bâh |
: |
(a. i.) : şehvet. |
|
bahâ |
: | باه |
(a. i.) : 1) güzellik, zariflik. 2) parıltı. 3) alışma, dadanma. |
bahâ |
: | بهاء |
(f. i.) : 1) kıymet, bedel, değer. |
bahâ-pîrâ-yi İsmail |
: |
meşhur bir çeşit lâle. |
|
bahâ, baha |
: | باحا ، باحه |
(a. i.) : 1) bir evin etrâfınaki kapalı avlu veya bahçe. 2) açık meydan, alan. 3) suyun derin yeri. |
bâ-haber |
: | باخبر |
(f. a. b. s. c. : bâ-haberân) : 1) haberi olan. 2) akıllı, zekî. 3) ihtiyatlı, tedbirli. |
bâ-haber-ân |
: | باخبران |
(f. a. b". s. bâ-haber'in c.) : haberi olanlar, haberliler, akıllı, zekî, ihtiyatlı kimseler. |
bahâ-dâr |
: | بهادار |
(f. b. s.) : kıymetli, değerli, (bkz : bahâ-gîr, bahâ-lî). |
bahâdir |
: | بهادر |
(f. i. c. : bahâtlırân) : cesur, yiğit. |
bahâdır-âne |
: | بهادرانه |
(f. zf.) : kahraman, casına, yiğitçesine. |
bahâdiri |
: | بهادري |
(f. i.) : kahramanlık, yiğitlik. |
bahâ-gîr |
: | بهاگير |
(f. b. s.) : kıymetli, değerli, (bkz : bahâ-dâr, bahâlî}. |
bahâî |
: | بهائي |
(a. s.) : alışkın. |
bahak, bahk |
: | بخق ، بخق |
(a. i.) : göz patlama; göz patlatma. |
bahâlik |
: | بهالق |
(a. i. behlâk ve behlâka'nın c.) : boş, çürük şeyler, sözler. |
bahâ-lî |
: | بهالي |
(f. b. s.) : pahalı, (bkz : bahâ-dâr, bahâ-gîr). |
bahane |
: | بهانه |
(f. i.) : 1) vesiyle, sebep. 2) kusur, noksan, garaz. 3) yalandan özür. |
bahâne-cû |
: | بهانه جو |
(f. b. s.) : bahane ariyan; fırsat gözetliyen. |
Bahar |
: | بهار |
(f. i. o. : bahârân) : kışla yaz arasındaki mevsim, 22 Martla 21 HazJran arası, ilkyaz. |
bahâr-ı hayât |
: |
hayâtın bahân, gençlik. |
|
bahâr-ı ömr |
: |
gençlik. |
|
bahâr-ı şevk |
: |
neş'e ve arzu bahân. |
|
bahar |
: | بهار |
(a. i.) : 1) güzellik. 2) s. güzel. 3) sığır gözü, papatya; sığır papatyası, sarı papatya. 4) put. (bkz : çelîpa, sanem). 5) atılmış pamuk. 6) ölçek. 7) karanfil, tarçın, karabiber gibi kokulu şey. |
baharat |
: | بهارات |
(a. i. bahâr'ın c.) : karanfil tarçın, karabiber gibi kokulu şeyler [papatya mânâsına gelen bahâr'ın cemidir]. |
bahâret |
: | بهارت |
(a. i.) : üstünlük, seçkinlik. |
bahârî |
: | بهاري |
(f. s.) : ilkbahara âit, ilk yazla ilgili. |
bahâristân |
: | بهارستان |
(f. i.) : 1) ilkbahar mevsimi. 2) yeşil ve çiçekli yer. [bahçe, park, çayır gibi], 3) Molla Câmi'nin meşhur eseri. |
bahâriyye |
: | بهاريه |
(f. i.) : 1) ed. bahar tavsifiyle başlanarak birini medih için yazılan kasîde. 2) tar. pâdişâh tarafından Yeniçeri ağasından îti-bâren ocak ağalariyle Yeniçeri kâtibine verilen ba-harlık. |
bahâsıla |
: | بهاصله |
(a. i. bahsala'nın c.) : 1) beyaz yüzlü, kısa boylu, bodur ve edepsiz kadınlar. 2) sürüp çıkarmalar, uzaklaştırmalar. |
bahâtir |
: | بهاتر |
(a. s. bühter, bühtere'nin c.) : kısa boylu kadınlar, bodurlar. |
