âr

 :  عار

(a. i.) : utanma.

âr-sız

 :   

utanmaz, (bkz. : bi-âr).

âr ü nâmus

 :   

utanma ve namus.

arâ'

 :  عراء

(a. i.) : 1) mıntaka, bölge. 3) komşuluk. 3) avlu. (bkz. : arat-). 4) çıplaklık. 5) geniş, çıplak arazi.

ârâ'

 :  آراء

(a. i. re'y'in c.) : oylar.

ârâ (-)

 :  آرا

(f. s.) : süsleyen, bezeyen. Meclis-ârâ. Dil-ârâ

Arab

 :  عرب

(a. i. c. : a'râb veya urban ve urub) : Irak, Şam, Cezîret-ül-Arab, Hicaz, Yemen ile Mısır'da ve Afrika'nın şimalinde bulunan semitik kavmin umûmî adı.

ârâb

 :  آراب

(a. i. ireb ve irbe'nin c.) : 1) akıllar, zekâlar. 2) hacetler. 3) hîleler, dekler, oyunlar.

A'râb

 :  اعراب

(a. i. Arab'ın c.) : çöl Arapları.

arabân

 :  عربان

(a. i.) : müz. şetaraban makamının bir sekizli tiz şeklidir. Yâni şetaraban gibi yegâh'da değil, neva perdesinde kalır; tabîatiyle ayrıca bir makam addedilmesine imkân yoktur.

arabân-kürdî

 :  عربان كردى

(a. b. i.) : müz. Dede efendi'nin terkibi olduğu kabul edilebilecek olan az kullanılmış bir mürekkep makamdır. Beyâtî-arabân makamına bir kürdî dörtlüsü ilâvesinden mürekkeptir. Beyâtî-araban gibi si koma bemolü, mi bakıyye bemolü, fa bakıyye diyezi ile donanır; kürdi dörtlüsü için si bekar ve küçük mü-cenneb bemolü lâhin içinde ilâve edilir. Bütün kürdî dörtlüsü ile karar veren terkipler gibi, lâ-dü-gâh perdesinde durur. Güçlüsü birinci derecede beyâtî-arabân'ın güçlüsü olan nevadır. Şevk-ı cedit ve zevk u tarâb makamları, arabân-kürdî'den başka bir şey olmayıp aynı terkibe muhtelif zamanlarda muhtelif bestekârlar tarafından verilen isimlerden ibarettir.

arâbe

 :  عرابه

(a. i. c. : arâbât) : 1) keçi veya koyunun memesine geçirilecek torba. 2) açık saçık konuşma.

arabî

 :  عربى

(a. s.) : 1) Arap kavmine mensup. 2) Arapça, Arap dili.

a'râbî

 :  اعرابى

(a. s. c. : eârîb) : çölde yaşayan Arap. (bkz. : bâdiye-nişîn).

Arabistan

 :  عربستان

(a. f. b. i.) : Arap ülkesi, Arapların yaşadığı memleket.

arabiyyât

 :  عربيات

(a. i. arabiyyet'in c.) : Arap edebiyatı.

arabiyye

 :  عربيه

(a. i. c. : arabiyyât) : Araplarla ilgili.

arabiyyet

 :  عربيت

(a. i.) : Arapça ile ilgili olan [ilim, kitap, fikir]. 1) Arap edebiyatı.

ârâd

 :  آراد

(f. i.) : her Güneş ayının yirmi beşinci günü ile, eski Iranlılarca o günkü işler için me'mur farzolunan bir meleğin adı.

a'raf

 :  اعراف

(a. i.) : 1) cennet ile cehennem arasındaki yer. 2) (a. i. örfün c.) : âdetler, usuller, itiyatlar. 3) sırt, tepe.

Arafât

 :  عرفات

(a. i. arefe'nin c.) : Haccın kaplarından olmak üzere Kurban Bayramının arefesinde usûlüne göre vakfeye durulan ve Mekke civarında bulunan mukaddes dağ.

a'râfiyân

 :  اعرافيان

(a. f. b. i.) : a’raftakiler.

arâis

 :  عرائس

(a. i. arûs'un c.) : gelinler

arâiz

 :  عرائض

(a. i. arîza'nın c.) : arz olunan hususlar, küçükten büyüğe yazılan yazılar.

a'râk

 :  اعراق

(a. i.) : 1) ter. 2) üzüm ve sâireden çekilip elde edilen ispirto, rakı. (bkz. : bint-ül-ineb, duht-i rez, duhter-i rez).

