstûr). |
desemî, desem iyye |
: | دسمی ، دسميه |
(a. s.) : yağa mensup, yağa benzer, yağ ile ilgili şeyler. |
desise |
: | دسيسه |
(a. i. c. : desâis) : hile, oyun, el altından yapılan iş. (bkz. : dek). |
desîse-kâr |
: | دسيسه كار |
(a. f. b. s.) : hile eden, hîleci, oyuncu. |
desise-kârâne |
: | دسيسه كار انه |
(a. f. zf.) : desîse edene yakışacak surette. |
deskere |
: | دسكره |
(f. i.) : 1) şehir ve kasaba. 2) hasta, taş ve saire taşımaya yarayan tahta, teskere, (bkz. : destgâre). |
dessas |
: | دساس |
(a. s.) : desîse eden aldatıcı, oyuncu, hîleci. |
dest |
: | دست |
(f. i. c. : destan) : 1) el. |
dest-i ra'şedâr |
: |
titrek el. |
|
dest ü girîbân olmak |
: |
elle yakasına yapışmak, çekişmek. |
|
dest ü pâ [y] |
: |
el ve ayak. |
|
dest ü pâ-yi bârid |
: |
soğuk el ve ayak. 2) fayda, menfaat. 3) zafer, galebe, üstünlük. 4) yüksek yer, mevki. 5) güc, kuvveç. 6) tarz, üslûp. |
|
dest-âlây |
: | دست آلای |
(f. b. s.) : bulaşmış, bulaşık el. |
dest-imiz |
: | دست آموز |
(f. b. s.) : ele alıştırılmış, yavrudan beslenip alıştırılmış. |
destan |
: | دستان |
(f. i. dest'in c.) : eller. |
destan |
: | دستان |
(f. i.) : 1) hikâye, kıssa, fr. epopee. (bkz. : dâstân). 2) hîle, mekr, tez-vîr. 3) Rüstem'in babasının lâkabı. |
destân-zen |
: | دستا زن |
(f. b. s.) : hîlekâr, dubaracı. |
destâr |
: | دستار |
(f. j.) : sarık, tülbent, (bkz. : imame). |
destâr-ı hümâyûn |
: |
pâdişâh sarığı. |
|
destâr-behâ |
: | دستار بها |
(f. b. i.) : sarık parası. [Tanzîmat'dan önce asker ve sivil me'mur-lara bu adla para verilirdi]. |
destâr-bend |
: | دستار بند |
(f. b. s.) : sarık saran, sarıklı. |
destâr-çe |
: | دستارجه |
(f. b. i.) : mendil, yağlık. |
destâ-seng |
: | دستاسنگك |
(f. b. i.) : sapan ["dest-seng" de denilir]. |
dest-âvîz |
: | دستاويز |
(f. i.) : ufak hediye, küçükten büyüğe verilen hediye. [Farsça'da "yalvarma" mânâsına da gelir]. |
dest-be-dest |
: | دست بدست |
(f. zf.) : elele, elden ele, peşin satış. |
dest-beste |
: | دست بسته |
(f. b. s.) : eli bağlı; el kavuşturmuş, el bağlamış. |
dest-bûs |
: | دست بوس |
(f. b. i.) : el öpme. |
dest-bûsî |
: | دست بوسی |
(f. b. s.) : el öpmeklik, el öpme töreni. |
dest-bürd |
: | دستبرد |
(f. i.) : kuvvet; üstünlük, zafer. |
dest-dırâr |
: | دست دراز |
(f. b. i.) : 1) el uzatma, sarkıntılık. 2) s. el uzatan, zulmeden. |
deste |
: | دسته |
(f. i.) : 1) demet, tutam; takım. 2) kabza, tutacak yer. 3) g. s. on yapraklık altın varak defteri. |
deste-çûb |
: | دسته چوب |
(f. b. i.) : değnek, sopa. |
destek |
: | دستك |
f. i.) : bir şeyin yıkılmaması için o şeye vurulan dayak; dayanak, [maneviyatta da kullanılır]. 2) pamuk ve yün ipliği gibi şeyleri eğirmeğe yarıyan âlet, iğ. 3) elcik, küçük el. |
destere, dest-erre |
: | دستره ، دست أره |
(f. b. i.) : 1) el bıçkısı, testere. 2) g. s. bir örgü motifi. |
deste-seng |
: | دسته سنگك |
(f. b. i.) : ezme işinde kullanılan, billur veya mermerden yapılmış âlet. |
dest-gâh |
: | دستگاه |
(f. b. i.) : 1) tezgâh, dokuma âleti; atölye. 2) zenginlik. |
dest-gâh-dâr |
: | دستگاهدار |
(f. b. s.) : amele başı, usta, kalfa, tezgâhtar. |
destgâre |
: | دستگاره |
