bel'

: بلع

(a. i.) : 1) yutma, yutulma. 

bel'-i lokma

:  

lokmanın yutulması. 2) emme. 

bel

: بل

(a. e.) : belki. 

bel

: بل

(f. i.) : ökçe. 

belâ

: بله

(a. e.) : evet, hayhay, pekî. Kalû-belâ : evet dediler, (bkz. : ârî, belî). 

belâ

: بلا

(a. i. o. : belâya) : gam, keder, musîbet, âfet, ceza, gayet zor iş, büyük gaile. 

belâ-yi berzah

:  

iki belâ arasında berzah gibi olan yer. 

belâ-yi hilkat

:  

yaradılış belâsı. 

belâ-yi nâgâh

:  

apansızın gelen belâ. 

belâ-yi siyah

:  

(kara belâ) : mec. acı olan hâdiseler, olaylar. 

belâbil

: بلابل

(a. i. belbâl'in c.) : vesveseler, telâşlar, tasalar, kuruntular. 

belâbil

: بلابل

(a. i. bülbül'ün c.) : bülbüller, (bkz. : anadil). 

belâde, belâd

: بلاده ، بلاد

(f. s.) : 1) kötü kimse, günahkâr, müzevir. 2) fena şey. (bkz. : bilâde). 

belâdet

: بلادت

(a. i.) : izansızlık, akılsızlık, sersemlik, budalalık, fr. abrutissement, apathie. 

belâdır, belâdûr

: بلادر ، بلادور

(f. i.) : 1) [kadınların kullandığı], altın, gümüş, elmas, yakut, zümrüt gibi süs eşyası; gelin tacı [belâdûr Araplarda "habbülfehm" denilen ve ilâç olarak kullanılan Hindistan'da yetişir bir meyve]. 2) belâ savmak için verilen sadaka. 

belâ-dîde

: بلاديده

(a. f. b. s.) : belâ görmüş, belâya çatmış. 

belâg

: بلاغ

(a. i.) : 1) yetiştirme, eriştirme. 2) yetiştirilen söz, şey. 

belâg-ul-mübîn

:  

ilâhî tebligat, Kur'ân-ı Kerîm. 

belagat

: بلاغت

(a. i.) : 1) iyi, güzel, pürüssüz söz söyleme, uzdillilik. 2) ed. sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve adamına göre söylenmesini öğreten ilmin adı. (bkz. : beyân). 

belâgat-fürûş

: بلاغت فروش

(a. f. b. s.) : (jzdillilik taslıyân. 

belâgat-fürûşâne

: بلاغت فروشانه

(a. f. zf.) : uzdillilikle, uzdilli olana yakışacak surette. 

belâgat-fürûşî

: بلاغش فروشي

(a. f. b. s.) : belâgaj furuşluk, uzdillilik. 

belâgat-perdâz

: بلاغت پرداز

(a. f. b. s.) : iyi ve düzgün söz söyliyebilen. 

belâhet

: بلاهت

(a. i.) : bönlük, alıklık, kalınkafalılık. 

belak

: بلق

(a. i.) : ayakları alacalı olan at. 

belâ-keş

: بلاكش

(a. f. b. s.) : belâ çeken, eziyet ve sıkıntı çeken. 

Belâkîk

: بلاقيق

(a. i. bülukka'nın c.) : çöller, düz ovalar. 

belâl

: بلال

(a. s. ve i.) : su gibi ıslatan, ıslatış, ıslaklık, [kelime bilâl şeklinde de kullanılır. ] (bkz. : bilâl). 

bel'am

: بلعم

(a. s.) : 1) terbiyesiz, aç gözlü, pisboğaz, obur. 2) i. Hz. Mûsâ hakkında İsraillileri kandırarak fena söylediğinden dolayı tanınmış olan "Bel'am bin Bâura" adında israil kabilesinden bir zâtın adı. 

belârek, belâlek

: بلارك ، بلالك

(f. i.) : 1) cevherli, iyi su verilmiş çelik, kılıç; kılıcın cevheri ve menevişi. 2) ok mahfazası, temreni. 

belâya

: بلايا

(a. i. beliyye'nin c.) : felâketler, gamlar, kederler, tasalar. 

belâ-zede

: بلازده

(a. f. b.) : belâya uğramış. 

belbâl, belbâle

: بلبال ، بلباله

(a. i. c. : belâbil) : vesvese, telâş, tasa, kuruntu, (bkz. : bilâbil). 

belbûs

:  

(f. i.) : 1) yabani soğan, sarmısak, dağ soğanı. 2) bir çeşit haşhaş. 

belde

: بلبوس

(a. i. c. : bilâd, büldân) : şehir, kasaba, memleket. 

belde-i tayyibe

:  

Medîne-i Münevvere. 

be-leb

: بلب

(f. b. zf.) : dudakta. Can-be -leb : canı dudakta, ölecek halde. 

