ât (-) |
: | آت |
(a. c.) : Arapçada cemi edatıdır. Nebat = nebatat. Hayvan = hayvanât, gibi. |
atâ' |
: | عطاء |
(a. i.) : bağışlama, bahşiş, (bkz. : ihsân). |
atab |
: | عطب |
(a. i.) : mahvolma; ölüm. |
atâd |
: | عتاد |
(a. i.) : 1) lüzumlu âletler takımı. 2) büyük kadeh. |
atâ-bahş |
: | عطا بخش |
(a. f. b. s.) : bahşiş veren. |
a'taf |
: | اعطف |
(a. s. atf'dan.) : en âtıfetli, pek şefkatli, çok merhametli [adam]. |
a’tâf |
: | اعطاف |
(a. i. atfın c.) : 1) merhametler; şefkatler. 2) meyiller, atmalar. |
Atâî |
: | عطائى |
(a. h. i.) : Bursa'da doğmuştur. Babasının adı Hacı İvaz Paşadır. 1437 yılında Bursa'da ölmüştür. Atâî mahlasını kullanan ve asıl adı Alî Çelebi olan bu şâir; asrının iyi şâirlerinden olduğu halde pek şöhret kazanamamış idi. Babası, II. Murad'ın vezirlerinden idi. |
atâim |
: | اطائم |
(a. i. atîme'nin c.) : ocaklar. |
atak , atâkat |
: | عتاقت ،عتاق |
(a. i.) : azad, izm. |
atal |
: | عطل |
(a. i. c. : a'tâl) : 1) vücudun örtülü olmıyan bir yeri; husûsiyle ense. 2) bütün vücut. 3) bir kişinin güzelliği. |
âtâl |
: | آطال |
(a. i. ıtl'ın c.) : 1) koltuk altları. 2) böğürler. 3) yanlar, kenarlar. |
atâlet |
: | عطالت |
(a. i.) : işsizlik, tembellik, üşengenlik, durgunluk, hareketsizlik. |
âtâm |
: | آطام |
(a. i. utum'un c.) : yüksek binalar, köşkler, hisarlar. |
atânîb |
: | اطانيب |
(a. i. ıtnâbe'nin c.) : 1) sâ-yebanlar, pavyonlar. 2) kısa ipler. 3) uzun ipler; sicimler. |
ataş |
: | عطش |
(a. i.) : susama, susuzluk, hararet. ( bkz. : atş). |
atâşâ |
: | عطاشا |
(a. i. atşân'ın c.) : susuz, susamış olanlar. |
atâvil |
: | اطاول |
(a. s. : atvel'in c.) : 1) uzun boylular. 2) seçkinler. |
atâyâ' |
: | عطاياء |
(a. i. atiyye'nin c.) : hediyeler, armağanlar; bahşişler. |
atâyâ-yi ilâhiyye |
: |
Tanrı vergileri. |
|
atâyâ-yi seniyye |
: |
pâdişâh hediyeleri. |
|
atâyâ-yı tabîat |
: |
tabîatın atiyyeleri, ihsanları, bahşişleri. |
|
atâyıb |
: | اطايب |
(a. s. atyeb'in c.) : çok hoş olanlar, en iyiler. |
atbâ' |
: | اطباع |
(a. i. tıb'ın c.) : dereler, kanallar. |
atba' |
: | اطبع |
(a. s.) : en pis. |
atbâ |
: | اطبا |
(a. i. taby'in c.) : meme başları. |
atbâk |
: | اطباق |
(a. i. tabak ve tabaka’nın c.) : 1) kapaklar. 2) tabaklar, (bkz. : etbâk). |
atbâl |
: | اطبال |
(a. i. tabl'ın c.) : davullar. |
âtbîn |
: | آتبين |
(f. b. s.) : sözü ve özü doğru olan faziletli adam. |
atebât |
: | عتبات |
(a. i. atebe'nin c.) : 1) eşikler, basamaklar. 2) İranlıların mukaddes ziyâ-retgâhı. 3) eşiği öpülen mukaddes yerler. |
atebât-ı âliye |
: |
Irakta -Necef, Kerbelâ, Kâzımiyye gibi-türbeli yerler. |
|
atebe |
: | عتبه |
(a. i. c. : atebât) : eşik, basamak, (bkz. : âsitân, ahceste). |
atebe-i felek-mertebe |
