âl

 :  آل

(a. i.) : hîle, düzen, dek.

âl

 :  آل

(a. i.) : 1) aile. 2) evlât. 3) sülâle

âl-i abâ

 :   

Peygamberimizin kendisiyle birlikte kızı Fâtime, dâmâdı Ali, torunları Hasan ve Hüseyin' den mürekkep ailesi, (bkz. : hamse-i âl-abâ).

âl-i Abbâs

 :   

Emevîlerden sonra 749 dan 1258 e kadar süren Abbasî hükümdar ailesi.

âl

 :  عال

(a. s. ulüvv'den) : yüce, yüksek. (bkz. : âlî, bâlâ).

âl-i kadir

 :   

kadri, kıymeti yüksek olan.

âl-ül-âl

 :   

pek yüksek.

alâ

 :  علاء

(a. i.) : rütbece yükseklik büyüklük, şeref, şan.

alâ, ale

 :  على ، على

(a. zf.) : üst, üzere.

a'lâ

 :  اعلى ، اعلا

(a. s.) : (daha, en, pek) yüksek.

âlâ

 :  آلا

(a. i. ely'in c.) : ihsanlar, bahşişler.

âlâ

 :  آلا

(f. s.) : kirleten.

alâ-cery-il-âde

 :  على جرى العاده

(a. zf.) : âdetin ceryânı üzere.

alâ-eyyi-hâl

 :  على اى حال

(a. zf.) : her halde, her nasıl olsa. (bkz. : bi-eyy-i hâl).

a'lâf

 :  اعلاف

(a. i. alef'in c.) : 1) hayvan yemleri. 2) otlar, samanlar.

âlâf

 :  آلاف

(a. s. elfin c.) : binler.

alâ hâlihi

 :  على حاله

(a. zf.) : olduğu gibi.

alâ-hide

 :  على حده

(a. zf.) : ayrıca, tek başına.

alâik

 :  علائق

(a. i. alâka'nın c.) : *ilgiler,*ilişikler.

alâik-i dünyeviyye

 :   

dünyâ ilişiklerin.

alâim

 :  علائم

(a. i. alâmet'in c.) : nişanlar, belgeler, (bkz. : alâmât).

alâim-i semâ, alâim-üs-semâ

 :   

al yeşil kuşak (bkz. : âdyende, kavs-i kuzah).

alak

 :  علق

(a. s.) : 1) pıhtılaşmış kan. 2) sülük.

alak-ı dem

 :   

kan pıhtısı.

alâk

 :  علاك

(a. i.) : sakız.

alâka

 :  علاقه

(a. i. c. : alâik, alâkat) : 1) *ilgi,* ilişki, (bkz. : münâsebet). 2) ed. bir kelimenin hakikî mânâsından mecâzî mânâsına nakledilmesinin sebebidir. [Kore'de düşmana arslan gibi saldıran bir Türk askerine "arslan" denildiği gibi].

alaki

 :  علقى

(a. s.) : 1) pıhtı kabîlinden olan, pıhtımsı. 2) sülük nevinden, [müen. alakiyye].

alâka-bahş

 :  علاقه بخش

(f. b. s.) : ilgilendiren.

alâka-dâr

 :  علاقه دار

(a. f. b. s. c. : alâka-dârân) : ilgili, ilişikli.

alâ-tarîkın

 :  على طريقٍ 

(a. zf.) : yoluyla mânâsına mürekkep kelime yapar.

alâ-tarîk-il-hezl

 :   

hezl yoluyla gibi.

alâ-kadr-il-imkân

 :  على قدر الامكان

(a. zf.) : olabildiği kadar.

alâ-kadr-il-istitâa

 :  على قدر الاستطاعه

(a. zf.) : elden geldiği kadar, güç yettiği kadar.

alâ-kadr-it-tâka

 :  على قدرا الطاقه

(a. zf.) : güç yettiği kadar.

alâ-kavlin

 :  على قولٍ

(a. zf.) : birinin sözüne, iddiasına göre.

alâ kil-et-takdîreyn

 :  على كلا التقديرين

(a. zf.) : iki takdirden her birine göre.

alâ-külli hâl

 :  على كل حال

(a. zf.) : şöyle böyle, olduğu kadar.

alâ-küllişey'in kadir

 :  على كل شىءٍ قدير 

(a. cü.) : her şeye gücü yeten.

a'lâl

 :  اعلال

(a. i. illet'in c.) : 1) hastalıklar. 2) sebepler.

