dârük

: دانك

(f. i.) : çocuklar için hazırlanan dişbuğdayı. (bkz. : danâk). 

dâr

: دار

(a. i. c. : dirân) : 1) ev 2) yer. 3) yurt. 

dâr-ı beka

:  

ahret.

dâr-ı dünyâ

:  

dünyâ. 

dâr-ı emân

:  

Müslümanlar ile sulh hâlinde bulunan veya Müslümanların zimmetini kabul eden gayrimüslim bir milletin ülkesi. 

dâr-ı fena

:  

dünyâ. 

dâr-ı harb

:  

Müslümanlar ile aralarında sulh hâli bulunmıyan gayrimüslimlerin ülkesi. [bu ülkedeki Müslim olmıyan ahâlîden her birine "harbî" denir]. 

dâr-ı İslâm

:  

Müslümanların hâkimiyeti altında bulunan yerler. [Müslimler oralarda huzur ve emniyet içinde yaşarlar]. 

dâr-ı ridde

:  

aslında Müslim iken sonradan irti-dâdeden veya bir aralık Islâmiyeti kabul etmiş iken sonradan mürted olan şahısların hâkim bulunduğu şehir veya kasaba, [bâzı ahkâm itibariyle dâr-ı harb'den ayrılır]. 

dâr-ı şûrâ-yı askerî

:  

1253 yılı muharreminde teşkîl ve 1259 tarihli nizâmnâme ile vazîfesi tes-bît olunan ve bir reis ve bir müftü ile askerî ve mülkî ricalden on bir daimî ve altı muvakkat âza (üye) ile kurulan yüksek askerî bir meclis idi. [1296 târihinde lağvolunmuştur]. 

dâr-ı zimmet

:  

Müslümanların ahit ve emânını, . himayesini kabul etmiş olan gayrimüslimlere mahsus yerler. 

dâr-ül-cihâd

:  

islâm sınırları dışındaki ülkeler. Islâmla barış hâlinde olmıyan veya bir anlaş, -ma yapmamış olan ülkeler. 

dâr-üt-tabâat-ül-âmire

:  

Devlet Matbaası. 

dâr

: دار

(f. i.) : dar ağacı. 

dâr

: دار

(f. s.) : 1) tutan. Defter-dâr : defter tutan. Bayrak-dâr : bayrak tutan. gibi. 2) sahip, mâlik, li. Alâka-dâr : alakalı, ilgili. Hisse-dâr : hisseli. Hükümdar : hükme sahip, hükme mâlik. 

dâr

: دار

(f. i.) : savaş, [dâima eşanlamı, olan "gîr" ile beraber kullanılır].

dâr ü gîr

:  

kavga, savaş. 

Dârâ

: دارا

(f. i.) : 1) keyâniyân denilen eski Fars hükümdarlarından dokuzuncusu, Keyku-bad. 2) hükümdar. 3) Cenâbıhakk'ın bir adı. 

dârâ-yi dâr ü gîr

:  

savaş hükümdarı. 4) küp dibinde kalan tortu. 

darâat

: ضراعت

(a. i.) : 1) alçalma, kendini küçültme, (bkz. : tezellül). 2) miskinlik gösterme (bkz. : zarâat). 

daraban

: ضربان

(a. i.) : çarpıntı, çarpma, çarpış, vurma, vuruş. 

darabân-ı kalb

:  

kalbin vuruşu, kalb çarpıntısı. 

darabât

: ضربات

(a. i. darbe'nin c.) : vuruşlar, vurmalar, çarpmalar. 

darabât-ı anîfe

:  

şiddetli vuruşlar. 

darâgım

: ضراغم

(a. i. dırgam'ın c.) : arslanlar. (bkz. : zarâgım). 

darâir

: ضرائر

(a. i. darre'nin c.) : ortak kadınlar, kumalar. 

daraka

: درقه

(a. i. c. : derk, eclrâk, dırâk) : 1) deriden yapılmış kalkan. 2) gırtlağın hançereyi meydana getiren kıkırdaklarından kalkan biçiminde olanı. 

dârât

: دارات

(f. i.) : depdebe, şan, büyük gösteriş, (bkz. : dârû-berd). 

dârât-i İskender

:  

iskender'in debdebesi. 

dârâyî

: دارايی

(f. i.) : 1) sahip olma. 2) hüküm sürme. 3) bir çeşit kumaş. 

darb

: ضرب

(a. i. c. : durûb) : 1) döğme, vurma. 

darb-ı hiyâm

:  

çadır kurma. 2) ed. nazımda beytin ikinci mısrâının son tef'ilesi. 

darb-ı mesel

:  

atalar sözü, ata sözleri. 

darb-ı sikke

:  

para basma. 3) güç, uvvet. 4) dikme, kurma. 