a'râk

 :  اعراق

(a. i. ırk'ın c.) : kökler, damarlar.

arak-çîn

 :  عرقچين

(a. f. b. i.) : kavuk altına giyilen takke.

arak-dâr

 :  عرقدار

(a. f. b. s.) : terli.

arakıyye

 :  عرقيه

(a. i.) : en çok dervişlerin giydikleri yünden yapılmış bir çeşit külah.

arakî

 :  عرقى

(a. s.) : tere mensup, terle ilgili.

arakk

 :  ارق

(a. s.) : (daha, pek, en, çok) ince.

arak-nâk

 :  عرقناك

(a. f. b. s.) : terlemiş, ter. içinde kalmış.

arak-nûş

 :  عرق نوش

(a. f. b. s.) : rakı içen.

arak-rîz

 :  عرق ريز

(a. f. b. s.) : ter döken, terleyen.

ârâm

 :  آرام

(a. i. irem'in c.) : sahrada, çölde mahsus konulan nişan.

ârâm

 :  آرام

(f. i.) : 1) durma, eğlenme, dinlenme. 2) yerleşme, istirahat etme; karar kılma, [ârâmîclen mastarından].

ârâm-ı can

 :   

1) gönül rahatı; 2) sevgili, sevilen güzel.

ârâm-ı dil

 :   

gönül rahatı, sevilen güzel. 3) yer, mekân.

ârâm-bahş

 :  آرامبخش

(f. b. s.) : ârâm verici, dinlendirici, dinlendiren.

ârâm cû

 :  آرامجو

(f. b. s.) : ârâm arayan, dinlenmek isteyen.

ârâm-cûyâne

 :  آرامجويانه

(f. zf.) : dinlenmek isteyene yakışacak surette.

ârâm-cûyî

 :  آرامجويى

(f. b. i.) : dinlenme istemeklik.

ârâm-gâh, -geh

 :  آرامگاه ، آرامگه

(f. b. i.) : dinlenilecek yer, dinlenme yeri. (bkz. : ârem-gâh).

ârâm-gâh-ı ebedî

 :   

(sonsuz olarak istirahat edilen yer) : mezar.

ârâm-gâr

 :  آرامگار

(f. b. s.) : rahat yaşayan [adam].

ârâm-güzin

 :  آرامگزين

(f. b. s.) : dinlenen, oturan.

ârâmî

 :  آرامى

(f. i.) : 1) dinlenme, rahatlık. 2) Arâmca [semitik dillerden].

ârâmî

 :  آرامى

(f. h. i.) : İstanbul'da doğmuş bir Mevlevî şâiridir. Bu tarikatın şâirleri arasında göze çarpacak bir varlık göstermiştir. Bir dîvânı vardır. 1630 yılında İstanbul'da ölmüştür.

ârâmide

 :  آراميده

(f. s.) : dinlenen, rahat olan, rahatta ve sükûn hâlinde bulunan, (bkz. : âremîde).

ârâmiş

 :  آرامش

(f. i.) : dinleniş, rahat, huzur, (bkz. : ârmiş).

aramram

 :  عرمرم

1) Pek çok asker. 2) şiddetli hal ve iş. (bkz. : aremrem).

ârâm-rübâ

 :  آرام ربا

(f. b. s.) : rahat kaçıran, bozan, (bkz. : ârâm-rûz).

ârâm-sâz

 :  آرامساز

(f. b. s.) : oturan, yerleşen.

ârâm-sûz

 :  آرامسوز

(f. b. s.) : rahat ve huzuru bozan, rahatsızlık veren, (bkz. : ârâm-rübâ).

Ârân

 :  آران

(f. i.) : dirsek, (bkz. : mirfak).

ar'ar

 :  عرعر

(a. i.) : 1) dağ servisi, dikenli ardıç ağacı. 2) mec. güzeldeki boy bos.

a'râs

 :  اعراس

(a. i.) : 1) (urs'un c.) : nikâh törenleri. 2) düğünler. 3) (ırs'ın c.) : evliler.

aras

 :  عرس

(a. i.) : yorgunluk, bitkinlik.

arasât

 :  عرصات

(a. i. arsa'nın c.) : ise de mahşer yeri, haşir ve neşir meydanı mânâlarına gelir.

Ârâste

 :  آراسته

(f. s.) : bezenmiş, süslenmiş, (bkz. : âreste).