âlâm

 :  آلام

(a. i. elem'in c.) : kederler, acılar, sızılar, (bkz. : ahzân).

âlâm-ı fikr

 :   

fikrin elemleri, kederleri.

âlâm-ı gurbet

 :   

gurbet elemleri, vatandan uzak kalma acıları.

a'lâm

 :  اعلام

(a. i. âlem’in c.) : 1) bayraklar, sancaklar. 2) sınır işaretleri. 3) yüksek dağlar. 4) kabîle başkanları. 5) has isimler.

alâ-mâ-faraz-Allah

 :  على مافارض الله

(e. zf.) : Allah'ın farzettiği üzere.

alâmât

 :  علامت

(a. i. alâmet'in c.) : izler, nişanlar, (bkz. : alâim).

alâ-melei-n-nâs

 :  علاملاء الناس

(a. zf.) : göz önünde, herkesin önünde, açık.

alâ-merâtibihim

 :  على مراتبهم

(a. zf.) : rütbelerine ve derecelerine göre, sırasıyle. (bkz. : ale-d-derecât).

alâmet

 :  علامت

(a. i. c. : alâmât, alâim) : 1) işaret, iz, nişan, belge. 2) s. kocaman, iri.

alâmet-i fârika

 :   

ayırıcı işaret, arma, damga.

alânî

 :  علانى

(a. zf.) : açıkta, meydanda, herkesin gözü önünde.

alâniyet

 :  علانيت

(a. i.) : 1) şöhret, ün. 2) alenîlik. 3) bir şeyin dış yüzü.

alâniyeten

 :  علانيةً

(a. zf.) : açıkça, elenen, herkesin önünde, (bkz. : alenen).

alâ-rivâyetin

 :  على روايةٍ

(a. zf.) : rivâyet edildiğine göre, söylenenlere bakılırsa.

âlâs

 :  آلاس

(f. i.) : odun kömürü.

âlât

 :  آلات

(a. i. âlet'in c.) : vâsıtalar, aygıtlar.

âlât-ı câriha

 :   

yaralayıcı âletler.

âlât-ı harbiyye

 :   

harp, savaş âletleri

âlât-ı katıa

 :   

kesici âletler.

âlât-ı tab'iyye

 :   

baskı âletleri.

alâ-tarîk-il-hezl

 :  على طريق الهزل

(a. zf.) : eğlence yoluyla, alay suretiyle.

âlâ-tarîk-il-icmâl

 :  على طريق الاجمال

(a. zf.) : kısaca.

alâ-tarîk-il-istişhâd

 :  على طريق الاستشهاد

(a. zf.) : şâhit, tanık göstererek.

alâ-tarîk-il kıyâs

 :  على طريق القياس

(a. zf.) : kıyas yoluyla.

alâ-tarîk-il-münâvebe

 :  على طريق المناوبه

(a. zf.) : nöbet yoluyla, nöbetleşe.

alâ-tarîk-iş-şehâde

 :  على طريق الشهاده

(e. zf.) : şahitlik yoluyla.

alâ-tilk-en-niam

 :  على تلك النعم

(a. zf.) : bu nimetler karşılığı üzere.

âlâv-âlâve

 :  آلاو ، آلاوه

(f. i.) : alev, yal.

alâ-vechi

 :  على وجه

(a. zf.) : üzere mânâsına gelir

Ala-vech-il-isti’câl

 :   

acele üzere

alâ-vech-il-ihâta

 :   

içine almak üzere.

alâ-vech-it-tafsîl

 :   

tafsil üzere, inceden inceye.

alâ-vefk

 :  على وفق

(a. zf.) : uygun, olarak mânâsıyle terkip yapılır

alâ-vefk-il matlûb

 :   

istenilene uygun olarak.

alâvî

 :  علاوى

(a. i. ilâve'nin c.) : İlâveler.

