Yaban eşeği. |
ÇáÝóÑóÇ (Ì) ÝöÑóÇåñ æ ÃÝóÑóÇåñ |
Uydurma. Büyük. |
ÇáÝóÑöì |
Bol ve tatlı su. |
ÇáÝõÑóÇÊõ |
Hamilelik sıkıntısından midesi bulanmak. (-o) : İşkembeyi yarıp boşaltmak. |
ÝóÑóËóÊö ÇáÍÈúáì ÜÜÜõÜÜ ÝóÑú ËðÇ |
Dağıldılar. Hamilenin midesi bulandı. |
ÊóÝóÑóËó ÇáÞæã |
Hayvanın işkembesindeki yem kalıntısı. |
ÇáÝõÑóÇËóÉõ |
(=) |
ÇáÝóÑúËõ (Ì) ÝõÑõæËñ |
Yarmak. (-li) : Genişletmek. Gam ve kederi gidermek. Feraha kavuşturmak. |
ÝóÑóÌó ÈíäÇáÔóíúÜÁÜíúäö ÜÜÜöÜÜ ÝóÑúÌðÇ |
Parmak v.b. aralarındaki boşluklar. |
ÇáÊøóÝóÇÑöíÌõ |
İki şey arasındaki yarık. İki bacak arası. Kadın tenasül uzvu. Tehlikeli sınır noktası ve geçit. |
ÇáÝóÑúÌõ (Ì) ÝÑæÌ |
Ferahlık. |
ÇáÝóÑóÌõ |
İki şey arasındaki yarık ve ayrık. Ferahlık. Teselli vesilesi. |
ÇáÝõÑúÌóÉ |
Cübbe. |
ÇáÝóÑóÌöíóÉõ |
Tarak. Omuzu ile dirsek arası uzun olan kimse. |
ÇáãõÝóÑøóÌõ |
Geniş. |
ÇáãäÝÑÌÉ |
Pergel. |
ÇáÝöÑúÌóÇÑõ |
Atı kaşağıladı. Elbiseyi fırçaladı. |
ÝóÑúÌóäó ÇáÏÇÈÉ |
Kaşağı. Fırça. |
ÇáÝöÑÁÌóæäõ |
Râzi ve hoşnut olmak. (-bi) : Sevinmek. Taşkınlık göstermek. |
ÝóÑöÍó ÜÜÜóÜÜ ÝóÑóÍðÇ |
Düğün. |
ÇáÝóÑóÍ |
Kuş yavruladı. Yumurta civciv çıkardı. Ağaç dal budak saldı. İş meydana çıktı. |
ÃÝúÑóÎó ÇáØÇÁÜÑõ |
Kuş yavrusu, civciv. Hayvan, bitki, ağaç v.b. nin küçüğü. Önemsiz kişi. Beynin ön tarafı. |
ÇáÝóÑúÎõ (Ì) ÃÝúÑõÎñ æ ÃÝúÑóÇÎñ æ ÝõÑõæÎñ |
Tek ve yalnız olmak. (-bi) : Tek başına yapmak. |
ÝóÑóÏó ÜÜÜõÜÜ ÝõÑõæÏðÇ |
(bi) : Tek başına yaptı. Bir ve tek yaptı. (-o) : Ayırdı. |
ÃÝúÑóÏóÊ |
Fıkıh alimi oldu. İbadet için bir köşeye çekildi. (-o) : Tek tek, ayrı ayrı yaptı. |
ÝóÑøóÏó |
Tek başına yaptı. |
ÇäúÝóÑóÏó ÈÇáÃãÑ ö |
(=) |
ÊóÝóÑøóÏó ÈÇáÇóãÑ ö |
Müfred yapmak. Hac ve Umreyi ayrı ayrı yapmak. |
ÇáÅÝÑÇÏ |
Teker teker. |
ÝõÑóÇÏ æÝõÑóÇÏð æ ÝõÑóÇÏðì |
Tek, yalnız. İşsiz. Hurma yaprağından mamul, içerisine pirinç v.b. konan bir kap. |
ÇáÝóÑúÏõ (Ì) ÃÝúÑóÇÏñ |
Tek. Gerdanlıkta altın ve inci arasına konan gümüş v.b. tane. Böylece dizilmiş inci. Kıymetli mücevher. |
