bey'

: بيع

(a. i. c. : büyü') : satma, satış, satılma, satın alma. 

bey' bi-l-isticrar

:  

huk. sonradan mecmu bedeli verilmek üzere belli bedelle ceste ceste mal satmak, [bakkallardan deftere yazılmak suretiyle mal almak bu kabildendir]. 

bey' bU-istiglâl

:  

huk. satanın malı kiralamak üzere vefâen bey'etmesi. 

bey' bi-l-mücâzefe

:  

huk. götürü satmak. 

bey' bi-l vefa

:  

huk. satıcı bedeli geri verdikte müşterinin de satılan malı "geri vermesi keyfiyeti. 

bey'-i bât

:  

kat'î satış. 

bey'-i caiz

:  

sahih olan satış. 

bey'-i gayr-i lâzım

:  

huk. kendisinde hıyârattan birisi bulunan bey'-i nafiz. 

bey'-i lâzım

:  

huk. hıyârattan ârî olan bey'-i nafiz. 

bey'-i mevkuf

:  

huk. başkasının icazetine bağlı olan satış, [fuzûlînin bey'i gibi]. 

bey'-i mukayaza

:  

huk. aynı ayna, yânî nakitten başka olarak malı mal ile değiştirmekdir ki trampadan ibarettir. 

bey'-i mün'akid

:  

huk. in'ikad bulan satış akdi demektir ki sahih, fasit, nafiz, mevkuf kısımlarına ayrılır. 

bey'-i nafiz

:  

huk. üçüncü şahsın hakkı taallûk etmiyen satış akdidir ki lâzım ve gayri lâzım kısımlarına ayrılır. 

bey'-i sahih

:  

huk. zâten ve vasfen meşru olan satış akdi. 

bey'-i teâtî

:  

huk. Alıp vermekle olan fi'lî bir satış akdi. [pazarlıksız ve lâkırdısız müşterinin parayı, ekmekçinin de ekmeği vermesi gibi]. 

bey' men yezîd

:  

arttırma ile satış. 

Beyâ

: بيا

(f. s.) : 1) dolmuş, dolu. 2) i. girilecek yer, kapı. 

beyaban

: بيابان

(f. i.) : kır, çöl.

beyâbân-ı gam

: بيابان

gam çölü

beyâbânî

: بياباني

(f. i.) : çöl adamı. (f. b. s. ) : âşîret, göçebe, yurdsuz. 

beyâbân-nişîn

: بيابان نشين

 

beyâd

: بياد

(a. i.) : yok olma, mahvolma, (bkz. : bîd, büyûd, beydûdet). 

beyâdıka, beyâzıka

: بيادقه ، بياذقه

(a. i. beydak, beyzak'ın c.) : 1) [satranç oyununda] paytaklar, piyadeler. 2) s. küçük yapılı ve çabuk yürüyen [adamlar], paytaklar. 

beyâdir

: بيادر

(a. i. c.) : harmanlar. 

beyâh

: بياح

(a. i. c. : büyâh) : ufak balık, ["biyâh" şeklinde de kullanılır], (bkz. : bi-yâh). 

Beyân

: بيان

(a. i. c. : beyanât) : 1) anlatma, açık söyleme, bildirme. 2) ed. belagat ilminin, hakikat, mecaz, hikâye, teşbih, istiar gibi bahislerini öğreten kısmı, (bkz. : belagat). 

beyânı efkâr

:  

fikirleri söyleme.

beyân-ı hâl

:  

hâlini bildirme, anlatma. 

beyân-ı matlab

:  

istenilen şeyin beyân edilmesi, dileğin bildirilmesi. 

beyân-ı zaruret

:  

huk. beyâna mevzu olmayan bir nevi söz, söylenmediği halde söylenmiş sayılan hüküm. 

beyanât

: بيانات

(a. i. beyân'ın c.) : nutuk, * söylev, * demeç. 

beyan-nâme

: بياننامه

(a. f. b. s.) : 1) bildirge. 2) hâli yazı ile bildiren açıklama. 

beyâre

: بياره

(f. i.) : kısa, boysuz, bodur olarak yerde yetişen fidan, sebze ve meyve. 

beyâriş

: بيارش

(f. i.) : çâre, tedbir; ilâç. 

beyât

: بيات

(a. i.) : gece uyuma, gece iş görme, geceyi iş ile geçirme. 