darb-ı unk

:  

boyun vurma. 5) mat. çarpma, (bkz. : zarb). 6) para basma. 

dârbâm

: داربام

(f. i.) : kiriş, direk. 

dâr-bâz

: دارباز

(f. b. i.) : canbaz. 

darbe

: ضربه

(a. i. c. : darabât) : 1) vuruş, vurma, çarpma. 2) musibet, belâ.

darbe-i hasar

:  

zarar darbesi.

darbe-i himmet

:  

himmet vuruşu.

darbe-i serd

:  

soğuk vuruş. 

darben

: ضرباً

(a. zf.) : 1) vurarak, döğerek. 2) çarparak. 

darb-hâne

: ضربخانه

(a. f. b. i.) : para basılan yer. (bkz. : derem-serâ, zarb-hâne). 

darb-hâne-i âmire

:  

devlet paralarının basıldığı yer. 

darbımesel

: ضرب مثل

(a. b. i.) : atalar sözü, ata sözleri, (bkz. : darb-ı mesel). 

darbî

: ضربی

(s. s.) : darba âit, darb ile ilgili. 

darb-zen

: ضربزن

(a. f. b. i.) : 1) kale döven. 2) madenî levha üzerine kabartma nakışlar yapan. 

dârçîn

: دارچين

(f. i.) : tarçın, [aslının dârû-yi Çîn olduğu söylenirse de aslı "Çin dansı anlamına gelen" dâr-ı Çin'dir. Tarçın suyu, keyif verici bir içki olarak kullanılırdı]. 

dâre

: داره

(f. i.) : 1) vazife. 2) dâire; değirmi. 3) ay ağılı. 

dârende

: دارنده

(f. s.) : 1) tutan, sak-iıyan. 2) getiren, ulaştıran. 

dâreyn

: دارين

(a. i. c.) : "iki dünyâ" : dünyâ ve ahret. Saâdet-i dâreyn : iki dünyâ saadeti. 

dârib

: ضارب

(a. s. darb'dan.) : darbeden, çarpan, döven. 

dârib-i müşterek

:  

mat. ortak çarpan. 

dâric

: دارج

(a. i. derc'den.) : yazılma, içine girme. 

dâr-i fülfül

: دارفلفل

(f. b. i.) : kara bibere benzer uzun taneli baharat. 

darîh

: ضريح

(a. i.) : mezar, kabir, (bkz. : zarîh). 

darir

: ضرير

(a. s. c. : adırrâ) : anadan doğma kör. 

dâriyye

: داريه

(f. i.) : dîvan şâirlerinin, büyüklerin yaptırdıkları evlere dâir, yazdıkları manzume. 

darr

: ضر

(a. i.) : zarar. 

dârr

: ضار

(a. s.) : zararlı. 

darrâ'

: ضراء

(a. i.) : mihnet, keder; şiddet; belâ. 

darre

: ضره

(a. i. c. : darâir) : ortak kadın, kuma. 

dârû

: دارو

(f. i.) : ilâç.

dârû-yi bür'üs-saa

:  

te'sîrini derhal gösteren ilâç. 

dârû-berd

: دارو برد

(f. b. i.) : ihtişam, debdebe, (bkz. : dârât). 

dârû-furûş

: دارو فروش

(f. b. i.) : ilâç satan, eczacı. 

dârû-hâne

: دارو خانه

(f. b. i.) : eczâhâne. 

dâr-ül-aceze

: دار العجزه

(a. b. i.) : yoksullar yurdu. 

dâr-ül-alcakir

: دار العقاقير

(f. a. b. i.) : ecza saklanılan yer. 

dâr-ül-âmân

: دار الآمان

(a. b. i.) : ko-runulacak, sığınılacak yer. 

dlr-ükazeb

: دار العذاب

(f. a. b. i.) : Cehennem. 

dâr-ül-bedâyi'

: دار البدايع

(a. h. i.) : konservatuvar'ın eski adi. 

dâr-ül-beka

: دار البقا

("ka" uzun okunur, f. a. b. i.) : Âhiret. 

dâr-ül-bevâr

: دار البوار

(a. b. i.) : Cehennem. 

dâr-ül-elhân

: دار الالحان

(a. b. i.) : Darülbedâyi'in mûsiki ile meşgul bulunan bir şubesi olup İstanbul'da kurulmuştur. 

dâr-ül-emâre

: دار الاماره

(a. b. i.) : emaret dâiresi; hükümet konağı. 

dâr-ül-eytâm

:  

(yetimler yurdu) : yetimlerin barındırıldığı bir kurum, yoksullar yurdu. 

dâr-ül-fenâ

: دار الفنا

(f. b. i.) : Dünyâ. 

