âc

 :  عاج

(a. i.) : fildişi, bağa. 

âc

 :  آج

bot. ılgın [ağaç].

acâc

 :  عجاج

(a. i.) : 1) bulut. 2) duman.

acâfet

 :  عجا فت

(a. i.) : zayıflık, çelimsizlik.

acâib

 :  عجائب

(a. s. acîbe'nin c.) : çok tuhaf şey, anlaşılmaz.

acâib - i seb'a - i âlem

 :   

dünyânın 7 acîbesi, 7 tane şaşılacak şeyi. [ 1) Mısır pramitleri. 2) Bâbil' de Semiramis'in asma bahçeleri. 3) Zeus'un heykeli. 4) Rodos heykeli. 5) Efes'te Artemis - Diana ma'bedi. 6) Bodrum (Halikarnas) da Mosoleus'un türbesi. 7) İskenderiye deniz feneri],

acâibât

 :  عجائبات

(a. i. acâib'in c.) : 1) acayip şeyler. 2) normale aykırı gelen, yadırganan mahlûkları inceleyen ilim. 3) normale aykırı yaratılmış mahlûklar.

acâiz

 :  عجائز

(a. s. acûz ve acûze'nin c.) : koca karılar.

âcâk

 :  آجاك

(f. i.) : toprak. (bkz. : hâk).

âcâl

 :  آجال

(a. i. ecel'in c.) : vâdeler, tabiî ömrün sonları, gayetler, ölümler.

acâle

 :  اجاله

(a. i.) : [aslı : icâle'dir]. : (bkz. icâle).

acâlet

 :  عجالت

(a. i.) : [aslı : icâlet'dir]. (bkz. : icâlet)

acâleten

 :  عجالةً

(a. zf.) : [aslı : icâleten dir]. (bkz. : icâleten).

âcâm

 :  آجام

(a. i. ecme'nin c.) : meşelik, kamışlık, ağaçlıklar.

a'câm

 :  اعجام

(a. i. Acem'in c.) : Acemler, Arap olmayan kavimler, Îranlılar, (bkz. : eâcim).

âcân

 :  آجان

(f. i.) : polis.

âcâr

 :  آجار

(a. i. ecr'in c.) : kirâlar; mükâfatlar.

acc

 :  عج

(a. i.) : bağırma; na're.

âcc

 :  عاج

(a. s. müen. : âcce) : kalabalık.

accâc

 :  عجاج

(a. s.) : 1) gürültülü. 2) fırtınalı, rüzgârlı; soyu temiz [at].

âce

 :  عاجه

(a. s.) : bir tane fildişi.

aceb

 :  عجب

(a. i.) : acaba, hayret, gariplik, şaşılacak şey.

a'ceb

 :  اعجب

(a. s.) : (daha, çok, pek) acâyip, tuhaf ve garip olan.

a'ceb - ül - acâib

 :   

çok garip ve gülünç olan. (bkz. : garîb).

acebâ

 :  عجبا

(a. e. acib'den) : şüphe ve tereddüt bildiren edat, acaba. (bkz. : âyâ).

a'cef

 :  اعجف

(a. s.) : ince, zayıf

a'cel

 :  اعجل

(a. s.) : pek acûl, çok ecele eden.

acele

 :  عجله

(a. i.) : çabuk, çabukluk, (bkz. : isti'câl).

aceleten

 :  عجلة

(a. zf.) : çarçabuk, (bkz. : ale - l - acele).

Acem

 :  عجم

(a. i. c. : a'câm) : 1) Arap olmayan, Araptan gayri olan kavim. 2) Îranlılar.

A'cem

 :  اعجم

(a. i. c. : eâcim) : Arap kavminden olmayan kimse.

acem - âne

 :  عجمانه

(a. f. zf.) : Acemlere yakışırcasına.

acem - aşîrân (makamı)

 :  عجم عشيران (مقامى)

(a. f. b. i.) : müz. Türk musikisinde kullanılan şed makamlardan biri. Bu makam çârgâh makamının acem - aşîrân perdesi üzerine nakledilmiş şeklidir. Dominantı çârgâh, tonikası Acem - aşîrân perdeleridir.

acem - aşirân (perdesi)

 :  عجم عشيران (پردهس)

(a. f. t. b. i.) : müz. aralıkları birbirine müsâvi olmayan 24 dereceli Türk musikisi ses dizisinin kaba çârgâhdan başlamak üzere dördüncü perdesinin adı.

acemî

 :  عجمى

(a. s. c. : acemiyân) : 1) tecrübesiz, toy. 2) Îranlı.

a'cemî

 :  اعجمي

(a. f. s.) : 1) Arap olmayan, İranlı. 2) Acemce. 3) beceriksiz [kimse]. 4) dilsiz

acem - istân

 :  عجمستان

(a. f. b. i.) : Îran ülkesi.

acamiyân

 :  عجميان

(a. f. b. s. acemî'nin c.) : 1) tecrübesizler, toylar. 2) Îranlılar.

acem - kürdî

 :  عجم كردى

(a. f. b. i.) : Türk musikisinde kullanılan mürekkep bir makamdır. Acem makamını teşkîl eden acem - aşîran ve uşşak makamları dizilerinin pest tarafına bir kürdî dörtlüsünün katılmasıyle terkib edilmiştir. Makamın melodik seyrinde önce Acem makamının, sonra da kürdî dörtlüsüyle kürdî makamının özelliklerini gösterir.

acem - perestî

 :  عجم پرستی

(a. f. b. i.) : 1) Îran sanat ve edebiyatına karşı düşkünlük ve bu sanat ve edebiyat tarafdarlığı. 2) Îran taklitçiliği.

acem - pûselik

 :  عجم پوسليك

(a. f. b. i.) : müz. tahminen iki asırlık bir mürekkep makamdır. Acem mürekkebine, bir pûselik beşlisi ilâvesinden doğmuştur. Bütün pûselikli mürekkep makamlar gibi lâ - dügâh perdesinde durur; pûselik beşlisini inici bir şekilde icrâ ederek karar verir. Acem'de olduğu gibi burada da güçlü perdesi bilhassa re - nevâdır. Donanıma acem gibi bir si için bir koma bemolü konulur; îcâbederse nota içinde acem'deki gibi si bekar ve si küçük mücenneb bemolü, pûselik için ise, sâdece si bekar ilâve olunur.