beyâtî

: بياتي

(f. i.) : müz. Türk müziğinin en eski makamlarından olup, hâlâ kullanılmakta ve çok kullanılmış bir makamdır. Bu makam, uşşak dörtlüsüne pûselik beşlisi ilâvesinden meydana gelen (V T 2) ve Türk müziğinin 5 numaralı basit makamı olan uşşak'ın inici şeklidir. Uşşak gibi dügâh [lâ perdesinde durur ve güçlüsü neva] re dir. Bu güçlü perdesinin uşşak'dan daha ehemmiyetli olarak kullanılması ve ekseriya bu perdeden başlıyarak bestekârların bir hicaz geçkisi yapmış olmaları, makamın yapısiyle alâkalı değildir. Uşşak'dan farkı, tiz perdelerden başlaması, bu perdelerde gezinerek inici bir şekilde karar etmesidir. Donanımına uşşak gibi si için bir koma bemolü konulur. Niseb-i şerife'si 8 dir. Orta sekizlideki sesleri şöyledir (peşten tîze doğru) : dügâh, segah, çargâh, hüseynî, acem, gerdaniye, muhayyer. Beyâtî, uşşak kadar ruha huzur verici değildir. Uşşak'ın tasavvufî ve felsefî karakterine mukabil beyâtînin biraz hüzne kaçan bir karakteri vardır. 

beyâtî-arabân

: بياتي عربان

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. Çok eski bir terkip ise de, birkaç asır tutulmuş ve XVIII. asrın son senelerinde Sâdullah Ağa tarafından tekrar ortaya atılarak ihya olunmuştur. Beyâtî-araban, isminden de anlaşıldığı üzere araban (yâni şetaraban) makamına beyâtî ilâvesinden mürekkeptir. Terkîbindeki beyâtî ile, onun gibi dügâh [lâ perdesinde kalır; bu perde şetara-ban'ın da güçlüsü olmaktadır. Beyâtî'nin güçlüsü ve şetaraban'ın durağı olan neva] re perdesi, makamın birinci derecede güçlüsüdür. Donanımına beyâtî'nin si koma bemolü ile şetarabanın yalnız mi bakıyye bemolü ve fa bakıyye diyezi arızaları konulur. Lâhin içinde beyâtî icra olunurken son iki arıza bekar yapıldığı gibi şetaraban için si bekar ve si bakıyye bemolü kullanıldığı da çok vâ-kidir. Ancak şetaraban'ın dördüncü arızası olan do bakıyye diyezi'nin beyâtî-araban'da bulunmayışı, eskiden yalnız "araban" diye anılan makamda do perdesinin natürel olarak kullanılması ve hattâ ara-ban'ın yegâh gibi bâzan dügâh perdesinde de kalması ile alâkalıdır. Esasen beyâtî-araban'da şetaraban dizisi bütün sesleri ile tam olarak yapılmaz. Beyâtî-araban'ın terkibi bu şekilde ise de, son yarım asırda biraz değişikliğe uğrıyarak, bestekârlar tarafından hicaz beşlisinde fazla dolaşan bir karcığar gibi kullanılmağa başlanmıştır. Beyâtî makamının karcığar geçkilerine çok elverişli olması ve karcığarın sonunda da şetaraban başındaki beş-li'nin bulunması buna sebebolmuştur. Esasen güçlü, durak, hattâ donanım ve seyir hususiyetleri karcığar ile müşterektir. 

beyâtî-arabân-pûselik

: بياتي عربان پوسه لك

(f. b. i.) : müz. Fahri efendinin ter-kîbettiği bir makamdır ki, onun fahte peşrevi ile saz semaîsi, makamın yegâne numuneleridir. Beyâtî-arabân makamının sonuna bir pûselik beşlisi ilâvesinden ibarettir. Makam ekseriya beyâtî-arabân'ın güçlüsü olan neva perdesinden îtibâren bir pûselik dörtlüsü göstererek ve sonra istenirse tam bir pûselik dörtlüsü göstererek ve sonra istenirse tam bir pûselik dizisi veya hüseynî perdesini güçlü ittihâz ederek inici bir şekilde sıralanan pûselik beşlisi ile seyir ve böylece bu dizi parçası ile dügâh perdesinde karar kılmaktadır. Beyâtî-arabân gibi donanır ve pûselik dizisinin îcâbeden seslerinde, bu arızalar bekar yapılır. 