âlây

 :  آلاى

(f. i.) : alay.

alâye

 :  علايه

(a. i.) : yüksek yer, yükseklik.

alâyiş

 :  الايش

(f. i.) : 1) bulaşıklık, bulaşma. 2) depdebe, tantana, gösteriş, [ikinci mânâ, uydurma olmakla beraber yaygın ve galiptir].

alcem

 :  علجم

(e. s.) : uzun boylu, uzun.

âle

 :  عاله

(a. i.) : 1) [Güneş veya yağmura karşı] sığnak. 2) fakirlik.

âle

 :  آله

(f. i.) : ilâç için kullanılan ve "hint sünbülü" denilen bir çiçek, (bkz. : alek, sünbül-i asâfîr).

ale-d-derecât

 :  على الدرجات

(a. zf.) : derecelerine göre, sırasiyle. (bkz. : alâ-merâtibihim).

ale-d-devâm

 :  على الدوام

(a. zf.) : dâimî sûrette, boyuna, sürekli olarak.

alef

 :  علف

(a. i. c. : a'lâf, alûfe) : [ulûfe olarak da kullanılır]. : 1) hayvan yemi. 2) ot, saman, yulaf.

âlef

 :  آلف

(a. s.) : çok veya en teklifsiz, cana yakın.

âlek

 :  آلك

(f. i.) : ilâç için kullanılan ve "hind sünbülü" denilen bir çiçek, (bkz. : âle, sünbül-i asâfîr).

alek

 :  علق

(a. i.) : 1) kan pıhtısı. 2) sülük.

aleka

 :  علقه

(a. i. c. : alekat) : 1) kan pıhtısı. 2) yapışkan balçık, çamur.

ale-l-acâib

 :  على العجائب

(a. zf.) : tuhaf, şaşılacak şey. (bkz. : garib).

ale-l-acele

 :  على العجله

(a. zf.) : çabucak, çarçabuk, (bkz. : aceleten).

ale-l-âde

 :  على العاده

(a. zf.) : 1) adet olduğu üzere. 2) bayağı, basbayağı.

ale-l-amyâ

 :  على العميا

(a. zf.) : körü körüne, körlemeden. [aslı, ale-l-ımıyâ dır.], (bkz. : ale-l-ımıyâ).

ale-l-ekser

 :  على الاكثر

(a. zf.) : çok vakit, çokluk, (bkz. : ekseriyyâ).

ale-l-fevr

 :  على الفور

(a. zf.) : derhal, defaten, birden.

ale-l-gafle

 :  على الغفله

(a. zf.) : dalgınlığa gelerek, boş bulunarak, dalgınlığa getirerek.

ale-l-hâdise

 :  على الحادثه

(a. s.) : gölge hâdise, fr. epiphenomene.

ale-l-hâdisiyye

 :  على الحادثيه

(a. i.) : gölge hâdisecilik, fr. epiphenomenisme.

ale-l-hesâb

 :  على الحساب

(a. zf.) : hesâba sayarak.

ale-l-husûs

 :  على الخصوص

(a. zf.) : hele, husûsiyle, en çok.

ale-l-ımıyâ

 :  على العميا

(a. zf.) : körü körüne, körlemeden. (bkz. : ale-l-amyâ).

ale-l-ıtlak

 :  على الاطلاق

(a. zf.) : umumiyetle, genel olarak, mutlaka, nasıl olursa olsun, rasgele.

ale-l-icmâl

 :  على الاجمال

(a. zf.) : topluca, toplu olarak.

ale-l-infirâd

 :  على الانفراد

(a. zf.) : birer birer, ayrı ayrı, teker teker

ale-l-istimrâr

 :  على الاستمرار

(a. zf.) : aralıksız.

ale-l-iştirâk

 :  على الاشتراك

(a. zf.) : müştereken, birlikte

ale-l-ittisâl

 :  على الاتصال

(a. zf.) : aralarında fasıla olmadan, birbiri ardınca.

ale-l-kaide

 :  على القاعده

("ka" uzun okunur, a. zf.) : kaideye, * kurala göre.

ale-l-kifâye

 :  على الكفايه

(a. zf.) : yeter derecede, yetecek kadar.

ale-l-umûm

 :  على العموم

(a. zf.) : umumiyet üzere, *genel olarak.

alem

 :  علم

(a. i. c. : a'lâm) : 1) nişan, alâmet. 2) bayrak, sancak. 3) sınır işareti. 4) yüksek dağ. 5) dudaktaki çatlaklık. 6) has isim. 7) minare tepesi. 8) sarığın altın teli.

a'lem

 :  اعلم

(a. s. âlim'den.) : en (daha, pek, çok) bilen, * bilgin.

a'lem-ül-ulemâ

 :   

âlimlerin âlimi, bilginlerin bilgini.