ârâste-gi

 :  آراستگى

(f. i.) : arâstelik, süslülük.

a'râş

 :  اعراش

(a. i. arş'ın c.) : 1) tahtlar. 2) çatılar. 3) damlar. 4) direkler. 5) pavyonlar.

arat

 :  عرات

(a. i.) : 1) bölge, mıntaka. 2) avlu, (bkz. : arâ3).

ârâyende

 :  آراينده

(f. s.) : düzen verici, süsleyici.

ârâyî

 :  آرايى

(f. i.) : süsleyicilik.

ârâyîş

 :  آرايش

(f. i.) : 1) süs, bezek, ziynet. 2) süsleme, süsleniş; süsleyiş

araz

 :  عرض

(a. i. c. : a'râz) : 1) işaret, alâmet. 2) tesadüf. 3) kaza, felâket. 4) fels. kendi kendine vücut bulamayıp başka bir cevherle meydana gelen hal ve keyfiyet.

a'râz

 :  اعراض

(a. i. araz'ın c.) : 1) işaretler, alâmetler. 2) tesadüfler, hastalık alâmetleri. 3) kazalar, felâketler.

a'râz

 :  اعراض

(a. i. ırz'ın c.) : ırzlar, namuslar. Hetk-i a'râz : ırza geçmeler.

arazan

 :  عرضاً

(a. zf.) : tesadüfen.

arazbar

 :  عرضبار

(a. f. b. i.) : müz. Türk müziğinin pek eski mürekkep makamlarındandır. Ne-vâ'da beyâtî ile rast beşlisi'nin çârgâh'daki şeddi ve uşşak dörtlüsünün birleşmesinden meydana gelmiştir. Donanıma mi için bir koma bemolü konulur; bu arıza, makamı meydana getiren ilk iki dizide mevcuttur ve uşşak dörtlüsünde (lâ-si koma bemolü -do-re) de bu ses yoktur. Nota içinde ne-vâ'da beyâtî için si küçük mücenneb bemolü, diğer iki dizi için de si koma bemolü konulur. Makam, uşşak dörtlüsünü inici bir şekilde icra ile lâ-dügâh perdesinde kalır. Güçlü birinci derecede nevâ'da beyâtî'nin ve çârgâh'ta rast'ın güçlüsü olan gerdaniye, ikinci derecede de çârgâh'da rast beşlisi'nin durağı olan do-çârgâh perdeleridir.

arazbâr-pûselik

 :  عرضبار پوسه لك

(a. f. b. i.) : müz. III. Selim'in ihtira ettiği mürekkep makamlardan biridir. Arazbar-pûselik, arazbar mürekkebine bir pûselik dörtlüsü veya beşlisi ilâvesinden meydana gelmiştir. Pûselik dörtlüsü veya beşlisini inici bir şekilde icra ile lâ-dügâh perdesinde kalır. Donanımına arazbar gibi yalnız mi için bir koma bemolü konulur. Pûselik beşlisi kullanılmışsa, beşli'nin son sesi olan mi, bekar işareti ile değiştirilir; dörtlünün bir arızası yoktur. Lâhin içinde yapılacak olan değiştirmeler, aynen arazbarda olduğu gibidir.

arâzet

 :  عراضت

(a. i.) : genişlik.

arâzî

 :  اراضى

(a. i. arz'ın c.) : yerler, topraklar.

arâzî-i âmire

 :   

kendisinden herhangi bir sûretie intifa olunan yerler.

arâzî-i emîriyye

 :   

huk. rakabesi beytülmâle ait olarak devlet tarafından fertlere dağıtılan yerler, [tarla, çayır, yaylak, kışlak, koru ve emsalini içine alır].

arâzî-i emîriyye-i mevkufe

 :   

huk. yalnız hazîne menfaatleri veya yalnız tasarruf haklan veyahut her ikisi bir hayır cemiyetine tahsîs olunan mîrî arazî.

arâz-i emîriyye-i sırfa

 :   

huk. beytülmâle ait menfaatleri ve tasarruf haklarından hiçbiri bir cihete tahsîs olunmayıp devlete âit olan ve fertlere tefviz olunan memleket arazîsi.

arâzî-i gamire

 :   

("ga" uzun okunur".) : huk. harap, su baskını veya içine henüz çift girmemiş olan yerler, [tersi : arâzî-i âmire'dir.].

