ça, çây |
: |
چا ، چاى |
(f. i.) : içtiğimiz çay [aslı Çince ça dır]. |
çâbûk |
: |
چابوك |
(f. s.) : (bkz. : çâbük). |
çâbûk |
: |
چابك |
(f. s.) : çabuk, seri, hafif. (bkz. : zûd). |
çâbük-dest |
: |
چابك دست |
(f. b. s.) : eline çabuk [kimse]. |
çâbük-destî |
: |
چابك دستی |
(f. b. i.) : elçabukluğu, eline çabuk olma. |
çâbük-hırâmân |
: |
چابك خرامان |
(f. b. s.) : çabuk yürüyen. |
çâbükî |
: |
چابكی |
(f. i.) : 1) çabukluk, çeviklik. 2) sür'atli giden at. |
çâbük-inân |
: |
چابك عنان |
(f. a. b. s.) : dizginini çabuk, atım hızlı süren, (çâbuk-süvâr). |
çâbuk-pâ |
: |
چابك پا |
(f. b. s.) : ayağına çabuk. [kimse]. |
çâbuk-rev |
: |
چابك رو |
(f. b. s.) : çabuk giden. |
çâbuk-süvâr |
: |
چابك سوار |
(f. b. s. c. : çâbuk-süvârân) : iyi at süren, ata iyi binen (bkz. : çâbük-inân) |
çâbuk-süvârân |
: |
چابك سواران |
(f. b. s.) : ata iyi binen kimseler. |
çâçele |
: |
چاچله |
(f. i.) : çarık, pabuç, postal. |
Çâder |
: |
چلدر |
(f. i.) : 1) çadır. 2) kadınların başlarına büründükleri örtü. |
çâder-i kâfûri |
: |
|
sabahın aydınlığı. |
çâder-i kûhlî |
: |
|
1) gök; 2) karanlık gece. |
çader-i lâciverd |
: |
|
1) gök; 2) çayır ve çimen. |
çâder-i şeb |
: |
|
yatak bağlanan yaygı. |
çâder-nişin |
: |
چادر نشين |
(f. b. s.) : çadırda oturan, göçebe. |
çağz |
: |
چغز |
(f. i.) : 1) kurbağa, (bkz. : dıfda’ ). 2) ağzı kapandığı halde içinde cerahat bulunan yara. 3) inilti. 4) korku. |
çâh, çeh |
: |
چاه ، چه |
(f. i.) : kuyu, çukur. |
çâh-ı Bâbil |
: |
|
Bâbil'de Harut ile Marufun kıyamete kadar saçlarından asılr calacakları kuyu. |
çâh-ı Bîçen |
: |
|
Bîjen'in Efrâsyâb tarafından hab-solunduğu kuyu. |
çâh-ı bün |
: |
|
kuyu dibi. |
çâh-ı gabgab |
: |
|
çenealtı çukuru. |
çâh-ı Nahşeb |
: |
|
Ortaasyada Nahşeb'de bir müneccimin çukuru. ' |
çâh-ı nisyân |
: |
|
(-a atılmak) : unutulmak. |
çâh-ı Rüstem |
: |
|
Rüstem'in üvey kardeşi tarafından tuzağa düşürülüp öldürüldüğü çukur. |
çâh-ı Yûsuf |
: |
|
Yusuf Peygamberin, kardeşleri tarafından atıldığıkuyu. |
çâh-ı zekân |
: |
|
çene çukuru. |
çâh-ı zic |
: |
|
rasat çukuru, (bkz. : bi'r). |
çâh-sâr |
: |
چاهسار |
(f. b. i.) : kuyusu çok yer. |
çâk |
: |
چاك |
(f. i.) : 1) yarık, yırtık. 2) yırtmaç. |
çâk-i giribân |
: |
|
yaka yırtmacı. 3) sabahın aydınlığı. |
Çâkâçâk |
: |
چاكا چاك |
(f. b. i.) : silâh çatışmalarından çıkan ses. (bkz. : çekâçâk). |
çâk çâk |
: |
چاك چاك |
(f. b. s.) : 1) çokyırtık, parça parça. 2) i. kılıç, bıçak gibi katı şeylerin çarpışmasından çıkan ses. |
çâker |
: |
چاكر |