beled

: بلده

(a. i.) : şehir, memleket. 

beled-ullah, Beled-ül-Emîn

:  

Mekke-i Mükerreme. 

beledî

: بلدي

(a. s.) : 1) şehirli, memleketli. 2) i. bir çeşit yerli kumaş, çit bezi. 

belediyye

: بلديه

(a. i.) : belediye, bir şehrin temizliğine, bayındırlığına ve intizâmına bakan dâire. 

beleh

: بله

(a. i.) : bönlük, ahmaklık. 

belel

: بلل

(a. i.) : 1) yaşlık, ıslaklık. 2) s. hastalıktan iyileşen. 3) zafer. 4) mihnet, keder. 5) düşkünlük. 6) mücâdele, kavga. 

belened

: بلند

(f. s.) : 1) (bkz. : bülend). 2) kapı pervazı ve çerçevesi, (bkz. : belendîn). 

belendin

: بلندين

(f. i.) : kapı pervazı, pencere çerçevesinin alt tahtası, (bkz. : belend-). 

belensem

: بلنسم

(a. i.) : katran. 

belesân

: بلسان

(f. i.) : bot. pelesenk ağacı, balsama ve bu ağacın yağı. 

belham

: بلحم

(a. i.) : saban [çiftçilikte]. 

belî

: بلي

(f. e.) : evet. [Arapça'dan Farsçalaştırılmıştır]. (bkz. : ârî, belâ). 

belîd

: بليد

(a. s. belâdet'den.) : izansız, ahmak, sersem, budala, bön. 

beliğ

: بليغ

(a. s. belâgat'den. c. : bülega) : 1) fasih, düzgün söz söyliyen. 2) fasih, düzgün [söz veya eser]. 

belîg-âne

: بليغانه

(a. f. zf.) : belîğcesine, fasîh ve düzgün olarak. 

beliha

: بليخه

(a. s. c. : bilâh) : arkası büyük, geniş olan kadın. 

belil

: بليل

(a. s.) : 1) yağmurlu, serin rüzgâr. 2) ıslanmış şey. 

beliyyât

: بليات

(a. i. beliyye'nin c.) : felâketler, kederler, gamlar, kasavetler, tasalar. 

beliyye

: بليه

(a. i. c. : belâya. beliyyât) : felâket, keder, kasavet, tasa. (bkz. : belvâ). 

belka

: بلقا

("ka" uzun okunur. a. s.) : alaca, alaca bacaklı [at]. 

belka'

: بلقع

(a. s.) : tenha [çöl], harap ve boş [yer]. 

belki

: بلكه

(f. e.) : ihtimâl, umulur, olabilir, ne bilirsin, hattâ. 

beli

: بلي

(a. i.) : ıslatma. 

bellûa

: بللوعه

(a. i.) : 1) küçük aptest bozulacak yer. 2) suların lâğma akmasına mahsus delikli taş. 

bellût

: بلوط

(a. i.) : pelit ağacı, meşe palamudu.

bellûî-ül-arz

:  

bot. yer palamudu. 

belmâ, belme

: بلما ،بلمه

(f. s.) : faydasız, iri, kaba şey. 

belmâ-rîş

: بلماريش

(f. b. s.) : kabasakal, ahmak. 

belme-rîş

: بلمه ريش

(f. b. s.) : (bkz. : belmârîş). 

belsemiyye

: بلسميه

(a. i.) : bot. kına çiçeğigiller, fr. balsaminees. 

beltem

: بلتم

(a. s.) : peltek [adam]. 

belû'

: بلوغ

(a. s. bel'den.) : çok yiyici, (bkz. : ekûl). 

Belûcî

: بلوجي

(f. h. i.) : Belûcistanlı. 

Belûl

: بلول

(a. i.) : kurtulma, hastalıktan kurtulma, (bkz. : bülûl). [kelime "kesb-i belûl" veya, "-bülûl" şeklinde kullanılır], 

bei'ûm

: بلعوم

(a. i.) : [doğrusu bül'ûm dur], (bkz. : bül'ûm). 

belûs, bülûs

: بلوس ، بلوس

(f. i.) : 1) hile, yalan, dolan. 2) s. hileci. 3) tavâzu. 

belût

: بلوط

(a. i.) : bot. 1) meşe ağacı. 2) meşe ağacı meyvesi, palamut. 

belvâ

: بلوي

(a. i.) : keder, gam, tasa, felâket, ıztırap. (bkz. : beliyye, bilye). 

belvâje

: بلواژه

(f. i.) : şişe [nazımda "belvâre" olarak da kullanılır]. 

belvâz

: بلواز

(f. i.) : çıkıntı, duvardan dışarı çıkan direk ucu. 

belyâd

: بلياد

(f. i.) : nakışsız, sâde kostüm.