: |
Osmanlı pâdişâhlarının sarayı. |
|
ateh |
: | عته |
(a. i.) : bunama, bunaklık. |
Ateh getirmek |
: |
bunamak. |
|
ateh kabl-el-mîâd |
: |
erken bunama, fr. demence precoce. |
|
ateme |
: | عتمه |
(a. i.) : 1) atâlet, işsizlik; üşengenlik, tembellik. 2) gecenin ilk üçte biri. Salât-ül-ateme : akşam namazı. |
âteş |
: | آتش |
(f. i.) : 1) ot, hararet, kızgınlık. |
âteş-i âb-perver |
: |
mec. kılıç, hançer. |
|
âteş-i bahar |
: |
1) kırmızı gül; 2) lâle. |
|
âteş-i hecr |
: |
ayrılık ateşi. |
|
âteş-i hûn-i hamiyyet |
: |
hamiyet kanının ateşi. |
|
âteş-i Nemrûd |
: |
Nemrut'un, Hz. İbrahim'in halkı tenvir etmesine kızarak kendisini cezalandırmak üzere yaktırdığı ateş. |
|
âteş-i rûmî |
: |
tar. deniz ve kara muharebelerinde kullanılan yangın çıkarma vâsıtalarından biri. |
|
âteş-i sûzân |
: |
yakıcı ateş. |
|
âteş-i ter |
: |
kırmızı şarap. 2) gözyaşı. 3) hastalık. 4) harb, savaş. |
|
âteş-bâr |
: | آتشبار |
(f. b. s.) : ateş yağdıran |
âteş-bâz |
: | آتشباز |
(f. b. s. ve i.) : ateşle oynayan, hokkabaz, fişekçi. |
âteş-bâz-ı velî makamı |
: |
Mevlevî tekkelerinde dervişlerin terbiyesine mahsus olan mutvak müştemilâtından bulunan meydân-ı şerîf'deki beyaz post. |
|
âteş-bâz-ı velî ocağı |
: |
Mevlevî tekkelerinde lokma pişirilmesine mahsus ocak. |
|
âteş-bâzî |
: | آتشبازى |
(f. b. i.) : ateşbazlık, eski savaşlarda yapılan harp malzemesi. |
âteş-beste |
: | آتش بسته |
(f. b. i.) : hâlis, kırmızı altın. |
âteş-dân |
: | آتشدان |
(f. b. i.) : ocak, mangal. |
âteş-dem |
: | آتشدم |
(f. b. s.) : sözü veya sesi yanık ve dokunaklı olan. (bkz. : âteşîn-dem). |
âteş-dîde |
: | آتش ديده |
(f. b. s.) : ateş görmüş, ateşten geçmiş. |
âteş-dil |
: | آتش دل |
(f. b. s.) : 1) her gördüğü güzeli seven. 2) sözü dokunaklı olan. 3) pek zekî adam. |
âteş-efrûz |
: | آتش افروز |
(f. b. s.) : ateş yakan, ateş tutuşturan. |
âteş-efşân, âteş-feşân |
: | آتش فشان ، آتش افشان |
(f. b. s.) : ateş saçan. |
âteş-ek |
: | آتشك |
(f. b. i.) : 1) küçük ateş. 2) şimşek. 3) ateş böceği. 4) frengi. |
âteş-engîz |
: | آتش انگيز |
(f. b. s.) : 1) dağlama âleti. 2) s. fesatçı, kundakçı. |
âteş-fâm |
: | آتش فام |
(f. b. s.) : ateş renkli, kırmızı. |
âteş-fürûz |
: | آتش فروز |
(f. b. s.) : (bkz. : âteş--efrûz). |
âteş-gâh |
: | آتشگاه |
(f. b. i.) : ateşe tapanların ibâdet yeri. |
âteş-gede |
: | آتشگده |
(f. b. i.) : ateşe tapanların ibâdet ettikleri mabet. |
âteş-gîre |
: | آتشگيره |
(f. b. i.) : 1) maşa. 2) çıra. |
âteş-gûn |
: | آتشگون |
(f. b. s.) : ateş gibi kırmızı. |
âteş-hâne |
: | آتشخانه |
(f. b. i.) : mecûsî mabedi, ateşe tapanların ibâdet yeri. |
âteş-hâr |
: | آتشخوار |
(f. b. i.) : 1) keklik. 2) s. zâlim, merhametsiz [adam]. |
âteş-hâtır |
