behacet

: بهاجت

(a. i.) : güzellik, güzel yüzlü oluş. 

behâiyye

: بهائيه

(a. i.) : sühreverdiyye tarikatının altı şubesinden biri. [öteki şubeleri : Bed-riyye, Zeyniyye, Kemâliyye, Ahmediyye, Necîbiyye'-dir]. 

behak

: بهق

(a. i.) : insanın derisinde pul pul beyazlık ve alaca bir renk meydana getiren bir çeşit hastalık, (bkz. : behek). 

behâmîn

: بهامين

(f. i.) : bahar mevsimi. 

behas

: بهص

(a. i.) : susama, (bkz. : atş). 

behatt

: بهط

(a. i.) : sütlâç, süt lapası. 

behbûd

: بهبود

(f. i.) : iyilik, sağlık, sıhhat. 

behc

: بهج

(a. i.) : keyfi her zaman yerinde olan [adam]. 

behcet

: بهجت

(a. i.) : 1) sevinç. 2) güzellik, güleryüzlülük, şirinlik. 3) erkek adı. 

behdel

: بهدل

(a. i.) : 1) sırtlan yavrusu. 2) erkeğin memeleri büyük olma. 

behek

: بهدك

(f. i.) : (bkz. : behak). 

behem

: بهم

(f. zf.) : toplu, birarada; hep bir yere, hep bir yerde, (bkz. : bâhem). 

behem-ber-âmden

: بهبمر آمدن

(f. b. m.) : 1) birikmek, toplanmak. 2) mec. kızmak, müteessir olmak. 

be-heme-hâl

: بهمه حال

(f. a. zf.) : her halde, elbette, nasıl olursa olsun, mutlaka. 

behem-zede

: بهمزده

(f. b. s.) : cemiyeti dağıtmış, topluluğu bozmuş. 

beher

: بهر

(f. b. s.) : her, herbir, herbiri-

be-her-hâl

: بهرحال

(f. a. zf.) : her halde, mutlaka. 

behet

: بهت

(f. i.) : 1) sütlâç. 2) Memûniye denilen ve pirinç unu ile pişirilen helva. [Abbasî halîfelerinden "Elme'mûn" un çok sevdiği bir yemek olduğu söylenir]. 

behhâs

: بحاث

(a. s.) : (bkz. : bahhâs). 

behîc

: بهيج

(a. s. behcet'den.) : şen, güzel; güleryüzlü [adam]. 

behîco

: بهيجه

(a. s.) : 1) şen, güzel; güleryüzlü [kadın]. 2) kadın adı. 

behîle

: بهيله

(a. s.) : (bkz. : behîre) . 

behim

: بهيم

(a. i.) : 1) düz siyah şey, alacasız hayvan. 2) dik, pürüzsüz ses. 

behîme

: بهيمه

(a. i. c. : behâim. behâ-yim) : dört ayaklı hayvan. 

behîmî

: بهيمي

(a. s.) : hayvana mensup, hayvanlık, hayvânî. 

behîmiyyet

: بهيميت

(a. i.) : hayvanlık halt, fr. hibatude. 

behîr

: بهير

(a. s.) : 1) nefesi sıkışıp çok soluyan [adam]. 2) göğüs darlığı hastalığı dolayı-siyle solumaktan yol yürüyemiyen [adam]. 

behîre

: بهيره

(a. s.) : 1) şişmanlık dolayısiyle yürürken soluyan [kadın]. 2) hayır ve iyilik seven, soyu temiz [kadın], (bkz. : behîle). 

behişt

: بهشت

(f. i.) : cennet, uçmak, (bkz. : adn, bihişt, firdevs). 

behişt-i dünyâ

:  

(dünyâ cenneti)' : yerdeki cennet = Semerkand vâdîsi, Şam ovası; Basra civarı v.b. ). 

behişt-i gümgeşt

:  

kaybolmuş cennet. 

behişt-âşiyân

: بهست آشيان

(f. b. s.) : meskeni cennette olan =merhum. 

