bâk |
: | باك |
(f. i.) : korku; sakınma; kaygı, (bkz : havf). |
baka |
: | باقه |
(a. i.) : demet, deste, tutam. |
bakar, bakara |
: | بقر ،بقره |
(a. i. c. : bukur, bukar, bukarât) : sığır. |
bakarî |
: | بقري |
(a. s.) : sığır cinsinden olan hayvanlara âit, onlarla ilgili : Hayvânit-ı bakariyye : sığır cinsinden olan hayvanlar. |
Bakaya |
: | بقايا |
(a. i. bakıyye'nin c.) : fazla kalan şeyler, kalıntılar. |
bâkend |
: | باكند |
(f. i.) : 1) (bkz : bakîde). 2) renkli ipeklerle dokunmuş kumaş. |
bâkıa |
: | باقعه |
(a. i.) : dert, belâ. (bkz : dâhiye). |
bâkılâ |
: | باقلاء |
(a. i.) : bot. bakla. |
Bakır |
: | باقر |
(a. h. i.) : 12 imâ'mın beşincisi : imam Zeynül-Âbidîn'in oğlu ve imam Hüseyn'in torunudur. (694-735) . [mânâsı : 1) geniş; 2) aslan; 3) göz damarı]. |
bâkıyât |
: | باقيات |
(a. i. bâki'nin c.) : sürüp giden şeyler. |
bâkıyât-ı sâlihât |
: |
sevabı sürüp giden şeyler. |
|
bakıyye |
: | بقيه |
(a. s. c. : bakaya) : artan, geri kalan, artık. |
bakıyye-i bükâ |
: |
ağlamaktan kalan eser. |
|
bakıyyet-üs-süyûf |
: |
kılıçtan kurtulanlar, mec, arta kalanlar. |
|
bakı |
: | باقي |
(a. i. beka'dan. c. : bevâki) : 1) Allah. 2) s. daimî, (bkz. : câvid, câvidânî, lâyemût, sermedî). 3) alt taraf. 4) zf. artık, artan, fazla, geri kalan; bundan başka. |
Baki |
: | باقي |
(a. h. i.) : ünlü Türk Şâirlerinden olup asıl adı Abdülbâki Mahmud'dur; babasının adı Mehmed'dir. İstanbul'da doğmuştur. Kanunî Sultan Süleyman'dan himaye görmüş ve Meliküşşuara, Sultânüşşuarâ gibi unvanlar kazanmıştır. Meşhur dîvânından başka Mevâhib-i ledüniye tercümesi vardır ki buna meâlimülyakîn fî siyreti seyyid-il-mürselîn adını vermişti. El-âlâm fî ahvâl-i beldet-il harâm tercümesi ile Fazâil-i cihâd'ı vardır; bunu da Meşâir-ül-eşvak ile Mesâri-ül-uşşâk'dan tercüme etmiştir, (d. : 1527-Ö. : 1599) . |
Bakî |
: | باكي |
(a. s. bükâ'dan.) : ağliyan. (bkz. : giryân). |
bakîde |
: | باكيده |
(f. i.) : 1) yakut [kırmızı, sarı, eflâtun renklerindedir]. 2) (bkz. : bâkend2) . |
Bakir |
: | باكر |
(a. s.) : eldeğmemiş, işlenme'miş [toprak, orman v.b. ]. |
Bakire |
: | باكره |
(a. s.) : Kızoğlan kız. (bkz. : dûşîze). |
Bakiye |
: | باكيا |
(a. zf.) : ağlıyarak. |
Bakka |
: | بقه |
(a. i.) : 1) tahtabiti. 2) sivrisinek. |
Bakkal |
: | بقال |
(a. s.) : 1) sebzeci. 2) pirinç, şeker, peynir, zeytin ve benzerleri gibi şeyler satan [kimse]. |
Bakkam |
: | بقم |
(a. i.) : 1) kırmızı boya ağacı, (bkz. : bekkem). 2) has ve tabîî olmıyan kumaş boyası. |
Bakkar |
: | بقار |
(a. i.) : sığır çobanı, sığırtmaç. |
baki, bakla |
: | بقل ، بقله |
(a. i. c. : bukul) : 1) sebze, yeşillik. 2) yeşil kabuklu, iri taneli malûm sebze. |
bakla-yı hamka, bakla-yı beyyine |
: |
semizotu. |
|
bâkure |
: | بقاقوره |
("ku" uzun okunur, a. i.) : 1) sığır sürüsü. 2) s. faydayı, zararı ayıramıyan sersem, budala. |
Bâkûre |
: | باكوره |
(a. s.) : evvel yetişen; turfanda [yemiş]. |
bâkûret-ül-hayât |
: |
gençlik. |