: | آتش خاطر |
(f. b. s.) : her güzeli seven, sözü dokunaklı, pek zekî adam. |
âteş-hirâm |
: | آتشخرام |
(f. b. s.) : sür'atle yürüyen. |
âteş-hîz |
: | آىتش خيز |
(f. b. s.) : ateşliyen, ateş veren. |
âteşî |
: | آتشى |
(f. b. s.) : 1) ateşli, hararetli;dokunaklı; ateş renginde. 2) öfkeli, hiddetli. 3) i. cehennem zebanisi. |
âteşin |
: | آتشين |
(f. s.) : 1) ateşten. 2) ateşli, canlı. |
âteşîn-dem |
: | آتشين دم |
(f. b. s.) : (bkz. : âteş-dem). |
âteşiyân |
: | آتشيان |
(f. i. s.) : cehennemlik olanlar. |
âteş-kâr |
: | آتشكار |
(f. b. s.) : 1) külhancı. 2) mec. kızgın, aceleci, merhametsiz [adam]. |
âteş-mizâc |
: | آتشمزاج |
(f. b. s.) : sert tabîatlı, huysuz, geçimsiz [kimse]. |
âteş-nâk |
: | آتشناك |
(f. b. s.) : ateşli. |
âteş-nisâr |
: | آتش نسار |
(f. b. s.) : ateş saçan; mec. çok öfkeli. |
âteş-nümâ |
: | آتش نما |
(f. b. s.) : ateş gösteren. |
âteş-pâ |
: | آتشپا |
(f. b. s.) : ateş gibi, çevik, atik. |
âteş-pâre |
: | آتشپاره |
(f. b. s.) : ateş parçası, kıvılcım. |
âteş-pâş |
: | آتشپاش |
(f. b. s.) : ateş saçan. |
âteş-perest |
: | آتشپرست |
(f. b. i.) : ateşe tapan. |
âteş-perestî |
: | آتشپرستى |
(f. b. i.) : ateş perestlik, ateşe tapma. |
âteş-reng |
: | آتش رنگ |
(f. b. s.) : ateş renginde, kızıl. |
âteş-suhan |
: | آتش سخن |
(f. b. s.) : dokunaklı, hatır kıracak şekilde söz söyleyen. |
âteş-tâb |
: | آتشتاب |
(f. b. s.) : 1) ateş gibi hararetli. 2) ateş yakıcı. |
âteş-zâr |
: | آتشزار |
(f. b. i.) : ateşi çok olan yer, çok yakıcı yer. |
âteş-zebân |
: | آتشزبان |
(f. b. s.) : çok dokunaklı söz veya şiir söyleyen. |
âteş-zede |
: | آتشزده |
(f. b. s.) : yakılmış, yakılan. |
âteş-zen |
: | آتشزن |
(f. b. s.) : yakıcı, yakan. |
âteş-zene |
: | آتشزنه |
(f. b. i.) : çakmak [âlet]. |
atf, atıf |
: | عطف، عطف |
(a. i.) : 1) eğme, meylettirme. 2) bağlama, (bkz. : azv). 3) dokunma. 4) gr. * bağlaç. |
atf-ı beyân |
: |
bir cümlenin mânâsını îzah ve kuvvetlendirmek için atıf edatı, bağlaç kullanma. |
|
atf-ı nigâh |
: |
göz atma, bakma. |
|
atfen |
: | عطفاً |
(a. zf.) : birinin adına, birine yükleyerek. |
atfî |
: | عطفى |
(a. s.) : 1) bağlamaya âit. 2) şefkate, iyilik severliğe âit. [müen. "atfiyye"]. |
athal |
: | اطحل |
(a. s.) : kül rengi. |
Athâr |
: | اطهار |
(a. s. tâhir'in c.) : kadınların aybaşı ve doğumdan kurtuldukları zamanlar, ["tâhir" bu mânâda kullanılmaz], (bkz. : tuhr). |
athar |
: | اطهر |
(a. s.) : çok temiz olan. |
âtıf |
: | عاطف |
(a. s. atf'dan.) : 1) meyleden, eğilen. 2) bağlıyan. 3) şefkatli. |
âtıfe, atıfet |
: | عاطفت ، عاطفه |
(a. i. c. : avâtıf) : karşılık beklemeden gösterilen sevgi, iyilik severlik. |
âtıfet-kâr |
: | عاطفتكار |
(a. f. b. s.) : esirgeyip koruyan, gözeten. |
