ba's

: بعث

(a. i.) : 1) gönderme, gönderilme. 2) yeniden dirilme, diriltme. 

ba's-i ba'd-el-mevt

:  

öldükten sonra dirilme. 

ba's-i emvât

:  

ölülerin dirilmesi. 3) peygamberlik. 

basâir

: بصائر

(a. i. basîret'in c.) : ibretli görünüşler, deliller, ibretler. 

basal

: بصل

(a. i.) : bot. soğan ve benzeri gibi kökler. 

basala

: بصله

(a. i.) : hek. vücûdun bir tarafında yaradılıştan kalma kabartı. 

basala-i sîsâiyye

:  

anat. murdar iliğin dimağ ile birleştiği yerde görünen kabartı. 

bâ-sâmân

: باسامان

(f. b. s.) : 1) zengin, varlıklı. 2) düzgün, düzenli. 

basar

: بصر

(a. i. o. : ebsâr) : 1) göz. 2) görme. Hadîd-ül-basar : gözü keskin. Kuvvet-i basar : gözün iyi görmesi. 

basâret

: بصارت

(a. i.) : gözaçıklığı, inceden inceye etraflı derin görüş. 

basari

: بصري

(a. s. basar'dan.) : görüşle ilgili olan. 

bâ-savâb

: باصواب

(a. zf.) : doğrulukla, doğruca. 

basbasa

: بصبصه

(a. i.) : 1) köpeğin yaltaklanması, kuyruğunu sallayıp sokulması. 2) dalkavukların nefret edilecek hâli. 

bâs'r

: باصر

(a. s. basar'dan.) : gören, görücü. 

bâsira

: باصره

(a. i. basar'dan.) : 1) görmek kuvveti ve hassası, görüş, görme. 2) göz. (bkz. : ayn, çeşm). 

bâsit

: باسط

(a. s. bast'dan.) : 1) yayan, yayıcı. 

bâsıt-ür-rızk

:  

Allah. 2) anat. Bir uzvu uzatıp açan [adale]. 

basî

: بصيع

(a. i. c. : busu') : ter. 

bâsia

: باثعه

(a. i.) : çok kırmızı olan dudak. 

bâsia-i mahbûbe

:  

sevgilinin kırmızı dudağı. 

bâsik

: باثق

(a. s.) : eliaçık, cömert [adam]. 

bâsika

: باثقه

(a. i.) : ağzına kadar su dolu olan kuyu. 

basil

: باسل

(a. s.) : 1) kahraman, yiğit, cesur kimse. 2) haram şey. 3) fena, sert, kötü söz. 4) çirkin kimse. 

basile

: بصيله

(a. i.) : sovan çeşidi. 

bâsim

: باسم

(a. s. besm'den.) : güler yüzlüden adam. (bkz. : bessâm). 

basîr

: بصير

(a. s. basar'dan.) : görüp anlıyan. 

bâsire

: باسره

(f. i.) : ekin. 

basiret

: بصيرت

(a. i.) : önden görüş, seziş. 

basîret-i kalb

:  

gönül uyanıklığı. 

basîret-kâr

: بصيرتكار

(a. f. b. s.) : basiretli, önden gören, sezişli. 

basîret-kârâne

: بصرتكارانه

(a. f. zf.) : önden görene, sezene yakışacak surette. 

basiret-kâri

: بصيرتكاري

(a. b. i.) : önden görmektik. 

basit

: بسيط

(a. s. bast'dan.) : 1) sâde, düz, arızasız, engelsiz. 2) açık, geniş, yayvan, yaygın. 3) sâde, yalın. 4) neşeli, şen, güleryüzlü. 5) i. aruz vezinlerinden biri. (bkz. : aruz). 6) kolay, (bkz. : âsân, sehl). 

bâsita

: باسظه

(a. i.) : uzak yer. 

basite

: بسيطه

(a. i.) : 1) döşeme minder. 2) düz yer, arz. 3) yükseklik ölçmiye yarıyan yayvan Güneş saati. 

bast

: بسط

1) yayma, açma, uzun uzadıya anlatm'a. (bkz. : ityân, serd). 

bast fi makam-il-hafi

:  

Allah'ın abdi mahlûkat ile zahiren bast demesi. Bu; abd'in halk için bâtı-nan rahmete vesile olmasını iktizâ eder. Böyle olan abid eşyayı istîab eder. Onun her şeyde tesiri olur; hiç bir şey onun üzerinde müessir olamaz. 

bast fi makam-il kalb

:  

nefis makamında rica mesabesindedir. Lütuf ve rahmeti, kurb ve ünsü kabule işarettir, [mukabili : kabz dır]. 

bast-ı dâ'vâ

:  

dâva açma. 

bast-ı makal

:  

söz açma. 

bast-ı mukaddemât

:  

asıl maksada girmeden bir şeyler söyleme. 2) mat. tüm sayılı bir kes'rin tüm sayısını, kesrin paydasiyle çarpıp payına katmak ve çıkanı pay yapıp asıl paydasını olduğu gibi bırakmak. 3) rica hâli. (kabule, rahmete, ünse işaret olarak Allah tarafından tevcihin gelmesine de "bast" denilir]. 

bâstân

: باستان

(f. s.) : 1) mazi, geçmiş, eski. 2) i. târih. 

bâstân-ı bîbaka

:  

sonsuz târih, dünyâ. 

bâstân-şînâs

: باستان شناس

(f. b. s.) : târih, geçmiş zaman. 

bâsür

: باسور

(a. i. c. : bevâsîr) : hek. mayasıl; kalın bağırsakta ve makadin etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesinden ve bâzan iltihaplanmasından dolayı makadin içinde ve dışında peyda olan memeler yüzünden makattan kan veya cerahat gelme, fr. hemorroi'des. 

bâsûrî

: باسوري

(a. s.) : basurla ilgili. Evrâm-ı bâsûriyye : bâsûr memeleri.