ayâ |
: | عيا |
(a. s.) : 1) kabiliyetsiz, kudretsiz. tedâvî edilemez, iyileştirilemez. |
âyâ |
: | آيا |
(f. e.) : şüphe ve tereddüt bildiren edat. (bkz. : acaba). |
a'yâ |
: | اعيا |
(a. s.) : daha veyâ en kudretsiz iktidarı hiç olmıyan. |
a'yâd |
: | اعياد |
(a. i. îd'in c.) : bayramlar. |
a'yâd-ı Müslimân |
: |
Müslüman bayramları. |
|
ayân |
: | عيان |
(a. s.) : belli, açık, meydanda (doğrusu "lyân"). (bkz. : aşikâr, bahir, celî, hüveydâ, îyân). |
â'yân |
: | اعيان |
(a. i. ayn'ın c.) : 1) gözler. 2) bir memleketin ileri gelenleri. 3) evvelce, Millet Meclisi'nin kararlarını incelemekle görevli başka bir meclis olup, Osmanlı Imparatorluğu'nun 1877 ve 1908 meşrutiyetinde üyeleri hükümetçe seçilmişti. 4) Senato üyesi. |
ayar |
: | عيار |
(a. i.) : 1) altının, gümüşün ve başka kıymetli mâdenlerin karışma derecesi. 2) saadete doğru gitme, (bkz. : ıyâr). |
ayâr-dân |
: | عياردان |
(a. f. b. c.) : ölçü, değerbilir, (bkz. : lyâr-dân). |
a'yâr |
: | اعيار |
(a. i. ayr’ın c.) : eşekler, (bkz. : himâr). |
âyât |
: | آيات |
(a. i. âyet' in c.) : Kur'ân'ın cümleleri. |
âyât-ı muhkemât |
: |
açık ve mânâsı kat'î olan âyetler. |
|
âyât-ı müteşâbihât |
: |
icâbında te'vîl edilebilen âyetler. |
|
ayb |
: | عيب |
(a. i. c. : uyûb) : utanılacak şey, kusur, ayıp, leke. (bkz. : şeyn). |
ayb-ı hadis |
: |
huk. Satılan şeye müşteri elinde iken arız olan ayıp. [müşterinin satın aldığı kumaşı kesip biçmesiyle meydana gelen hal gibi]. |
|
ayb-ı kadîm |
: |
huk. satan elinde iken satılan şeyde mevcut olan ayıp. |
|
ayb-cû |
: | عيب جو |
(a. f. b. s.) : insanın ayıbını araştırıp soran. |
aybe |
: | عيبه |
(a. i.) : deri çanta, heybe. |
ayb-gû |
: | عيب گو |
(a. f. b. s.) : dedikoducu. |
ayb-gûyî |
: | عيب گويى |
(a. f. b. i.) : dedikoduculuk. |
ayb-nâk |
: | عيبناك |
(a. f. b. s.) : kusurlu, noksan. |
a'yen |
: | اعين |
(a. s.) : 1) büyük iri gözlü [adam]. 2) bakılan yer. 3) çok açık, pek belli. |
âyen |
: | آين |
(f. i.) : demir, (bkz. : âhen). |
âyende |
: | آينده |
(f. s. c. : âyendegân) : gelen, gelici. |
âyende-nümâ |
: |
[eskiden] çalanların kim olduklarını görmek için evlerin sokak kapısı karşısına ve birinci katın pencereleri hizasına konulan ayna. |
|
âyende ve revende |
: |
gelen giden. |
|
âyet |
: | آيت |
(a. i. c. : âyât) : 1) Kur'ân'ın her hangi bir cümlesi. 2) alâmet, nişan. âyet-i kerîme : kutsal âyet. |
âyetlik |
: | آيتلك |
(a. t. b. i.) : Kula halılarında motifleri çevreliyen mustatil (dikdörtgen) bor-dürün üstüne yatmış dar, uzun ve küçük dikdörtgen çerçeve. |