ÇáÝóÑöíÏõ (Ì) ÝõÑóÇÏñ æ ÝÑÇÁÜÏõ |
Yabani öküz. Müfred. |
ÇáãõÝúÑóÏõ |
Bahçelerde bulunan her şeyi ihtiva eden büyük bahçe. Üzümü bol olan yer. Bitek vâdi. Cennetin bölümlerinden biri. |
ÇáÝöÑÏóæÓõ (Ì) ÝóÑóÇÏöÓõ |
Kaçmak. (-ilâ) : Sığınmak. Koşmak. |
ÝóÑøó ÜÜÜöÜÜ ÝóÑøóÇ æ ÝöÑóÇÑðÇ |
S.müş. |
Ýåæ ÝÇÑñ æ ÝõÑõæ Ññ æ ÝõÑõæ ÑóÉñ æ ÝóÑóÇñ |
Araştırmak. Denemek, imtihan etmek. |
- æ ÇáãÑ æÚäå- |
Parıldadı. Tebessüm etti, güldü. (-o) : Burnuna çekti. |
ÇÝÊóÑøÖ |
İyi. İleri gelen. |
ÇáÝõÑøõ |
Kaçmak. Kaçacak yer. |
ÇáãóÝóÑó |
Ayırmak, uzaklaştırmak. Çıkarmak, sızdırmak. |
ÝóÑóÒó ÇáÔìÁ æ ÇáäóøÕíÈó ÜÜÜöÜÜ ÝöÑúÒðÇ |
(=)Tahsis etti. Av avcının yakınına geldi. |
ÃÝúÑóÒóåõ |
Binanın saçak v.b. |
ÇáÅÝúÑöíÒõ (Ì) ÃÝóÇÑöíÒõ |
Açık, seçik. |
ÇáÝóÇÑöíÒõ |
Ayrılmış hisse. |
ÇáÝöÑúÒõ (Ì) ÃÝúÑóÇÒñ æ ÝõÑõæÒñ |
(=) |
ÇáÝöÑúÒóÉõ (Ì) ÝöÑóÒñ |
Arslan v.b. avını avlamak. Boğazlanan hayvan ölmeden başını gövdesinden ayırmak. |
ÝóÑóÕó ÇáÃÓÏõ ÝÑíÓóÉõ ÜÜÜöÜÜ ÝóÑúÓðÇ |
İsabetli bir tahminle işin iç yüzünü anlamak. |
æ Ü Çáà ãÑó ÝöÑóÇÓóÉð |
Attan ve binicilikten anlamak. Maharet ve görüş sahibi olmak. |
ÝóÑõÓó ÜÜÜõÜÜ ÝóÑóÇÓóÉð æ ÝõÑõæ ÓóÉð æ ÝõÑõÓöíóÉð |
Avladı. |
ÃÝúÊóÑóÓ ÝóÑöíÓóÉõ |
Binicilik tasladı. (-fî) : İyice düşündü. Tahmin etti. |
ÊóÝóÑóÓó |
Binici. Süvari. Arslan. Maharet sahibi. |
ÇáÝóÇÑöÓõ (Ì) ÝóæóÇÑöÓõ æ ÝõÑúÓóÇäñ |
İşin iç yüzüne nüfus etme mahareti. Zan ve tahmin. |
ÇáÝöÑóÇÓóÉõ |
At. |
ÇáÝóÑóÓõ (Ì) ÃÝúÑóÇÓñ æ ÝõÑõæ Óñ |
Yırtıcı hayvanın parçaladığı av. |
ÇáÝóÑöíÓóÉõ (Ì) ÝÑÇíÓõ |
Aralık. Uzun zaman. 5,762 km. uzunluğundaki mesafe. |
ÇáÝóÑúÓóÎõ (Ì) ÝóÑóÇÓöÎõ |
Deve ayağının topuktan aşağı olan kısmı. |
ÇáÝöÑúÓöäõ (Ì) ÝóÑóÇÓöäõ |
Nebat yayılmak. (-o) : Yaymak, döşemek. Kuş kanatlarını açmak. Genişçe anlatmak. |
ÝóÑóÔó ÇáäøóÈÇÊõ ÜÜÜöÜÜ ÝóÑúÔðÇ |
Yayıldı, döşendi. (-o) : Yaygı edindi. Yağmura tutuldu. Yere vurdu. Üstüne çıktı. Uyudu. |
ÇÝúÊóÑóÔó |
Kelebek. Su kabarcığı. |
ÇáÝóÑóÇÔõ |
Yaygı. Ev, yuva. Dilin yerleştiği yer. |
ÇáÝöÑóÇÔõ (Ì) ÝõÑõÔñ æ ÃÝúÑöÔóÉñ |