âtıfet-kârâne |
: | عاطفتكارانه |
(a. f. zf.) : âtıfet-kâr olana yakışacak surette. . |
atık, âtıka |
: | عاتق، عاتقه |
(a. s.) : 1) serbest bırakılmış. 2) ihtiyar. 3) i. genç kız. 4) i. yavru kuş. 5) soyu temiz [at]. 6) eski [şarap v. b.]. |
âtıl, âtıla |
: | عاطل، عاطله |
(a. s.) : 1) tembel, üşengen. 2) boş, faydasız. |
âtım |
: | عاطم |
(a. s.) : mahvolan, ölen. |
âtır |
: | عاطر |
(a. s. ıtr'dan.) : 1) ıtırlı, güzel kokulu. 2) kokuları seven. |
âtıs |
: | عاطس |
(a. s.) : 1) aksıran. 2) i. şafak. |
atış, atuş |
: | عطش، عطوش |
(a. s.) : (bkz. : atşân). |
âtî |
: | آتى |
(a. s. ityân'dan) : 1) gelecek, gelen[kişi veya şey]. 2) i. gelecek zaman, istikbal. 3) zf. önde, aşağıda. |
âtî-l-beyân, âtî-üz-zikr |
: |
aşağıda zikredilen, aşağıda sözü geçen. |
|
âtî-yi millet |
: |
milletin yarını, istikbâli. |
|
âtî, âtiye |
: | عاتيه، عاتى |
(a. s. utv'dan.) : isyan eden, kafa tutan. |
atî |
: | عتى |
(a. s.) : inatçı, kalın kafa. |
atîd |
: | عتيد |
(a. s.) : hazır, hazırlanmış. |
atîde |
: | عتيده |
(a. i.) : elbise sandığı. |
âtih, âtihe |
: | عاتهه، عاته |
(a. s.) : isyan eden, kafa tutan. |
âtik |
: | عاتق |
(a. s. c. : avâtik) : sırtın üst kısmı. |
âtik |
: | عاتك |
(a. s.) : berrak, sâf; karışmamış; kıymetli. |
atik, atîka |
: | عتيقه، عتيق |
(a. s. ıtk'dan.) : 1) eski. 2) azatlı, hür. 3) güzel, genç kız. 4) asîl. 5) Hz. Ebu Bekir'in lâkabı. |
atîkıyyât |
: | عتيقيات |
(a. i. c.) : eski eserler, arkeoloji. |
âtil |
: | عاتل |
(a. i.) : ücretli yardımcı, asistan. |
âtim, âtime |
: | عاتمه ، عاتم |
(a. s.) : ağır, yavaş. |
at'ime |
: | اطعمه |
(a. i. taam'ın c.) : yemekler, (bkz. : et'ime). |
atîme |
: | اطيمه |
(a. i. c. : atâim) : ateş yakılan ocak; mangal. |
âtiş, âtişe |
: | عاطشه ، عاطش |
(a. s.) : susuz, susamış, (bkz. : teşne). |
atît |
: | اطيط |
(a. i.) : gıcırtı. |
âtiyen |
: | آتياً |
(a. zf.) : 1) ileride, gelecekte. 2) aşağıda. |
atiyyât |
: | عطيات |
(a. i. atiyye'nin c.) : hediyeler, ihsanlar, bahşişler. |
atiyye |
: | عطيه |
(a. i. c. : atâyâ) : hediye; bahşiş, (bkz. : ihsan). |
atiyye-i seniyye |
: |
pâdişâh hediyesi. |
|
atlâb |
: | اطلاب |
(a. i. tâlib'in c.) : 1) arıyanlar, talipler; husûsiyle talebeler. 2) (tılb'ın c.) kadın peşinde dolaşanlar, hovardalar, zamparalar. |
atlâl |
: | اطلال |
(a. i. talel'in c.) : 1) örenler, harabeler. 2) biçimler, şekiller, resimler; kalıplar. |
atlas |
: | اطلس |
(a. i.) : 1) üstü ipek, altı pamuk kumaş. 2) s. düz, havsız, tüysüz. 3) büyük, harita. 4) Atlas denizi. |
atlâs |
: | اطلاس |
(a. i. talas'ın c.) : 1) eskitmeler, mahvetmeler. 2) s. eski, aşındırılmış. |
altes |
: | اطلس |
(a. s.) : eski, aşındırılmış, yırtık, eski püskü. |
atlesî |
: | اطلسى |