arâzî-i hâliyye

 :   

boş, sahipsiz topraklar.

arâzî-i haraciyye

 :   

huk. fetholunan arazîyi ülülemr, müslim olmayan eski ahâlîsi elinde bırakır veya hâriçten müslim olmayan ahâliyi getirerek yerleştirirse bu arâzî'ye "haraciyye" denilir.

arâzî-i mahlûle

 :   

huk. mutasarrıfının intikal sâhibi mirasçı bırakmaksızın ölümiyle mahlûl olan arâzî-i emîriye.

arâzî-i mahmiyye

 :   

huk. rakabesi beytülmâle âit bulunan arazîden koru, mer'a, yol, pazar yerleri gibi halkın ihtiyaçlarına tahsis edilmiş yerler.

arâzî-i meftûha

 :   

huk. fetih hakkının taallûk ettiği yerler, [kaideten, arâzî-i meftûha devletin malı sayılır. Devlet bu kabil arazîyi ya ganimlere veya başkalarına dağıtır veya kendi sahipleri elinde bırakır].

arâzî-i mektûme

 :   

huk. beytülmâle haber verilmeksizin tasarruf olunan mahlûl veya müstahik-i tapu yerler.

arâzî-i memlûke

 :   

mülk, timar toprağı; mülkiyet yolu ile tasarruf olunan yerler, [sahibi yer üzerinde mülkiyet hakkını hâizdi].

arâzî-i metrûke

 :   

terkedilmiş, bırakılmış topraklar.

arâzî-i mevât

 :   

huk. kimsenin temellük ve tasarrufunda olmadığı ve ahâliye terk ve tahsis kıiın-madığı halde yüksek sesli kimsenin sesi işitilmiye-cek derecede köy ve kasabalar gibi mâmur yerlerden uzak bulunan, yânî tahminen yarım saat mesafe uzaklığı olan taşlık, pırnallık, kıraç yerler.

arâzî-i mevkufe

 :   

huk. vakıf toprak, vakfolun-muş arazî, [arazî kanununa göre mîrî menfaatleri bir cihete tahsis olunan yer].

arâzî-i mevkufe-i sahîha

 :   

huk. arâzî-i memlûke-den şartlarına uygun olarak vakfolunan yerler. [bunların rakabesi ve bütün tasarruf hakları vakfa aittir].

arâzî-i mevkufe-i gayr-i sahîha

 :   

huk. arâzî-i emîriyeden ifraz olunarak ülülemre'nin veya onun izniyle başkalarının vakfeylemiş olduğu arazî, [buradaki vakfiyet tahsis münâsebetinden ibarettir].

arâzî-i mîriyye

 :   

devlete âit arazî.

arâzî-i muhtekere

 :   

kiracısı tarafından üzerine bina yapılmak veya ağaç dikilmek üzere senelik bir para karşılığında kiraya verilen arazî, [kiracı kira bedelini her sene arazî sahibine vererek o arazîyi daimî surette elinde bulundurur].

arâzî-i mukaddese

 :   

kutlu topraklar.

arâzî-i mübâreke

 :   

Hicaz.

arâzî-i mülkiyye

 :   

hükümet toprağı.

arâzî-i mürfaka

 :   

huk. sokaklarda oturulacak yerler ile caddelerde boş bırakılan mahaller, yolculara mahsus olmak üzere terkedilen konak yerleri, kervansaraylar, [bunlar, arâzî-i metrûkeden sayılır].

arâzî-i müştereke

 :   

huk. şayian tasarruf olunan yer.

arâzî-i öşriyye

 :   

huk. ziraat olundukça her sene hâsılatından beytüssadakaya konmak üzere öşür alınan yerler.

arâzî-i selîhâ

 :   

huk. çıplak tarla, [istihkak-ı hars'ın yânî bir yerde ziraat etmek hakkının bu gibi yerlere taallûku asıldır].

arâzî-i ukriyye

 :   

huk. vergiye tâbi olup mâliklerinin kudretsizliği yüzünden boş kalması sebebiyle hâsılatından muayyen kısmı devlete ve yirmide, yirmi beşte, otuzda bir gibi muayyen hissesi "ukr" nâmiyle mâliklerine verilmek üzere devletçe çiftçilere tefvîz olunmuş mülk yerler.

a'râzî

 :  اعراضى

(a. s.) : arızî, tesadüfi, rasgele.