âlem

 :  عالم

(a. i. c. ; âlemîn, âlemûn, avâlim) : 1) dünyâ, cihan, (bkz. : dehr).

âlem-i berzah

 :   

(bkz. : mânend, âbâd).

âlem-i berîn

 :   

en yüksek âlem.

âlem-i ceberut

 :   

Tanrının bulunduğu dünyâ, fânî dünyânın dışında olan âlem. 2) insanlar, halk. 3) mec. eğlence. 4) lüzûm, mânâ.

âlem-i ervâh

 :   

ruhlar âlemi, öteki dünyâ.

âlem-i esbâb

 :   

madde âlemi, bu dünyâ.

âlem-i fânî

 :   

fânî âlem, fânî dünyâ, bu dünyâ.

âlem-i gayb

 :   

görünmez âlem.

âlem-i hâb

 :   

uyku âlemi.

âlem-i kevn

 :   

varlık âlemi, var olma dünyâsı.

âlem-i kitmân

 :   

saklı âlem.

âlem-i kudsî

 :   

Tanrı âlemi.

âlem-i lâhut

 :   

Tanrı âlemi.

âlem-i ma’nâ

 :   

rüya âlemi.

âlem-i melekût

 :   

Tanrı’nın mutlak hükümdar olduğu âlem.

âlem-i menâm, âlem-i misâl

 :   

uyku, rüya âlemi.

âlem-i nakayis

 :   

nakîseler âlemi.

âlem-i nâr

 :   

ateş dünyâsı.

âlem-i siyâset

 :   

siyâset âlemi, siyâset dünyâsı.

âlem-i sabâvet

 :   

çocukluk dünyâsı.

âlem-i şems

 :   

Güneş ve peykleri.

âlemâne

 :  عالمانه

(a. f. s.) : dünyâya âit, dünyevî.

âlem-ârâ

 :  عالم آرا

(a. f. b. s.) : âlemi, dünyâyı süsleyen.

alem-dâr

 :  علمدار

(a. f. b. s.) : bayrak taşıyan, (bkz. : sancak-dâr).

alemdâr-ı Nebî

 :   

(Peygamberin bayraktarı) : Hazret-i Ebü Eyyûb-il-Ensârî.

alem-dârî

 :  علمدارى

(a. f. b. i.) : bayraktarlık.

âlem-efrâhte

 :  عالم افراخته

(a. f. b. s.) : bayrağı kaldırmış, yükseltmiş.

âlem-efrâz

 :  عالم افراز

(a. f. b. s.) : bayrak çeken, bayrak kaldıran.

âlem-efrûz

 :  عالم افروز

(a. f. b. s.) : cihânı parlatan, bütün âleme ışık saçan.

âlemeyn

 :  عالمين

(a. i. c.) : iki âlem.[dünyâ ile âhiret].

âlem-gîr

 :  عالمكَير

(a. f. b. s.) : cihanı tutan, dünyâyı zapteden, bütün âleme yayılan.

âlemî

 :  عالمى

(a. s. âlem'den. c. : âlemiyân) : cihâna mensûp, insan.

alemî

 :  علمى

(a. s âlem'den.) : has isimle ilgili, ona âit.

âlemin

 :  عالمين

(a. i. âlem'in c.) : dünyâlar, (bkz. : âlemûn, avalim).

âlemiyân

 :  عالميان

(a. s. âlemî'nin c.) : âleme mensub olanlar, insanlar.

âlemi-yâne

 :  عالميانه

(a. f. zf.) : insanoğluna yakışırcasına.

alemiyyet

 :  علميت

(a. i. âlem'den.) : bir kelimenin has isim olma vasfı.

âlemli

 :  عالملى

(a. t. b. i.) : halının bordur çerçevesi içinde yalnız bir tarafta bulunan mihraba benzer hattî şeklin üzerinde, çubuklara bağlı dörtgen motifleriyle birlikte heyeti umûmiyesi.