Kelebek. Hafif akıllı adam. İnce, yufka demir ve kemik. Havuzun dibinde kalan su kalıntısı. |
ÇáÝóÑóÇÔóÉõ |
Döşemeci. Düğün malzemesini kiraya vererek geçinen adam. |
ÇáÝóÑóÇÔ |
Sergi. Şerh, açıklama. Geniş arazi. Bitkisi çok yer. Yük taşıma çağına gelmemiş hayvan. |
ÇáÝóÑúÔõ |
Elbise, diş ve resim fırçası. |
ÇáÝõÑúÔóÉõ (Ì) ÝõÑóÔ |
Masa örtüsü. |
ÇáãöÝúÑóÔõ |
Elbiseyi uzunluğuna yarmak, kesmek. Dilmek, yarmak. Fırsatını bulmak. |
ÝóÑóÕó ÇáËæ Èó æ äÍæå ÜÜÜóÜÜ ÝóÑúÕð |
Fırsattan faydalandı. Irzına tecavüz etti. |
ÃÝúÊóÑóÕó ÇáÝõÑúÕóÉð |
Keşik, sıra, nöbet. Atın kuvvet ve tabiatı. |
ÇáÝõÑúÕóÉõ (Ì) ÝõÑóÕñ |
Sıra, nöbet. Göğüs ile omuz veya boş böğür ile kürek kemiği arasındaki kısım. |
ÇáÝóÑöÓóÉõ (Ì) ÝóÑöíÕñ æ ÝóÑóÇíÕñ |
Demir keskisi. Enli ağızlı ayakkabıcı bıçağı. |
ÇáãöÝúÑóÇÕõ |
Genişlemek. |
ÝóÑóÖó ÇáÔìÁ ÝÑæÖðÇ |
Kesmsk. Tesir etmek. Takdir etmek. (-o, alâ) : Gerekli kılmak. Farz kılmak. (-li) : Tahsis etmek. Hisse ayırmak, ulufe vermek. |
æ Ü ÇáÔìÁ æ Ýíå ÜÜÜöÜÜ ÝóÑúÖÇð |
Kocamak. |
ÝóÑõÖó ÇáÍíæÇäñ ÜÜÜõÜÜ ÝóÑóÇÖóÉð |
S.müş. |
Ýåæ ÝÇÑÖ æ åì ÝÇÑÖ æ ÝÇÑÖÉ |
Bahşişlerini aldılar. (-o) : Farz ve gerekli kıldı. Bir hisse verdi. –Meseleyi çözmek için bir faraziye (hipotez) kabul etti. Yardım ve yiyecek istedi. |
ÃÝúÊóÑóÖó ÇáÃÌõäúÏõ |
Şer’i miras taksimini öğreten bir ilim. |
ÇáÝóÑóÇÁÜÖõ |
Kesik. Farz. Vazife. Hipotez. Muayyen zamanlarda verilen atıyye, maaş. Kalkan. Uçsuz ve yeleksiz ok. |
ÇáÝóÑúÖõ (Ì) ÝöÑóÇÖñ æ ÝõÑõæ Öñ |
Nehrin su içelecek yeri. Liman. Kalem sapının uç takılan yeri. Duvar oyuğu. Kesik yer. |
ÇáÝõÑúÖóÉõ (Ì) ÝõÑóÖñæ ÝöÑóÇÖñ |
Farz kılınan şey. Muayyen atıyye, maaş. Kocamış hayvan. |
ÇáÝóÑöíÖóÉõ |
Çabuk olmak. Süratli davranmak. Oluvermek. |
ÝóÑóØó ÜÜÜõÜÜ ÝõÑæ ØðÇ æ ÝóÑúØðÇ |
Öne geçmek. (-ilâ) : Takdim etmek. Acele ile göndermek. (-o) : dağıtmak. |
æ Ü ÇáÞæãó ÜÜÜóÜÜ ÝóÑúØðÇ æ ÝóÑóÇØóÉð |
Söz veya işte haddi aştı. Çabuk oldu. (-alâ) : Ağır yük yükledi. Acele ile hakkından geldi. (-o) : Elçi ve aracı gönderdi. Öne geçti. İyice doldurdu. Küçük çocuğu öldü. Unuttu. |