behişt-hırâm

: بهشت خرام

(f. b. s.) : cennete gitmiş. 

behişti

: بهشتي

(f. i.) : behişte mensup, cennetlik. 

behiştî-rû

: بهشتي رو

(f. b. s.) : huri gibi güzel yüzlü. 

behişt-nişîn

: بهشت نشين

(f. b. s.) : cennette oturan. 

behişt-simâ

: بهشت سيما

(f. a. b. s.) : cennet gibi güzel yüzlü. 

behişt-zâr

: بهشت زار

(f. i.) : cennet gibi yer. 

behîte

: بهيته

(a. i.) : iftira, yalan söz. 

behiyye, behi

: بهيه ٍبهي

(a. s. behâ'dan.) : güzel. Hediyye-i behiyye : güzel hediye. İdâre-i behiyye : güzel idare. 

behkele

: بهكله

(a. i.) : narin, ince ve güzel vücutlu kız, sevgili, (bkz. : behkene) . 

behken

: بهكن

(a. s.) : güzel ve gösterişli genç [erkek]. 

behkene

: بهكنه

(a. s.) : (bkz. : behkele). 

behkeşe

: بهكشه

(a. i.) : emir ve işte çabukluk, bir işi çabuk görme ve tutma. 

behl

: بهل

(a. i.) : 1) lanet, nefret. 2) s. az şey, az su. 

behle

: بهله

(f. i.) : kalın kuşçu eldiveni. 

behle

: بهلل

(a. s.) : abes, bâtıl, beyhude, boş, boşuna, (bkz. : bühlel). 

behlûl

: بهلول

(a. s.) : 1) çok gülen, çok gülücü. 2) hayır sahibi, çok iyi adam [Arapça'da fasîhi bühlûl dür], (bkz. : bühlûl). 

behlûl

: بهلول

(a. h. i.) : Hârûn-ür-Reşîd'in kardeşinin adı olup, delice hareketleriyle meşhur olmuştu. 

behmân

: بهمان

(f. s.) : filân, filanca, (bkz. : bâhmân). 

behmâr

: بهمار

(f. zf.) : çok, ziyâde, fazla. 

behme

: بهمه

(a. i. c. : bühüm. bihâm; c. c. : bihâmât) : 1) kuzu. 2) oğlak. 3) buzağı. 4) keçi otu. (bkz. : bühme). 

behmen

: بهمن

(f. s.) : 1) zekî, anlayışlı, kavrayışlı. 2) tedbirli. 3) i. bot. Turpa benziyen ve "kavza kökü" denilen bir ot. 

behmen

: بهمن

(f. h. i.) : İran hükümdarlarından isfendiyâr'm oğlu Erdşîr'in lâkabı. 

behnân

: بهنان

(a. i.) : 1) güleç, güler yüzlü, iyi huylu ve dâima gülen adam. 2) erkek adı. 

behnane

: بهنانه

(a. i.) : 1) güler yüzlü, iyi huylu ve dâima gülen kadın. 2) kadın adı. 

behnâne

: بهنان

(f. i.) : 1) maymun. 2) beyaz pide. [doğrusu pehnâne dir]. 

behne

: بهنه

(a. s.) : yumuşak [yer]. 

behneke

: بهنكه

(a. s.) : şişmanca ve vücudu güzel kadın. 

behnes

: بهنس

(a. s.) : sakîl, kaba, çirkin [adam]. 

behr

: بهر

(a. i.) : 1) uzaklık, mesafe. 2) felâket. 3) ümidin boşa çıkması. 

behrâ

: بهرا

(f. zf.) : onun için, ondan dolayı. 

behrâm

: بهرام

(f. i.) : 1) Merih yıldızı. 2) Acem pehlivanlarından birinin adı. 3) Iran hükümdarlarından birkaçının adı ki en meşhuru, yaban eşeği avına pek düşkün olan "Behrâm Gür" dur. 

behrâme

: بهرامه

(f. i.) : 1) yeşil elbise. 2) (bkz. : behrâmec). 