(f. b. i. ') : teskere, hasta, taş ve şâire nakline yarıyan tahta, (bkz. : deskere 2). |
dest-gîr |
: | دستگير |
(f. b. s.) : elinden tutan, yardımcı. |
dest-girây |
: | دست گرای |
(f. b. s.) : zayıf, kuvvetsiz, çelimsiz. |
dest-güşâ |
: | دست گشا |
(f. b. s.) : el açan, avuç açan. |
dest-güşâyî |
: | دست گشايی |
(f. b. i.) : el açıcılık, avuç açıcılık. |
dest-güzâr |
: | دست گذار |
(f. b. s.) : yardımcı, imdada yetişen. |
dest-hûş |
: | دست خوش |
(f. b. i.) : oyuncak, (bkz. : bâzîçe). |
desti |
: | دستی |
(f. i.) : testi. |
desti-bâz |
: | دستى باز |
(f. b. i.) : testi ile oyun yapan hokkabaz. |
destine |
: | دستينه |
(f. i.) : el bileziği. |
dest-kâr |
: | دست كار |
(f. b. i.) : el işi, iş. |
dest-keş |
: | دست كش |
(f. b. s.) : 1) el çeken, gözleri görmiyen kimseyi elinden tutup gezdiren. 2) bir işten vazgeçen. 3) el uzatan, dilneci. 4) i. kazanç. 5) i. at ve yay gibi elde kolaylıkla idare olunan şey. |
dest-mâl |
: | دستمال |
(f. b. i.) : elbezi. |
dest-mâye |
: | دستمايه |
(f. b. i.) : elde bulunan şey, sermâye. |
dest-mûze |
: | دست موزه |
(f. b. i.) : hediye, armağan. |
dest-müzd |
: | دستمزد |
(f. b. i.) : bahşiş, ayakteri. |
dest-nişân |
: | دست نشان |
(f. b. i.) : kendi eliyle dikilen fidan; birinin kılavuzluğu ile bir işe tâyin edilen kimse. |
dest-pâk |
: | دست پاك |
(f. b. s.) : 1) fakir. 2) dindar. 3) i. mendil. |
dest-peymân |
: | دست پيمان |
(f. b. i.) : dâmâdın geline verdiği ağırlık, (bkz. : mehr-i muaccel). |
dest-renc |
: | دست رنج |
(f. b. i.) : 1) el île yapılan iş, el emeği. 2) kazanç, ücret. |
dest-res |
: | دسترس |
(f. b. i.) : elerme, kuvvet ve zenginlik. |
dest-res olmak |
: | دسترس اولمق |
(f. t. m.) : ele geçirmek, elde etmek, erişmek. |
dest-sûze |
: | دست سوزه |
(f. b. i.) : nişanlı kız. |
dest-şikeste |
: | دست شكسته |
(f. b. s.) : geçinecek hüneri ve sanati olmıyan kimse. |
destur |
: | دستور |
(f. i.) : 1) izin, müsâade, ruhsat. 2) zerdüşt dîninin rûhânî başkanı. 3) izin verin geçelim, müsâade edin, kimse olmasın, açılın, savulun!. 4) müsâade et. 5) cin ve peri serinden kurtulmak için söylenen bir söz. 6) kanun, türe. |
desturun |
: | دستورك |
(f. zf.) : bâzı kimselerce, kaba. bir söz söyleneceği zaman kullanılır. |
destvân |
: | دستوان |
(f. i.) : hamam natırı, (bkz. : dellâk). |
dest-vâne |
: | دستوانه |
(f. b. i.) : 1) savaşta giyilen demir eldiven. 2) bilezik. 3) meclisin bas tarafı. |
dest-vâr, dest-vâre |
: | دستوار ، دستواره |
(f. b. i.) : 1) baston; çoban değneği. 2) el gibi, ele benzer, el kadar. 3) el bileziği. |
dest-yâr |
: | دستيار |
(f. b. i.) : yardımcı, arka. (bkz. : muîn, müzahir). |
dest-yâri |
: | دستياری |
(f. i.) : yardım, muavenet. |
dest-zen |
: | دست زن |
(f. b. i.) : 1) el uzatma. 2) tutunma. |
deşne |
: | دشنه |
(f. i.) : hançer. |
deşne-i Lârî |
: |
Lâ'r diyarına mahsus hançer. |
|
deşne-i subh |
: |
tan yeri [ilkönce hançer şeklinde göründüğünden kinaye olarak]. |
|
deşt |
: | دشت |
(f. i.) : bozkır, çöl, kır, ova. deşt-i fena : fânîlik ovası; dünyâ. |
deşt-i hayât |
: |
hayat çölü. |
|
deşt-i kebîr |
: |
îran'da Tahran'ın güney doğusuna düşen meşhur çorak bir bölge. |
|
deşt-i Kıpçak |
: |
Dinyester ile irtiş arası geniş step. |