afaf, afâfet

 :  عفف ، عفافت

(a. i.) : 1) afiflik, temizlik, temiz olma. 2) fenâlık tan, günah işlemeden kaçınma.

afâif

 :  عفائف

(a. i. afîfe'nin c.) : iffet sahibi, namuslu, şerefli kadınlar.

âfâk

 :  آفاق

(a. i. ufk'un c.) : ufuklar, gök kenarları, gökle yerin birleşir gibi göründüğü yerler, mec. görüş ve dönüş sınırları, [zıddı : enfüs],

âfâk - ı rûh

 :   

ruhun ufukları.

âfâk - gîr

 :  آفاقكير

(a. f. b. s.) : ufukları tutmuş, dünyâya, her tarafa yayılmış.

âfâkî

 :  آفاقى

(a. s. c. : âfâkıyyât) : 1) havaî, dereden tepeden söz. 2) objektif, * nesnel. 3) Mekke'ye yalnız hac için giden veya Mekke'den ayrılan kimse, yabancı.

afa - llâhü anh

 :  عفى الله عنه

(a. cü.) : Allah onu affetsin.

afâret

 :  عفارت

(a. i.) : şeytanî, kötü, ifritçe 

afârît

 :  عفاريت

(a. i. ifrît'in c.) : şeytanlar;

âfât

 :  اَفات

(a. i. âfet'in c.) : belâlar, musibetler.

âfât - ı semâviyye

 :   

semâ âfetleri. 

afen

 :  عفن

(a. i.) : çürüme.

âfend

 :  آفند

(f. i.) : kavga, dövüş, savaş ["âfendîden" masdarından].

âfendâk

 :  آفنداك

(f. i.) : eleğimsağma [alâim - i semâ], al - yeşil kuşak, (bkz. : âdyende, kavs - i kuzah).

a'fer

 :  اعفر

(a. s.) : pek ak. (bkz. : ebyaz).

âferîde

 :  آفريده

(f. s. c. : âferîdegân) : yaratılmış, mahlûk, yaratık.

âferîde - gâr, âferîd - gâr

 :  آفريدگار ، ىفريدگار

(f. b. s. i.) : yaratan, yaratıcı

âferîde - gârî aferîd - gârî

 :  آفريدگارى ، آفريدگارى

(f. b. i.) : Tanrılık.

âferîn

 :  آفرين

(f. i.) : beğenme, alkış, yaşa, varol, bravo.

âferîn (-)

 :  آفرين

(f. s.) : yaratan, yaratıcı, [yaratmak mânâsına gelen Farsça âferîden masdarından].

âferînende

 :  آفريننده

(f. b. s.) : 1) yaratıcı 2) yaratan

âferîn - hân

 :  آفرين خوان

(f. b. s.) : "aferin." diyen, (bkz. : şâbâş - hân, tahsîn - hân).

âferîniş

 :  آفرينش

(f. i.) : 1) yaratma. 2) yaratılış ve bütün mahlûklar.

a'fet

 :  اعفت

(a. s.) : 1) solak. 2) pek akılsız [adam]. 3) en güç şey.

âfet

 :  آفت

(a. i. c. : âfât) : 1) büyük felâket, belâ. (bkz. : adûd, 2) . 2) mec. çok güzel insan.

âfet - i cân

 :   

1) canın belâsı, can belâsı; 2) güzel, dilber.

âfet - i cân - ı cihân

 :   

cihanın canının belâsı.

âfet - i devrân

 :   

âşıkların güzeller için kullandıkları bir tâbir.

âfet - nümûn

 :  اَفت نمون

(f. b. s.) : felâket, belâ gösteren.

âfet - resân

 :  آفت رسان

(a. b. s.) : belâ getiren, musibet eriştiren.

âfet - zede

 :  اَفتزده

(a. f. b. s.) : musibet görmüş, belâya uğramış, mahvolmuş.

âfetzede - gân

 :  اَفتزدكَان

(a. f. âfetzede'nin c.) : belâya uğramışlar, mahvolmuşlar.

aff

 :  عف

(a. i.) : iffet, nâmus.

aff

 :  عف

(a. s. müen. "affe") : iffetli [kadın].

âfî

 :  عافى

(a. s.) : 1) silen. 2) silinmiş. 3) affeden, bağışlayan. (bkz. : âmürz, âmürzâ). 4) af - fedilmnş, bağışlanmış. 5) yalvaran, [müen. afiye].

afîf

 :  عفيف

(a. s.) : iffetli, namuslu, temiz. [müen. afîfe].

afîf - âne

 :  عفيفانه

(a. f. zf.) : temiz olarak,

âfik

 :  آفك

(a. s.) : yalancı.

afîk

 :  عفك

(a. s.) : çok aptal.