(f. i.) : kul, köle, câriye, yanaşma, (bkz. : bende). |
çâker-âne |
: |
چاكرانه |
(f. zf.) : 1) kölecesine. 2) zm. "ben" mânâsına. Ma'rûzât-ı çâker-âne : mâruzâtım, bildirdiklerim. |
çâker-hâne |
: |
چاكرخانه |
(f. b. s.) : (bkz. : |
çâkerî |
: |
چاكری |
(f. i.) : 1) kula âit. 2) kulluk, kölelik. |
çâker-nevâz |
: |
چاكر نواز |
(f. b. s.) : kölesini okşıyan. [siz. mânâsına da gelir]. |
çâker-nevâzî |
: |
چاكر نوازی |
(f. b. i.) : kul okşayıcılık. |
çâker-perver |
: |
چاكر پرور |
(f. b. s.) : r kul kayıran, [siz yerine de kullanılır]. |
çaker-perverî |
: |
چاكر پروری |
(f. b. i.) : kul kayırıcılık. |
çâk etmek |
: |
چاك ايتمك |
(f. t. m.) : yırtmak. |
çâkûç |
: |
چاكوچ |
(f. i.) : çekiç. |
çâlâk |
: |
چالاك |
(f. s.) : 1) çevik, eline ayağına çabuk, tez canlı olan. 2) adam öldüren hırsız, yolkesici. 3) yüksek yer; büyük adam. |
çâlâkî |
: |
چلاكی |
(f. i.) : çeviklik, eline ayağına çabukluk, tezcanlılık. |
çâlbûs |
: |
چلبوس |
(f. i.) : dalkavuk, yaltakçı, (bkz. : câblûs, çâplûs). |
çâlîk |
: |
چاليك |
(f. i.) : çelik çomak oyunu. |
çâliş, çâlîş |
: |
چالش ، چاليش |
(f. i.) : 1) savaşta düşmana karşı kibir ve naz ile yürüme. 2) savaş, mücâdele. 3) karşı durma. 4) çiftleşme, birleşme. |
çâl-pâre |
: |
چالپاره |
(f. b. i.) : ağaçtan yapılmış dört parçadan ibaret köçek zili, çalpara. (bkz. : çâr-pâre). |
çâm |
: |
چام |
(f. i.) : 1) salınma. 2) eğrilme. |
çâme |
: |
چامه |
(f. i.) : şiir ve gazel. |
çâme-gûy |
: |
چامه گوى |
(f. b. i.) : 1) şâir. 2) mec. hanende. |
çâmîn |
: |
چامين |
(f. i.) : sidik ve pislik. |bkz. : çemîn). |
çâne |
: |
چانه |
(f. i.) : çene. |
çâpâr |
: |
چاپار |
(f. i.) : postacı. |
çâplûs |
: |
چاپلوس |
(f. s.) : dalkavuk, yaltakçı, (bkz. : câblûs). |
çâr |
: |
چار |
(f. s.) : 1) dört. (bkz. : çihâr). |
çâr-ı cihet |
: |
|
dört taraf, dört yan. 2) i. çâre. 3) i. tuğla ve çanak çömlek fırını. |
çâr bâliş, çâr bâlişt |
: |
چار بالش ، چار بال |
(f. b. i.) : 1) [evvelce] pâdişâhların ve büyüklerin üzerine oturduklarıdört katlı şilte. 2) dört unsur. |
çâr-çeşm |
: |
چار چشم |
(f. b. s.) : dört göz. [candan, gönülden bekleme, isteme mânâsına]. |
çâr-çûbe |
: |
چار چوبه |
(f. b. i.) : çerçeve. |
çâr-deh |
: |
چارده |
(f. b. s.) : on dört. |
çâr-deh ma'sûm-ı pak |
: |
چارده معصوم پاك |
(a. f. cü.) : "on dört pâk mâsûm" : "Isnâ aşeriyye" olanlarla tarikat erbabına göre on iki imam ile Hz. Peygamber ve Fâtime'dir. |
çâr-dîvâr |
: |
چار ديوار |
(f. b. i.) : Dünyâ'nın dört tarafı. |
Çâre |
: |
چاره |
(f. i.) : 1) yol. 2) yardım. 3) ilâç, tedbir. 4) hîle. 5) ayrılık. 6) bir kerre. |