ÃÝúÑóÇØó |
İhmal etti, gevşek davrandı, elden kaçırdı. Terk etti. Öne geçti. Elçi ve aracı gönderdi. |
ÝóÑøóØó ÇáÔìÁ æ Ýíå |
Dağıldı. |
ÇäúÝóÑØ |
Haddi aşmak. Aşırı iş. |
ÇáÝóÑØõ (Ì) ÃÝúÑóÇØñ æ ÃÝÑÇØñ |
Önce giden. Ölmeden önce yapılan sevap, azık. İhmal edilmiş, elden kaçırılmış iş. Acele. |
ÇáÝóÑóØõ ÇáÝÇÑöíØõ |
Aşırı. Terkedilmiş, zayi edilmiş. |
ÇáÝõÑõæØõ |
Uzamak, yükselmek. |
ÝóÑóÚó ÇáÔìÁ ÝóÑóÚðÇÇáÔìÁ ÜÜÜóÜÜ ÝóÑóÇÚóØð |
Üstün olmak, üstüne çıkmak. Dolaşmak. Kavga edenleri ayırıp sulh etmek. Bikri izale etmek. |
æ Ü ÇáÔìÁ ÝóÑúÚðÇ æ ÝõÑõæÚðÇ |
Uzadı, yükseldi. Hayvanları yavrulamaya başladı. (-fî) : Dağa çıktı. (-o) : Kanattı. Dolaştı. |
ÃÝúÑóÚó ÇáÔìÁ |
Saç ve dal kesti. Kavgacıları ayırıp sulh etti. (-fî) : Üstün oldu. (-o) : Meseleyi dallandırdı. Temel kaidelere dayanarak açıklama yaptı.Dağa çıktı.Dolaştı. |
ÝóÑøóÚó |
(o) : Bikri izale etti. Başladı. |
ÇÝÊÑÚó |
Dallı budaklı, kısımlı oldu. Dallar çoğaldı. (-min): Fer’i ve ayrıntısı oldu. (-alâ): Bir şey üzerine gerekti, bina kılındı. (-o) : Üstün oldu. |
ÊóÝóÑøóÚó |
Üst, yukarı. Uzun ve tam saç. Bir şeyden çıkan, meydana gelen. |
ÇáÝóÑúÚ (Ì) ÝõÑõÚñ |
Deve ve koyunun ilk doğurduğu yavru. |
ÇáÝóÑóÚõ (Ì) ÝõÑñÚ æ ÝóÑóÇÚ |
Boş olmak. (-min): Bitirmek, tamamlamak. (-ilâ, li): Yönelmek, kasdetmek. |
ÝóÑóÛó ÇáÔìÁ ÜÜÜõÜÜ ÝóÑóÇÛðÇ æ ÝõÑõÛðÇ |
(o): Boşalttı, akıttı. İndirdi, yerleştirdi. |
ÃÝúÑóÛó ÇáÅäÇÁ |
Kustu. (-o): Sonuna vardı, yapabileceğini yaptı. |
ÇÓúÊóÝúÑóÛó |
Boş. |
ÇáÝÇÑöÛõ |
Boş yer. Boşluk. |
ÇáÝóÑóÇÛõ |
Kovanın su dökülen kısmı. Gönden yapılmış büyük su kabı. |
ÇáÝöÑóÇÛõ (Ì) ÃÝúÑöÛóÉõ |
Rahatsızlık, sabırsızlık. |
ÇáÝóÑóÇÛóÉõ |
Kalıba dökülmüş, basılmış. |
ÇáãõÝóÑøóÛõ |
Birbirine bağlı, kesiksiz. |
ÇáãõÝúÑóÛóÉõ |
Sık adımlarla çabuk çabuk yürüdü. Hafifi ve taşkın oldu Çok ve karışık konuştu. (-o): Vücudunu silkeledi. Yardı, parçaladı. Hakaret etti. |
ÝóÑúÝóÑó |