âfil

 :  آفل

(a. s. ufûl'den.) : 1) ufûl eden, gurûbeden, batan [Güneş, Yıldız), (bkz. : garib). 2) görünmez olan, kaybolan.

afir

 :  عفر

(a. s.) : çok kötü niyetli.

âfiyet

 :  عافيت

(a. i.) : sağlık, esenlik. iâde - i âfiyet : hastalığı geçirme, ( bkz. : selâmet, sıhhat).

âfrâze

 :  آفرازه

(f. i.) : 1) aydınlık, 2) ışık. 

âfrûşe

 :  آفروشه

(f. i.) : un helvası, (bkz. : efrûşe).

âfrûza

 :  افروزه

(f. i.) : (bkz. : âfrâze).

afs

 :  عفص

(a. i.) : 1) mazı denilen tâne. 2) kekre.

âf - tâb

 :  آفتاب

(f. b. i.) : 1) Güneş, (bkz. : Hurşîd, Mihr, Şems). 2) Güneşin ışığı. 3) s. güzel [kadın]. 4) güzel yüz. (bkz. : mâh - cemâl). 5) şarap.

Âftâb - ı Kureyş, Âftâb - ı Kureyşi

 :   

Peygamber Efendimiz.

âf - tâbe

 :  آفتابه

(f. i.) : 1) su kabı. (bkz. : âftâve). 2) Güneş biçiminde yapılan mücevher, (bkz. : âb - tâbe 2) .

âftâb - gerdan

 :  آفتاب گردان

(f. b. i.) : 1) Güneşten korunmak için giyilen başlık. 2) avcı kulübesi.

âftâb - gerdek

 :  آفتاب گردك

(f. b. i.) : 1) ayçiçeği. 2) kaya keleri.

âftâb - gerdiş

 :  آفتاب گردش

(f. b. i.) : 1) yeryüzü 2) s. dâima Güneş gören yer. 3) kaya keleri, (bkz. : âftâb - perest 1) .

âftâb - gir

 :  آفتاب گير

(f. b. i.) : 1) şemsiye. 2) Güneşli yer.

âftâbî

 :  آفتابى

(f. i.) : 1) tente, güneşlik, şemsiye. 2) s. Güneşe âit.

âftâb - iştihâr

 :  آفتاب اشتهار 

(f. a. b. s.) : büyük ve pek meşhur adam.

âftâb - perest

 :  آفتاب پرست

(f. b. s.) : 1) Güneşe tapan. 2) i. nilüfer çiçeği. 3) i. ayçiçeği. 4) i. kaya keleri, (bkz. : âftâb - gerdiş).

âftâb - rû (y)

 :  آفتاب رو {ى}

(f. b. s.) : 1) Güneş yüzlü, yüzü Güneş gibi parlak. 2) sevimli, dilber. 3) Güneşe karşı olan [yer].

aftâb - ruh

 :  آفتابرخ

(f. b. s.) : Güneş yanaklı [güzel].

âftâb - süvâr

 :  آفتاب سوار

(f. b. s.) : sabahları erken kalkan, gün doğmadan uyanmak âdetinde bulunan [kimse],

âftâve

 :  آفتاوه

(f. i.) : su kabı, (bkz. : âftâbe).

âfûr

 :  عافور

(a. i.) : belâ kasırgası.

afüvv

 :  عفو

(a. s.) : merhametli, dâima affeden, suç bağışlayan [Allah].

afv

 :  عفو

(a. i.) : 1) suçunu bağışlama. 2) özür dileme. 3) birini vazîfesinden uzaklaştırma.

afv an - il - cerâha

 :   

huk. bir kimsenin kendisini "kısas" veya "diyet" i gerektiren bir şekilde yaralıyan şahsa karşı mâlik olduğu "kısas" veya "diyet" veya "hükûmet - i adil" hakkında vazgeçmesi.

afv an - il - cinâye

 :   

huk. kendisine karşı kısası ve diyeti gerektiren bir cinayet işlenilen kimsenin veya bu hususta velîsinin kısas veya diyet hakkından vazgeçmesi.

afv an - il - kat'

 :   

huk. bir uzvu kesilmiş olan kimsenin bu sebeple mâlik olduğu kısas veya diyet hakkından vazgeçmesi.

afv an - il - kısas

 :   

huk. kendisine karşı cinayet işlenen kimsenin veya bu husustaki velîsinin kısas hakkından vazgeçmesi.

afv an - il - şecce

 :   

huk. baş veya yüz yaran suçlu üzerine lâzım gelen kısas veya diyet veya hükûmet - i adil hakkından başı yanlan kimsenin vazgeçmesi.