(a. s.) : 1) atlastan yapılmış, atlas. 2) atlas gibi. |
atliye |
: | اطليه |
(a. i. tılâ'nın c.) : merhemler. |
atmâr |
: | اطمار |
(a. i. tımr'ın c.) : eski püskü elbiseler; paçavralar. |
atme |
: | اطمه |
(a. i.) : ateş kaynağı, volkanın tepesindeki lâv menbaı, krater. |
atnâb |
: | اطناب |
(a. i. tınâb'ın c.) : 1) çadır ipleri, (bkz. : habl-ül-hıyâm). 2) ağaç kökleri. 3) vücuttaki sinirler. |
atrâb |
: | اطراب |
(a. i. tarab'ın c.) : oyunlar, eğlenceler, şenlikler, neşeler, ferahlıklar. |
atrâf |
: | اطراف |
(a. i. tarf'ın c.) : gözler. |
atrâk |
: | اطراق |
(a. s. târik'in c.) : gece gelen; -husûsiyle- gece gelen yaya seyyahlar. |
atrâr |
: | اطرار |
(a. i. turra'nın c.) : kenarlar,uçlar. |
atrâs |
: | اطراس |
(a. i. tırs'ın c.) : yazılmış sayfalar, karalama kâğıtları. |
atreş |
: | اطرش |
(a. s.) : sağır, işitmez, (bkz. : ahras). |
atruk |
: | اطرق |
(a. i. tarîk'ın c.) : yollar, (bkz. : turuk). |
ats |
: | عطس |
(a. i.) : 1) aksırık. 2) şafak sökme. |
ats-ı subh |
: |
(sabahın aksırığı) |
|
ats-ı şeb |
: |
(gecenin aksırığı) : seher vakti. |
|
atse |
: | عطسه |
(a. i.) : tek aksırık. |
atse-i anberîn |
: |
güzel kokulu nefes. |
|
atse-içah |
: |
kuyudaki aksi seda, yankı. |
|
atse-ikemân |
: |
okun çıkardığı ses. |
|
atse-isubh |
: |
şafak. |
|
atse-itîğ |
: |
savrulan kılıcın çıkardığı ses. |
|
atş |
: | عطش |
(a. i.) : susuzluk, susama. |
atşan |
: | عطشان |
(a. s. atş'dan.) : susuz, susamış, susayan, (bkz. : teşne). |
attâr |
: | عطار |
(a. i. ıtr'dan.) : 1) güzel kokular, iğne iplik vesaire satan; aktar. 2) h. i. [büyük A ile], meşhur mutasavvif. |
attârî |
: | عطارى |
(a. f. i.) : aktarlık, aktar dükkânı. |
attâs |
: | عطاس |
(a. s.) : durmadan aksıran. |
attât |
: | اطاط |
(a. s.) : çok bağırıp çağıran, gürültücü, şamatacı, [adam], |
atûb |
: | عتوب |
(a. s.) : inatçı, (bkz. : muannid). |
atûf |
: | عطوف |
(a. s. atf'dan.) : 1) birine sevgisi olan. 2) i. erkek adı. |
atûfet |
: | عطوفت |
(a. i.) : şefkat, merhamet. |
atûh |
: | عتوه |
(a. s.) : bunak, (bkz. : ma'tuh). |
atûm |
: | اطوم |
(a. i.) : su kaplumbağası. |
âtûs |
: | عاطوس |
(a. i.) : aksırtıcı şey, enfiye. |
atvâd |
: | اطواد |
(a. i. tavd'ın c.) : dağlar. |
atvâk |
: | اطواق |
(a. i. tavk'ın c.) : 1) gerdanlıklar. 2) tasmalar. 3) boyundaki halka çizgiler. 4) kuvvetler, takatler. |
atvel |
: | اطول |
(a. s. tavîl'den.) : pek uzun. |
atyân |
: | اطيان |
(a. i. tîyn'in c.) : balçıklar, çamurlar. |
atyeb |
: | اطيب |
(a. s. tıyb'den.) : (daha, pek, en, çok) güzel. |
atyeb-i me’kûlât |
: |
yiyeceklerin en güzeli. |
|
atyer |
: | اطير |
(a. s.) : pek uçucu, çabuk kaybolan, [en çok tıbbî ilâçlar ve kokular hakkında kullanılır.] Rûh-i atyer : çabuk uçan ruh. |