ayın |
: | ع |
(a. i.) : Osmanlı alfabesinin yirmi birinci harfi olup ebced hesabında yetmiş sayısının karşılığıdır, (bkz. : ayn5). |
âyib |
: | آيب |
(a. s.) : geri dönen, dönüp çekilen, (bkz. : âib). |
âyid |
: | عايد |
(a. s.) : (bkz. : âid). |
âyij, âyîjek |
: | آييژك، آييژ |
(f. i.) : kıvılcım. |
âyil, âyile |
: | عايله ، عايل |
(a. s.) : 1) ailesini besliyen. 2) kalabalık bir ailesi olan. 3) fakir. 4) muvâzenede olmıyan [terazi]. 5) aşırı, (bkz. : âil, aile). |
âyîn |
: | آيين |
(f. i.) : 1) merasim, tören. 2) Alevî'lerin içki sohbetleri. |
âyîn-i cem |
: |
1) ahbapça, tarîkat erbabınca toplanıp eğlenme. 2) Alevîlerin içki sohbetleri. |
|
âyîn-i kadîm |
: |
mevlevîhânelerde tekkelerin kapatılmasına kadar semâ esnasında âyînhanların okudukları, eski zamanlara âit olmaları hasebiyle bestekârları unutulmuş bulunan ilâhi. |
|
âyîn-i şerîf |
: |
Mevlevîhânelerde semâ esnasında âyînhanların söyledikleri ilâhiler. |
|
âyîne, âyine |
: | آينه ، آيينه |
(f. i.) : ayna. |
âyîne-i âb |
: |
su aynası, suyun parlak yüzü. |
|
âyîne-i ârız |
: |
yanak aynası, ayna gibi parlak olan yanak, (bkz. : âyîne-rû). |
|
âyîne-i âsmân, âyîne-i çarh, âyîne-i hâverî |
: |
Güneş. |
|
âyîne-i in'itâf |
: |
bir şeyin aksedip göründüğü ayna. |
|
âyîne-i İskender |
: |
iskender'in aynası. [Îran hurafelerine göre Aristo tarafından yapılıp İskenderiye'de yüksek bir yere konulmuş bir aynadır ki, Büyük iskender, bu aynaya bakarak yüz fersah mesafede bulunan düşmanını görürmüş]. |
|
âyîne-i pârtâb |
: |
parlak ayna. |
|
âyîne-i pürtâb-ı mücellâ |
: |
cilâlı parlak ayna. |
|
âyîne-i şeş-cihet |
: |
(altı tarafın aynası) : 1) Hz. Muhammed (Aleyhisselam)’ın gönlü; 2) bir velînin gönlü. |
|
âyîne-dân |
: | آيينه دان |
(f. b. i.) : ayna mahfazası. |
âyine-dâr |
: | آيينه دار |
(f. b. s.) : 1) ayna tutan. 2) i. berber. |
âyîne-efrûz |
: | آيينه افروز |
(f. b. s.) : ayna cilâsı. |
âyîne-rû |
: | آيينه رو |
(f. b. s.) : yüzü ayna gibi parlayan. |
âyîne-saz |
: | آيينه ساز |
(f. b. i.) : aynacı. |
Âyîne- veş |
: | آيينه وش |
(f. b. s.) : ayna gibi. |
âyîn-hân |
: | آيين خوان |
(f. b. s. ve i.) : Mevlevîhânelerde ve semahane içinde yüksekçe bir yerde bulunup mutriphâne denilen mahfilde semâ edilirken âyin okuyan kimse. |
âyiş, âyişe |
: | عايشه ، عايش |
(a. s.) : 1) yaşayan. 2) rahat yaşayan. (bkz. : âiş, âişe). |
âyişne, âyişte, âyiştene |
: | آيشنه ، آيشتنه ، آيشته |
(f. i.) : 1) casus. 2) s. dalkavuk, (bkz. : abiste). |
âyiz, âyize |