ârâziş

 :  آرازش

(f. i.) : hayır ve iyilikte bulunma; sadaka verme.

arbede

 :  عربده

(a. i.) : kavga, patırtı, (bkz; cidal).

arbede-cû

 :  عربده جو

(a. f. b. s.) : kavgacı. (bkz. : cidâl-cû).

arbede-cû-yâne

 :  عربده جويانه

(a. f. zf.) : kavga çıkarmaya yeltenerek.

arbede-sâzî

 :  عربده سازى

(a. f. b. i.) : kavgacılık.

arec

 :  عرج

(a. i.) : topallık, aksaklık.

arecân

 :  عرجان

(a. i.) : topal, aksak adîmin yürümesi.

arcâ

 :  عرجاء

(a. s. arec'in müen.) : 1) aksak, topal. 2) i. sırtlan.

arcele

 :  عرجله

(a. i.) : sürü.

ârd

 :  آرد

(f. i.) : 1) buğday ve benzerlerinden öğütülen un. 2) değirmen taşına buğdayı akıtan oluk.

ârd-bîz

 :  اردبيز

(f. b. s.) : 1) un eleyici. 2) un eleği.

ârden

 :  آردن

(f. i.) : 1) süzgü. 2) kevgir.

ârdhâle

 :  آردهاله

(f. i.) : bulamaç denilen yemek, (bkz. : ardtûle, arddûle).

ârdîn

 :  آردين

(f. i.) : imtihan, tecrübe, deneyiş.

ardiyye

 :  ارضيه

(a. i.) : eşya saklanan yer, antrepo.

ârdtûle, arddûle

 :  اردتوله ، ارددوله

(f. i.) : bulamaç denilen yemek, (bkz. : ard-hâle).

âre

 :  عاره

(a. i.) : ödünç alınan veya verilen şey, ödünç.

âreb

 :  آرب

(a. s.) : (daha, en, veya pek) akıllı, açıkgöz.

ârec

 :  آرج

(f. i.) : dirsek, (bkz. : ârenç, âret).

Arec

 :  عرج

(a. i.) : topallık.

a'rec

 :  اعرج

(a. s.) : topal aksak, (bkz. : leng).

arecân

 :  عرجان

(a. i.) : topallık, aksaklık.

a'ref

 :  اعرف

(a. s.) : 1) pek ma'ruf, çok bilirin. 2) (daha, pek, çok) arif, anlayışlı ye bilgili.

arefe

 :  عرفه

(a. i.) : 1) arife, dînî bayramlardan bir evvelki gün. 2) bir önceki gün.

arekiyye

 :  عركيه

(a. s. müen.) : zinâkâr [kadın].

a'rem

 :  اعرم

(a. s.) : benekli, alacalı [şey].

ârem-gâh

 :  آرمگاه

(f. b. i.) : (bkz. : ârâm-gâh).

âremîde

 :  آرميده

(f. s.) : dinlenen; rahat, (bkz. : ârâmîde).

aremrem

 :  عرمرم

(a. i.) : kalabalık ordu. (bkz. : aramram).

âren

 :  آرن

(f. i.) : (bkz. : ârenc, âret).

Ârenc

 :  آرنج

(f. i.) : 1) dirsek, (bkz. : ârec, âret). 2) gidiş, tarz, usul, yol.

ârende

 :  آرنده

(f. i.) : bir şey getiren [kimse].

âreng

 :  آرنگك

(f. i.) : 1) dirsek [vücutta]. 2) zannolunur ki, galiba, "öyledir, benzer, hemen o dur" gibi bir yakınlık ve benzerlik mânâsına gelir. 3) dert, keder, mihnet. 4) hile, dubârâ. 5) tarz, tavır, üslûp; nevi, çeşit; renk. 6) vâlî, hâkim.

âreste

 :  آرسته

(f. s.) : süslenmiş, bezenmiş, (bkz. : âraste).

âret

 :  آرت

(f. i.) : dirsek, (bkz. : ârec, ârenç).

Arf

 :  عرف

(a. i.) : güzel koku.

arfâ

 :  عرفا

(a. s. ve i. müen. "a'raf") : 1) yeleli. 2) sırtlan.

ârız

 :  عارض

(a. s. arz'dan.) : 1) gelen. 2) i. tesâdüfî vak'a. 3) i. dağ, bulut ve şâire gibi gör-miye manî olan herşey. 4) i. yanak.

ârız-ı gülgûn

 :   

gül renginde olan yanak, penbe, al yanak.