bahâ-ullâh |
: | بهاء الله |
(a. h. i.) : bahailik mezhebinin kurucusu. |
bahâyim |
: | بهايم |
(a. i. behlme'nin c.) : 1) dört ayaklı hayvanlar; canavarlar. 2) Suriye'de bir sıra dağlar. |
bahbaha |
: | بخبخه |
(a. i.) : 1) kükreyip ses çıkarma [deve hakkında]. 2) çıtırdama; mışıldama. |
bahdele |
: | بحدله |
(a. i.) : 1) eğilme, kırılma [kürek kemiği hakkında]. 2) işte çabukluk gösterme. |
bâhe |
: | باخه |
(f. i.) : kaplumbağa, (bkz : sülhâfa). |
bâhek |
: | باهك |
(f. i.) : işkence, eziyet. |
bahhâl |
: | بخال |
(a. s. buhl'den.) : çok bahîl, pek cimri; çok alçak adam. |
bühhâr |
: | بحار |
(a. s. bahr'den.) : denizci, gemici. |
bahhâi |
: | بحاث |
(a. s. bahs'den.) : bahsetmeyi seven, çok bahseden. |
bâhî |
: | باهي |
(a. s. bâh'çjan.) : şehvete mensup, şehvetle ilgili. |
bâhik |
: | باحق |
(a. s.) : bir gözü kör [adam], (bkz : ayn-i vâhid, yek-çesm). |
bâhika |
: | باحقه |
(a. s.) : görmiyen, kör [göz]. |
bahîl |
: | بخيل |
(a. s. buhl'den. c. : buhalâ) : hasis, cimri, tamahkâr. |
bâhil |
: | باهل |
(a. s.) : 1) serseri, başıboş. 2) eli değneksiz çoban. 3) yularsız deve. |
bâhile |
: | باهله |
(a. s.) : 1) dul, kocasız kadın. 2) Arap kabilelerinden birinin adı. |
bahir |
: | بحر |
(a. i.) : deniz, (bkz : bahr, deryfi). |
bahir |
: | باحر |
(a. s.) : yalancı, ahmak, alık [adam]. |
bahir |
: | باخر |
(a. s.) : ekin sulayıcı, sulayan. |
bahir |
: | باهر |
(a. s.) : 1) belli, besbelli, açık, apaçık, (bkz : ayan). 2) ışıklı, parlak; güzel. |
bahire |
: | باحره |
(a. i.) : 1) dikenli ağaç. 2) çok koşan cins deve. |
bahire |
: | باخره |
(a. i.) : vapur, [yapma kelime]. |
bâ-hired |
: | باخرد |
(f. s.) : zekî, akıllı. |
bahis |
: | بحث |
(a. i.) : 1) konuşulan şey, söz. 2) iddialaşma, (bkz : bahs). |
bahis |
: | باحث |
(a. s. bahs'den.) : bahseden; araştıran. |
bahl |
: | بخل |
(a. i.) : cimrilik, (bkz : buhl). |
bâhmân |
: | باهمان |
(f. s.) : (bkz : behmân). |
bahname |
: | باهنامه |
(a. f. b. i.) : şehvet verici resimleri ve yazıları içinde toplıyan kitap, mecmua [muhaffefi "beh-nâme'dir"]. |
Bahr |
: | بحر |
(a. i. c. : bihâr, ebhâr, ebhur, buhur) : 1) deniz. 2) büyük göl veya nehir. |
Bâhr-i Ahdar |
: |
Hint okyanusu. |
|
Bahr-i Ahmer |
: |
Ktzıldeniz, Şap denizi. |
|
Bahr-i Ebyaz |
: |
İskandinavya yarımadasının doğusunda Novaya Zemliya adasına kadar olan deniz.. |
|
Bahr-i Hazer |
: |
Hazer denizi. |
|
Bahr-i Kulzum |
: |
Şap denizi, Kızıl deniz. |
|
Barh-i Lût |
: |
Filistinde, seviyesi denizden çok aşağıda ve çok şaplı bir göl. |
|
Bahr-i Muhiti Atlâsî |
: |
Atlas okyanusu. |
|
Bahr-i Muhît-i Kebîr, Bahr-i Muhît-i Mutedil |
: |
Büyük okyanus, Pasifik okyanusu. |
|
Bahr-i Muhit-i Şimalî |
: |
İskandinavya yarımadasının batısından İngiltere adalarına kadar uzanan deniz. |
