câl, câlî |
: |
جال ، جالي |
(f. i.) : 1) tuzak. 2) misvak ağacı ["evvelce" lifli dallan, diş fırçası vazifesini görürdü]. |
ca'l |
: |
جعل |
(a. i.) : 1) yapma, meydana g& tirme. 2) sabır, tahammül. 3) işe başlama; alma. |
câle |
: |
جاله |
(f. i.) : nehrin bir tarafından öbür tarafına geçmek için ağaç, saz ve şişirilmiş tulumlardan yapılan sal, kelek. |
cali' |
: |
جالع |
(a. s.) : 1) açık saçık [kadın]. 2) utanması kıt [adam]. |
ca'lî |
: |
جعلي |
(a. s.) : sahte, yapmacıklı, düzme. Etvâr-ı ca'liyye : sahte tavırlar. |
câlib |
: |
جالب |
(a. s. celb'den.) : celbeden, kendine çeken, çekici. |
câlib-i dikkat |
: |
|
dikkat çeken |
câlib-i merhamet |
: |
|
merhamet çeken, [müennesi calibe, kadın adı olarak kullanılır]. |
câlif |
: |
جالف |
(a. s.) : deri, kabuk soyan, soyucu. |
câlife |
: |
جالفه |
(a. i.) : hek. deri ile eti beraber koparan yara. |
Câlînus |
: |
جالينوس |
(a. h. i.) : ilkçağların, Ipokrat ile beraber en büyük Grek hekimi, Galen (131 - 210) . |
câl's |
: |
جالس |
(a. s. cülûs'dan. c. : cüllâs) : cülûseden; oturan, oturucu, tahta çıkan. |
câlis-i evreng-i saltanat |
: |
|
saltanat tahtına oturan. |
câliş |
: |
جالش |
(f. i.) : 1) çiftleşme. 2) s. naz ve gamze ile salınan. |
ca'liyyât |
: |
جعليات |
(a. i. c.) : sahte, düzme, yapma olan hususlar. |
ca'liyyet |
: |
جعليت |
(a. i. c. : ca'liyyât) : yapmacık. |
câlîz |
: |
جاليز |
(f. i.) : sabze bahçesi, kavun karpuz tarlası, bostan. |