behrâmec

: بهرامج

(f. i.) : 1) her renkte olan leylâk çiçeği. 2) çiçeği kokulu olan bir cins söğüt ağacı. 

behrâmen

: بهرامن

(f. i.) : 1) bir nevi kırmızı yakut. 2) ipekten dokunmuş güzel bir kumaş. 3) asfur çiçeği, kırmızı gül. 4) kadınların kullandıkları allık, kırmızı düzgün. 

behre

: بهره

(f. i.) : hisse, pay, kısmet, nasip. 

behre-ber

: بهره بر

(f. b. s.) : şerik, ortak. 

behre-berî

: بهره بري

(f. b. i.) : şeriklik, ortaklık. 

behrec

: بهرج

(a. s.) : 1) faydasız, işe yaramaz şey. 2) arzuya bırakılmış şey, iş. 3) eksik veya ayarı bozuk para. 

behre-dâr

: بهره دار

(f. b. s.) : behreli, hisseli, paylı, (bkz. : behre-mend). 

behre-dârî

: بهره داري

(f. b. i.) : behrelilik, paylılık. 

behrek

: بهرك

(f. i.) : 1) çok çalışmadan dolayı el ve ayak derilerinin sertleşmesi. 2) yaralardan gelen irin. 

behrem

: بهرم

(a. i.) : asfur çiçeği, kırmızı gül. (bkz. : behrâmen). 

behreınân, behremen

: بهراما بهرمن

(f. i.) : (bkz. : behrâmen 1)

behreme

: بهرمه

(a. i.) : 1) çiçeğin göz alıcı güzelliği ve parlaklığı. 2) Hindlilerin ibâdeti. 3) saç ve sakalı kına ile boyama. 

behreme

: بهرمه

(f. i.) : burgu, (bkz. : matkab, miskab). 

behre-mend

: بهره مند

(f. b. s.) : behreli, hisseli, (bkz. : behre-dâr). 

behre-mendî

: بهره مندي

(f. b. i.) : behremendlik, behrelilik. 

behre-ver

: بهره ور

(f. b. s.) : hisse ve nasîbini almış. 

behre-yâb

: بهره ياب

(f. b. s.) : hisse ve nasîbi olan. 

behs

: بهس

(a. i.) : 1) neşe ve güleryüzle karşılama. 2) cür'et, yılmamazlık. 3) s. kahraman, yiğit [adam]. 

behsûs

: بخصوص

(a. s.) : bir miktar, az şey. 

beht

: بهت

(a. i.) : şaşkınlık, hayranlık. 

behte uğramak

:  

şaşakalmak, donakalmak, (bkz. : mebhût olmak). 

behtere

: بهتره

(a. i.) : yalan söyleme. 

behûriyye-i halvetiyye

: بخوريۀ خلوتيه

(a. b. i.) : Ramazâniyye-i Halvetiyye şubelerinden birini adı. [kurucusu : Şeyh Muhammed-ül-Behûrî-yür-Rûmî'dir. Edirneli olup Alî-ytir-Rûmî'den hilâfet almıştır, (d. : ? - ö. : 1039 (1629/1630]. 

behût

: بهوت

(a. i. c. : bühüt) : duyanları hayrete düşüren iftira, yalan. 

be-hükm

: بحكم

(a. zf.) : hükmünce, hükmiyle. 

behv

: بهو

(f. i.) : 1) köşk. 2) sofa. 3) salon. 4) cumba. 5) çardak. 

behv, behve

: بهو ، بهوه

(a. i.) : 1) misafir odas. 2) yer altında hayvan ağıllı. [bu iki mânâdaki "c. : ebhâ, bühüvv" gelir]. 3) geniş meydan, yer. 4) göğüsün içi, boğazdan mîdeye kadar olan aralık. 5) rahim ile mahrecinin arası. 

behz

: بهز

(a. i.) : 1) şiddetle göğse vurma, ileri kakma. 2) Benû Selim kabîlesinden bir cemâat'in ismi.