ârıza

 :  عارضه

(a. i. c. : ârızât ve avarız) : 1) aksama. 2) engebe.

ârızân, ârizetân

 :  عارضان ، عارضتان

(a. i. c.) : iki yanak.

arızan

 :  عارضا

(a. zf. ârız'dan.) : 1) geçici olarak. 2) tesadüfen, rastgele.

arızî

 :  عارضى

(a. s. ârız'dan. c. : avarız) : 1) sonradan çıkan. 2) muvakkat, gelip geçici.

ârî

 :  عارى

(a. s.) : 1) çıplak. 2) hür. 3) -sız.

ârî

 :  آرى

(a. i.) : Hind-Avrupa dil ailesinden olan ırk, topluluk veya kimse.

ârî

 :  آرى

(f. e.) : evet. (bkz. : naam, belâ).

ârib

 :  عارب

(a. s. arab'dan.) : hâlis Arap cinsinden olan.

âric

 :  عارج

(a. s. urûc'dan.) : 1) topal, aksak, müen. "ârice". 2) noksan. 3) çıkıp inen.

arîf

 :  عريف

(a. s. irfân'dan.) : 1) meşhur, çok tanınmış. 2) bilgi sahibi.

ârif

 :  عارف

(a. s. irfân'dan. c. : urefâ) : 1) bilen, bilgili, irfan sahibi. 2) i. erkek adı.

arif bi-llâh

 :   

marifeti Allah'a vâsıl olan, velilik mertebesine ulaşmış kimse, velî;

ârifân

 :  عارفان

(a. f. b. i.) : ârifler, bilgililer.

ârif-âne

 :  عارفانه

(a. f. zf.) : 1) arif olana yakışacak surette. 2) ortaklaşa, örfene [2 nci mânâsının, "harîfâne"den bozma olduğu söylenmektedir].

ârig

 :  آريغ

(f. i.) : 1) gücenme, kırılma. 2) kıskançlık, haset. 3) nefret kin ve düşmanlık, (bkz. : âjig).

ârim

 :  عارم

(a. s.) : uygunsuz, hoşa gitmez, ters.

arim

 :  عرم

(a. s.) : inatçı, kafa tutan,

arîs

 :  عريس

(a. i.) : gerdek.

Aristatâlîs

 :  اريستتاليس

(a. h. i.) : Yunan feylesofu Aristo.

âriş

 :  آرش

(f. i.) : 1) mânâ (anlam), mefhûm (kavram).

arîş

 :  عريش

(a. i.) : 1) asma çardağı. 2) samandan yapılmış bir çeşit ev. 3) sundurma.

Ârişî

 :  آرشى

(f. s.) : mânevî.

âriyet

 :  عاريت

(a. i. c. : avârî) : ödünç, eğreti.

âriyet-serây

 :   

dünyâ.

âriyeten

 :  عاريةً

(a. zf.) : ödünç, eğreti olarak.

âriyetî

 :  عاريتى

(a. s.) : ödünç, eğreti.

âriz

 :  اريض

(a. i.) : ardıç ağacı.

ariz-i Lübnan

 :   

bot. Lübnan servisi. (a. s.) : 1) semiz. 2) enli, geniş [şey]. 3) mütevâzi, lâtif, lâyık.

arîz

 :  عريض

(a. s. arz'dan.) : geniş, enli.

arîz ve amîk

 :   

(genişliğine ve derinliğine) : enine boyuna, uzun uzadıya.

arîza

 :  عريضه

(a. i. c. : arâiz) : küçükten büyüğe yazılan yazı. (bkz. : takdime, istirhâm-nâme).

ârizen

 :  عارضاً

(a. zf.) : (bkz. : ârızan).

arkan

 :  عرقان

("ka" uzun okunur, a. i.) : terleme.

arkub

 :  عرقوب

(a. i.) : 1) ökçe siniri, eğrice. 2) yalan ve kötü söz.

arm, arem

 :  عرم ، عرم

(a. i.) : inatçılık, kafa tutma.

ârmân

 :  آرمان

(f. i.) : l. hasret, özleme, özleyiş. 2) zahmet, sıkıntı. 3) teessüf. 4) pişmanlık.

ârmânî

 :  آرمانى

(f. s.) : kederli, müteessif; pişman; hoşnutsuz.