|
Bahr-i Muhît-i Hindî |
: |
Hind yarımadasının doğusunda kalan deniz. |
|
Bahr-i Mutavassıt |
: |
Akdeniz. |
|
Bahr-i Müncemid-i Cenubî |
: |
cenup (güney) kutbunu çeviren deniz. |
|
Bahr-i Müncemid-i Şimalî |
: |
şimal (kuzey) kutbunu çeviren deniz. |
|
Bahr-i Rûm |
: |
Akdeniz. |
|
Bahr-i Sefîd |
: |
Akdeniz. |
|
Bahr-i Siyah |
: |
Karadeniz. |
|
Bahr-i Sükûn |
: |
(bkz : Bahr-i lût). [sularının son derece kesîf oluşundan üzerinde hiç bir dalga bulunmadığından bu ad verilmiştir]. |
|
Bahr-i Umman |
: |
Arap yarımadasının güneyi ile İran güneyi arasında kalan deniz. |
|
|
3. aruz'da aslî bir vezinle ondan doğan vezinler mecmuası. Bunlardan Arap nazmı hâricinde kullanılan bahirler şunlardır |
||
1) hezec |
: |
(neşeyle şarkı söyleme) : |
|
|
a) mefâîlün, mefâîlün, mefâîlün, mefâîlün. |
||
|
b) mefâîlün mefâîlün, faulün. |
||
|
c) mefâîlün, faulün, mefâîlün, faulün. |
||
|
d) mef'ûlü, mefâîlün, mef'ûlü, mefâîlün. |
||
|
e) mef'ûlü, mefâîlü, mefâîlü, faulün. |
||
|
f) mef'ûlü, mefâîlün, faulün. |
||
|
g) mef'ûlü, mefâîlü, faulün. |
||
2) recez |
: |
(Titrek) : |
|
|
a) müstef'ilün, müstef'ilün, müstef'ilün, müstef'ilün. |
||
|
b) müfte'ilün, müfte'ilün, müfte'ilün, müfte’liün, |
||
|
c) müfte'ilün, mefâilün, müfte'ilün, mefâilün. |
||
|
d) müfte'ilün, müfte'ilün, fâilün. (bkzserî'). |
||
|
e) müstef'ilâtün, müstef'ilâtün. |
||
|
f) mefâilün, mefâilün, mefâilün, mefâilün. |
||
3) remel |
: |
(koşan) : |
|
|
a) fâilâtün, fâilâtün, fâilâtün, fâilün. |
||
|
b) fâilâtün, fâilâtün, fâilün. |
||
|
c) fâilâtün (=failâtün), fâilâtün, fâilâtün, failün ( =fa'lün ). |
||
|
d) fâilâtün (=failâtün), failâtün,failün ( =fa'lün). |
||
4) münserih |
: |
(akıcı) : |
|
|
müfte'ilün, fâilün, müfte'ilün, fâilün. |
||
|
müstef'ilün, faulün, müstef'ilün, faulün. |
||
5) muzâri' |
: |
(benziyen) : |
|
|
mef'ûlü, fâilâtü, mefâîlü, fâilün. |
||
|
mef'ûlü, fâilâtün, mef'ûlü, fâilâtün. |
||
6) müctes |
: |
(kopmuş) : |
|
|
a) mefâilün, failâtün, mefâilün, failâtün. |
||
|
b) mefâilün, failâtün, mefâilün, failün (=fa'-lün). |
||
7) serî' |
: |
(çabuk) : |
|
|
a) müfte'ilün, müfte'ilün, fâilün. (bkzre-cez, d). |
||
8) hafif |
: |
(hafif) |
|
|
a) fâilâtün (= failâtün), mefâilün, failün (=fa'lün). |
||
9) mütekarib |
: |
(yakın) : |
|
|
a) faulün, faulün, faulün, faulün. |
||
|
b) faulün, faulün, faulün, faul. |
||
10) kâmil |
: |
(yetkin) : |
|
|
a) mütefâilün,fâilün,mütefâilün,mütefâilün. |
||
|
b) mütefâilün, faulün, mütefâilün, faulün. |
||
11) tavîl |
: |
(uzun) : |
|
|
: |
[her mısraı, 15-20 ve hattâ daha fazla "fai-lâtün" (birincisinde "fâilâtün" de olabilir) ile bir "failün (= fa'lün)" den terekkübeder : Bu, oka-dar kullanışlı değildir]. |
|
|