: | عايضه، عايض |
(a. s.) : 1) karşılık olarak veren. 2) karşılık olarak verilmiş, (bkz. : âiz, âize). |
ayke |
: | عيکه |
(a. i.) : sık koruluk. |
aykevî |
: | عيكوى |
(a. i.) : coğ. ormanla ilgili. |
ayn |
: | عين |
(a. i. c. : a'yân, uyûn) : 1) göz. 2) aslı, kendisi. 3) bir şeyin eşi, tıpkısı. 4) kaynak, pınar, (bkz. : a’yün). 5) Osmanlı alfabesinin yirmi birinci harfi, (bkz. : ayın). |
ayn-el-yakîn |
: |
gözüyle görmüş gibi, kat'î. ayn-ı betrâ (ayın harfinin başı) : hemze. |
|
ayn-ı mazmûn |
: |
huk. kusur olsun olmasın her halele tazmini lâzım gelen ayn. |
|
ayn-ı mevkuf |
: |
huk. Vakfolunan şey. |
|
ayn-i hatâ |
: |
yanlışın ta kendisi. |
|
ayn-i vâhid |
: |
tek gözlü, (bkz. : yek-çeşm). |
|
ayn-ül-fiil |
: |
fiil maddesinin ikinci harfi. |
|
ayn-üs-sevr |
: |
1) boğa gözü. 2) astr. semânın kuzey yarım küresinde bulunan boğa burcunun en parlak yıldızı, Ed. deberân, lât. : alpha Taurus; fr. Aldebaran; ing. Aldebaran. |
|
ayn-üş-şems |
: |
değerli bir taş. |
|
aynâ |
: | عينا |
(a. s. c. : îyn) : iri ve güzel gözlü. |
aynen |
: | عيناً |
(a. zf.) : tıpkısı, tamamı, aynı olarak. |
ayneyni |
: | عينينى |
(a. s.) : iki gözle bakan. |
aynî |
: | عينی |
(a. s.) : göze mensup, gözle ilgili. Emrâz-ı ayniyye : göz hastalıkları. |
aynî |
: | عينی |
(a. zf.) : 1) hep o, başkası değil. 2) tıpkısı. |
ayniyyât |
: | عينيات |
(a. i. ayn'ın c.) : kullanılmaya veya harcanmaya elverişli olup taşınabilen ve para eden şeyler. |
ayniyye |
: | عينيه |
(a. i.) : 1) kıymetli olan ve taşınabilen şeyler. 2) göz hastalıkları kliniği. |
ayniyyet |
: | عينيت |
(a. i.) : bir şeyin aslı gibi, tıpkısı olma. |
ayr |
: | عير |
(a. i. c. : a'yâr) : eşek. (bkz. : himâr). |
ayş |
: | عيش |
(a. i.) : yaşama. |
ayş i deh-rûz |
: |
(on günlük yaşama) : bu dünyâdaki hayat. |
|
ayş ü dem eylemek |
: |
içki içip keyfetmek. (bkz. : îyş). |
|
ayş ü tarab |
: |
yeme içme, çalgı çengi, eğlence. |
|
a'yün |
: | اعين |
(â. i. ayn'ın c.) : 1) gözler. 2) menbâlar, pınarlar, çeşmeler, (bkz. : a’yân, uyun). |
ayyâb |
: | عياب |
(a. s.) : kusur görücü. |
ayyân |
: | عيان |
(a. s.) : 1) ne yapacağını bilmeyen. 2) yorgun. |
ayyâr |
: | عيار |
(a. s.) : 1) hîlekâr, dolandırıcı. 2) ,zekî, kurnaz. |
Ayyârî |
: | عياری |
(a. f. i.) : dolandırıcılık. |
ayyaş |
: | عياش |
(a. s. ayş'den.) : çok içki içen. |
ayyuk |
: | عيوق |
(a. i.) : 1) astr. keçi, semânın kuzey yarım küresinde bulunan Auriga burcunun en parlak yıldızı, (Alpha Avriga) lât. capella; fr. chevre. 2) semânın pek yüksek yeri. |