beyâtî-pûselik

: بياتي پوسه لك

(f. b. i.) : müz. Zekâi Dede'nin terkîbettiği bir mürekkep makamdır. Beyâtî ile pûselik makamının ekseriya tam dizisinden müteşekkildir. Pûselik makamı ile dügâh perdesinde kalır. Güçlü birinci, derecede be-yâtî'de olduğu gibi neva ve ikinci derecede pûse-lik'de olduğu gibi hüseynî perdeleridir. Donanıma beyâtî gibi si için bir koma bemolü konulur. Nota içinde pûselik için si bekar ve sol bakıyye diyezleri kullanılır. 

beyâvâr

: بياوار

(f. i.) : meşguliyet, uğraşma, iş, güç. 

beyaz

: بياض

(a. i.) : 1) aklık. 2) yumurta akı. 3) aydınlık. 4) s. ak. 

beyazi

: بياضي

(a. i.) : 1) beyazlık, aklık. 2) uzunluğuna açılan yazma kitap ve mecmua; sığır dili. 

beydâ

: بيداء

(a. s.) : 1) tehlikeli yer. 2) i. sahra, çöl. 3) i. Mekke ile Medîne arasında düz bir yer. 

beydah

: بيدخ

(f. i.) : başlı, haşarı at. (bkz. : bîdah). [kelime bidah şeklinde de kullanılabilir]. 

beydaha

: بيدخه

(a. i.) : etine dolgun, iri ve şişmanca kadın, (bkz. : beyzah). 

beydak

: بيدق

(a. i. c. : beyâdıka) : satranç oyununda piyade denilen taşların her biri, paytak. 

beydâne

: بيدانه

(a. i. c. : beydânât) : yabani dişi eşek. 

beyder

: بيدر

(a. i.) : 1) ekin harmanı, harman yeri. 2) dogru lügat. 

beydere

: بيدره

(a. i.) : ekini harman etme. 

beyderî

: بيدري

(a. s.) : harmana mensup, harmancı. 

beydûdet

: بيدودت

(a. i.) : yok olma (bkz. : bid, beyâd, büyûd). 

bey-gâh

: بيگاه

(f. i.) : pazar yeri, pazar. 

bey-gar, beygare

: بينار ، بيناره

("ga" lar uzun okunur, f. i.) : sövme; tekdir; çıkışma, başa kakma. 

beyhan

: بيحان

(a. s.) : 1) sır saklamayan, dâima aklındakini ve kalbindekini söyliyen, boşboğaz. 2) i. kadın adı. 

beyhen

: بيهن

(a. i.) : bot. bir çeşit beyaz çiçek, mısırgülü. 

beyhuşt

: بيخشت

(f. i.) : kökünden, dibinden kopmuş, koparılmış olan şey. 

beykem

: بيكم

(f. i.) : sofa ve salon, da; yazlık köşk. 

beylek

: بيلك

(f. i.) : berat, ferman, hüccet, vesika. 

beylem

: بيلم

(a. i.) : 1) açılmamış pamuk kozası. 2) kazma; rende. 

Beyn

: بين

(a. i.) : 1) ara, aralık. 2) arada, araya, arasında. Gurâb-ül-beyn : ayrılık kargası; mec. nefret edilen kimse. 

beyn-el-ahâlî

:  

ahâli arasında. 

beyn-el-akrân

:  

akranlar, yaşıtlar arasında. 

beyn-el-guzât

:  

gazîler arasında. 

beyn-el-halk

:  

halk arasında. 

beyn-el-havf ve-r-recâ

:  

korku ile ümit arası. 

beyn-en-nâs

:  

halk arasında. 

beyn-en-nevm ve-l-yakaıa

:  

uyku ile yan uyanıklık arası. 

beyn-es-semâi ve-l-arz

:  

yerle gök arasında. 

beyn-ez-zevceyn

:  

karıkoca arasında. 

beyne beyne

: بين بين

(a. b. zf.) : ne iyi ne kötü, ikisi ortası. 

beyne-hû beyn-Allah

: بينه بين الله

(a. c.) : onunla Allah arasında, bir Allah bir'kendi bilir. 

beynahümâ

: بينهما

(a. zf.) : ikisi arasında. 

beyn-el-milel

: بين الملل

(a. s.) : milletlerarası, fr. internaüonai. 