çâre-i halâs |
: |
|
kurtuluş çâresi. |
çâre-i hall |
: |
|
hâl çâresi. |
çâre-i teennüs |
: |
|
alışkanlık yolu. |
çâr-ebrû |
: |
چار أبرو |
(f. b. s.) : "dört"kaşlı" : ter bıyıklı genç. |
çâre-cû |
: |
چاره جو |
(f. b. s.) : çâre ariyan. |
çâre-cû-yâne |
: |
چاره جويانه |
(f. zf.) : çâre ariyana münâsip görülecek surette. |
çâre-ger |
: |
چاره گر |
(f. b. s.) : (bkz. : çâre-cû, câre-sâz). |
çâr-emîn |
: |
چامين |
(f. h. i.) : Hz. Ebû-bekir, Ömer, Osman, Ali. (bkz. : Hulefâ-yi Râşidîn). |
çâr erkân-ı cuvânî |
: |
|
Pâdişâhın husûsî hizmetinde bulunan ve enderun'un büyüklerinden olan dört zat hakkında kullanılır, bunlar : [has odabaşı, silâhdar, çuhadar, rikâbdar'dır]. |
çâre-sâz |
: |
چاره |
(f. b. s.) : çâre bulan. |
çâre-sâzî |
: |
چاره سازی |
(f. b. i.) : çâre buluculuk. |
çâr-gâh |
: |
چارگاه |
(f. b. i.) : 1) dört taraf : [doğu, batı, güney, kuzey]. 2) Dünyâ. 3) muz. Türk mûsikisinin 1 numaralı basit makamı ve ana-dizisidir. Çargâh beşlisinin tiz tarafına bir çargâh dörtlüsü katılmasından meydana gelmiştir. Durağı kaba, çargâh ve güçlüsü rast perdeleridir. Orta sekizlideki sesleri şöyledir : kaba çargâh, yegâh, hü-seynî-aşîran, acem-asîran, rast, dügâh, pûselik, çargâh. Bu şekilde, hiç bir arıza yoktur. Makam çı-kıcı olarak seyreder. Niseb-i şerîfe sayısı 9, yânî tamdır. |
çâr-gâme |
: |
چار گامه |
(f. b. i.) : 1) sür'at-li giden yorga at. 2) işret meclisinin kızışması. |
çâr-gûşe |
: |
چارگوشه |
(f. b. s.) : 1) dört taraf. 2) dört köşe. |
çarh |
: |
چرخ |
(f. i.) : 1) çark, tekerlek. 2) felek, gök. 3) yaka [elbisede]. 4) ok yayı. 5) çakır doğan. 6) tef. 7) s. devreden, dönen. |
çarh-ı ahdar |
: |
|
mavi gök kubbesi. |
çarh-ı çihârüm |
: |
|
Batlamyos sisteminde dördüncü felek. |
çarh-ı devvâr |
: |
|
gök. |
çarh-ı felek |
: |
|
1) sihir, talih; 2) yanarken dönerek ateş saçan donanma fişeği; 3) hanımeline benzer bir çiçek, (bkz. : cerh). |
çark (h)-ı felek |
: |
|
eski kumaşlarda görülen birmotif şekli. |
çarha |
: |
چرخه |
Çıkrık gibi dönen yuvarlak dolap. 2) ordunun ilerisinde bulunan askerin yaptığı tâlim. |
çarh-nâme |
: |
چرخنامه |
(f. b. i.) : Ahmed Fakih'in dînî fikirlerini ifâde ettiği manzum eseri. |
çâr-kûşe |
: |
چاركوشه |
(f. b. i.) : g. s. kitap ciltlerinin aşınmaması için köşelere konulan ve çok kere süslemeli olan bakırdan yapılma üç-gencik. |
çâr-mâder |
: |
چارمادر |
(f. b. i.) : 1) dört unsur. 2) na'ş denilen dört yıldız. |
çârmih |
: |
چارميخ |