Ayırmak. Hükme bağlamak. Farklarını açıklamak. (-li): Açıklamak. Ortaya çıkarmak. (-o): İki kısma ayırmak. Açıklamak. Korkutmak. |
ÝóÑóÞó Èíä ÇáÔíÜÁÜíä ÜÜÜõÜÜ ÝóÑúÞðÇ æ ÝõÑúÞóÇäðÇ |
Heyecanlanmak, korkmak. Dalganın altına girmek. Saç veya sakalı iki bölük olmak. Dişleri seyrek olmak. Tek taşaklı olmak. |
ÝóÑöÞó ÜÜÜóÜÜ ÝóÑóÞðÇ |
S. m. |
Ýåæ ÃÝúÑóÞõ Éæ åì ÝóÑúÞÇÁõ (Ì) ÝõÑúÞñ |
İyileşti. Yavrusunu kaybetti. (-o): korkuttu. Kaybetti. |
ÃóÝúÑóÞó |
Ayrıldı, uzaklaştı. |
ÝóÇÑóÝóÉõ |
Ayırdı.(-o)Fırkalara,bölüklere ayırdı.Taksim etti. |
ÝóÑóÞøó |
Afrika kıt’ası. |
ÅÝúÑöíÞíÇ |
Afrika’nın kuzeyine, Mısır’ın batısına düşen bölge. |
ÅÝúÑöíÞíÉ |
Bir şeyin cüz ve kısımları. |
ÇáÊøóÝÇÑöíÞ |
Fark. |
ÇáÝóÇÑöÞõ (Ì) ÝóæóÇÑÞ |
İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayıran. Çok heyecanlı ve korkak. |
ÇáÝóÇÑõæÞõ |
Fark. Saç ayrımı. |
ÇáÝóÑúÞõ (Ì) ÝõÑõæÞ |
Yüksek dalga. Tepe. Parça, kısım. |
ÇáÝöÑúÞõ |
Kuvvetli delil. Doğruyu yanlıştan ayırma vasıtası. |
ÇáÝõÑúÞáäõ |
Gurup. Tümen. |
ÇáÝöÑúÞóÉõ |
Topluluk. Yarışmada birinci gelen at. Korgeneral. |
ÇáÝóÑöíÞõ (Ì) ÝõÑóÞáåõ æ ÃÝúÑöÞóÉñ |
Saçın ayrıldığı yer. Yolların ayrılış noktası. |
ÇáãóÝúÑöÞõ (Ì) ãÝóÇÑ]Þõ |
Kutup yıldızı. Buzağı. |
ÇáÝóÑúÞóÏõ (Ì) ÝÑÇÞÏ |
Birbirine çarpan iki şeyden çıkan ses. Parmak çıtlama sesi. Gök gürültüsü. |
ÇáÝóÑúÞóÚóÉõ |
Oğmak, kabuğundan çıkarmak için dövmek. Çitilemek. |
ÝóÑóßó ÇáÔìÁ ÜÜÜõÜÜ ÝóÑúßðÇ |
Oğulmuş, kabuğu soyulmuş. Ütme. |
ÇáÝóÑöíßõ |
Dilin dibinde bulunan karşılıklı iki kemiğin her biri. |
ÇáÝóÑöíßóÉõ |
Fırın. |
ÇáÝõÑúäõ (Ì) ÃÝúÑóÇäñ |
Şımarmak, taşkınlık göstermek. |
ÝóÑöåõ ÜÜÜóÜÜ ÝóÑóåðÇ |
Güzel olmak. Gayretli ve faal olmak. Maharetli olmak. |
ÝóÑõåó ÜÜÜõÜÜ ÝóÑóÇåóÉð æ ÝõÑõåóÉð |
Kürkçü. |
ÇáÝóÑóÇÁõ |
Kürk. |
ÇáÝóÑúæõ (Ì) ÝöÑóÇåñ |
Tüylü veya kürklü deri. |
ÇáÝóÑúæóÉõ (Ì) ÝöÑóÇåñ |
Yarmak. Ufaltmak. Elbiseyi ölçüp dikmek. Yalan uydurmak. Mesafe kat’etmek. |
ÝóÑóì ÇáÔìÁ ÝóÑúÈðÇ |
Söz uydurdu. |
ÃÝúÊóÑóì ÇáÞæáó |
Yalan. |
ÇáÝöÑúíóÉõ (Ì) ÝöÑðì |
Uydurma. Tuhaf. Acayip. |
ÇáÝóÑöìø |