beynûnet

: بنونت

(a. i.) : 1) iki şey arasındaki mesâfe, aralık. 2) ihtilâf, anlaşmazlık, ara açıklığı. 

beyrem

: بيرم

(a. i. c. : beyârim) : 1) marangoz rendesi. 2) kazma [âlet]. 3) sert ve uzun taş. 4) eritilmiş sürme, yağlı sürme. 

beyt

: بيت

(a. i. c. : büyüt) : 1) mesken, hâne, ev, oda, oba. 

beyt-i ankebût, beyt-ül-ankebût

:  

örümcek yuvası; mec. derme çatma ev. 

beyt-i iddet

:  

huk. evlilik devam ederken karı ile kocanın birlikte oturdukları ev. 

beyt-i muzlim

:  

fotoğraf kutusu. 

beyi-i şerîf

:  

Kabe. (bkz. : Beytullâh). 

beyt-ül-ahzân

:  

1) Yusuf'u kaybeden Yâkub'un çadırır; 2) dünyâ. 

beyt-ül-arûs

:  

gelin odası, (bkz. : hacle, hacle-gâh). 

bayt-ül-hüzn

:  

hüzünlü, gamlı, kederli ev. 

beyt-üi-mâi

:  

mâliye hazinesi, [islâm hukukunda]. 

beyt-ül-ma'mûr, beyt-i ma'mûr

:  

yedinci kat gökte, Cennet-i Firdevs'te bir köşk olup Hz. Ademle yer yüzüne indirilmiş -Kabe mevkiine- Tufandan sonra yine Cennetteki yerine alınmıştır. 

beyt-üz-zifâf

:  

gelin odası, (bkz. : beyt-ül-arûs). 2) (a. i. c. : ebyât) : ed. aynı vezinde iki mısra'dan ibaret söz. 

beyt-i musarra'

:  

ed. mısrâların ikisi de kafiyeli olan beyit. 

beyt-ül-gazel

:  

ed. gazelin en güzel, en iyi olan beyti. 

beyt-ül-kasîd

:  

ed. kasidenin seçilmiş en güzel beyti. 

beytâr

: بيطار

(a. i.) : baytar, veteriner. 

beytârâ

: بيطارا

(a. i.) : baytarlık, hayvan hekimliği. 

Beyt-i Mukaddes

: بيت مقدس

(a. h. i.) : Mukaddes ev 1) Kudüs. 2) Kudüs camii, (bkz. : mescid-i aksa). 3) i. Allah sevgisinden başka bir şeye bağlı olmıyan bir gönül, (bkz. : beyt-ül-hikme). 

Beyt-Ullah

: بيت الله

(a. h. i.) : "Allah'ın evi" : Kabe. (bkz. : Beyt-i Şerîf). 

beytûtet

: بيتوتت

(a. i. beyt'den.) : geceleme, gece kalma. 

beyt-ül-arûs

: بيت العروس

(a. b. i.) : gelin odası, (bkz. : beyt-üz-zifâf). 

beyt-ül-hikme

: بيت الحكمه

(a. b. i.) : Hikmet evi. Allah'a âşık bir gönül, (bkz. : Beyt-i Mukaddes 3)

beyt-ül-kasîd

: بيت القصيد

(a. b. i.) : ed. kasidenin en iyi beyti. 

Beyt-ül-Makdis

: بيت المقدس

(a. h. i.). : (bkz. : Beyt-i Mukaddes), [aslî şekli : Beyt-ül-Mak. dis'dir]. 

beyt-ül-mâl

: بيت المال

(a. i.) : [eskiden] mâliye hazînesi. 

beyt-ül-ma'mûr

: بيت المعمور

(a. b. i.) : gökte, Kabe hizasında Kerrûbiyânın tavafı olan Beyt-i Şerîf. 

beyt-üz-zifâf

: بيت الزفاف

(a. b. i.) : gelin odası, (bkz. : beyt-ül-arûs). 

beyû

: بيو

(f. i.) : gelin, (bkz. : arûs). 

beyûg

: بيوگك

(f. i.) : gelin, (bkz. : arûs). 

beyûgânî

: بيوگاني

(f. i.) : düğün. 

beyûn

: بيون

(f. i.) : afyon. 

beyûn

: بيون

(a. i.) : dibi geniş kuyu, bostan kuyusu, (bkz. : bâin). 