âlem-nümâ

 :  عالم نما

(a. f. b. s.) : dünyâyı gösteren.

âlem-penâh

 :  عالم پناه

(a. f. b. i.) : âlemin sığınacağı yer.

âlem-pesend

 :  عالم پسند

(a. f. b. s.) : herkesin beğendiği [yer, şey].

âlem-sûz

 :  عالمسوز

(a. f. b. s.) : cihanı yakan.

âlem-şümûl

 :  عالم شمول

(a. b. s.) : cihanı saran, (bkz. : cihân-şümûl).

âlem-tâb

 :  عالم تاب

(a. f. b. s.) : dünyâyı parlatan, aydınlatan.

âlemûn

 :  عالمون

(a. i. âlem'in c.) : dünyâlar, (bkz. : âlemin, avalim).

alen

 :  علن

(a. i.) : aşikâr, meydanda olma, (bkz. : alâniyet).

alenen

 :  علناً

(a. zf.) : açıkça, açıktan açığa, göz önünde, (bkz. : alâniyeten).

âleng

 :  آلنگك

(f. i.) : istihkâm. 2) saldıran asker.

alenî

 :  علنى

(a. s.) : açık, gizli olmayan.

aleniyye

 :  علنيه

(a. s.) : alenî, açık, göz önünde. Müzâyede-i aleniyye : açık arttırma. Müzâkere-i aleniyye : açık müzakere.

aleniyyet

 :  علنيت

(a. i.) : göz önünde olma.

ale-r-rağm

 :  على الرغم

(a. zf.) : rağmen.

ale-r-re'si ve-l-ayn

 :  على الرأس والعين

(a. zf.) : baş ve göz üstüne : bâşüstüne, peki.

ale-s-sabah

 :  على الصباح

(a. zf.) : sabahleyin, erkenden.

ale-s-seher

 :  على السحر

(a. zf.) : seherleyin, seher vakti, gündoğmadan evvel.

ale-s-seviyye

 :  على السويه

(a. zf.) : 1) müsâvât üzere. 2) bir boyda.

âlet

 :  آلت

(a. i. c. âlât) : 1) vâsıta. 2) avadanlık, (bkz. : edevat). 3) makine, aygıt.

ale-t-tafsîl

 :  على التفصيل

(a. zf.) : mufassal olarak, uzun uzadıya.

ale-t-tahkik

 :  على التحقيق

(a. zf.) : muhakkak surette, besbelli, (bkz. : muhakkak).

ale-t-tahmîn

 :  على التخمين

(a. zf.) : aşağı yukarı, kararlamadan.

ale-t-tahsîs

 :  على التخصيص

(a. zf.) : husûsî olarak, hele, ençok.

ale-t-tertîb

 :  على الترتيب

(a. zf.) : sırasiyle, bir düzen üzere.

ale-t-tevâlî

 :  على التوالى

(a. zf.) : arası kesilmeksizin, arka arkaya, birbiri ardınca.

alev-gîr

 :  الوكير

(t. f. b. s.) : alevlenmiş.

alev-hîz

 :  الوخيز

(t. f. b. s.) : alevlenen, parlayan.

Alevî

 :  علوى

(a. i. s.) : 1) Hz. Ali'ye intisâbı olan kimse. 2) Kızılbaş.

alev-keş

 :  الوكش

(t. f. b. s.) : alevden fırlayan.

alev-rîz

 :  الوريز

(t. f. b. s.) : alevlenen.

aley

 :  على

(a. c.) : (hocam bu harfler küçük olmuyor)alâ edatının zamirile birleştiği zamanki sekli.

aleyh

 :  عليه

(a. i.) : karşı, karşıt,

aleyhâ

 :  عليها

(a. e.) : onun üzerine oltun.

aleyh-dâr

 :  عليهدار

(a. f. b. s.) : karşı, zıt.

aleyhi

 :  عليه

onun üzerine.

aleyhim, aley-himâ

 :  عليهما، عليهم

(a. c.) : aleyh kelimesinin cemi ve tesniye şekilleri.

aleyke

 :  عليك

(a. e.) : senin üzerine.

aley-küm

 :  عليكم

(a. e.) : sizin üzerinize.

alaynâ

 :  علينا

(a. e.) : bizim üzerimize olsun.