Âcer

 :  آجر

(a. h. i.) : İsmail Peygamber'in anası, (bkz. : Hacer).

âcer, âcir, âcürr

 :  آجر ، آجر ، آجر

(a. i.) : tuğla, kiremit.

a'cez

 :  اعجز

(a. s. âciz'den) : çok âciz ve kudretsiz.

aceze

 :  عجزه

(a. f. âciz' in c.) : düşkünler, güçsüzler, beceriksizler, zayıflar.

âcî

 :  عاجى

(a. s.) : 1) fildişinden yapılmış, fildişine ait. 2) fildişi satıcısı, işçisi.

acîb

 :  عجيب

(a. s. aceb'den) : tuhaf.

acîb - ül - kıyâfe

 :   

kılığı kıyafeti tuhaf olan. (bkz. : garib).

âcib

 :  عاجب

(a. s. aceb'den) : şaşılacak şey.

acîbe

 :  عجيبه

(a. i.) : şaşacak şey.

acîbe - i hilkat

 :   

hilkat acîbesi, anormal yaratılmış, (bkz. : u'cûbe).

âcil

 :  آجل

(a. s. ecel'den. müen. "âcile") : vâdeye bağlı, vâdesi geldiğinde yapılacak olan, * ertelenmiş.

âcil

 :  عاجل

(a. s. acele'den.) : acele eden, acele, gecikmez.

âcil - âne

 :  عاجلانه

(a. f. zf.) : 1) acele edene âit. 2) şimdiki zamana ait.

âcilen

 :  آجلاً

(a. zf. ecel' den.) : sonradan, geç, vâdesi geldiğinde yapılmak üzere. 

âcilen veyâ âcilen

 :   

er veyâ geç.

âcilen

 :  عاجلاً

(a. zf. acele'den.) : 

âcin

 :  آجن

(a. s.) : rengi ve tadı değişmiş, bozulmuş pis su.

acîn

 :  عجين

(a. s.) : yoğurulmuş şey, hamur, mâcun. Lahm - i acîn : yoğurulmuş, mâcunlaşmış et, lâhmacun.

acînî

 :  عجينى

(a. s.) : 1) hamur gibi, hamur, mâcun kıvamında. 2) kim. hamurumsu, fr.pateux

acîniyyet

 :  عجينيت

(a. i.) : hamur, mâcun hâlinde olma.

âcir

 :  آجر

(a. s. ecr' den.) : elindekini bir başkasına kirâlayan.

âciş

 :  آجيش

(f. i.) : üşüme.

aciz

 :  عجز

(a. i.) : (bkz. : acz).

âciz

 :  عاجز

(a. s. acz' den. c. : âcizân) : 1) eli ermez, beceriksiz, kabiliyetsiz. 2) zayıf, güçsüz.

âcizân

 :  عاجزان

(a. s. âciz'in c.) : âcizler.

âciz - âne

 :  عاجزانه

(a. f. zf.) : beceriksizce, beceriksizcesine, alçak gönüllülükle.

âcizî

 :  عاجزى

(a. f. i.) : 1) kabiliyetsizlik, beceriksizlik. 2) tevâzu, alçakgönüllülük.

âcizî

 :  عاجزى

(a. f. s.) : fakir, alçakgönüllü kimseye âit, yâni "benimki".

âciziyyet

 :  عاجزيت

(a. i.) : 1) beceriksizlik, kabiliyetsizlik. 2) fakirlik; tevâzu.

acmiyy

 :  عجمى

(a. s.) : akıllı, anlayışlı, ince fikirli.

acn

 :  عجن

(a. i.) : mâcun kıvamına getirme, yoğurma.

acûl

 :  عجول

(a. s.) : aceleci, içi dar.

acûl - âne

 :  عجولانه

(a. f. zf.) : acele edene yakışır sûrette.

acûz, acûze

 :  عجوز ، عجوزه

(a. i.) : kocakarı, mec. Cadı karı (bkz. : pîre - zen).

âcül

 :  آجل

(f. i.) : geğirme.

âcür

 :  آجر

(a. i.) : 1) tuğla. 2) kiremit. 3) kerpiç, (bkz. : âcer).

âcürî

 :  آجرى

(a. i.) : tuğlacı, kiremitçi.

acz

 :  عجز

(a. i.) : beceriksizlik.

acz - i ikdâm

 :   

uğraşıp da bir şey yapamama, (bkz; aciz).

âçâr

 :  آچار

(f. s.) : 1) katılmış, karıştırılmış, birleştirilmiş [turşu, tarator, salata ve benzerleri gibi şeyler]. 2) inişli yokuşlu, düz olmayan [yer]. “Gencîne - i güftâr” adlı eserde kelimenin Türkçe olduğu bildirilmektedir.