beyûs

: بيوس

(f. i.) : 1) istek. 2) ümit. 3) tamah. 4) yaltaklanma; alçak gönüllülük. 

beyûz

: بيوض

(a. s. beyzâ'dan.) : çok yumurtlayan. 

beyyâ

: بياع

(a. i. bey'den.) : perakende satış yapan küçük tüccar. 

beyyâb

: بياب

(a. i.) : saka, sucu. 

beyyâhe

: بياحه

(a. i.) : balık ağı. 

beyyâkallah

: بياك الله

(a. n.) : Allah seni sevindirsin, güldürsün, isteğine kavuştursun mânâsına gelen bir tâbir. 

beyyin

: بين

(a. s.) : açık, aşikâr, (bkz. : ayan, bahir, celî, hüveydâ). 

beyyine

: بينه

(a. i. c. : beyyinât) : delil, şahit, tanık, (bkz. : bürhân). 

beyyine-i âdile

:  

doğru şahit, tanık. 

beyyinen

: بينا

(a. zf.) : açık olarak, aşikâr olarak… (bkz. : vâzıhan). 

Beyyûmiyye

: بيوميه

(a. i.) : (Kadiriyye tarîkati şubelerinden birinin adı. [Mısır'da Bey-yum'da (1108-1696) da doğmuş Alî Bin-il-Hâfız, ibni Muhammed tarafından kurulmuştur]. 

Beyz

: بيض

(a. i. c. : büyûz) : 1) yumurta [umûmî olarak]. 2) hayvanların, ençok atın ayaklarında peyda olan yumurta büyüklüğündeki şişler. 3) kuşun yumurtlaması. 

Beyzâ

: بيضاء

(a. s.) : 1) daha ak, çok beyaz. Hilât-ı beyzâ' (beyaz kaftan) : şeyhislam kaftanı. Millet-i beyzâ : İslâmlar. 

Beyzah

: بيذخ

(a. i.) : etine dolgun, iri yapılı, şişmanca [adam], (bkz. : beydaha). 

Beyzâr

: بيزار

(a. i.) : tenessül âleti. 

beyzâr, beyzâre

: بيذاره – بيزاره

(a. s.) : 1) geveze, çalçene. (bkz. : bîhûde-gû). 

beyzâre

: بيزاره

(a. i.) : uzun, büyük sopa. 

Beyzavi

: بيضاوي

(a. s.) : yumurta şeklinde, (bkz. : beyzî). 

beyze

: بيضه

(a. i.) : 1) yumurta. 2) haya. (bkz. : husye). 3) demir başlık, (bkz. : miğfer). 

beyze-i âftâb, beyze-i âteşin, beyze-i çarh, beyze-i zer, beyze-i subh, beyze-i zerrin

:  

Güneş. 

beyze-i İslâm

: بيضۀ اسلام

(a. it. ve i.) : (bkz. : beyzet-ül-islâm). 

beyzeteyn

: بيضتين

(a. i. c.) : hayalar, (bkz. : husyeteyn). 

beyzet-üd-dîk

: بيضة الديك

(a. it. ve i.) : horoz yumurtası, mec. bulunmaz şey. 

beyzet-ül-akr

: بيضة العقر

(a. it. ve i.) : "kısırlık yumurtası" : 1) horoz yumurtası. 2) mee. çok nâdir şey. 

beyzet-ül-arz

: بيضة الارض

(a. it. ve i.) : "yer yumurtası" : yer mantarı, keme, domalan [bitki]. 

beyzet-üi-beled

: بيضة البلد

(a. it. ve i.) : devekuşu yumurtası. 

beyzet-ül-harr

: بيضة الحر

(a. it. ve i.) : şiddetli sıcaklık. 

beyzet-ül-hıdr

: بيضة الخدر

(a. it. ve i.) : örtülü, kapalı güzel kadın. 

beyzet-ül-İslâm

: بيضة الاسلام

(a. it. ve i.) : 1) İslâm milleti. 2) Islâmın yayıldığı saha, İslâm ülkesi. 3) Islâmın hakîkî merkezi. (bkz. : beyze-i islâm). 

beyzî

: بيضي

(a. s.) : 1) yumurta biçiminde olan, oval. (bkz. : beyzavî). 2) i. yumurta şeklinde bir şey.