(f. i.) : 1) "dört çivi" : çarmık, suçluyu haça germek için kurulmuş put şeklindeki daracağı, salîp. 2) bir erkeğin diğer bir erkekle birleşme şekli. |
çâr-nâ-çâr |
: |
چارناچار |
(f. b. zf.) : çaresiz, ister istemez. |
çarp |
: |
|
(f. b. i.) : dört ayaklı hayvanlar, [en çok "katır; eşek; deve; sığır; koyun" hakkında]. |
çâr-pâre |
: |
چالپاره |
(f. b. i.) : 1) dörtparça, dört kısım. 2) müz. çalpara, Türk müziğinde kullanılan bir usul vurma âletidir ki, dört küçük parça sert tahtadan yapılmıştır; oyun havalarında kullanılır, [evvelce oyuncular bunu avuçlarının içerisine alarak bir çiftini birden vururlardı], |
çâr-sû |
: |
چارسو |
(f. b. i.) : dört taraf, dört tarafı olan şey; pazar, çarşı. |
çâr-şeb |
: |
چارشب |
(f. b. i.) : çarşaf [giyilen]. |
çâr-şenbih |
: |
چارشنبيه |
(f. b. i.) : dördüncü gün, çarşamba, (bkz. : çehâr-şenbih). |
çârtâ, çârtâre |
: |
چارتا ، چارتاره |
(f. b. i.) : 1) dört telli tambur ve kemence. 2) Dünyâ. 3) dört unsur. |
çâr-tak |
: |
چارطاق |
(f. b. i.) : 1) çardak. 2) dört köşe çadır. |
çârüb |
: |
چاروب |
(f. i.) : süpürge. |
çârûb-fürûş |
: |
چاروبفروش |
(f. b. s. ve i.) : süpürge satan, süpürgeci. |
çârûb-zan |
: |
چاروب زن |
süpürücü. |
Çâru |
: |
چارغ |
(f. i.) : çarık. |
çâru-keş |
: |
چاروكش |
(f. b. i.) : tekke şeyhi. |
çârüm |
: |
چارم |
(f. s.) : dördüncü, (bkz. ı çehârüm). |
çârümîn |
: |
چارمين |
(f. b. s.) : dördüncü. (bkz. : çehârümîn). |
çârümîn bâm,-felek,-sipihr |
: |
|
Batlamyos sisteminin dördüncü feleği. |
çâr-yâr |
: |
چاريار |
(f. b. s.) : dört dost. [Hz. Ebûbeki, Ömer, Osman, Ali], (bkz. : Hu-lefâ-i Râşidîn). |
çâr-yârî |
: |
چار ياری |
(f. b. i.) : çâryâr'a, ilk dört halîfeye bağlılık, Sünnîlik. |
çâryek |
: |
چاريك |
(f. i.) : çeyrek, dörtte bir. |
çâr-zebân |
: |
چرزبان |
(f. b. s.) : geveze, çalçene. |
Çarsar |
: |
چاسار |
(f. i.) : 1) kayser. 2) çar. |
çâş |
: |
چاش |
(f. i.) : hububat, tahıl yııgını. |
Çaşnî |
: |
چشنى |
(f. i.) : çeşni, lezzet, tad; tadımlık, (bkz. : tu'm 2) . |
çâşnî-gîr |
: |
چاشنيگير |
(f. b. i. c. : çâşnî-gîrân) : [evvelce saraylarda] çeşnigir, yemeklerin lezzetine, tadına bakan kimse, ahçıbaşı, sofracıbaşı. |
çâşnî-gîran |
: |
چاشنيگيران |
(f. b. i. Çâş - gîr'in c.) : [evvelce] saraylarda sofra hizmetine bakanlar. |
Çâşt |
: |
چشت |
(f. i.) : 1) kuşluk vakti. 2) kuşluk yemeği. |
çâşt-dan, çâşdân |
: |
چشتدان ، چشدان |
(f. b. i.) : ekmek ve başka yiyecek konulan sepet. |
çâvele |
: |
چاوله |
(f. i.) : 1) hoş renkli bir çeşit gül. 2) s. eğribüğrü. |
çâvûşân |
: |
چاووشان |
(f. i. çâvuş'un c.) : çavuşlar. |