âlgûn

 :  آلگون

(f. s.) : al renginde, koyu ve parlak pembe.

âlgune

 :  آلغونه

("gu" uzun okunur, f. i.) : 1) allık, kadınların yüzlerine sürdükleri pembe düzgün. 2) serap, pusarık.

âlî, âliye

 :  عاليه ، عالى

(a. s. ulüvv'den.) : 1) yüce, ulu. 2) i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

alî

 :  على

(a. h. i.) : Ebû tâlib'in oğlu ve Peygamberimizin dâmâdı ve amcazâdesi, dördüncü halîfe.

âlî, âliye

 :  عاليه، عالى

(a. s. âlet'den.) : 1) alete mensup, âletle ilgili. 2) yemin edici, eden.

âlî-baht

 :  عاليبخت

(a. f. b. s.) : bahtı yüksek, çok talihli.

âlî-câh

 :  عاليجاه

(a. f. b. s.) : yüksek rütbeli.

âlî-cenâb

 :  عاليجناب

(a. f. b. s.) : 1) cömert. 2) şerefli, haysiyetli kimse.

alîf

 :  عليف

(a. i.) : yem torbası.

âlî-fıtrat

 :  عالى فطرت

(a. b. s.) : Yüksek yaradılışta olan.

âlî-güher

 :  على گهر

(a. f. b. a.) : mayası yüce olan.

âlih

 :  آله

(a. i. c. : âlihât) : tapınılan şey, mabut.

âlihât

 :  آلهات

(a. i. âlih'in c.) : tapınılan şeyier, mabutlar.

âlih

 :  عاله

(e. s.) : hafif mizaçlı.

âlihe

 :  آلهه

(a. ilah'ın c.) : ilâhlar, tanrılar.

âlî-himmet

 :  عالى همت

(a. b. s.) : himmeti yüksek olan.

alîk

 :  عليق

(a. i.) : hayvana bir defada verilen yem. alik-üd-devâb : yem torbası.

âlî-kadr

 :  عاليقدر

(a. b. s.) : 1) yüksek kıymette olan, çok kıymetli, çok takdir edilen, çok saygıdeğer. 2) meşhur bir çeşit lâle.

alîl

 :  عليل

(a. s. illet'den.) : 1) kör. (bkz. : a'mâ). 2) sakat. 3) hasta.

âlim

 :  عالم

(a. s. ilm'den. c. : ulemâ’) : çok okumuş, bilgin. âlim-ül-gayb ve-ş-şahâde : görüleni görülmeyeni bilen, Allah

âlim

 :  آلم

(a. s.) : elemli, kederli, ıstırap çeken.

alîm

 :  عليم

(a. s. ilm'den.) : çok bilen. [Allah'ın sıfatlarındandır, "bilgisi ezelî ve ebedî olan" demektir].

âlî-makam

 :  على مقام

(a. b. s.) : makamı yüksek.

alimallah

 :  عليم الله

(a. b. zf.) : Allah bilir ki.

âlimân

 :  عالمان

(a. i. âlim'in c.) : âlimler, bilginler.

âlim-âne

 :  انه عالم

(a. f. zf.) : âlime yakışacak surette.

âlî-mekân

 :  عالى مكان

(a. b. s.) : yeri, derecesi yüksek olan.

alîn

 :  علين

(a. s.) : alenî.

âlî-şân

 :  عاليشان

(a. b. s.) : 1) şan ve şerefi büyük olan. 2) meşhur bir çeşit aile.

âlî-tebâr

 :  عالى تبار

(a. f. b. s.) : soyu yüksek ve temiz olan.

âliye

 :  عاليه

(a. i.) : 1) bir şeyin en yukarısı, tepesi. Mekâtib-i âliye : yüksek mektepler, * okullar. Tedrîsât-ı âliye : yüksek * öğretim. 2) Halveti tarikatı şubelerinden birinin adı. [kurucusu; Ahmet ibni Alî-yül Harîrî-yül-Alî-yüd-Dımışkıy-yül- Şâfiî-yül-Halvetî'dir].

aliyy

 :  على

(a. s.) : yüksek, büyük, necip, meşhur, ünlü.