4. mec. Çok bilen, bilgisi geniş olan kimse, (bkz : bahir). |
||
bahr-i nâzük |
: | بحر نازك |
(a. b. i.) : müz. Muradnâme'de geçtiğine göre en az 5-6 asırlık bir makamdır. Segâh'ın tam dizisinin veya dizisinden bir parçasının geçki olarak karıştığı bir hi-caz'dan ibarettir. Hicaz gibi dügâh perdesinde kalır. Güçlü birinci derecede bahr-i nâzik'i terkîbeden her iki makamın dizisinde olduğu gibi nevâ'dır. Hicaz gibi si bakıyye bemolü, fa ve do bakıyye diyezleri ile donanır. Segah geçen yerlerde si bekar ile si koma bemolü, do bekar, ini koma bemolü, lâ bakıyye diyezi ilâve edilir. |
bahren |
: | بحران |
(a. zf.) : denizden, deniz yoliyle. |
bahreyn |
: | بحرين |
(a. s.) : 1) "iki deniz". Basra körfezi ile Hint Denizi, [bâzı rivayetlere göre "Akdenizle Hint Denizi" veya "Karadenizle Akdeniz"]. 2) iki büyük, esas, temel şey. |
bahrî |
: | بحري |
(a. s.) : 1) denize âit, denize mensup, denizle ilgili. 2) i. tüyünden kürk olan, patka da denilen, gagası kaşığa benzer bir çeşit deniz ördeği. |
bahriyye |
: | بحريه |
(a. i.) : donanmaya âit işler. |
bahriyyûn |
: | بحريون |
(a. s. c.) : kaptan ve gemiciler gibi deniz işlerini bilenler. |
bahs |
: | بخس |
(a. s.) : 1) Kur'ân tâbirlerinden olup "nakıs" mânâsına gelir. 2) i. yağmur suyu ile ekilmesi kabil olan tarla. 3) i. zulüm, işkence. 4) i. gümrük alma. |
bahs |
: | بحث |
(a. i.) : (bkz : bahis). |
bahsala |
: | بهصله |
(a. s. c. : bahâsıla) : 1) beyaz yüzlü, kısa boylu edepsiz kadın. 2) i. kemikten et ayırır gibi sürüp çıkarma, uzaklaştırma. |
bahsân |
: | بخسان |
(f. s.) : 1) salına salına yürüyen. 2) soluk, bozuk. 3) pejmürde, kıyafetsiz. |
bahsere |
: | بحسره |
(a. i.) : 1) dağıtma. 2) gizli şeyi meydâna çıkarma. 3) kesilip tane tane olma [süt hakkında]. |
bahset |
: | بخست |
(f. i.) : 1) horultu [uykuda]. 2) a. uykuda ağırlık basma, (bkz : kâbus). |
bahsi |
: | بحثي |
(a. s. bahs'den.) : bahse âit, bahisle ilgili. |
bahş |
: | بخش |
(f. i.) : bağış, ihsan. bahş-i kalenderi : cömertçe dağıtma. |
bahş, -bahşâ |
: | بخش ، بخشا |
(f. s.) : bahşeden, bağışlıyan, veren; affeden. Ha yât-bahş : hayât veren. Safâ-bahşâ : safa voren. |
bahşâyende |
: | بخشاينده |
(f. i.) : affedici; bağışlayıcı. |
bahşâyiş |
: | بخشايش |
(f. i.) : 1) bağışlayış, veriş, ihsan ediş; afiv. 2) merhamet, şefkat. |
bahşâyiş-ger |
: | بخشايشكر |
(f. b. s.) : merhametli, şefkatli (Allah). |
bahşende |
: | بخشنده |
(f. s.) : veren, bağış-lıyân; affeden, (bkz : rahman). |
bahşetmek |
: | بخش تمك |
(f. t. b. m.) : bağışlamak, vermek. |
bahşiş |
: | بخشش |
(f. i.) : bahşiş, bağış olarak verilen para v. b. (bkz : atıyye, ihsan). |
bahşiyye-i halvetiyye |
: | بخشيه خلوتيه |
(f. b. i.) : Cemâliyye-i halvetiyye şubelerinden biri. [kurucusu : Seyyid Muhammed-ül-Bahşî-yül-Halebî dir]. |