ârmiş

 :  آرمش

(f. i.) : (bkz. : ârâmiş).

arrâde

 :  عراده

(a. i. c. : arrâdât) : tekerlekli mancınık, savaş arabası.

arrâf

 :  عراف

(a. i.) : 1) falcı, kâhin. 2) müneccim, (bkz. : ahter-bîn, ahter-gû, ahter-şinfis, ahter-şümâr 1) . 3) hekim. 4) göçebe Arap aşîretleri-nin örfe vâkıf umûmî bilgileri, müen. "arrâfe".

arrâs

 :  عراص

(a. s.) : gürleyen ve şimşek çakan. 2) şimşekli.

arsa

 :  عرصه

(a. i. c. : arasât) : yer, toprak.

arsa-i âlem

 :   

âlem arsası, dünyâ meydanı.

arsa-i kâr-zâr

 :   

savaş meydanı.

arsa-i târih

 :   

târih alanı.

arslânî

 :  ارسلانى

(f. i.) : arslanlı [eski kuruş para].

arş

 :  عرش

(a. i.) : 1) çardak; çadır. 2) cumba, kafes. 3) çatı, dam. 4) dokuzuncu gök. 5) taht.

arş-ı a'lâ-yı saadet

 :   

saadetin en yüksek yeri.

arş ü ferş, arş ü zemîn

 :   

gök yüzü ve yer yüzü.

arş-üs-süreyyâ

 :   

Ülker yıldızının altında bulunan bir yıldız kümesi.

arşa

 :  عرشه

(a. f. i.) : güverte.

arşiyân

 :  عرشيان

(f. i.) : Arş'ın etrafında teşbih edip dolanan melekler, (bkz. : hamele-i arş, hamelet-ül-arş).

arûb

 :  عروب

(a. s.) : kocasına ve sevgilisine çok düşkün kadın.

Arûbâ

 :  عروبا

(a. i.) : yedinci kat göğün adlarından biri.

aruf

 :  عروف

(a. s.) : uzun zaman ıztırap çeken.

ârûg

 :  آروغ

(f. i.) : geğirme.

ârugde

 :  آرغده

(f. s.) : öfkeli.

ârûg-zen

 :  آروغ زن

(f. b. s.) : geğirici, geğiren.

ârûn

 :  آرون

(f. i.) : iyi vasıflarla şöhret bulma, güzel ve iyi huylular.

arûs

 :  عروس

(a. i. c. : arâis, f. c. : arûsân) : 1) gelin. 2) Husrev Perviz'in sekiz hazînesinden biri. 3) kim. kükürt.

arûs-i cihan

 :   

Dünya.

arûs-i cerh

 :   

Güneş.

arûs-i felek

 :   

Güneş.

arûs-i hâverî

 :   

Güneş.

arûs-i Şam

 :   

Şam, Askalon.

arûsân

 :  عروسان

(a. i. arûs'un f. c.) : gelinler.

arûsân-ı bâg

 :   

tarla çiçekleri

arûsân-ı çemen

 :   

çimenlik çiçekleri.

arûsân-ı huld

 :   

ebediyet-cennet-in gelinleri, cennet hûrileri.

arûs-âne

 :  عروسانه

(a. f. zf.) : geline yakışacak surette.

arûsek

 :  عروسك

(a. f. i.) : 1) küçük gelin. 2) yeşil ve pembe dalgalı sedef.

arûz

 :  عروض

(a. i. c. : eârîz) : 1) yan, taraf. 2) yanak. 3) yol. 4) usul. 5) Arap dilcilerinden İmam Halil'in, eski Arap şiirlerini esas tutarak, bir sisteme bağladığı rivayet edilen, hecelerin uzunluğu ve kısalığı esâsına dayanan, esas Arap nazmında, muayyen kalıpları, Türk, Fars, Efgan, Pakistan ve kısmen Hindistan nazımlarında kullanılan vezindir, (bkz. : bahr, ilm-i aruz). 6) Arap nazmında beytin birinci mısrâının son kısmı, [bu şekil bizde yoktur],

arv

 :  عرو

(a. i.) : 1) sıtma ve başka ateşli hastalıklarda gelen ilk titreme. 2) bir iş için birinin yanına sokulma. 3) yemiş vermeyen bir dağ ağacı.

arvend

 :  اروند

(f. i.) : şan, şeref, azamet, ululuk, debdebe.

arzı

 :  عرض

(a. i.) : bir büyüğe sunma, gösterme, bildirme, önüne koyma, (bkz. : arza).