âliyye

 :  آليه

(a. s.) : âlete mensup. Ulûm-i âliyye : teknik bilgiler.

Aliyy-ül-a’lâ

 :  على الاعلى

(a. zf.) : en iyi, en a’lâ.

âliz

 :  آليز

(f. i.) : kıç atma, çifte. [Farsça "âlîzî'den" mastarından].

âlîzende

 :  آليزنده

(f. s.) : çifteli [at].

alkam

 :  القم

(a. i.) : acı hıyar.

alkame

 :  القمه

(a. i.) : 1) acılık, acı tat. 2) acı hıyar.

Allah

 :  الله

(a. i.) : İlah. Allah-Muhammed- Alî : Bektaşi tarîkatine mahsus bir deyim. [Hıristiyanların : "Peder-Oğul-Rûh-ullah" telâkkilerine uygun bir teslistir]. Allah-Eyvallah : [Bektâjiler-ce] 1) tasdik işareti; 2) yemin. Allah-Kerim Yeri : eski Türk kahvelerinde, fakirlerin para vermeden oturup yattıkları yer ve sayvan, (bkz. : Rabb, Halik, Hüdâ).

Allâhü a'lem bi-s-savâb

 :   

Allah doğrusunu daha iyi bilir.

Allahü ekber

 :   

Allah uluların ulusudur.

Allâhân

 :  اللهان

(a. f. i. c.) : Allah adamları, ermişler.

Allâhî

 :  اللهى

(a. i. c. : Allâhiyan) : Allah adamı, veliyyullah.

Allâhiyân

 :  اللهيان

(a. i. Allâhî'nin c.) : Allâhîler, Allah adamları, veliyullahlar.

Allak

 :  علاق

(o. s.) : 1) sözünde durmaz, dönek. 2) kendisine güvenilmesi caiz olmayan [kimse].

allâk

 :  علاق

(a. i.) : sakızcı.

Alâm, allâme

 :  علامه ، علام

(a. s. ilm’den) : çok bilgin [allâm, Allah'ın sıfatıdır].

âlû

 :  آلو

(f. i.) : 1) erik, şeft-âlû [şefteâlû] : kayısı eriği, tüylü erik, şeftali Zerd-âlû (sarı erik) âlû-yı Buhâra : Türkistan eriği. 2) tuğla fırını.

âlû-bâlû

 :  آلو ، بالو

(f. i.) : vişne, [konuşmada kısaltılarak "âlbâlû" denilir].

âlûd, âlûde

 :  آلود ، آلوده

(f. s. c. : âlûde-gân) : bulaşmış, bulaşık.

âlûde-dâmân, âlûde-dâmen

 :  آلوده دامن

(f. b. s.) : eteği bulaşık, iffetsiz [kadın].

âlûde-dâmânî, âlûde-dâmenî

 :  آلوده دامانى ، آلوده دامانى

(f. b. i.) : günahkârlık.

âlûde-gân

 :  آلود گان

(f. b. s. âlûde'nin c.) : 1) bulaşmışlar, bulaşıklar. 2) suçlular.

âlûde-gî

 :  الودگى

(f. i.) : bulanıklık. 2) s. garkolmuş, dalmış.

alûfe

 :  علوفه

(a. i. ulüf'ün c.) : hayvan yemi ["ulufe" olarak da kullanılır], (bkz. : ulufe).

âlû-gürde

 :  آلوگرده

(f. i.) : caneriği.

âlûs

 :  آلوس

(f. i.) : naz veya kırgınlıktan dolayı göz ucu ile bakma.

âlûsî

 :  آلوسى

(f. s.) : nazlanarak göz ucu ile bakan.

âlüfte

 :  آلفته

(f. s. c. : âlüfte-gân) : 1) alışık, alışkan. 2) iffetsiz, namussuz kadın, fahişe, (bkz. : aşüfte).

âlüfte-gân

 :  آلفتگان

(f. b. i. âlüfte'nin c.) : namussuz kadınlar.

âlüğde

 :  آلغده

(f. s.) : şiddetle saldıran, saldırıcı.

âl-ül-âl

 :  عال العال

(a. zf.) : en yüce, en üstün, yücelerin yücesi.

alyâ

 :  عليا

(a. i.) : 1) yüksek yer, yükseklik. 2) gök.