Bahşûde |
: | بخشوده |
(f. s.) : 1) verilmiş, bağışlanmış. 2) affedilmiş. |
baht |
: | بحت |
(a. i.) : öz, hâlis, saf. Sahbâ-yi baht : hâlis şarap. |
Baht |
: | بخت |
(f. i.) : 1) talih, kader, kısmet. (bkz : ikbâl). |
baht-i bîdâd |
: |
insafsız talih, kötü kader. |
|
baht-i bidâr |
: |
uyanık, açık talih. |
|
baht-i hâbîde, baht-i hâb-âlûde |
: |
kötü talih. |
|
baht-i siyah |
: |
kara talih. 2) cet, büyük baba. 3) kargı. |
|
bahtâk |
: | بختق |
(f. i.) : evvelce savaşlarda giyilen demir başlık, (bkz : miğfer, serpenâh). |
baht-âver |
: | بخت آور |
(f. b. s.) : bahtlı, talihli. |
baht-bergeşte |
: | بخت برگشته |
(f. b. s.) : talihi dönmüş : bahtsız, talihsiz, (bkz : bed-baht). |
bâhte |
: | باخته |
(f. s.) : oynamış, oyunda yutulmuş (kimse), ["bâhten" mastarından]. |
bahta |
: | بخته |
(f. s.) : 1) besili, semiz [koyun], 2) i. burulmuş üç yaşında koç. |
bahtek |
: | بختك |
(f. i.) : 1) ağırlık basma [uykuda], (bkz : kâbus). 2) küçük baht, fena talih. |
bâhter |
: | باختر |
(f. i.) : 1) [yeni şâirlerde]. garp, batı. 2) [eski şâirlerde] şark, doğu. 3) baktria. |
bahtere |
: | بختره |
(a. i.) : salına salına güzel yürüyüş, hoş yürüme, (bkz : hirâm). |
bahlerî |
: | بختري |
(a. s.) : 1) salına salına güzel yürüyen, yürüyüşü güzel [adam]. 2) kendini beğenmiş, kibirli. 3) i. hadîs yazanlardan iki kişinin adı. |
baht-hufte |
: | بخت خفته |
(f. b. s.) : talihi uyumuş olan : talihsiz, bahtsız, (bkz : hufte-baht). |
bahtiyar |
: | بختيار |
(f. b. s.) : bahtlı, talihli, mes'ut, mutlu, kutlu. |
bahtiyâr-âne |
: | بختيارنه |
(f. zf.) : bahtlı, talihli, mes'ut olanlara yakışacak surette, bahti-yarcasına. |
bahtiyari |
: | بختياري |
(f. i.) : bahtiyarlık, mutluluk. 2) İran'da meşhur bir kabîle. |
baht-mend |
: | بخت مند |
(f. b. s.) : bahtlı, talihli. |
baht-ver |
: | بختور |
(f. b. s.) : bahtlı, talihli. |
bâhûr |
: | باحور |
(a. s.) : çok sıcak, ziyâde sıcaklık. |
bahûr |
: | بخور |
(a. i.) : ödağacı, misk, iaden gibi maddelerden meydana gelen ve yakılırsa güzel bir koku veren ot, tütsü, günlük. |
bahûr-dân |
: | بخوردان |
(a. f. b. i.) : içinde tütsü yakılan kap. (bkz : buhûrdân). |
bahûr-dânî |
: | بخورداني |
(a. f. b. i.) : resmî günlerde tütsü yakmakla vazîfeli kimse. |
bahûr-ı Meryem |
: | بخور مريم |
(a. b. i.) : Meryemana eli denilen bir nebat, * bitki. |
bâ-husûs |
: | باخصوص |
(f. a. b. zf.) : husûsiyle, en çok, hele. |
bahye |
: | بخيه |
(f. i.) : dikiş, teyel, oyulgalama. |
bahye-dâr |
: | بخيه دار |
(f. b. s.) : dikişli, teyelli, oyulgalamalı. |
bahye-zen |
: | بخيه زن |
(f. b. i.) : dikişçi, terzi. |
bahz |
: | بهظ |
(a. i.) : 1) sıkıntı olma, can sıkma. 2) yük ağır gelip hayvanı çökeltme. 3) bir adamı çenesinden, sakalından tutup çekme. |