arz-ı dîdâr

 :   

yüz gösterme.

arz-ı hacet

 :   

istek bildirme.

arz-ı hâl(arzuhal)

 :   

hâlin bildirilmesi, ne halde bulunduğunu bildirme; dilekçe,(bkz. : arzuhal)

arz-ı hüner

 :   

marifet gösterme.

arz-ı hürmet

 :   

saygı sunma.

arz-ı mâ-fi-zzamîr

 :   

gönüldekini söyleme.

arz-ı iftikar

 :   

ihtiyâcını meydana koyma.

arz-ı kudret

 :   

kudret gösterme.

arz-ı leşker

 :   

asker gösterme, teftiş verme.

arz-ı minnet

 :   

minnet gösterme.

arz-ı müddeâ

 :   

fikrini bildirme.

arz-ı nefs

 :   

nefsini öne sürme, gösterme, kendini gösterme [fedakârlık karşısında].

arz-ı ta'zîmât

 :   

saygılarını bildirme.

arz-ı taleb

 :   

mal satma, mal alma.

arz

 :  ارض

(a. i. c.) : arazûn ve [tabakaları bakımından], "arzîn" şekli de vardır). 1) Dünyâ. 2) toprak. 3) iklim; memleket.

arz-ı a'şâriye

 :   

öşür-onda bir-vergi veren memleket.

arz-ı belde

 :   

astr. her hangi bir mahallin üstünden geçen arz dâiresi.

arz-ı belde ta'yîni

 :   

jeod., astr. herhangi bir mahalde kutup yıldızına veya diğer yıldızlara rasatlar ve bu rasatlara dayanan astronomik hesaplar yapmak suretiyle o yerin arzını tâyin etme. [ayni ameliye Güneşle de yapılabilir].

arz-ı harâc

 :   

vergi veren memleket.

arz-ı mev'ûd

 :   

Filistin.

arz-ı mukaddes

 :   

Filistin ve havâlisi.

arz-ullâhi vâsia

 :   

Allah'ın yarattığı yer yüzü geniştir; geniş arazî.

ârz

 :  آرز

(f. i.) : ardıç denilen ağaç. (bkz. : âriz).

arz

 :  عرض

(a. i.) : 1) en, genişlik. 2) astr. *enlem.

arz-ı cenubî

 :   

güney enlem.

arz-ı şimâlî

 :   

kuzey enlem.

Arzâ

 :  عرضا

(f. i.) : sunma, gösterme, (bkz. : arz).

arzan

 :  عرضاً

(a. zf.) : enine, enliliğine, genişliğine.

arzânî

 :  عرضانى

(a. zf.) : enine olarak.

arz-dâşt

 :  عرضداشت

(a. f. b. i.) : hâtıra, muhtıra, andaç.

arz-gâh

 :  عرضگاه

(a. f. b. i.) : toplanma yeri [bir şey arzetmek için].

arzî

 :  ارضى

(a. i. arz'dan.) : toprağa âit, toprakla ilgili.

arzî

 :  عرضى

(a. s. arz'dan.) : ene âit, en ile ilgili.

arzîn

 :  ارضين

(a. i. arz'ın c.) : arzlar, [tabakaları îtibâriyle].

arziyyât

 :  ارضيات

(a. i. c.) : jeoloji, fr. geologie.

arziyye

 :  ارضيه

(a. s.) : toprakla, topraktan yetişen. Mahsûlât-ı arziyye : toprak mahsulleri.

arzîz

 :  ارزيز

(f. i.) : kurşun, kalay, (bkz. : resâs).

Arzû

 :  عرضو

(a. h. i.) : meşhur halk hikâyelerinde Kamber'in sevgilisi.

ârzû

 :  آرزو

(f. i.) : istek, heves.

ârzû-dâr

 :  آرزودار

(f. b. s.) : istekli, hevesli, (bkz. : arzû-keş, arzû-mend).

arzuhal

 :  عرضحال

(a. b. i.) : (bkz. : arz-ı hâl, istid'â).

arzû-keş

 :  ارزوكش

(f. b. s.) : istekli, hevesli, (bkz. : ârzû-dâr, ârzû-mend, hâhiş-gâr, hâhiş-ger).

ârzû-mend

 :  ارزومند

(f. b. s.) : istekli, hevesli, (bkz. : arzû-dâr, arzû-keş).

ârzû-mendî

 :  اررومندى

(f. b. s.) : istek, heves.