dâr-üi-fünûn

: دار الفنون

(a. b. i.) : üniversite. [1 ağustos. 1933 de İstanbul darülfünunu yerine üniversite kurulmuştur], 

dâr-ül-hadîs

: دار الحديث

(a. b. i.) : hadîs ve bununla ilgili şeyleri öğretme yurdu. 

dâr-ül-harb

: دار الحرب

(a. b. i.) : 1) savaş, kavga meydanı. 2) her zaman harp sahası olabilecek yer. 

dâr-ül-hikmet-il-İslâmiyye

:  

meşrûtiyet devrinde açılan ve Şeyhülislâm kapısında toplanan yüksek müşavere hey'eti (danışma kurulu). 

dâr-ül-hilâfe

: دار الخلافه

(f. b. i.) : hilâfet merkezi, İstanbul. 

dâr-ül-huffâı

: دار الخفاظ

(f. b. i.) : hafız yetiştirme yurdu. 

dâr-ül-huld

: دار الخلد

(a. b. i.) : beka evi. Cennet. 

dâr-üI-İslâm

: دار الاسلام

(f. a. b. i.) : islâm ülkesi. 

dar-ül-istihzâr

: دار الاستحضار

(a. b. i.) : laboratuvar. 

dâr-ül-it'âm

: دار الاطعام

(f. a. b. i.) : imaret. 

dâr-ül-karâr

: دار القرار

(a. b. i.) : kıyametten sonra kalınacak yer. 

dir-ül-kurrâ

: دار القراء

(a. b. i.) : Kur'ân okuma ilmini ihtisas derecesinde öğreten mektep. 

dâr-ül-kütüb

: دار الكتب

(f. a. b. i.) : kitabeyi, kütüphane. 

dâr-ül-maârif

: دار المعارف

(f. a. b. i.) : Sultan Mecit zamanında Valde Sultan'ın, İstanbul'da, Sultan Mahmut Türbesi civarında yaptırdığı mektep, * okul. 

dâr-üi-mesâi

: دار المساعی

(a. b. i.) : 1) çalışma yeri. 2) atölye. 

dâr-ül-muallimât

: دار المعلمات

(a. b. i.) : kız öğretmen okulu. [1869 de ilkin İstanbul'da kurulmuştur]. 

dâr-ül-muallimin

: دار المعلمين

(a. b. i.) : erkek öğretmen okulu. [1848 de Sultan Mecit dev-rinde, İstanbul'da, Fâtih civarında kurulmuştur].

dâr-ül-muallimîn-i âliye

:  

yüksek öğretmen okulu. 

dâr-ül-mülk

: دار الملك

(a. b. i.) : başşehir, başkent. 

dâr-ül-mülk-i Osmânî

:  

İstanbul. 

dar-ül-vilâde

: دار الولاده

(a. b. i.) : fakir kadınları doğurtmaya yarıyan hastahâne, doğumevi. 

dâr-ün-nedve

: دار الندوه

(a. b. i.) : Müslümanlıktan evvel, Kureyş kabilesinin, münâkasalar için toplandığı bir yerin adı olup Kusey ibni Kilâb tarafından kurulmuştur, [sonraları, Hz. Muhammed (Aleyhisselam)'e karşı bulunanların toplanmasından dolayı, fesat ve münafıkların toplandıkları yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır. ]. 

dâr-üs-saâde

: دار السعاده

(a. b. i.) : saadet yeri, saray. 

dâr-üs-saâde ağası

:  

sarayın harem dâiresinde bulunan harem ağası. 

dâr-üs-sâir

: دار السعير

(a. b. i.) : cehennem, (bkz. : dûzah, nîrân). 

dâr-üs-saltana

: دار السلطنه

(a. b. i.) : saltanat yeri, İstanbul. 

dâr-üs-selâm

: دار السلام

(a. b. i.) : 1) cennet. 2) Bağdat'ın eski adı. 

dâr-üs-sıhha

: دار الصحه

(f. a. b. i.) : hastahâne. 

dâr-üs-şafaka

: دار الشفقه

(a. b. i.) : İstanbul'da, yetim ve öksüzler için kurulmuş olan yatılı lise. 

dâr-üs-şifâ

: دار الشفاء

(a. b. i.) : şifâ yurdu, sağlık yurdu, mec. tımarhane. 

dâr-üt-tıbâa-t-il-âmire

: دار الطباعت العامره

(f. a. b. i.) : III. Selim zamanında, Üsküdar'da Selimiye'de kurulan devlet matbaası, (bkz. : mat-baa-i âmire). 

dâr-üt-tıbb

: دار الطب

(a. b. i.) : Bursa'da Yıldırım Bayezid devrinde açılmış olan bir tıp medresesi. 

dâr-üt-tırâz

: دار الطراز

(f. a. b. i.) : resmî elbise ve kumaş dokunan ve biçilip dikilen yer.